türkiye cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanının dilden yoksun olmasına mı, yoksa o pilotun:
"the president of turkish republic will celebrate, as the mr. recep tayyip erdoğan, world's pilot's day. by himself (as live?)"
şeklindeki aklıma ne gelirse söyleyeyim nasıl olsa anlayan kimse çıkmaz zihniyetine mi daha çok kahrolsam bilemediğim elim olay. aksanıyla kalbimizi çalmış cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyor ve ben de buradan;
uzun zaman sonra gelip de açtığım en keyif veren başlık budur herhalde. şöyle ki;
"Asgari ücret 1300 lira olduuuuaaaaaa nolduuueaaaaaaa hadi CHP lileeeeaarrr" diyenler bide bunlara baksın.
o dediğiniz 1300 TL, asgari geçim indirimi ile olan 1300 TL. yani toplamda 300 lira değil 80 lira zam geldi ki bu da normal değerlerde gelen zam oranına eşdeğerdir.Yeni yıla zibilyon tane zamla girdik. Elektrik, su ( yeni yıldan önce ), alkol, sigara ve daha niceleri. petrolün varil fiyatı yarıya inmiş, mantık olarak benzinin ucuzlaması lazımken aksine artıyor. Neden diye sorarlar adama. ama cevap verecek kafa lazım önce. geçen sene bugün dolar 2.3 civarlarında olan dolar, bugün 3.0050 olmuştur. artış nerdeyse %30. 1 tl şuan 0,3329 dolar yapıyor. ülke olarak üretip dışarı sattığımız kayda değer hiçbir şey yok bu ülkeye nasıl dolar girsin? üretim yok, turizm patlamış, gelen para inşaata yatıyor başka hiç yatırım yok. açıklanan %8 lik enflasyonu neresinden uydurup da açıkladılar önce bunu bir çözmek lazım.
edit: bu ülkede yapılacak en güzel ve en kolay şey dövizden para kazanmak. O yüzden istediği kadar artsın, ülkeye kaybettirmeye, bana kazandırmaya devam eder. Dolar arttı diye sevinenleri vatan haini ilan edenler, önce o artışın nedenine bakıp, dahada derinlerinde o "nedenler" nasıl oluştu onlara baksınlar. kendi elleriyle kendi vatanlarına kurşun sıkanların gelip de burada konuşmaya hakkı yok!!!
bundan sonra daha da sevineceğim tek şey; başkanlık sistemi. o da gelip ülkenin ağzına komple sıçıldığı vakit benim elimdeki herşeyi nakite çevirip yatırımı başka yere yapma vaktim gelmiştir. Herkese güzel zamlı, vergili günler. esen kalın.
saygıdeğer hocamız prof. dr. aziz sancar'ın nobel ödülü töreninde yaptığı açıklama.
karakterli, özünü unutmayan, geçmişini reddetmeyen, vatan millet aşkıyla yanıp tutuşan aziz hocamız "kendini bilenlere" kocaman bir ders vermiştir. ayrıca eklemiştir
ayrıca ödül törenine yakasında atatürk ve türk bayrağı rozeti, boynunda osmanlı tuğrası desenli kravat ile çıkmıştır ki bunu da not olarak buraya ekleyim.
gurur duymayalım da ne yapalım?
nobel almak için illa vatan hainliği yapmaya gerek olmadığını göstermiştir.
(bkz: ermeni soykırımı yalanı)
aralık ayazı ağır demir kapının aralığından soğuk nefesini üflemeye başladı.
alafranga tuvaletin deliği, konuştukça kötü kokular yayan bir gardiyan ağzı gibi, bu toplama kampının içinde biriken pisliği yayıyor etrafa...
kalın beton duvarların ardından bekçi düdükleri işitiliyor; içerde florasanın biteviye ıslığı...
soğuk.
gündüz güneşi bile avluya uğramadan geçiyor; bina öylesine itici...
havalandırmanın ışığı, pencerenin kahverengi parmaklılıklarında parçalanıp soluk gölgeler halinde hücremin zeminine vuruyor.
asık suratlı çıplak duvar, sarışın bir kuyu sanki...
duyduğu tüm sesleri büyütüyor:
su, çağlayan gibi çınlıyor; kapı çarpması, gök gürültüsü...
yalnızlık da çoğalıyor o kuyuda, özlem de...
umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil...
hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen...
iyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine...
havalandırma lambasından ay ışığı, florasan ıslığından yavuklu soluğu yapmayı biliyorsun.
ayazı, kokuyu, tecridi unutup semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpabiliyorsun.
ve üşüdüğünde haklılığınla ısınabiliyorsun.
asıl saray burası işte... içinde haram yok.
odalar küçük, yürekler büyük...
gündüz
değerli yalnızlık
sabah 08.00...
hücremin gri hoparlörü her sabahki buyurgan sesiyle haykırıyor:
“tutuklu ve hükümlülerin dikkatine... sabah sayımı yapılacaktır, sayım düzeni alınız.”
bu, silivri’nin geleneksel kalk borusu...
az sonra bir infaz koruma mangası gelip kaçıp kaçmadığımı kontrol ediyor. gayet kibarlar... avluya açılan kapıyı açıp “allah kurtarsın” diyerek gidiyorlar.
şimdi oda büyüklüğündeki havalandırmada, 9 adıma 5 adımlık gökyüzünün altında volta atabilirsin.
tabii yine tek başına...
***
yıllar önce “yalnızlığa alışmalı” diye bir yazı yazmıştım. ondan beridir alıştırdım kendimi, yalnızlığı severim. ama buradaki, tecrit; hem de ağır bir tecrit...
24 saat hücremizde tek başımızayız.
erdem, hemen yanımdaki hücrede yatıyor. kapısı kol mesafesinde.. ama görüşmemiz yasak. tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar.
dar koridora açılan demir kapının üstünde cep telefonu büyüklüğünde bir gözetleme deliği var. ayak parmaklarının üzerinde yükselip birkaç saniye el sallamak mümkün oluyor ancak...
gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. peşinen cezalandırma...
okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum.
belki guantanamo’da vardır.
***
vakit bol ya; falımı okudum sabah:
“sosyal ortamlara gireceksiniz” diyor. “değişik organizasyonlar devrede” olacakmış. “farklı arkadaş grupları hayata bakış açımı genişletecek”miş.
bunu okurken demir kapının göğüs hizasındaki bölmesi açılıyor. sevimli bir görevli “ekmek” diye sesleniyor. bir ekmek geçecek büyüklükteki bölmeye eğilerek giriyorum “sosyal ortamlara”...
hayata bambaşka bir açıdan bakıyorum.
15 yıl önce f-tipi cezaevleri inşa edilirken ölüm orucuna yatan devrimci tutsakları anımsıyorum. bir grup aydınla birlikte bayrampaşa’ya arabuluculuğa gitmiştik. son nefesini vermeye hazırlananları yaşamaya ikna etme derdindeydik. kalabalık koğuşlarda kalıyorlardı. devlet onları 1-3 kişilik hücrelerde tutmak istiyordu. direniyorlardı. “tecrit, yaşarken ölmektir” diyorlardı.
o direniş, katliamla bastırıldı. ve tecrit zindanları açıldı.
insana dokunmanın, toprağa basmanın, yorgana sarılmanın yasak olduğu tutsakların çıplak pencerelerden sürekli gözetim altında tutulduğu bu toplama kampının beton duvarlarında o direnişin sloganı kazılı adeta:
“tecrit ölümdür!”
***
fakat neyse ki üç kadim dost refakat ediyor bana yalnızlığımda:
tanışma sırasıyla, kalem, kitap ve televizyon...
yazıyor, okuyor, izliyorsun.
sabah gazeteler geliyor; dost kalemlerin satırları su serpiyor yüzüne, yüreğine...
ekranda, sevdiklerin seni savunuyor; coşuyor, avunuyorsun.
yürekli milletvekilleri, cesur avukatlar gelip koluna giriyor. diriliyorsun.
dışarıda (bkz: umut nöbeti)nde yoldaşların var;
sıcaklıkları vuruyor zindana, ısınıyorsun.
kapalı görüş günü eşin, oğlun, kalın camın ardından gururlu gözlerle bakıyor, umudun dilinde konuşuyor; tuzla buz oluyor cam, hasretin hararetinden; canlanıyorsun.
ve ekmeğin geldiği bölme yeniden açıldığında “can dündar”... mektubun var” müjdesini işitiyorsun.
yok, telefon faturası filan değil... mektupsuz geçmiş yılların acısını çıkarırcasına, onlarca mektup yığılıyor odaya... onlarca sarıyor, kucaklıyor, öpüyor seni...
her gelen dost, yazılan her satır, her konuşan dil, aynı sırrı fısıldıyor:
yalnız değilsin.
soğuk tecrit, sevginin harında eriyor.
“işte” diyorsun; “işte.. asıl bu, değerli yalnızlık...”
Her sene erkeklerin hayallerini süsleyen, baktıkça bakılan, bir birleri arasında gizlice hediye edilen ( bu bir ifşadır ), yeryüzündeki tüm güzelliklerin bir bedende hayat bulduğu, yaratıcıya olan inancı artıran, aynaya baktıkça küfür ettiren ve her ay ayrı bir taş hatun görücem diye sevinen hemcinslerimin başına kaynar su gibi dökülüp ilgili bölümleri tahrip eden takvimdir. Bu sene umduğumuzu bulamadık beyler geçen senenin takvimlerini atmayın.
erdem’le silivri’ye getirildiğimiz gece, ilk kayıtta hangi suçtan tutuklandığımızı sordular:
“terör mü, adi mi?”
arkama yaslanıp derin bir nefes aldım:
“casusum ben” dedim, ciddi bir edayla...
muhataplarımda yarattığı hayretle karışık hayranlığın keyfini sürdüm.
iyi de... sorsalar hangi ülkenin casusu olduğumu, bilmiyordum. bilsem, oranın bir casusuyla bir köprü üzerinde takas edilmemi isteyeceğim; ama söylemediler.
işin kötüsü, elde casus olduğumu gösterebileceğim bir kanıt da yok.
hâkimin kararına bakılırsa, acemi bir casus olduğum için, ele geçirdiğim belgeyi hemen alıp gazetede manşetten vermiştim. o da yakaladı tabii...
eldeki tek kanıt bu...
adalet biraz ağır işlediği için, 6 ay sonra fark etti bu durumu...
“şu misafirler gitsin ben sana gösteririm” diyen dayakçı baba gibi, g20’nin bitmesini bekledi.
ve misafirler gider gitmez “delilleri karartmamam için” tutuklanmama karar verdi.
o gün gazete 100 bin basılmıştı. demek 100 bin delil var.
bunları acilen karartmam lazım.
ilk gece bir plan yaptım:
bizim casusluk şebekesine bir mektup yazdım:
“derhal bu gazeteleri bulup manşeti bir keçeli kalemle çizin, karartın.”
bunu yazıp kâğıdı turna şeklinde katladım, gökyüzüne fırlattım.
ama acemilik işte; mektubum tellere takıldı.
şimdi, silivri cezaevi’nin dikenli tellerinde sallanan bu turnadan dolayı, “delilleri
karartmaya çalışmak”tan ayrı ceza yerim kesin...
hoş mektup tele takılmayıp gazeteye ulaşsa da el yazım pek kötü olduğu için talimatımı okuyamayacaklardı muhtemelen.
ilk yolladığım mektupta, “sevdiğim kırmızı kalemimi yolladılar” diye yazmıştım.
gazetede “kırmızı valizimi” diye çıktı. o günden beri “şifreli mesaj verdiğim” zannıyla odamda kırmızı valiz aranıyor.
***
ikinci günümde “ıslah olmam için” psikolog karşısına çıkardılar. âdettenmiş.
içeri giren herkese uygulanan bir anket yaptılar. zarif bir küçük hanım ve anketörler, “sizi suça kim itti” diye sordu.
“annem” dedim:
“daha bebekken bana kitap okumaya başladı. bir de ilkokul öğretmenim... bana yazamayı öğretti.”
“çıkınca suç işlemeye devam edecek misiniz?”
“öyle görünüyor. içeriden bile yazıyorum, baksanıza...”
bir de kütüphaneden don kişot kitabı istediğimi duyunca, teşhisi koydular sanırım.
***
adliyede mahkemenin kararını beklerken tecrübeli iki eski mahkûm, celal doğan ve celalettin can, koridorda volta atma kursu veriyordu bana.
celalettin, “tempolu yürüyeceksin. aslolan, karşıdan yürüyenin yolunu kesmemek” diyordu.
şimdi silivri’deki hücremin küçük havalandırmasında tek başıma volta atarken, kulaklarını çınlatıyorum.
“karşıdan gelen” yok.
o omuz omuza volta atılabilen, kalabalık koğuşlu cezaevlerinin yerini f tipi katı bir tecrit aldı çünkü.
voltada bile yalnızsın.
neysi ki havalandırmanın ortasında bir mazgal var. oraya seslenirseniz, kanalizasyondan sesiniz şehre ulaşabiliyor.
acemi bir casus olarak bunu 2. gün keşfedince ilk denememi yaptım, mazgala doğru eğilip fısıldadım:
“midas’ın kulakları... pardon mit’in tır’ları silah taşıyor.”
casusunuz silivri’den bildiriyor.
***
neyse, bu kadar ajanlık yeter.
henüz kâğıdım yok. bu satırları yazdığım “ihtiyaç istem fişi” de tükenmek üzere...
kalan tek sayfaya ihtiyaçları yazıp kantinden ısmarlamam lazım.
alaturka tuvalet için maşrapa...
kış hazırlığı için kapı bandı...
yer temizliği için vileda...
hangi sıvı deterjan daha iyi acaba?
önceki gün merkel, hollande gibi 28 avrupa liderine mektup yazdığım kâğıda hela pompası siparişi yazmak da varmış hayatta...
https://www.turkiye.gov.t...m-mezun-belgesi-sorgulama bu link üzerinden tüm okul kayıtlarınıza ulaşabileceğiniz uygulamadır. iyi midir kötü müdür tartışılır. iyi tarafı, artık diploma onayı peşinde koşmaktan kurtulduk denebilir. eğer resmi kurumlarca kabul ediliyorsa noter parası da tarih oldu demektir ki;
bir diğer artısı, sahte diploma ile piyasada iş yapacak olan andavalların önünü bir nebze de olsa keser. ama tabiki burada asıl iş işletmelere düşmektedir. bu belgeyi istemeyip yalnızca diploma "fotokopisi" isteyen işletmeler için durum değişmemektedir.
uçaklarının türkiye tarafından düşürülmesi olayından sonra türkiye ziyaretini iptal eden rusya dışişleri bakanı sergey lavrov tarafından yapılan çağrıdır. bu ziyaretin iptal edilmesi, durumun daha da kötüye gideceği anlamına gelmektedir.
siz değerli uludağ sözlük yazarlarına tsk'nın en diplerinden gelen ilk bilgiyi aktaracağım başlıktır. görselle de desteklenecektir. bu kahraman pilotumuzla ne kadar gurur duysak azdır. işte kahraman pilot ve adeta bir uzvu gibi kullandığı uçağı;
kütahya simav'da gerçekleşmiş olaydır. yaşları 14,15 ve 17 olan üç insan evladı tarafından 12 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edilmiş, sonra ayakkabı bağıyla boğulmuş, ardından da kafası taşla ezilmiştir. bu nasıl bir vahşettir. çocuk diyebileceğimiz yaştaki bu insanları ahlaken bu kadar dibe çeken, vicdanen bu denli körleştiren, bu kadar vahşileştiren neydi ki! haberlerde üç çocuk denmiş ama ben bunlara çocuk denmesini kabul etmiyorum. çocukluk masumluktu, oyun oynamaktı, arkadaşlıktı... ulan yeni bir ayakkabı alındığında gece heyecandan uyuyamamaktı çocukluk! bunlar mı çocuk, nerde bizim çocuklarımız! midem almıyor yeminle. eskiden dört çocuk bir araya geldi mi maç falan yapardı, taso oynardı, bilyede birbirini üterdi en fazla. ulan bunlar üçü bir araya gelip dördüncüsüne tecavüz etmiş, sonra da öldürmüş ya! hey yarabbim ya! yok olalım, toz olalım biz bunu da duydum ya!
recep adlı bir kardeşimiz ingilizce bilmediği için farklı milletlerden arkadaşlarının yanında rezil olmaktadır. si yuu, hov ar yu gibi basit cümleler kurarak durumu kurtarmaya çalışsa da bu minik ve masum çabası maalesef yetersiz kalmaktadır.
recep kardeşimiz daha fazla üzülmesin, kangırıcıleyşıns da diyebilsin diye bu yardım kampanyasını düzenleme kararı aldım.
yardım etmek isteyen arkadaşların bana ulaşması yeterlidir.
kan donduran görüntülerdir. rusya'nın işlediği bu savaş suçundan dolayı putin başkanın lahey'de yargılanacağı günler yakındır. şaka lan şaka zevkten dört köşe oldum. yansın ibneler su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim.
antoine leiris tarafından yazılmış mektup. bilmem doğru bilmem yalan:
‘cuma akşamı harika bir insanın, hayatımın aşkının, oğlumun annesinin hayatını çaldınız ancak benim nefretimi kazanamayacaksınız. kim olduğunuzu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, ölü ruhlarsınız siz. eğer sizin uğruna gözünü kırpmadan öldürdüğünüz tanrı bizi yaratmışsa, eşimin vücudundaki her kurşun onun kalbinde bir yaradır.
o yüzden, hayır. size sizden nefret etmemin vereceği tatmin duygusunu yaşatmayacağım. bunu istiyorsunuz ancak nefrete öfkeyle karşılık vermek sizi bu hale getiren cehaletle aynı şey olur.
günlerce ve gecelerce beklemeden sonra onu bu sabah gördüm. cuma günü evden çıkarken olduğu kadar, 12 sene önce ona aşık olduğum günkü kadar güzeldi.
elbette mahvoldum, bu küçük zafer de sizin olsun, ancak kısa süreceğini bilin. o her gün bizimle olacak ve biz sizin hiçbir zaman sahip olamayacağınız özgür ruhlarla birbirimizi cennette bulacağız.
biz ikimiz, oğlum ve ben dünyadaki tüm ordulardan daha güçlü olacağız. size daha fazla zaman ayırmayacağım çünkü uykudan kalkan oğlumun yanına gitmek zorundayım. yalnızca 17 aylık, her gün yaptığı gibi yemeğini yiyecek, her gün yaptığımız gibi oyunlar oynacağız ve bu küçük çocuk tüm hayatı boyunca mutlu ve özgür olacak. onun nefretini de kazanamayacaksınız.'
şirin bir hayvandır. sen hayvana yaşayacak yer bırakmazsan hayvan tabi ki senin sokaklarında seni kovalar. aynısı şile'de orman arazisine girip kaçak villa yapan adamın 'yılan ne arıyor benim arazimde' demesi gibi bir şey. sen ne arıyorsun hayvanın hayatının içinde koduğumun yağmacı iti?
ışid'in 12 kasım'da yayınladığı ve rusya'yı kana bulayacağını anlatan videodur.
baştan belirtiyorum videoda kafa kesme, kafa uçurma, silahla kafasını patlatma gibi sahneler var. midesi kaldırmayacaklar izlemesin.
--spoiler--
soon, very soon
the blood will spill like an ocean
the kafir throats
will tremble from the knives.
the lions of the ummah have awoken.
they raised their swords,
strengthening the ummah.
day after day.
the soldiers of allah
know not fear.
for [monotheism]
has guided them to allah.
we will strike the idol,
the cross and, the [idolaters].
with energy we raise,
the black in the hearts.
o filthy kafir,
you are not brave at all.
the sound of your voice
has been silenced.
the khilafah was built.
we will take through battle
the lands of yours we wish.
so much of your lands.
we will make your wives
concubines
and make your children
our slaves.
your resources will do you no good.
they will not save you from becoming,
slaves to the nation of sons,
the brave knights.
suriye’deki cihatçı aşağılık it sürüsünün eğlencesi.
cihatçılar, idlib kırsalında bir çatışma sonrası öldürdükleri bir suriye askerinin üzerinden çıkan cep telefonundan annesini arıyorlar. annesine oğlunu öldürdüklerini, kafasını kestiklerini anlatıyorlar. oğlunun öldüğünü öğrenen anne ağlamaya başlıyor. bunun üzerine gülmeye başlayan ayılar tekbir getirip “alevi, nusayri köpek” diye böğürüyorlar.
mutlak kötülük lan bu, başka ne desem bilemiyorum.
not: bu adamlar ışid olmadıkları için ‘ılımlı’ bu arada…
he canım var he katliam var, bu fotoğraftaki de silvan'da çiçek atıyor değil mi?
yahu pkk artıkları siz nasıl bir çilesiniz, nasıl bir ızdırapsınız? nasıl bir dezenformatif örgütlenmesiniz?
hiç onur, gurur yok mu? bir gün olsun "evet arkadaş, biz bu devleti böleceğiz, onun için savaşıyoruz" demeyecek misiniz?
yüzündeki poşu açılınca çocuk, yüzü sarılıp silahların önüne atılınca gerilla, çatışmada ölmeden önce polis namlusunun ucunda terörist, öldükten sonra yeni çocukları kendisine çekmek isteyenler için sivildir. fotoğraftaki gencin pkk nın elinden devletin eline düşene kadar geçirdiği aşamalar bunlar.
ekşide gördüğüm, bugün başlatılmış kampanyadır. buralara da sıçraması muhtemel olduğu için şimdiden önlem açısından yazmakta fayda gördüm.
30 küsür yaşında adamlar kırmızı, turuncu, yeşil pantolonlarla cirit atıyor; kısa paçalı, dar pantolonlu tipler ağır abi tripleriyle geziyor ama ibnelerin derdi sakal.
sözlükte bu kadar atatürk düşmanı trollü gördükten sonra en azından yalnız olmadığımı düşündüğüm insanlar topluluğu.
kocaman adam oldum, her siren çaldığında ve hayat durduğunda, 9:05'i gösterdiğinde saatler gözlerim doluyor.
insanları görebilmek adına cama koşuyorum, sirenleri dinliyorum. ve evet bunu her seferinde can-ı gönülden isteyerek yapıyorum.
allah rahmet eylesin.
edit: ulan bunu bile eksileyen insanlar var. hala insan diyorum bunlara nedenin inanın bende bilmiyorum. size ne öğrettiler ne söylediler bu nefret nerden geliyor gerçekten çok merak ediyorum.
yıl 2015, dünyada böyle bir anma başka lidere yok.
ezanla kıyaslayan gerzek, rahatsız olduysan ve bunu özgürce dile getiriyorsan yine 1 dakika saygı duy da adam sansınlar.
yılda sadece 1 kez, sadece 1 dakika çıkardığı ses yüzünden rahatsız olanlar siktir olup gidebilirler.
adamın biri deli sikmiş gibi 1 ay boyunca sokaklarda bilip bilmeden davul çalıyor, bütün bunları çözdük ve memleketin gördüğü en büyük adamı anmaya gelince auuuv.
siktir, yavşak.
edit2: reklam olduğunu söyleyen kişi ve kişiler. karaktersizler. şerefsizler. haysiyetsizler. karşılıksız hiçbir şey görmemiş kara cahiller. sevgiden mahrum, hiç tanımadan birini sevmek ne demek sen bilemezsin. şu düşüncelerini burada rahatça yazıyorsan bile o adam sayesinde lan. sizin gibileri gördükçe keşke bu vatan için bu kadar uğraşmasaymış diyorum. ne gerek vardı rakısını doldurur sigarasını yakar keyfine bakardı. ama yoookkk. sizin gibi haysiyeti bozuk şeref yoksunlarını da kurtaracaktı. sırf bunun için bile o adam büyük adam. şimdi rte denen herifin göt kılı olanlar; atatürk'ün, büyük önderin göt kılı olmaya bile layık değilsiniz. makarnaya satılık insanlar. makarna beyinliler sizi.
edit3: destek amaçlıdır bunu da okuyunuz lütfen. (#17465421)
son zamanlarda en çok güldüğüm internet fenomenidir. buyrun: https://www.youtube.com/w...tPEw&feature=youtu.be
havasından mıdır suyundan mıdır, adana'da ciddi manada gariplik olduğunu kanıtlayan genç.
"kim diyo uyuşturucu gullanıyom?"
"ayakta mı duramıyom?"
"niye mi verdi 5 milyonu?"
"sonra mı n'oldu?"
"niye okumayım?"
"sübhanekeyi okuyım mı?"
"tamam allah'ın kur'an'ını satıyom. okum... oku... kendi ismimi bile yazmıyom! okula gitmemişim ki nasıl okuyum!"
ben olsam kendimin dibinden ayrılmaz, kovsa da geri gelir, evlenmesi için çıldırırdım. balkondan atsa, g-stringle bacadan girerdim.
yok lan.. bi dk.. diğeri de benim.. niye o benim için çıldırmıyo da, diğer ben, benim için çıldırıyo? var ya ben, ben olsaydım manyak bir şey olurdu. şuan ben de içinden çıkamadım olayın ama ateşli bir şey olacağı kesin..
belki böyle bir şey olurduk.
belki de ruh öküzleri olurduk.. bir dakika ya.. ben, ben olsaydım olmazdı. diğer benin kız olması gerekir. yoksa şuandan ne farkı olur. diğer ben kız olduğunda bu sefer ben nasıl etkilenicem bu durumdan, şimdiki bende bir değişiklik olmayacak dimi? hay amk. insanın kendisi olması da çok zor. öyleyse biz şuan kimiz?
100 kişiye sorduk uykumun ırzına geçtiler ve sonuç;
sorulanların %90'ı kendisiyle beraber olmak istiyor. o zaman zıt kutupların birbirini çektiği genel geçer bir durum değil. ayrıca ruh ikizi diye bir şey varmış demek ki. kendiniz gibi birisini bulsanız hiç düşünmeden o koca k.çınızı kaldırıp peşinden gideceksiniz. o zaman herkese kendisi gibi birini dileyelim de bu mesajı da 10 kişiye gönderin can sıkıntınız geçsin. kendini sevmeyen, katlanamam diyen insanlar bir gün sevmesini öğrenecekler. o zaman onlar için hayat değişecek. bunu da yazın bir kenara..
ilk örneğine bursa'nın osmangazi ilçesinde tanık olunup akp iktidarı ile birlikte 13 yıllık zaman zarfında laik cumhuriyetin kademe kademe muhafazakarlaştırılması projesinin belkide son halkalarından birisine tekabül eden skandaldır.
dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama 1 kasımdan sonra bazı gelişmeler sanki gelecekte olacak bazı gelişmelerin habercisi gibi ardı ardına geldi. türbanlı hakim, yılbaşı sepetlerinde içki bulunmasının yasaklanması, galata da içki içenlere saldırılması ve şimdi de bu.
gidilen yolun iyi bir sokağa çıkmayacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok sanırım !
--spoiler--
saldırıya uğrayan grubun içinde yer alan yasin ırmak yaşananları ileri haber'e anlattı. ırmak, yıllardır gidip oturdukları merdivenlerde dün akşam saldırıya uğradıklarını belirterek "tophane tarafından sesler geliyor. biz önce bir maç kutlaması ya da asker uğurlaması zannettik. ama bu grup yukarıya, merdivenlere doğru gelmeye başladı. 'recep tayyip erdoğan' sloganı ve 'ya allah bismillah' şeklinde tekbir atarak geldiler" dedi.
--spoiler--
eski başbakan yardımcısı babacan ak parti’nin asgari ücrete ilişkin vaatleri ile ilgili, “bizim asgari ücretle ilgili açıkladığımız rakam net 1.300 lira. bununla ilgili farklı yorumlar da oldu. ‘2016 yılında asgari ücret 1.300 lira olacak şekilde, komisyona tavsiyede bulunacağız’ dedik.
edit: eksileyen arkadaşların ne zoruna gitti de eksilediler çok merak ediyorum? Zam vermeyen ben miyim? Hayır. Oy veren ben miyim? Hayır. Daha beter olun asgari ücrete vergiler artsın patronlar daha çok kazansın, işçiler daha çok ezilsin. Bundan sonra acıyanın amk.