sadece bizim ilçemize 265 vanlı sığınmıştır.
türkiyede kaç ilçe var düşünün artık. vanınkiler hariç.
bu van da kaç kişi yaşıyodu?
sanki depremi ilk vanda yaşadık.
sanki önceki depremlerde ölenler, mallarını mülklerini kaybedenler v.s. insan değildi
sadece van' da olduğu için deprem önem kazandı ya bi şey demiyorum.
şehrimize gelen vanlıların da çalıp çırpmadan, yakıp yıkmadan memleketlerine dönmeleri için dua ediyoruz ki hiç sanmıyorum. burada bedavadan yaşamak varken oraya neden gitsinler ki?
sabır allahım!
aklını bez parçlarından alamayanların varlığını hatırlatır bize.
mini etek de baş örtüsü bez parçalarıdır en nihayetinde.
bırakın da kim neresini kapatıp açarsa açsın hem de istediği ilde.
yolda olan sevgili için dua etmektir.
iyi yolculuklar sevdiğim. allah yollarını açık etsin.
ve tabiki:
bana bana hep bana
ayrılıklar hep bana
gidenlerin ardından
el sallamak hep bana.
bu yazıyı sana yazıyorum ki son yazım olacak emin ol! 'ben yazmayacam sen yazacaksın' sözünün üzerine ellerim kırılsın bunu yazdığım için sana. ama hiç okumamanı dileyerek yazıyorum. belki de yazar olamayacağım ve göremeyeceksin.
maillerini okudum ve güldüm.
neden kızdım?
neden böyle yapıyorum?
konuşuruz ve nasılsa kırılırım.
elimi sana uzatmamı bekliyorsun.
küs olmayalım.
ne diyosun sen ya? hasta mısın hasta numarası mı yapıyosun?
ne içiyosan içme artık bana yazarken en azından.
aynen gün içerisinde gizlice buluşmadık mı? sen planladın ben gelmedim mi?
kafamızda yapacağımız yolculuğun hayalleri yok muydu?
tatilde ayrı kalma korkusu ve hüznünden kaçmıyor muyduk?
....
ben senin sorunlarını kaldıramadım öyle mi?
bu sorun hep vardı başlarken de biliyordun
ki aynen sorunu ben de derinden yaşamıyo muyum?
ben kendiminkini kaldıramıyorum seninkine nasıl göğüs gereyim?
sana nasıl teselli vereyim?
bana sorunu anlattın benden istediğin cevabı verdim sana. sen buna kaldıramamak diyorsan orda susarım işte. sen benim bu cevabı vermemi istedin 'görüşmeyelim' cevabını.
yavaşlamak ne demek bana açıklar mısın? benim bunu kabul etmeyeceğimi biliyordun!
şimdi..
şimdi çok uzak bir hatıram gibi..
ve şimdi beni rahat bırak daha fazla uzatma.
...
ben söylemiştim.
yine aynı şey oldu.
yine aynı şeyi yaptın.
'birgün bizim sıramız gelecek' dediğimde buna inanmıştım.
beni bir kez daha yarı yolda bırakmayacağına da inanmıştım.
bundan sonra nasıl inanırım?
artık hiçbir sebebim kalmadı...
ve
napıcam biliyo musun?
sakin olucam.
çünkü sorumluluğumdakilere bir kez daha haksızlık etmiycem.
senin ani bir trafik kazasında ya da bir kalp krizi ile öldüğüne inanıp, seni * yok sayarak hayata devam edicem.
seni görmemek için bi göz daha feda etmem gerekse de bunu yapıcam.
peki bana dünkü mailleri atana son bi sözüm var mı? var!
küfür etmemi istiyodun ya işte geliyor:
bi siktir git önder!
bi çok filmde ağlayabiliyordum defalarca izlememe rağmen.
ama en çok ağladığım film babam ve oğlum filmidir.
bu filmi babam ve oğlumla ilk izlediğimde çok pis ağladım.
sesine, yorumuna, duruşuna, gülüşüne, öfkesine en önemlisi bağırmalarına ayrı ayrı hayran olup en son ben bu adama aşık oldum dedirten sanatçı.
ona aşık olduğumun farkında üstelik.
her bir şarkısını ayrı seviyorum ama en güzeli mavişim. bana mavi gözlü sevgilimi hatırlatır.
bana hep aşkı çağrıştırır.
sevgilim ısrarla onu beğenmese de ve de 'bunun neresini beğeniyosun' dese de kıskanarak ben ona bayılıyorum o kadar.
salonda buluşulmuş, hava çok sıcak ve nemli, ter paçalardan akmakta. basılma korkusu da cabası. en önemlisi uzun bi süre görüşemeyecek olmanın üzüntüsü ve buluşmuş olmanın (uygunsuz bi yer ve zaman da olsa) heyecanı ile kalpler ağızdan çıkacak kadar hızlı ve gürültülü akıyor. tam yakınlaşma başlamış ki....
dün geceki tiyatrodan kalma giysilerini almaya gelen veletler kapıyı yumruklar.
basılmadan arka kapıdan apar topar kaçılır. *
bilgisayar kirlenmesin diye streç filmle sarmak.*
sonra da bilgisayar alev alev yanmaya başlayınca bi hışımla aldığı firmaya gidip tonla laf saymıştır.
yetkili abicik kabloyu takmak için olması gereken deliğin kapalı olduğunu farketmiş ve yapılan salaklığı gururla arkadaşımın yüzüne şırrraaak diye çatlatmıştır.
seni, aşkımdan affedemiyorum. o kadar çok seviyorum ki affedemememi de affedemiyorum.
içimde aşk ve nefret o kadar yüklenmiş ki sana karşı.
ben aşktan yana olmayı tercih ettim.
birgün bana yaptıklarınla yüzleşirsen o gün sen de kendini affedemeyeceksin, biliyorum. *
yazarın artık sözlükle konuşuyor olduğunun ve sözlüğü hayatının içine kattığını gösteren durumdur.
üstelik yan yana olan kişi de bunu hep söylemişse yan yana olunan zamanlarda, demekki sevgililer aynen sözlüğe takılıyorlar demektir bu.
bugün yine yan yanaydık, öyleyse bu akşam yine harap ve bitap şekilde uyuyup kalıcam.
aşığım.
bunu çıkıp dağlardan haykırmak istiyorum.
için öyle coşuyor ki
gördüğüm her an yanımdakilere söylemek istiyorum bunu: ben o'na aşığım!
ve yalnız benimle olmasını istiyorum.
ülkücülük zamanla prim yapmaz haklısınız. artık ülkemizde o kadar çok saçma sorun vardır ki bunlarla uğraşmaktan ülkücülerle uğraşmaya sıra gelmediği için prim yapamamaktasınız. tabi sizin aradığınız kendiniz gibi medyatik olan ülkücüler de hemen size malzeme verirlerdi eskiden mutlu olurdunuz. onların varlığı bile, sizi ayakta tutuyordu. idealini yolunu ülküsünü tam belirlemeden teşkilata girip de ben ülkücüyüm diyenler bile, onlar bile sizi korudular. onlar bile bu ülke için çalıştılar. siz onları yaşlandıklarında tanıdınız. bir barda eğlenirken dediniz ki kabadayı bu.
yıllarca aile kuramamış dağlarda sefil hayat yaşamış ve şehre inmiş olanları gördünüz. dediniz ki görgüsüz kaba.
eline ekmek ve silahtan başka şey almamış olanları bildiniz. dediniz ki eşkiya. onlar sizi ne için neye rağmen nasıl korudu bilseydiniz..
evet ülkücülük artık prim yapmıyor.