bazen nankörlüğü doğurur ve bazen de nankörlükten beslenir. birçok kişi istemediği bir durumla karşılaştığında, tüm yollar kapandığında dine yönelir. huzur bulacağı bir araç olarak görür adeta dini. tabi bu arada aklına sürekli iki yüzlü müyüm gibi vesveseler de gelmektedir. zira hayatındaki her şey yolundayken ve bu çok yolundalıktan, çevresinde bir sürü olan ve iyi vakit geçirterek kafasını dağıtan arkadaşalarından ve olaylardan dini düşünmeye fırsat bulamaz, aklına bile gelmez aslında. ve sonra dini bir kenar bırakarak kurduğu o mükemmel düzen bir anda ufak bir aksilikle yerle bir olduğunda tekrar aklına geliverir bir yerlerde bir huzur kaynağı olduğu ve bir yerlerde ruhunun ihtiyacının beklediği.o zaman da yine ve yeniden bir çıkış kapısı olarak dine yönelir. bu durum da sirküle halinde devam eder durur.
insanların kim olduklarını sorgulamaya başladıkları dönemler oluyor ve kendini bir kere bulduktan sonra işte ben buyum denilemiyor. çünkü hayat değişiyor ve insan da bu değişimin bir parçası olmaya zorlanıyor. neticede biz, kişiliğimizi tam da oturttuğumuzu düşündüğümüz zamanlarda, oluşturduğumuz değer yargılarının ters kutba çekildiğini; doğruların yanlış, yanlışların kimi zaman daha da yanlış, kimi zaman da doğru olduğunu görüyoruz. ve bu tutarsızlığın sorumlusu kontenjanına kendimizi tayin ediyoruz. ne kadar kaya gibi sağlam olmaya çalışsak da hayat ve insanlar kendi koşullarına ve kendi çıkarlarına göre oluşturdukları değer yargılarına uyum sağlayabilmemiz adına bizi lastik eldiven kıvamına sokmaya çalışıyorlar: her ele uyum sağlayabilen, her elin şeklini alabilen. evet bu, indüklenmiş uyum hipotezi mantığına göre işleyen bir mekanizma. ve bir süre sonra tek derdimiz her eli memnun etmek oluyor. kişiliğimiz ve ruh halimiz ellerden aldığımız enerjiye, onarın bize davranma biçimlerine ve hakkımızdaki düşüncelerine göre şekilleniyor. çünkü bilirsiniz, bir eldiven bir el olmadan hiçbir şeydir, eldiven elle anlam kazanır. anlamımızı keşfetmemiz ve kendimizi tanıyabilmemiz en önemlisi de kendimize saygı duyabilmemiz için ellere ihtiyaç duyar hale geliyoruz.
sonuç olarak başkalarının tepkileriyle şekillenmek, kendimiz hakkında bizim ne düşündüğümüz değil, çevremizdekilerinin ne düşündüğünü baz almak insanın kendisine olan saygısını kaybetmesine ve neticede hiçbir zaman kendisini bulamamasına neden olur.
lisede klasik 'hedefindeki bölüm ne?' sorusuna karşılık, arkadaşın birinin sevgili coğrafya hocamıza verdiği odtü tıp cevabından sonra, hocanın ''hıı, inşallah olur'' demesine neden olan akabinde de cemi cümlemizi hayretlere düşüren, insanın duyunca içini bi hoş eden ülkemizin en güzide tıp fakültesi.
tamam be tamam, öyle olmasa bile kalbimizdesin odtü tıp!
yağmur yağdığında sümüklüböcekleri toplayıp, eline de taş alıp yemek yapıyorum diye onları bi güzel ezmek. bu bebe beliğin yemek anlayışına hayran kalınır hayran..
bu dörtlüğün sahibidir. soldan sağa ve yukarıdan aşağı okuyun aynı şeyleri okumuş olacaksınız.
......1..............................2..........................3....................4
1- Sanma şahım........herkesi sen............ sadıkane... / yâr olur
2- Herkesi sen...........dost mu sandın....... belki ol.... / ağyâr olur
3- Sadıkane.................belki ol ..........âlemde bir... / serdâr olur
4- Yâr olur................. ağyâr olur ........serdâr olur... / dildâr olur
bir yazar için fotoğraf, ortamı olduğu gibi tasvir etmek, ortamı kişinin gözünde olduğu gibi canlandırmaktır. lakin yine bir yazar için resim çizmek, ortamı tasvir ederken olduğu gibi anlatmak değil kendinden de bişeyler katmaktır.
sagopanın şarkı sözlerinin %98'i buraya aday olur birincilikle de alır.
örnek :
aldım yaşamı yanıma kutu kolacasına 3 dikişte dibe vurdum depozitosunu tanrıma ödüyorum