" günaydınsız uyandın mı sen hiç günlük? ben uyandım. uyandım sandım. belki hala uyutuluyor bile olabilirim "günaydın" demeyenler tarafından. ama yemezler günlük. gerçekten "bayat" bi günaydın'ı esirgeyenleri yiyemezler; ne kadar da tatlı olsalar da dökerler günlükçüm, dökerler!
kararsızlık ne kötü günlük, bilir misin? hangi taçı kafana takman gerektiğini bilememek, altına ona uygun çantayı giyememek, ayakkabının rengini gözlerine sürememek, hangi kokunun acına iyi geleceğini kestirememek..
- ben hazırım! dedi
çıktım. yürüdüm biraz. biraz daha. ezbere yaşanan hayatı düşündüm. kapıyı açtım, anahtarı yerleştirdim, koltuğu ayarladım, düzeltmezsem olmazmış gibi saçımı düzeltip kontağı çevirdim. hayatın o anda değişeceğine inanırmış gibi. kontağı çevirmemle araçın infilak etmesini, etlerimin, ruhumun, gözlerimin, ellerimin ve dahi tüm nöronlarımın parçalanmasını öyle istedim ki, öyle istedim. olmadı günlük. arabaya küstüm, kadere sövdüm.
- geliyorum! dedim.
beni bekleyen arkadaşımı almak için, koltuğun altına yuvarlanan bir sigarayı almak gibi yalanlarımı kullandım. "yürüsek mi?"
insanın yakınında, hayatında, canında asla ve kat'a olumsuz bir yanıt ya da samimiyetsizliğin geçtiğine zerre inancı olmayan bir kişinin olması ne güzel diye düşündüm ve duydum.
- sen nasıl istersen!
yolların uzun oldugundan değil de, yumurtaların kapıya dayanması sebebiyle dolmuşa bindik. daha erken varınca "bir sigara daha içme zamanı" artsın diye. bozuk paralar aradım cebinde olmadığını bildiğim halde çantanın.. el yordamını bir kez daha sevdim usulca. şöför bastı gaza, biz gittik. şöför bastı gaza, biz gittik.
o sollayınca biz de geçmiş sayıldık tüm hayallerden..
indik. yüzümüze esen rüzgarı yok sayarak, montların önü açık, hedefe yürüdük. anlatılanlar vardı diller de, arkamızdakilerin daha net duyacağı şekilde. rüzgar, sırrımızı onlara da verir diye korkmadan üşüdük sokaklarda günlük, korkmadan.
bekledik. "bir ayağım kaldı, ondan sonra alırım" diyen pedükürcüye umut besledik. çay içtik bahçede. sigara bi de. bi'çocuk geldi yanımıza. üzüntülü şeyler söyler gibi, kırılgan bir sesle çakmak istedi. elimdeki çakmağı arattırdı bana çocuğun gözleri..
hesabı ödedik. her şeyin bi bedeli olduğunu bildiğimiz ama değerlere vuramadığımız "şey"lere ödediğimiz bedelleri düşünmeden.
alış-veriş. veriş ama alamayışlar. alıp iade edemeyişler. verilmiş ama hiç kullanılmamış hediyeler.. pil sonra, belki saç köpüğü, belki bi kalp, belki sigara ağızlıkları doldurduk çantamıza.
- nerdesiniz?
merak edilmek miydi yoksa beklemekten sıkılmış olmanın bir getirisi miydi diye geçti aklımdan.
- nerde değilsek, orda mutlu olacakmış sandığımız yerde olduğumuzu hepimiz biliyoruz dimi aslında.
(kahkahalar)
caddenden yürüdük günlük. ara sokaklara girip yolu kısaltmış olmayalım diye. düştüm sonra. gülüp, kalktım aceleden. "sen kayboldum ya birden arkadaşım" dedi arkadaşım. verilmiş ama tutulmamış sözlerden daha mı mühimdi sanki dizimin acısı..
toplandık sonra.. "bütün kızlar toplandık" demeden ama.. içeride sigara içme yasağı olan bir yere gelmişiz. üzerimize sindi rokaların limonu. balıkları sevdim. " tam zamanı" dedi içimizden beri. kim olduğunu unuttum. kim olduğumuzu.
kapının önüne içtik sigaralarımızı kahkahalarla. bıyıklı iki yakışıklıya laf attık sanırım, ellerinde yalnızlık olan iki insan, dönüp dönüp, bakıp bakıp uzaklaştılar ama..
"değişiklik yapıcam" diyen arkadaşın umudu azalmasın diye, bölmedik hesapları aramızda.
acıklı şarkılar dinledik hepbirlikte. acılarımızı bilirmiş gibi.. sadece suspus eden acıları yaşamış gibi.. ayrılığın verdiği o yoksunluğu, o hasretler bütünlerini, o içine sıçılası, amına koyulası, sikip atılası duyguları yeniden yaşamanın/yaşayacak olmanın verdiği çaresizlikle..
böyle anlarda fotograf çekilmek kötüdür mesela. ölümcül bi hastalık teşhisi koyulmuş ama o koyulan teşhisten haberi olmayan biriyle daha sık yanyana gelip, fotoğraf çektirmek ne kadar hüzünlüyse o kadar hüzünlüydü bu da.
bildik ama sustuk bir sırmış gibi.
şarkılar..
susmalar..
şarkılar..
bilmeden yapılan/ edilen her hata için özür diler mahiyetinde gülümsemeler..
şarkılar..
valize sığmayacak kadardı gerçekten havalar..
hazırlandı yine de. çıkılmak ve gidilmek içindi ya yollar. gidilsindi işte. daha fazla acısı olanlar geçebilsin diye değil miydi çift şeritler..
bi ses fısıldadı. iç! içildi. olundu da. şimdi bişiiler bişiiler.."
"Bu şehirde bir kadın var, adı bana özel bana özel..
Elleri var küçücük, yüzüyse çiçeklerinden güzel çiçeklerinden güzel..
Kimse bilmez benden başka, bir kalbi var kocaman ama bana özel bana özel bana özel..
Bazen kızar dünyaya ama sadece kendini üzer kendini üzer..
Göremezler göremezler.. izin vermese asla üzemezler üzemezler..
Çözemezler çözemezler.. Onun bir düşü var ki; asla asla bilemezler..
Onu neden sevemezler..?
Bilemezler.. Hiç hiç sevemezler.. "
5 tane ayakkabı aldım, bi'seferde. yanında da bilmemkaç liralık alışverişe şu kadara düşen bi'şeyler dah aldım. etti mi sana 8 parça. aynı adrese, aynı kişiye yollanacak bunlar; bana.
ama gel gör ki, hepsini ayrı ayrı günde günde yollayan site.
bi toplu sevinç yaşatmadı ya la. gıdım gıdım!
beşinci katta oturuyorum. asansör yok. balkon gideri kanalizasyona bağlı değil. sabahları balkona bulgur, ekmek koyuyorum kuşlar için. pisi pisi, diye seslenince duyan ve beni bilen kediler aşağıda toplanır. onlara da peynir atıyorum. bazen çok kalabalık oluyor kediler o zaman balkon giderinden süt döküyorum.
hep üşengeçlikten, hep.
gökhan tepe'yle istabul'un yeşilköy'ünde adı çok lazım olmayan bir çay bahçesinde yanyana masalarda çay içmiştim. o zaman gökhan tepe yeni yeni ünlenen biriydi. o körpe ben çıtır; gözgöze gelişler.. inceliğini her haliyle, her bi'bakışıyla hayata yansıtan bu genç zaman içinde hiç yanıltmadı sevenlerini. bu şarkı da öyle; yanıltmıyor insanı. canım diyor, teşekkür ediyor.
ebru gündeş söyledi sonra.. güzel de oldu. daha güzeli olamaz diye mi sandığımızdan (evet, biz) nedir, şu da söylese ya diyemedik.
ta ki, geçen akşam o ses türkiye'de eren şenay isimli arkadaştan bunu dinleyene dek.
adam söylemiyor, öttürüyor. bir de bundan değil, bundan sonra burdan dinlensin istediğim şarkıdır. hı hı.
bak ya, ağzımı bozuyor bu yazar benim. duy sesimi zall. ağır tahrik var.
yavrucum, biliyorum hislerini. en dibine kadar hissetmiyorsam endişelerini, korkularını, umutlarını.. çünkü bi ben, çünkü bi sen, çünkü biizm gibiler bilir o yeşilleri giyip, o kapıdan girildiğinde hissedilenleri.
bi'şey yok lan; yüüryorsun böyle güzel güzel. çok yakışıyor üstelik o yeşiller. valla lan! galoş giymenin inceliklerini anlatıcam sana; aşağıya bakarken dsha kolay dökülüyor da gözyaşları. ben sana nasıl dökmeyeceğini anlatıcam.
ağzıma sıçma, ağzımıza sıçma.
dön gel, diyorum. burda olucam. mucaks!
"Kısacık bir ana sığan gülümseme bir hafızada ömür boyu yaşayabilir. hiç kimse gülümsemenin getireceği yararları reddedecek denli zengin değildir. Hiç kimse de gülümsediği için yoksul düşmez."
elbert hubbard
bizzat yerinde incelenmesi gerekenlerdir. hazır harçlar da düşmüşken aldım pasaportu. ocak, bilemedin şubatta oradayım fizibilite için. yerinde ne kadar ağırmış taş görücem. haberleri olsun.