tipik bir yirmili yaş bunalımı belki de. yokluktan kaçarken, nihilizme övgüler yağdıran, kabullenmesi zor değil, isteye bile kolay bir söz. yine de görür ya insan.. hisseder ya insan, farklı bir söz söylemesi gerektiğini. fakat hisler kaçınılmaz olandan, gelecek olandan kaç kez, kaç sefer, kaç sigara anı kurtarır, kaç anıyı hatırlayıp da içini buruşturacak denli vakit tanır insana?!
aşkın bir ilaç olmadığı, karda yürürken çıkan o huzurlu gıcırt gıcırt seslerinin aslında bir boka yaramadığı, sonbaharın ruhu baştan çıkardıktan sonra hiçbir sözünü tutmadığı tadıldı. bilgeliğin ve kitapların ve cehennetlerin ve biriktirilmiş hatıraların ve sonu gelmeyen öpüşmelerin ve en kötü zaman için saklanmış birkaç parça cümlenin günü kurtaramadığı görüldü. anlamsız kelimeleri arka arkaya sıralarken en iyi saçmalayanlar kazanıyor artık. hangimiz daha iyi küfrediyorsa, o kazanır.
yine de eşyaya veriyoruz kendimizi. evlerimizi istediğimiz gibi döşerken, yeni bir şeyler yaptığımızı sanarak ve o sakin koltuklarımıza gömülmüşken zamanı durdurduğumuzu, zamanı tepe taklak ettiğimizi sanarak ve hep sanılarak, sandık içi benzerliklerde kendimizi bulduğumuz sandırılarak öyle ki dediklerine göre, yaşıyoruz(!)
en yakınımızdakilerin dahi en kabul edilemez, en insanlık dışı suçlarını ve de hayallerini bilmediğimiz sürece, söyleyecek bir şeyimiz yok artık.
masadaki kızı güldürürken, -ki erkeklerin görevi neden kadınları eğlendirmek ve gülmelerini sağlamak olarak seçilmiştir- msndeki arkadaşa başımıza gelen "koptum hacı!" olaylarını anlatırken, içip içip yine de iç olamazken ve hayatımızı bir kez daha -ki bu kez doğru anlaşılabilme umuduyla- birisine anlatıyorken aslında hiçbir şey söylemiyoruz. önümüzdeki metni okuyoruz sadece. metnin dışına çıktığımızda ise ya deliriyor ya da arkamızda anlaşılamamış deli saçması intiharlar bırakıyoruz.
dünyanın içerisinde bulunduğu şu manyakça iletişim çağı ve ki eski sevgiliyi unutamasak, hiç anlaşılamadan yaşasak, fazla zeki olmadığımızı fark etsek, bir mevsimin içinde dayak yer gibi büyülensek, düşler büyütsek fildişi kulelerde.. kim takar?! insanoğlu söyleyeceklerini çoktan bitirdi.
"neden?" diye sorduklarında verilen cevap artık "niçin olmasın?!" değil, "bilmiyorum!" olarak değişti.
ekşi sözlük'ün yazar alımlarını açmasıyla birlikte senelerce bu fildişi kulenin hayalini kurmuş yazarın en sonunda amacına ulaşıp da çaylak çaylak entrylerini girerken hayalkırıklığı ile farkına vardığı durumdur. tanımadığınız yazarlar, başı sonu olmayan bir kalabalık.. her şeye sfırdan başlamak..
mutluluk gerçekten de o kadar uzaklarda değilmiş. ben hayatımda böyle bir hayalkırıklığı yaşamadım, çok tuhaf lan. hep istediğiniz bir oyuncağa kavuşup da, aslında onu o kadar da çok istemediğinizi fark etmek gibi.
ekşi sözlüğe ve isveçli akademisyenlere ve orhan pamuk'un babasına ve bi de amcalara pipimi göstermek istiyorum.
telaşlı edit: orhan pamuk'un babası ölmüştü.. şimdi hatırladım.. özür diler ve babayı işe katmadan orhan pamuk'a pipimi göstererek, "otur kara kitap gibi bişii yaz yeniden, benim adım kırmızı reklamsal başarısının dışında tam bir fiyaskoydu!" derim.. derim ben bunu.
hatırlamazsınız
bilmezsiniz ki kuzeye doğru
şaraba merak tanrıları
ilk günahtan toprağa meraklı
yatak altlarından korkan çocuğun kaygısı
yüzünde büyüyen ve güzel olandan yoksun öylece
aldırmazsınız
çayın kavuşturuculuğuna tutulmuş
susamlı bölüşmeleri tadarsınız
balkonlara asılmış çamaşırların nemlenişiyle
annelerin hoştladığı köpeklere
gözümü yaslıyorum
çarmıha gerilmeye dahi layık görülmemiş
çarpık dokunuşlar mabedimde
yoksun merhametten, sokak yoksun
hepinize yutturacağım bu gülümseyişi
alelacele bir geçiştirme sohbetinizde
sigara sinmiş seslere
ışığım ol diyerek sürünen bakınışlar
asansör boşluklarında huzur bulur
merdivenlere karalı latince küfür
faili meçhul bir entelektüelliğin
Roma'ya çalan bilgeliği acınası
gecenin geç saatinde
düpedüz vicdan yüzleşmesine
bastırılmış bir hayattan
reklam sıkıntısından
köpek gibi kudurmuş bekleyişten
gereksiz bir çiçekten
kaçmanın saklanmanın uyuşturuculuğundan
kısacası Dante'den
bütün anlaşılamamış heveslenmelerin
cehennemin arasından bir yerden
nefretin ile
gözlerin akmış kopkoyu geceliğin ile
mıymıntı sanatımın üzerine
tükürdüğünü yalamaya
yırttığını çiğnemeye
çoktan da çok, korkum olmaya
bütün bunlardan daha
daha daha nasılsınız
şüphesiz ki şimdi
alaycı ve de şaşkınız
eskiyen bir aşkın ecdadına...
yalvarıyoruz
kara ekmek sırasına girmiş
buz tutmuş camlarında kalbin
Ali'nin iki paralık plastik topu
Ayşe'nin ayaklarına dolanası ipi
ve çekip gitmiş otel odaları
ve kendini kurtarmaktan aciz kahraman
sancaklarına dolaşır limanın
fildişi kulelerden gülerler
taştan sırtıma güler
rüya tabirlerine kalır şans
sende sürüklenirken biz
aşkın ecdadına...
işimiz ne sabahın ışıklarında
beylik hazır cevap sorularda
misafir oturmasında
ve sayfa arasına düşülen dipnotlarda
üzerime üzerime tükürmeye
renksizliğimize
dönsen geri
bir kez de tersime
sakalları çıkmaz(mış) bu don kişot'un
geç öğreniyorum
herkesten biraz daha, ter...
yorgun şarkılar dönüyor plakta
ses etmedim
bastırılmış bir iç savaşın ortasında
aslında morukların dinleyeceği türden...
taklit ediyorum büyüleri hiç büyü'mediğim
ve bozarak ağzımı
bilgeliğin mi aşkın mı ecdadına
kırgınlık nedir bilmeyenlere
otobüs şoförleri tersini söylese de
felsefe sevmiyor laubaliliği
gelemez akdenizin sıcağına
tenin buz tutmuş dehlizlerinde
ılık bir cinnet gibi etobur
zeytinyağını sevemez et gibi
oysa ki çoktan sıraya girilmişti
korkmamışlar mıydı
ikinin iki etmediğini görmekten
ve haşmetli ey koca Platon o kurtlu beyninde
akıl edemedi hiç, (h)iç huzursuzluğu
gebe bırakıldığı geceyi
terleyen ellerinde
ansiklopedi kokan kafaların
sinema repliklerine sığınmış yüzlerin merhametinde
hangi birinizi nerede
dolup çatlamış yollarımda
basbayağı ütüsüz işte
ben hanginizin izinde
bu fahişe fırtınada
tatlı uyku
canım uyku
en ilkel söz ile
ölüme gider yalnız
köpük kokulu uyku
bazense ter nefes kül
perdeden sızan ışığın acımasız gözlerime
zamanı keşfeden kulun öngörüsüz
savunmasızız uyku
rüya görmekten aciz
enkazın ortasındaki huzur
cahilleştirici öylesine
yedi uyurlardan birisi olmak
insanın düşünde
kör ediyor sözlerim
pikeler boğazıma
ezmeye doyamadığım çiçekler
bileklerime dolanıyor
kelime karışıyor aklım
bıçak gibi canım uyku
en ilkel yalvarış
gel
kan/pas/kir içinde sürüklenirken biz
basitçe-insanca olamamanın ecdadına...
yazıyor olmanın zehri ile düğümlenmiş
zehirdeki fevkaladenin
fevkinde olmaya
ışığa düşülen dipnotlarda
yıkıldı yıkılmak üzereyim
karalanmış bir anıtın önünde
kendim saçmalıyorum
şarkılarsa mezar taşım olacak
tam da sevemediğimiz
umursamaz orospular gibiyken sen artık
kadının 'ay' harfi ile(!)
duymuyorsun değil mi
şiirde ağız bozulmaz diyorlar
bir kadından geçiyordum dün
ben ağzımı öyle daha önce hiç...
üstü başı kabulleniş
buram buram obsesiflik
gırtlaklanası tinerciler ve sağ sol
karanfil Sokağı'nın bir ilçesi bizim memleket
kitapevlerinin içindeniz canım
ton balık kokan salatalarda
eskitilmiş hatıralarımız
arabalar ve koca gıcırtılı o kırmızılar
başka başka ellere çalmış kornalarını
yeni dostlar bulmaya devam et
üstü başı 'biz' şehrin
buram buram ayrılık
üzerine kurulduğu bataklıklara benziyorum aynada
kükreyip sel olmuş bir Kemal değilim ki
medeniyet kurmaya çalışayim çamurda
gıkım çıkmıyor
izlemeye doyamadığın filmleri satın alıyorum
senin gibi kara
seninle öpüşüyorum sonra
kendin ile özleştirdiğin kadınla
ben olmam gereken adam...
inciniyorum
ne olurdu insanlar böylesine
sataşmasaydı ya her şeye
dedi Mehmet dedi kimbilir kaçıncı kez
ağlıyordu
ağlıyordu ben çürüyorken
bunu da bilemezsiniz siz
konuşuyordunuz yan masalarda
ve sen de kimbilir hangi
kahkahanın ortasında o an nerede
kırılmış imgeler ile aklım
içim kadar kalabalık bir şehirde
dört bir yana parçalanmış sohbetler
altın oran hesapları kimi
simyacılar arasında gidip gelen kimi
heves içinde sürükleniyoruz...
çarpıtılmış olan her şeyin ecdadına...
beylik hazır cevap konuşmalarda
ve sağlıklı besinlerde
işimiz ne sabahın bir ucunda
geçmiş
günahlı ve de kıskanç
sıçrıyor şimdiye
söz verilmiş topraklar!
neredesin
Doğaçlama belki ama, rüzgar yok. Konuşmalar ya da sinir bozucu bebek ağlamaları da yok. Gözlerimin üzerinde çığlık atan, içi geçmiş mızmız bir ışık sadece.
Benim değil bu ada. Bu adada yağmur olmaz. insanın tepesine yıkılacak gibi duran kuleleri ve "bu gece ne yapıyoruz taylan?!" ve "hadi buluşalım berna?!"ları olmaz. Olan bitenden bir anlam çıkarma sevdası olmaz.
En yılışık ve de kafa ütüleyici kefenime sarıldım, üşüyorum ulan.
Annem bir şair, babamsa bir müzisyen değildi. Bu yüzden susuşlarım cezbedici ve manalı değil. Geceleri çığırtan bir kargayım en fazla. 2. Sınıf bir ten içinde, nerede susulup nerede konuşulacağını bilmeyen bir tür "keşke!"yim aslında.
Sıkıntı var. Bön bön duvara bakan gözler var. Bir de o kadın. Kalbimin en köhne ve de içi geçmiş köşesinde düşlerime oyunlar batıran kadın var. Hiç bir zaman üzerime yağmayacak olan.
Söyleyemediğim, kalbimin en pembelere bulanmış nemli karanlığında hiçkimseye, kadına söyleyemediğim o kötücül çocuk hıçkırır ellerimde. ağlar mı güler mi belli değil.
Şarkılar seçiyorum.
Hiç benim gibi dinlemeyeceğiniz.
fildişinden kulelere yaslanmış bir günün içinden yayılır umut. sigara ve kahve ayinleriyle büyü'lemişken kendini, "her şeyi kaybetmiş birisi, her şeyi yapmakta hürdür!" sözünü hatırlatır duvarlar. yeraltından notlar'la değil, bizzat yeraltından bildiriyordur hayat.
çürümüş çiçek kokusu basar bilekleri. arka planda ise zamanı eğip bükerken sana pek aldırmayan tuhaf bir müziğin yatıştırıcı bildirgeleri.
sözler olmalı her şeyden önce. söylerken daha fazla nezle olmamıza yol açmayacak, her şeyi anlatacak sözler bulunmalı. yeni bir şey söyleyebilmek adına kimse ölmemeli. sonrasında belki dileklere gerek bırakmayacak beşinci bir mevsimin özlemi. hiç yakılmamış ve üzerinde hiç sigara söndürülmemiş bir beşinci mevsim.
umut etmenin en büyük umutsuzluk olduğu hatırlanmalı belki bir de. sınırsızlığın sınırında can verir gibi söylenirken, değişim dönüşüm ile tamamlanamazken uzaklaşmalı önce başkalarının bilgeliklerinden, kurmaca dünyalarından.
"zirveye ulaştığında, bir bilgeden daha aşağıda olmadığını ve de bir katilden de daha yukarda olmadığını hissedeceksin" demişti birisi bir zamanlar. umuttan önce, yenilenmeden önce bu hatırlanmalı. yapmacık beylik davranışlar bırakılıp yeniden bir çocuk gibi doğaçlayabilmeli her şeyi.
fakat en sonunda elimizde yine şu soru kalıyor, "bile bile rüzgara karşı yürüyen, en derin sulara inmek isteyen bir kişiyi çürümekten ne kurtarabilir ki?!"
"evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar"ın içindeyiz.
-odandan çık da bir selam ver amcanlara, kuzenlerin de burda hem bak! (pis kıro kuzen)
-somurtma misafirlerin yanında! (sıkıcı dialoglar saati)
-babanların yanına git de sohbet et biraz, büyüdün artık! (evet, futboldan ve iş hayatından konuşmak çok zevkli gerçekten de(!))
bir de şöyle bir bonus vereyim.. başlıkla alakası yok gerçi.. babam anneme söylenirken duymuştum, "eşek sıpası hergün barlarda yatıp kalkıyor fakat bize gelince yok.. bu çocuk niye benimle içmiyor? beğenmiyor mu bizi?"
rosenrot albümü.. bu albüm için hemen hemen hiçbir tanıtım çalışması yapılmayarak, ne yazık ki albümün güme gitmesine neden olunmuştur ve bu albümün adı her şekilde "reise reise vol.2" olarak kalmalıydı. rammstein'in kendi umursamazlığı sonucunda biraz da olsa "üvey evlat" konumuna düşmüş olan albüm..
kesinlikle çok komplike bir çalışma. ilk albümleriyle karşılaştırıldığında sanki iki farklı grubu dinliyormuşsunuz gibi hissedersiniz. ancak kanımca dananın kuyruğunun koptuğu yerdir bu albüm.. basit işleri seven pek çok rammstein hayranını hayalkırıklığına uğratmıştır, fakat öbür taraftan da, bu albümde rammstein onca senenin çok lezzetli bir meyvesini yetiştirmiştir.
her zamankinden daha tehlikeli, kusursuz derecede oturmuş bir albüm.
benzin - diğer rammstein kliplerine oranla başarısız sayılabilecek bir videosu vardır, ancak! sözlere dikkat edilmeli, huzursuz, kımıl kımıl, gecenin üzerinize aktığını hissettiren bir şarkı. bir kuyudan aşağı düşmek gibi.
mann gegen mann - nakaratları ile kendinizden geçiren, till'i dinlemesinin çok zevkli olduğu parça. klibi ve şarkı sözleri biraz canımı sıkmıştır, ama gene de güzel.
rosenrot - fazla söze gerek var mı?! bile bile ladese girmek üzerine..
spring - işte albümdeki en sevdiğim şarkılardan birisi. nakaratlarıyla sürüm sürüm süründüren, tüylerinizi diken diken eden bir konuyu içeren ve gitar solosuyla ölüp ölüp dirildiğim şarkı. tam nakarata geçerken till'in sesindeki o yamulma ve yine nakaratta ağıt yakarmışçasına söylemesi.. 3 şişe şarabı arka arkaya bitirmek gibi.
wo bist du - nakarat kısmı dışında bir kusuru olmayan şarkı (sıkıcıdır nakaratları biraz).. hele şarkının başındaki o kelime oyunu, of of! 2.kısımdaki sözler biter bitmez giren klavye ile sizi hazırlıksız yakalayarak üstünüzü başınızı keser.
zerstören - ahaha, işte tam bir delirme anı, ağzından köpükler salyalar akıtan bir şarkı. ilk başta çok sert gelebiliyor ama daha sonradan öyle bir seviyorsunuz ki bu şarkıyı, cehennemde yanacak bir ruha sahip olduğunuzu anlayıp şarkının sesini daha da açıyorsunuz. ayrıca şarkının sonunda yine bir ninni vardır ki.. ne oluyor derken ağlayacak gibi olursunuz. (tamam be, ağladım orda da ben, ne çok ağlıyorum. rammstein dinleyerek ağlayan manyak) ninni kısmının sözleri;
"Adam kör bir kıza rastladı.
Paylaştırılmış acı ve hatırlamış gibi,
Gökyüzünden giden bir yıldız gördü.
Ve (kızın) görebilmesini diledi.
(kız) Gözlerini açtı,
Ve aynı gece adamı terketti."
hilf mir - hani genzinize yumru gibi bir şey takılır da konuşamazsınız ya.. işte bu şarkıda aynısı kalbinize takılıyor.. boğulacak gibi hissettiren. çok iyi çok.
te quiero puta - ahahah! işte bir kahkaha daha. dinleyin efendim sadece dinleyin. ve till'in sesinden bir kez de ispanyolca dinlemenin zevkine varın. nasıl demeli.. tekilanın içinde yanmak gibi.. daha şarkıyı anlatırken azdım bak.
feuer und wasser - bu şarkıyı kimseyle paylaşmam. türkçe sözlerini sevmem ama olduğu gibi, olduğu haliyle.. aynaya bakar gibi hissederim..
ein lied - şimdilik oyunun sonu.. içten gelen bir hediye. kimseler beğensin diye değil. kalpten, sevgiyle bir hediyedir bu şarkı.
yaz - sıcaktan nefret edildiği için depresyon.
sonbahar - depresyon aşkıyla depresyon.
kış - kalpte büyüyen hayaller için depresyon.
ilkbahar - ilkbahardan ve börtü böcekten nefret edildiği için depresyon.
entryden karakter analizi yapan yazarlara sevgilerimi saygılarımı iletir, fazla kurcalamayın derim.
reise reise albümü.. rammstein'in dönüştüğü, olgunlaştığı, artık çok daha tehlikeli ve de sinsileştiği, deyim yerindeyse zehir gibi damarlara akmaya başladığı albüm. albümün ilk şarkısını diskman'e koyup da geri geri sarmaya başladığınızda şarkı -15. saniyeye kadar geriler ve 1985 yılında düşen bir uçağın düşme anındaki seslerini dinlersiniz, tüyler ürperticidir. bu gizli bölümü içeren cdlerin sadece avrupaya sınırlı sayıda sürüldüğü söylenmekte.. ama kendi adıma sorun yok, çünkü albümü almanya'dan almıştım zaten.. yazar burda artislik taslıyor
reise reise - evet, daha ilk saniyesinden "bu rammstein mı?" diye sordurtan şarkı. sözleri mükemmel, alt yapı harika.. insanı gerçekten de denizlere sürüklüyor. baş döndürücü bir kaotiklikteki şarkı.
mein teil - bu şarkı hakkında o kadar çok konuştum ki, artık yeter. sadece harika olduğunu söyleyim. klibinde till'in bir meleğe oral seks yaptırıp kanatlarını parçalamasına hastayım. bir meleğin kanatlarını koparmaktan daha tatmin edeci hangi günah olabilir?!
dalai lama - nevrotik bir şarkı. till sesiyle şölen yaptırıyor adeta. gitar rtimleri iç gıdıklayıcı ve şarkının sonundaki o doğusal ağıt vari yakarış zevkten delirtici.
keine lust - arıza arıza arıza! sistemi çözen ve birbiriyle çelişkili şeyler yapan ruh hastası sevimli mi sevimli şarkı. "arzulamıyorum" derken aslında köpek gibi arzulayan..
los - işte bu benim şarkım.. hayat manifestom. bütün umursamaz ve çağın bir köpeği olmuş insanları cezalandırdığım parça. sözleri vermeliyim:
"Biz isimsizdik,
ve şarkısız.
Biz tekrar asla
sözsüz olmadık.
Hala biz,
Biraz şarkısızız.
Henüz sessiz değiliz.
Bizi duyabilirsiniz.
Ani bir rüzgardan sonra,
bir fırtına başladı.
Gerçekten eşsiz.
Zamanıydı.
Onlar dilsizdi,
Bu şekilde tamamiyle şaşırmış,
Ve tamamiyle güçsüz.
Ne oldu?
Oldukça kontrolsüz,
Ve kesinlikle,
Anlayışsızlık,
Ki sansürlenecek.
Onlar yersiz konuştu,
Müzik hakkında fazla kötü.
O kadar utanmazlık ki,
yasaklanmalı.
Bu akılsızlık,
Orada denedikleri.
O kadar tatsız ki,
Yaptıkları müzik.
Umutsuz değil mi?
Hissiz.
işe yaramaz.
Onlar tanrısız.
Biz isimsizdik.
Bir ismimiz var.
Biz sözsüzdük.
Sözler geldi.
Hala biz,
Biraz şarkısızız.
Henüz sessiz değiliz.
Duyarsınız.
Kusursuz değiliz.
Sadece bir miktar güven vermiyoruz!
Siz sessiz olacaksınız.
Bizden asla kurtulamayacaksınız.
Biz başıboştuk."
amerika - siz gülün eğlenin bakalım bu şarkıyla daha. o kadar ciddiler ki amerika derken!
moskau - ilk başta hiç sevmediğim, ergen şarkısı gibi duran ama daha sonradan sözlerinin türkçesini öğrenince ne yapmaya çalıştıklarını anlayarak tüylerimi diken diken eden şarkı. çok profesyonelce çok! asıl anlamını saklamış bir şarkı.
stein um stein - bu şarkıyı anlatabilmek için çok yorgun ve de güçsüzüm şu anda.. ama bu bir aşk şarkısı. burdan sevgilime şu sözlerini yolluyorum ve ayrıca bu şarkıda yine rammstein çok tuhaf bir oyun sergilemektedir.. nasıl demeli.. "seni öyle seviyorum ki, seni bana gömmek istiyorum.." çok öküzce ve başarısız bir tanım oldu.. daha sonradan editlicem..
"Planlarım var, büyük planlar.
Seni bir ev yapacağım.
Her taş bir gözyaşı olacak.
Ve tekrar asla dışarı çıkamayacaksın.
Evet, senin için küçük bir ev yapacağım,
Pencereleri , kapısı olmayan.
içerisi karanlık olacak,
Hiç bir ışık içeri girmeyecek."
ohne dich - taraflı tarafsız herkesi hastası etmiş parça. klibi de kendisi gibi iç parçalayıcı.
tanrım, bir çılgınlık yapmak üzereyim.. hadi kolay gelsin bakalım..
sehnsucht albümü.. rammstein'i rammstein yapan albümdür. henüz çok komplike içerikleri olmayan fakat özellikle şarkı sözlerinin güzelliği ve albümden buram buram taşan hırs ve arzu ile insanın başını döndüren bir albüm.
sehnsucht - live aus berlin'de till'in gözünü kaşını yardığı şarkı. otobana çıkıp da son sürat bir tırın altında kalmak için üretilmiş şarkı. "Bırak gözyaşına bineyim, Şanssız bulutların üzerine.." sözleriyle can yakar.
engel - ne kadar rammstein hayranı da olsa, artık kimsenin duymak istemediği şarkı. tamam çok tatlıydı ama çalınmasın artık yeter! "Tanrı biliyor ben bir melek olmak istemiyorum.."
tier - arıza bir şarkı, biraz kafa yoruyor ama yürürken felan dinlemek için ideal.
Bestrafe Mich - albümün psikopatlaştıran şarkılarından birisi. "ters bir şeyler olacak" hissi veriyor insana.
du hast - artık bu şarkı hakkında konuşmak istemiyorum.. fakat klibini tarantino yönetmiştir ve hem şarkı sözleri hem de klibi katman katman içe geçmiştir. kimi üniversitelerin felsefe bölümlerinde klibi ile birlikte tartışma konusudur.
buck dich - neden sevildiğini bir türlü anlayamıyorum.. o kadar şarkı varken sen git buck dich'i sev..
spiel mit mir - hastalıklı bir şarkı. depresyona girmiş acı bir suratın arka fonu. yanıp tutuşan arzular için koca bir dünyayı ateşe vermek gibi.
klavier - hiçbir zaman kıymeti bilinememişlerden. yürek yakıcı. seemann'ın arkasından dinlendiği öldürücü delici vurucu(ne diyorum be?!).
alter mann - ılık mı ılık gitar rifleriyle bir şeker nehrinin içinde eriyormuşsunuz gibi hissettiren şarkı. güzel bir seks şarkısı.
mutter albümü... işte efsanenin başladığı yer ve rammstein'in neden basit ve de saçma, kafa şişirici bir grup olmadığının cevabı. sizi kahve kazanının içine atan, sabah kalktığımda dinlemesi kaçınılmaz olan albüm. vodka gibi çarpar.
mein herz brennt - yalnızlık ve korkularla bir körebe oyununa girişen parça. till lindemann efsanesini daha albümün başında başlatan şarkı. müziğin başındaki radyo vari ses, nakaratlardaki o acı yakarma ve gitar solosunda kalbi patlayacakmış gibi yerinden hoplatan yapıt.
links 2 3 4 - bu şarkının başında hitlerin sesinin olduğunu söylerler. orjinal albüme sahibim ve birkaç yerde de araştırdım ama daha o hitler sesini duyamadım. kendini pek belli etmeyen, sıradanmış gibi duran ama sevmeye başladıkça damarlara baş döndürücü bir hırs aşılayan şarkı.
sonne - işte tam da burda delirmiş deli bir doktor gibi kahkaha atmak istiyorum. bilenler bilmeyenlere anlatsın bu şarkıyı. tanımlanamaz. klibi daha da tanımsız. bir 21. yüzyıl manifestosu diim ben sana. nakaratlarda till öyle bir buruşturur ki sesini, orgazmın eşiğine gelirsiniz.
ich will - sonne'in şokunu daha atlatamamışken hemen arkasından gelerek ruhunuzu paramparça eden şarkı.. klibinde taxi driver gibi filmlere gönderme vardır. dikkat edin, bütün ruhsuzlara, sürüden olanlara bir tür karşı çıkıştır bu. selim ışık'ın gözlerinin parladığını görür gibi olurum bu şarkıda. klip bazı kanallarda yasaklanmıştır. bir yerde çağdaş bir hasan sabbah oyununu sergileyen sözler.. "Bize güvenmenizi istiyoruz. Bizden her şeye inanmanızı istiyoruz. Ellerinizi görmek istiyoruz. Alkışlarla inmek istiyoruz."
feuer frei - ilk başlarda nefret etmişken bunca seneden sonra deli divanesi olduğum şarkı. sadece sözlerini yazacağım, o yeter ne dediğimi anlatmak için; ateş serbest!
"cinin kusurlu olacağını kim bilir,
Deride yanan ateşten oluşan.
Yüzüme bir ışık fırlatırım.
Acı bir haykırış,
Ateş serbest!.
Bang bang
Acının yükseldiğini kim bilir,
Tutkunun içinde yanan ateşten oluşan.
Onun rahmine sert bir saplayış,
Acı bir haykırış,
Ateş serbest!.
Bang bang
Ateş serbest!
Acının tehlikeli olduğunu kim bilir,
Ruhu yakan ateşten oluşan.
Bang bang!
Yanmış çocuk tehlikelidir,
Yaşamdan ayıran ateşt ile.
Acı bir haykırış,
Bang bang
Ateş serbest!
mutter - rammstein'in bağırmaktan ve kafa sallamaktan ibaret olmadığını anlatan şarkılardan birisi. bir ninni, bir masal, şşşş...
spieluhr - kanımca bu şarkı hiç alakası olmamasına rağmen 'mutter'ın devamıdır. yine masalımsı, iç yakıcı bir tatlılıkta gitar rifleri ve tatlılaştıkça tatlılaşan till'in sesi.
zwitter - bir önceki albüme saygı duruşunda bulunan, önceki albümü hatırlatan şarkı. buram buram kanınızı kaynatan.
rein raus - işte içinizi ısıtan bir şarkı daha. güzel bir yiyişme şarkısı.
adios - biraz format dışı bir şarkı bu. anlatması zor.. tamam buldum, araf'ta sıkışmış gibi. böyle dinlerken iki büklüm eden bir müzik.
nebel - ve işte albümdeki favorim.. çok ağlamışlığım vardır bu şarkıda. hani tam 1:29. saniyede bir sesler duyuluyor ya, işte tam orda yüreğimin bam telleri ilim ilim sızlar.. bunun da sözlerini vermeli;
"Kolları sıkıca birbirlerinin etrafında bir şekilde dururlar.
Bir beden karışımı, çok canlı günler.
Denizin karaya dokunduğu yerde.
Kız ona gerçeği anlatmak ister.
Fakat rüzgar kelimelerini yer.
Denizin bittiği yerde,
Kız onun ellerini tutar, titrer.
Ve onu alnından öper.
Kız geceyi bağrında taşır,
Solup gitmek zorunda olduğunu bilir.
Kafasını onun kucağına koyar.
Ve son bir öpücük ister.
Ve sonra oğlan onu öptü,
Denizin bittiği yerde.
Dudakları narin ve soluk,
Ve gözleri yaşlı.
Son öpücük çok uzun zaman önceydi.
Son öpücük...
Artık oğlan hatırlamıyor." *
ders çalışmak istemediğinizin göstergesi. ama hafta sonuysa nasıl olsa msnde kimse yoktur, dışardadır herkes. öyle, şapşal gibi çevrimdışı listesine bakıp durursunuz.
aslında o anda öpüşmeyi istememektir. hele ki öpüşülen kişi de bir süre sonra ansızın gözlerini açarsa, ortaya dünyanın en gerilimli ve pis bakışması çıkacaktır.
(rol kesmekten daha iyidir gene de[ya da kötüdür]{parantezler içerisinde debelenesi}/bu paranteze saklandım daha da kimse bulamaz beni burda\)
kendisi bilmese de, hayatıma çok farklı bir boyut katmış kişidir. sözlüğün ne olduğundan dahi bi haber arkadaşlarıma önce sözlüğün ne olduğunu anlatmakta, sonra da yolda yürürken yine arkadaşlarımın şaşkın bakışları arasında her gördüğüm kediye "gel pc pc" der olmuşumdur..
+gel pi(ğ)si pi(ğ)si ne ya?! gel pisi pisi pisi değil mi o?
-hacı kaç defa uludağ sözlük'e katıl dedim dinlemedin..
cümle içerisinde kullanılması süper zevkli bir kalıptır. mesela, "mikserde yuzen balik nevi şahsına münhasırdır!" diyebilirsiniz. diyin bunu yoksa öldürürüm hepinizi. hacklerim şerefsizim. benden bir canavar yaratmayın.
sözlüğün kesinlikle ama kesinlikle aşması gereken muhabbetlerdir. her gün sol frame'in bu konuda birbirine girdiğine şahit oluyoruz ve ben sizin gibi 'bir diğerine kendi inancını benimsetmeye çalışan 'tip'ler' yüzünden bu sözlükten soğuyorum ve "ya sev ya da terk et" diyenlere de, "kaybol" diyorum şimdiden.
amerikalıların ya da ingilizlerin şöyle bir çocuk oyunu vardır.. "masada 10 şişe var, 1'i düştü 9 şişe kaldı.. masada 9 şişe var, 1'i düştü 8 şişe kaldı.. masada 8 şişe var.." böyle giden bir oyun.. lisede özellikle geçmek bilmeyen derslerde bayağı bir sarmıştım bu oyuna psikopatlar gibi 50'den geriye felan başlıyordum vakit geçsin diye.
tam bir fiyasko ve hüsrandır. zamanın ve hayatın çarkları sürekli olarak dikenlerinizi, ayrıksılarınızı yok etmek ister ve çoğu zaman başarılı da olur. evcilleşmek istemez, savaştıkça yorulursunuz. en kötüsü de sevdiğiniz bir insanın karşınızda gözlerindeki ateşin sönmesidr.
her insanın içinde bulunan, normlara ve ahlaka zıt yabani düşüncelerinin körelmesinden daha acı bir şey yoktur.
not: (hack olayı sırasında açmıştım bu başlığı.. iki defa silinince, üçüncü sefer başlığı açarken şöyle bir not yazıp kaydetmiştim yeniden silinirse diye..* evet devam edelim) şimdi çok özel not: az önce bu başlığı açtım ama bir anda yok oldu.. sabahtan beri girdiğim entryler bir anda kendi kendiliğinden silinip duruyor, ne olduğunu anlamış değilim ama deliricem. moderesyon siliyor desem silik kutuma da bir şey gelmiyor.. ne oluyor ya)
hack olayı sırasında sol frame'in ayakta kalması için mücadele etmiş kişilere ingiltere kraliyet ailesinin bahşedeceği duyurulan ünvandır. büyük britanya adası bu direnişten çok etkilendi.
+seni sor ilan ediyorum!
-sor değil ulan, sör, sör!