"faşistlerin insanların kişisel alışkanlıklarını, günlük yaşamlarını kontrol etme isteği temel davranış bozukluklarından biri. ama bu kontrol etme isteği sistemli bir hale geldiğinde rejim zaten “izm”leşiyor; bu örnekte nazizm oluyor, genel olarak da faşizm diyoruz.
sistemli baskının modern çağdaki ilk örneğinde yani nazi döneminde başlayan sigara karşıtı kampanya, amansız bir devlet baskısına dönüşmüştür."
toplumsal gelişmişliğin, nitelikli eğitimin, aydınlanmış bir toplumun inşaa edilmesinin çok güç bir şey olduğu yanılgısına sakın kapılmayalım. her devlet ihtiyaç duyduğu toplum modelini istediği gibi dizayn eder ve onu işine geldiği ölçüde o seviyede sabit tutar. insanlarımız çok bilgili ve kültürlü değiller bunun sebebi kötü eğitim değil, sistemli geri bırakılmışlık politikasıdır.
*nitelikli eğitilmiş insanları yönlendirmek ve kontrol etmek güçtür. geri bırakılmış, niteliksiz eğitilmiş insanları yönlendirmek kolaydır. örnek olarak bilinçli tüketici ve bilinçsiz tüketici gösterilebilir.
*eğitimli insanlar otoritelerin kararlarını eleştirebilir ve karşı tavır sergileyebilirler. örnek gezi olayları, fransada sarı yelekliler.
*geri bırakılmış kitleler ise otoritenin her beyanına inanır ve eleştirecek bir şey göremezler. otoriteye karşı gelme eğiliminde değildirler. otoriteye karşı her hangi bir saldırıya büyük bir tepki verebilirler. örnek tankların önüne yatmak.
*eğitimli insanlar milliyetçi değerlere yeterli bağlılığı göstermezler. çağdaşlık özgürlük ve demokrasi gibi kavramlardan yanadırlar.
*geri bırakılmış insanlar ise milliyetçi değerleri kutsal kabul ederler. gelenekçidirler, değişime açık değillerdir.
*eğitim seviyesi yüksek toplumların milli iradesi ve gücü zayıflar, kimse ülkesi için fedakarlıkta bulunmak için hevesli değildir. eğitim seviyesi yükseldikçe insanlar bireyselleşir. aile, vatan, millet gibi kavramlara karşı fazla bağlılık hissetmez.
*eğitim seviyesi düşük toplumlarda ise halk dış bir tehdide karşı hemen otoritenin yanında pozisyon alır. milli irade ve güç yüksektir. biraz propaganda ile ordu millet seviyesine dahi getirilebilir. herkes ülkesi için fedakarlıkta bulunmak ister. toplumsal değerleri koruma eğiliminde olurlar. vatan millet ve aile gibi kavramlar kutsaldır.
*eğitim politikası sadece okulları ve öğrencileri kapsamaz. insanlar okullardan ziyade medya aracılığı ile eğitilir. okulda sosyal bilimler ve fen bilimleri gibi eğitimler verilir, ama insanlara nasıl giyinecekleri, konuşacakları, davranacakları, nasıl düşünecekleri , ideolojileri, tüketim alışkanlıkları, idealleri vs hepsi medya aracılığı ile dizi ve filmlerle empoze edilir.
*tamamı aynı seviyede eğitimli ve kültürlü bir kitle işlevsiz hale gelir. burda önemli olan ihtiyaca göre belirli oranlarda gelişmiş ve geri bırakılmış kitlelere ihtiyaç vardır. buda ekonomik seviye ile ilişkilendirilir. ekonomik denge ile eğitim seviyesi kısmen doğru orantılıdır.
*hiç bir ülke durduk yere geri kalmış bir halka ihtiyaç duymaz. bunu ancak tehlike altında olan, güçlü kalması gereken ülkeler tercih eder. hindistan örneğine bakacak olursak halkın büyük bir kısmı geri bırakılmışlık politikasına uygun şekilde dizayn edilmiştir. bunun öncelikli sebebi kalabalık nufusu kontrol altında tutabilmektir. ülkemizde ise bunun tercih edilme sebebi dış tehditlere karşı güçlü bir yapı oluşturması gerektiğindendir.
*otoriteler isterse eğitim seviyesini yükseltip güçlü bir ekonomiye sahip olabilir, refah seviyesi yükseltilip sosyal haklar üst düzey bir hale getirilebilir. burda önemli olan bu seviyeye çıkarılan toplumları gerektiğinde daha aşağı bir seviyeye çekmek çok büyük riskler teşkil eder. japonya örneğinde eğitim ekonomi ve refah seviyesi yüksektir fakat ülkenin askeri gücü çok zayıftır hatta yoktur desek yeridir. savunması amerikan himayesindedir. japonya veya avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde milli gücü arttırmak için seviyeyi aşağı çekmeniz gerekir ama bunu yaparsanızda eğitimli toplumun tepkisiyle baş edemezsiniz. ilerlemek geri dönüşü çok zorlu bir süreç olur. nazi almanyası örneğinde ise dikta bir yönetimle hem eğitimde ileri hemde milli güç açısından kuvvetli bir ulus kurulmuştu fakat demokratik yönetimlerde bu mümkün değildir. hukuğun üstünlüğü ve uluslararası anlaşmalar sizi kısıtlar.
*özetle toparlayacak olursak kitleleri dizyan etmemizi sağlayan sosyolojik çözümlemeler doğrultusunda, istenilen toplumu oluşturabileceğimiz politikalara göre gelişir toplumlar.
*filozof felsefe yapan kişidir, felsefeci ise felsefeyle ve felsefe tarihiyle ilgilenen kişidir.
*filozofun felsefe yapması için sadece düşünmesi yeterlidir, felsefe tarihi bilmek zorunda değildir.
*felsefeci felsefi düşünce üretmez, filozofların düşüncelerini tartışır.
*filozof olmak için akademik bir eğitim gerekmez, felsefeci ise akademik eğitime muhtaçtır.
*aristo platon kant hegel heidegger gibi felsefeciler filozof değildir. felsefeyle ilgilenen mantıkçılardır. filozof felsefenin ne olduğunu bilmeden sırf analitik düşünceyle hakikatin bilgisine ulaşmaya çalışır.
*felsefeciler belirli bir birikimin üzerine yeni tartışmalar ortaya koyup tasnif işleri yaparlar. filozofun yegane bilgi ve gözlem kaynağı doğa ve toplumdur.
en çok sevenin, en çok seviyormuş gibi görünenin hükümranlığı altında yaşadığı sevişim şeklidir. anayasasını nazlı olan yazar. aşıklar vatandaş, maşuklar genellikle kraliçedir. vergisini sevgisiyle ödeyen, sevdasını çiçek gibi yeşerten her aşığın mutlak kaderi, güçle, hırsla zehirlenen otoritelerin acımasız ve yüreksiz ayakları altında ezilip ihanete, hakarete uğramaktır. aşkın krallığında her aşık halklaşırken her maşukta canavarlaşır. bu karadüzen ezelden beri böyledir, neye haddinden fazla değer verirsen mutlaka bir gün onun altında ezilirsin.
aşkta demokrasi yoktur, verilen her söz senettir.en çok seven hep ötekini baş tacı etmekle mükelleftir. eğer bu sahnede kendine biçtiğin rol aşıklıksa başındaki ne kadar değişirse değişsin sonuç asla değişmeyecektir. bu düzeni ancak kendini dizginlemekle yıkabilirsin başının üstünde yer verme kimseye yanında yer aç her şeye. maşukların sözünede vaadinede güven olmaz. kendi yasalarına göre oyna kırmızı çizgilerin, iç politikan, dış politikan olsun. anayasal haklarından taviz verme, hiç bir insanla dostluktan öteye gitme, bunca aşığın acısından ders çıkar, öyle kıymetli derin bir sevgiye hiç bir insan layık değil bunu unutma.
huzur aşkın proleteryasında, sev ama yandaş değil yoldaş ol. hayatın amacı birini anlamsızca, hormonların güdümünde yücelterek bir illüzyona kapılmak değil. aşkın monarşisinde mutluluk en ucuz yalandır yalancının mumu da yatsıya kadar yanar. en kötüsüde o mum söndüğünde öyle üzülürsün ki gerçeği kabullenmemek için her şeyi yakmak istersin. sonra o mutlak gün gelir aşkınada monarşisinide yedi sülalesinede söverken bulursun kendini. küpe yap bunları.
aya çekimi dalga kıran çerezlik mefkurelere dayanamayıp, şilepler yutan sıcacık okyanuslara beş demlik poşet çay sallayanların öykülerini dinlemiş her bünye, kitleleri ötekileştiren bir kaç kadeh köpek öldüren şiirinin rayihasıyla silahlanıp budaması gereken dallara binmiştir düşünmeden.
lekesi insan olan bir gezegeni hangi asit yağmuru paklar? ucuza kaçıp meteor yağmuru duasına mı çıkalım. tüysüz maymunun bitmeyen açlığı sonunda ovaları vadileri çöplerle doldurdu, medeniyetin dışkısı, milyonlarca yıl yerinde yükselecek olan betonik çöp dağlarında, yazılacak destanları düşün.
şiirle kabaran zamanların hayatla budanacağı güne kadar kimse dünyasını güzelleştiren sözcüklere olan borcunu anlayamayacak.
kırmızı beresi, salkım salkım bukleleri, kesik eldivenleriyle bulutlu bir akşamın kasvetli sokaklarında xs brandy melville balıkçı yaka bluzu, crankli kafalara nispet yapar gibi metropolün iklimini değiştiren jilet gibi siyah trençkotunun ceplerine zulaladığı koleksiyonluk triplerle, kış günü mor gözlerini örten raybanlarını sinyal çakar gibi ara ara hohlayıp pantolonuyla silen, buram buram kelebek kokan torbasında, ümitsiz aşkları unutturan el iksirlerin özünü tutan, müşterilerine güzellikte kusur etmeyen cömert kızdır.