Logitech'in yeni seri faresi. Medium/Large handsize için tasarlanmış, referans olması bakımından EC2 ve EC1 arasında ölçülerde olduğunu söyleyebilirim. Mükemmel bir tasarımı yok, ancak ufak bir alışma evresinden sonra el ölçülerinize göre hemen her tarz tutuşa uygun hale geldiğini söyleyebilirim. Yan taraflar kauçuk, böylece eli terleyen oyuncuların hakimiyet kaybı yaşamasının önüne geçilmiş, ki bu tasarımına hayran olduğum EC2-A'yı malesef uzun süre kullanamamama sebep olmuş bana göre çok büyük bir eksikti. Fps oyunları için mükemmel olmasa da ona yakın bir safe dizayna sahip ayrıca sensörü piyasadaki en iyilerden biri. Mükemmel bir fps mouse'u olmasının yanısıra moba tarzı oyunlara da hitap ediyor zira çok hafif clickleri var. Kablo olarak gerçekten sağlam ve kalın bir örgü kablo tercih edilmiş, ancak bunun bir dezavantajı da var eğer bir mouse bungee kullanıyorsanız uyumsuzluk problemi yaşayabilirsiniz çünkü g403'ün kablosu standartlardan epey yüksek bir kalınlıkta. Bu fare hakkında söyleyebileceğim tek olumsuz şey, ilk parti üretimlerinde sıklıkla görülen scroll wheel rattle problemi. Malesef ilk serilerde kronik bir problem, neredeyse her pakette aynı sorun yaşanıyor ancak endişe edilmesi gereken bir nokta değil zira Logitech'in RMA servisi dünya üzerinde çalışan belki de en mutlu edici hizmeti veren yer olabilir. Aldığım mouse'da bu sorun çıkmasından sonra Logitech'le pazartesi iletişime geçtiğimde sadece fatura, seri no ve adres istendi ve perşembe günü hollanda'dan sıfır g403'üm gelmişti. Dolayısıyla endişelenecek bir durum değil aslında hatta sevinebilirsiniz bile, çünkü her ne kadar birinin scroll'u sorunlu da olsa bir mouse fiyatına 2 tane alabilmiş oldum başka bir bakış açısıyla, bu da mouse'umun bozulması durumunda her ne kadar geçici bir çözüm de olsa yedek mouse'umun olması anlamına geliyor. Son olarak Logitech'in g102,g403 ve g pro üçlüsüyle son dönemlerde piyasada gerçekten harikulade bir iş yaptığını söyleyebilirim, şimdilik bu kadar görüşmek üzere.
edit: zowie fk2 ile karşılaştırılmasını doğru bulmuyorum, zira iki mouse da elimde mevcut, fk2 daha flat (yere yakın) ve small size üretilen bir fare iken g403 daha ziyade yerden yüksek ve medium/large bir faredir. bu durumda fk2 daha ziyade claw grip için, g403 ise palm ve fingertipe yakın tutuşlar için daha uygun kaçıyor. fk2 yi kıyaslamak isterseniz g pro veya g 102 ile kıyaslamanız daha yararlı olacaktır, çünkü form olarak birbirlerine daha çok benziyorlar.
Türkiye'de pek fazla bilinmeyen, ancak yurtdışındaki çoğu profesyonelin tercih ettiği, oyuncu ekipmanları üreten firma. BenQ'nun bünyesinde olan bir marka sanırım.
Gerçekten her kitleye hitap eden, fiyatı yüksek olsa bile aldığınızda bir daha değiştirme ihtiyacı duymayacağınız kaliteli ürünler üretiyor. Keşke Türkiye'de Razer, SteelSeries ve Logitech gibi markalar kadar bilinse ve satılsa. Şuan için ürünlerini deneyebilecek kadar yaygın satış ağı olmamakla birlikte, yeni nesil e-sport oyunlarının ülkemizde her geçen gün yaygınlaşması ve bu tip oyunlara yönelik ekipmanlara olan talebin de beraberinde artması, bu markanın ülkemize sağlam bir giriş yapması yönündeki beklentilerimi gün be gün artırıyor. Hayırlısı.
Zowie firmasının FK serisi ile birlikte en çok tercih edilen faresi. Daha çok FPS oyuncularına hitap eder. Form olarak Razer Deathadder ve Microsoft Intellimouse 3.0 'a benzeyen bir yapısı var. Bu yüzden oldukça ergonomik, hemen hemen her türlü tutuş şekline uyum sağlasa da esas olarak palm grip denilen tutuş şekli için on numaradır. Claw grip denilen tutuşa sahipseniz daha alçak forma sahip olan FK serisi daha uygun olabilir.
Bu markanın bana kalırsa en güzel özelliği şu : Bir FPS oyuncusu için fare, silah gibidir. En önemli parçadır. Öte yandan, 70-80 dolar gibi paralar verilip alınan hemen her farenin zaten sensörü şusu busu ortalamanın üstündedir. O zaman bizim bu tarz bir fare alırken dikkat etmemiz gereken en önemli şey farenin ergonomisi, elimize oturması, bileği rahatsız etmemesi vs. Normalde razer'ın olsun steelseries'in olsun gerçekten çok güzel fareleri var. Ama en basitinden bu fareler, büyük elli oyunculara hitap ediyor. Hele hele Rival 300, tamam çok güzel ama fırıncı küreği gibi bir mouse olduğu için, benim gibi -küçük de demiyorum bak- orta uzunlukta eli olan insanlara malesef hitap etmiyor. Deathadder da denedim Rival 300 de kullandım, ama hep keşke şunların aynı formda, biraz daha ufak boyunu üretseler deyip durdum. Zowie ise bunu düşünmüş. Misal EC serisi, Deathadder ile Microsoft Intellimouse 3.0 arasında gayet ergonomik bir forma sahip. Aynı formdaki fareye EC-1 ve EC-2 olmak üzere 2 model üretmişler. Şekilleri tamamen aynı, ancak EC-1 büyük, EC-2 ise ufak versiyonu. Bu ne demek, biz her türden insanı düşünüyoruz, hesaba katıyoruz demek. Çok ama çok güzel bir olay. Zowie sayesinde istediğim formdaki fareyi, elime uygun boyutlarda rahatlıkla kullanabiliyorum.
Diğer bir güzel özelliğinden bahsetmek istiyorum. Bu farede yazılım, driver, şu bu yok. Takıyorsun USB portuna, altta ufak bir düğmesi var, DPI'ından Polling Rate'ine her ayarı buradan yapıyorsun. LAN turnuvalarına gidenler için bulunmaz nimet. Tak çalıştır mottosunu tam anlamıyla karşılayan bir olay. Bazen yazılım olayı insana kafayı yedirtebiliyor gerçekten. Yine örnek verecek olursam Deathadder donanım olarak çok iyi bir fare ama gel gelelim Razer Synapse denen, iğrenç ötesi bir yazılımı var. Ve bu fare yazılımsız soldan sağa 1 adım yürümez. Geçenlerde firmware update yaparken synapse kilitlendi. Kapatmaz olaydım. Fare çıldırdı, format atmak zorunda kaldım inanın. Tamam muhtemelen format atmadan da çözülebilecek bir problemdi ama herkes teknoloji gurusu değil, bu tarz aletlerin biraz daha "basit" olması gerekiyor kanımca. Tek anlatmak istediğim buydu.
Uzun lafın kısası, gidin görün, alın diyemiyorum malesef zira bu marka ülkemizde bir Logitech, Razer, Steelseries üçlüsü kadar popüler değil. Anca 1-2 online gamer ürünü satan sitenin stoklarına gelirse gelir, gelmezse anca amazon'dan alabilirsiniz an itibariyle. Umarım yakın zamanda e-sports olayına artan ilgiyle orantılı olarak bu markayı da ülkemizde daha sık görmeye başlarız, tek temennim bu.
Özellikle profesyonel bilgisayar oyuncuları için tasarlanmış, fare kablosunu elastik ve dikey bir cisme sabitlemek suretiyle, kablo yıpranmasını ve fare hareketine engel oluşturabilecek kablo toplanmasını engellemeyi amaçlayan kısacası kablolu fareyi kablosuz konforuna çeviren bir zımbırtı.
Gerekli midir ? Bana göre evet. Doğru bir şekilde kullanıldığında gerçekten çok farklı bir deneyim elde edebilirsiniz. Yalnız 2 büyük problem var. Birincisi, ülkemizde çok fazla mouse bungee markası yok. Razer, Everest ve Thermaltake TTesports'un olmak üzere görebildiğim kadarıyla 3 farklı markanın satışı yapılmakta. Bunların malesef hepsi her mouse kablosuyla uyumlu değil. Everest'e sahip değilim fakat razer mouse bungee ve thermaltake galeru'ya sahibim. Bunlar arasında şaka gibi bir detay ancak razer'ın kendi mouse bungee'si razer'ın yine kendi faresi olan deathadder chroma'nın kablosuyla uyumlu değil. Kabloyu tutan dişleri da chroma'nın kablosu için çok dar ve keskin olduğu için kolayca kabloya zarar verebiliyor. E, kabloya zarar vermesin diye aldığımız bir zımbırtının özellikle bunu yapması ne derece mantıklı !? Thermaltake Galeru'nun ise kabloyu tuttuğu kısımda sert plastik yerine rubber gibi kauçuğumsu bir madde kullanılmış. Bu nedenle kabloya zarar vermesi pek ihtimal dahilinde değil. Ayrıca yapısal olarak da çok daha taşınabilir ve sağlam bir ürün. Ancak bunun dezavantajı da ince kablolarla pek anlaşamaması ve razer mouse bungee'nin yaylı sistemi kadar elastik olmaması... Everest marka olanı ise kullanmadığım için yorum yapmam doğru olmaz. Ancak piyasada en çok bilinen 4-5 farklı ürünün güzel ve objektif bir karşılaştırmasını incelemek isterseniz şu videoya göz atabilirsiniz (ingilizce) : https://www.youtube.com/watch?v=RNmLna6mQWA
ikinci büyük sıkıntı ise şu ki fiyat mevzusu... 3 ürünün de fiyatı 70-100 TL aralığında seyrediyor ülkemizde. Amazon gibi sitelerde de yine hemen hemen benzer fiyatlar var hatta Türkiye'deki fiyatlar daha uygun bile diyebilirim. Ülkemizde para kazanmak kolay bir şey değil. Hele hele o paralara mouse alınırken kısıtlı bütçeyle şansa ya tutarsa hesabı böyle bir ürün almak çok da akıllıca bir hareket değil farkındayım. O yüzden ben de kendimce bir çözüm buldum. iki farklı mouse bungee'ye sahip olmama rağmen DIY videolarını, yabancı forumları vs. bir süre takip ettim ve evdeki malzemelerle düşük bütçeyle bu zımbırtıyı nasıl elde edebilirizi buldum. Ha şöyle bir olay var, DIY yani kendin pişir kendin ye usulü mouse bungee evet göze çok hitap etmeyebilir neticede fabrikasyon parçalarla değil evdeki malzemelerle yapıyoruz. Ancak kesinlikle şunu söyleyebilirim ki, piyasadaki mouse bungee'lerden çok daha modüler, taşınabilir, ucuz ve belkide en önemli detay "HER MOUSE KABLOSUYLA UYUMLU" bir alet yapmış olacağız. Lafı daha fazla uzatmayayım resimlerle adım adım oyuncağımızı anlatalım :
Öncelikle bu benim fikrim değil. Youtube'daki uzakdoğulu bir kullanıcının attığı videodan esinlenerek yaptığım bir zımbırtı. O uzakdoğulu arkadaşın videosunu izlemek isterseniz şuraya linkini bırakıyorum : https://www.youtube.com/watch?v=cC-1K0N3qv8
Adım 1: Malzemeler:
Resimde de görebileceğiniz üzere malzemelerimiz temin etmesi çok basit ve ucuz şeyler.
- 1 adet delgeç (kırtasiyeden 5 TL'ye alabilirsiniz.)
- 1 adet kıskaç (kırtasiyeden 1 TL'ye alabilirsiniz.)
- 1 adet mum silikon (silindir şeklindeki şeffaf elastik çubuk, silikon tabancasına takılır, hırdavat dükkanlarından 1 TL'ye alabilirsiniz.)
- 1 adet bant (hepimizin evinde vardır ancak sağlam olması açısından ipekli bant diye tabir edilen sargı bezi sarma flasterlerinden kullandım, onu da 2-3 TL'ye herhangi bir eczaneden alabilirsiniz.)
Çok basit. Tek yapmanız gereken mum silikonu yer ile 45 derece açı yapacak şekilde delgeçin hareketli metal kısmına getirip, kıskaçla buraya sabitlemeniz. Bu işlemi yaptığınızda aşağıdaki resimdeki gibi görünmesi gerekmektedir.
Son aşamada Resim 3'deki gibi görünen düzeneğimizdeki mum slilkonun alt ön ucuna mouse kablomuzu yapıştırıcı bant ile sabitliyoruz. Yine mouse kablosunun devamını mum silikonun arka üst tarafına yapıştırıcı bant ile 2. kez sabitliyoruz. Bu kadar ! Keyifli günler.
Film/dizi sitesi işleten arkadaşlar ve hala daha eski model, .srt uzantılı klasik altyazı dosyalarını göremeyen akılsız tv sahipleri için, videoya altyazı gömme işlemi mutlak suretle gereklidir. Peki altyazı gömmenin ipuçları neler, bu işi yaparken nelere dikkat etmeliyiz sizler için naçizane tavsiyelerimi burada sıraladım.
1) Softsub, hardsub nedir, ne değildir :
Softsub dediğimiz olay, filmimizi encode etmeden (yani dönüştürmeden) içerisine sadece 100-200 kb'lık bir .srt dosyasını ilave etmektir. Bunu, youtube'daki altyazılar şeklinde düşünebilirsiniz. Altyazıları kapatınca, video salt bir şekilde izlenebilir. Bu yöntem, film sitesi işleten arkadaşlar ve akılsız tv sahiplerine malesef yaramamaktadır zira bu yöntemin tek kazandırdığı, filmin yanında ekstra bir altyazı dosyası bulundurma zorunluluğunu kaldırmasıdır. Bizim aşağıda uzunca bahsedeceğimiz muhabbet ise hardsub dediğimiz nam-ı diğer gömme olayı. Bu yöntemde ise, altyazıları, videomuzun bir parçası olacak şekilde videoyu encode ederek ona gömeriz. Böylece, videonun dahilinde altyazılar görünür. Bu şekilde gömülen altyazıları tekrardan filmden kaldırmak mümkün değildir. Eğer aşağıdaki resimde gördüğünüz gibi bir altyazı varsa, bu softsub'dır. Fakat aşağıdaki resimdeki altyazı parçası bölümünde hiçbir şey yoksa ve film altyazılıysa bu filmde gömülü altyazı vardır. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1015269/+
2) Kullanacağımız kaynak dosyası nasıl olmalı ?
Kullanacağımız kaynak dosyası önem arz etmektedir. Zira ne kadar kaliteli kaynak kullanırsak çıktı alacağımız dosya da o kadar kaliteli olur. Şimdi, zamandan ve boyuttan tasarruf etmek adına, amiyane tabirle çakallık yapıp, zaten olabilecek en son seviyede sıkıştırılmış ve boyutu azaltılmış olan YIFY gibi grupların riplerini alıp, bir de üstüne altyazı gömmek hiç de akıl karı bir iş değildir. Çünkü zaten YIFY, muhtemelen d-z0n3, don, chd gibi release gruplarının direkt bluray'den veya bluray'in riplenmişinden tekrar riplediği kaliteli ve yüksek boyutlu (15-30 GB) ripleri alıp tekrar riplemekte. E siz bunca yolu yürümüş bir dosyayı bir daha ripliyorsunuz, üstelik DVD'den de daha ufak bir boyuta indirmeye çalışarak. Haliyle çıkacak olan dosya tablette de 60 inch full HD TV'de de malesef çamur gibi olacaktır. Hele hele, 42 inch ve üzeri bir büyüklükte ekranda izleyecek olursanız bu filmleri, hiç abartmıyorum en fazla VCD kalitesi alırsınız. O yüzden, kaliteli bir arşiv yapmak istiyorsak sabırlı davranıp, kaliteli kaynaklar kullanacağız. Bu tarz kaynaklara erişim konusunda gerek internet hızınız, gerekse bütçeniz elvermiyorsa en azından 5-6 GB boyutunda m1080p olarak tabir edilen ripleri kullanın.
3) Kullanılacak programlar nelerdir ?
Encode işleri için : Handbrake (ücretsiz). Format Factory, Xilisoft gibi popüler rakipleriyle kıyaslandığında, ücretsiz, reklamsız olması ve bunun yanında esas bizim işimize yarayacak olan özellikleri bakımından, cpu'yu en verimli kullanan, en hızlı iş yapan ve hiç çöküp error vermeyen bir program olması sebebiyle bunu tercih ettik. Eğer profesyonel mecralarda rip yapmıyorsanız, avisynth filtreleriyle, komut satırı işlemleriyle ve cins cins filtrelerle uğraşmanıza gerek yok, arayüzü basit olan ve sağlam bir program işimizi görecektir.
Altyazı düzenlemeleri için : Subtitle Edit (bedava)
Dosya düzenlemeleri ve remux işlemleri için : MKVToolNix (bedava)
4) Çıktı boyutu nasıl olmalı ?
Bu konu özellikle film sitesi işletenleri yakından ilgilendirmektedir. Zira çoğu video hosting sitesinin kabul ettiği maksimum dosya boyutu olan 2 GB ile film kalitesi arasındaki ince çizgiyi tutturmak çoğu zaman kafa karıştırır. Benim bu konuda tecrübelerim şudur, 1080p çözünürlükte yayın yapacaksanız, 2 part halinde toplamda 1.8 + 1.8 = 3.6 GB dosya boyutunu hedefleyin. Çoğu film 2 saat ile 2 buçuk saat arasında sürer. Bunu bitrate(bit oranı, saniyede okunan bit sayısı) hesabına vuracak olursak 128 kb stereo aac ses kullanırsanız çoğu film 3.6 GB boyutta 3000-3500 kbps arasında video bitrate'ine sahip olur. Ki bu da oldukça kaliteli sunumlar almanıza olanak sağlar. Bunu eşit 2 parta bölüp video sitelerine yüklerseniz de gayet güzel sonuçlar alırsınız, gerçekten cam gibi kaliteli filmleriniz olur. Öteki türlü hem 2 GB olsun, hem tek part olsun diye uğraşırsanız, ilk olarak belli standartta çıktı alamazsınız. Kısa süren filmleriniz makul kalitede olurken, godfather gibi uzun ve eski filmleriniz VCD kalitesinde çıkarlar zira bitrate bu filmlerde 1000'e kadar düşer neredeyse. O yüzden eğer kullanıcı çekmek istiyorsanız, 2 part yapın kafanız ağrımasın. 720p sunumlarda ise çıktı boyutu yine aynı hesapla 1.8 GB olarak düşünülebilir. Bitrate/boyut hesaplaması yapmak için bu linkten faydalanabilirsiniz https://www.3ivx.com/support/calculator/
5) Gelelim işin nasıl yapılacağına...
Öncelikle altyazı boyutumuzun her filmde aynı oranda ve büyüklükte görünmesini istiyorsak aspect ratio yani ekran oranına göre boyutlandırma yapmamız gerekiyor. Bunun için öncelikle filmimizi handbrake ile açıyoruz, aşağıdaki resimde görülen yerde aspect ratiomuz ve çözünürlüğümüz yazmaktadır. http://i.hizliresim.com/GRZmMv.jpg . Günümüzde çoğu film ya 1920x1080 civarında yani 1,77 - 1,85 civarında ya da 1920x800 civarında yani 2,35 - 2,40 civarındadır. Bu oran 1,8 civarında ise altyazı boyutumuz ideal olarak 20 pt. 2,40 ise de doğru orantılı olarak 26 pt. olmalıdır ki hem uzaktan da rahat bir şekilde okunsun, hem de her filmde aynı oranda, aynı büyüklükte olsun. Tabi bu boyutlar size büyük gelirse 2-3 pt. kadar kafanıza göre küçültebilirsiniz ancak mesafeyi de gözönünde bulundurarak seyir zevki açısından ideal oranlar bunlardır diyebilirim.
Bu oranı öğrendikten sonra filmimize uygun olarak indirdiğimiz türkçe altyazı dosyasını subtitle edit ile açıyoruz. Burada istemediğimiz yazılar (çeviri by sarı çizmeli gibisinden) varsa silip, kendi sitemizin reklamını yazdıktan sonra, dosyamızın formatını .ass'ye yani Advanced Sub Station Alpha'ya çeviriyoruz. Bunu yapmamızın sebebi şu, .ass formatı .srt'nin aksine stil dosyalarını, yani boyut, kenarlık, renk gibi özellikleri içerisinde barındırır. Handbrake programı .srt uzantılı altyazılarda stil düzenlemesi yapmamıza imkan vermediği için bu yöntemi seçiyoruz, her zaman da daha sağlıklıdır .srt uzantılı altyazılardan. Bu resimden .ass formatını nasıl seçeceğinizi görebilirsiniz. http://i.hizliresim.com/QBPL9V.jpg
.ass formatını seçince ana ekranda, sağ tarafta style kısmının default, default diye alt alta yazılarla dolduğunu göreceksiniz. Bu kısımda ctrl+a ile tüm altyazı satırlarını seçip, sağ tıklayıp, advanced sub station alpha styles'e tıklayıp altyazı stillerimizi ayarlayabiliriz. ilgili resim için http://i.hizliresim.com/v5a6r6.jpg .
Açılan pencerede altyazı boyutundan, kenar renklerine bir sürü ayar göreceksiniz. Benim tavsiyem arial bold fontu, aspect ratio 1,8 ise 20 pt. büyüklük, 2,35 ise 26 pt. büyüklük, üstten 5 pt. yükseklik (margin vertical ayarı), border kısmında ise outline'ı seçip, outline ayarını 1'e , shadow ayarını da 1'e getirmek. Kısacası ayarları şu resimdeki gibi yapın, sadece font büyüklüğünü aspect ratio'nuz 1,8 ise 20 pt. 2,35 ise 26 pt. olarak değiştirin. http://i.hizliresim.com/3LO6b2.jpg . Burada gereken ayarları yaptıktan sonra altyazımızı save as (farklı kaydet) diyip, kaydediyoruz.
Ardından .ass uzantılı altyazımızı MKVToolnix programı ile "geçici olarak" filmimize iliştiriyoruz, buna softsub da denir. Bu işlem kısa sürecektir merak etmeyin. Filmimizi mkvtoolnix ile açtıktan sonra, video dosyası ve ses dosyası haricinde kalan tüm altyazı ve chapterların sağındaki tiki kaldırıyoruz ve alttaki yeşil + (kaynak dosyaları ekle) ikonuna basarak .ass uzantılı kaydettiğimiz altyazıyı seçiyoruz. Son olarak da altyazı dilini sağdaki menüden undetermined değil de turkish (.tur) olarak seçip, start muxing'e (çoklamayı başlat) basıyoruz. ilgili resime bu linkten ulaşabilirsiniz. http://i.hizliresim.com/pz5b7a.jpg . Çıktı aldıktan sonra eski filmi silebiliriz.
Son olarak altyazıyı Handbrake ile videomuza gömme işi kaldı. Onu da resimlerle anlatacağım.
ilk olarak filmimizi handbrake'e sürükle bırak yapıp açıyoruz. Picture kısmındaki ayarlardan, anamorphic kısmını none yapıyoruz, cropping kısmında ise custom'ı seçip tüm ayarları 0 yapıyoruz. Resim burada : http://i.hizliresim.com/qMAAqd.jpg . Crop ayarı ile, filmdeki siyah bantlar kesilir, anamorphic ile de kesilen görüntü tekrar 1920x1080'e dağıtılıp büyütülür. Böylece film ekrana tam oturur. Fakat bu sistemde görüntü dağılacağı için normalden daha zayıf ve uzun insanlar görmeniz muhtemeldir. En iyisi bu ayarları şimdilik dediğim gibi kapalı ve 0 olarak ayarlayın.
Filter kısmını pas geçip, direkt olarak video bölümüne geçiyoruz. Burada h.264 profilini high, h.264 levelini de 4.1 olarak ayarlıyoruz ilk önce. Ardından sağdaki quality sekmesinde aşağıdaki avg. bitrate (kbps) seçeneğini seçiyoruz. Ve hemen altındaki 2 pass encoding seçeneğini işaretliyoruz. 2 pass encode yapmamız, işlemi 2 kat uzatacaktır fakat çıkan görüntü çok çok daha kaliteli olacaktır. Özellikle düşük boyutlarda 2 pass encode işlemi çok daha iyi sonuçlar verir. Bitrate boşluğuna ise https://www.3ivx.com/support/calculator/ bu linkten hesapladığımız bitrate'i gireceğiz. Hesaplama nasıl mı olacak ? Çok basit. Final size bölümüne filmimizin boyutu kaç mb olacaksa onu yazıyoruz. 3.6 GB için 3600 MB yazacağız. Lenght bölümüne sırası ile filmin kaç saat dakika ve saniye sürdüğünü yazıyoruz. Audio bitrate bölümüne de 128 kilobits/sec yazıyoruz. Ardından calculate yani hesapla diyoruz ve en alttaki kilobits/sec değeri handbrake'e girmemiz gereken avg. bitrate değeri oluyor. Resim burada : http://i.hizliresim.com/o3dd2R.jpg
Handbrake'e geri dönelim. Audio kısmında zaten filmimizin ses dosyası görünür. Burada codec olarak aac(avccodec)'i seçiyoruz. Bitrate kısmını 128 olarak ayarlıyoruz. Eğer sesin çok kısık olmasını istemiyorsak sağdaki show kısmına basıp, alttan gain ayarını 6'ye getirip sesimizi +6 db artırabiliriz. Resim burada : http://i.hizliresim.com/v5aaEm.jpg
Subtitles sekmesinde ise add track butonunun yanındaki oka basıp, add all remaining tracks'e basarak filmimize ilave ettiğimiz türkçe altyazının görünmesini sağlıyoruz. http://i.hizliresim.com/g8PPAZ.jpg
2 adet altyazı gelecek. En üstteki foreign audiio scan yazan ve burn in sekmesinde tik işareti bulunan altyazıyı, sağındaki çarpıya basarak kaldırıyoruz ve böylece en altta turkish yazan sadece bizim türkçe altyazı kalıyor. Bu sefer bundaki burn in seçeneğini seçip işaretli hale getiriyoruz ve işimiz bitiyor. http://i.hizliresim.com/BPOO6D.jpg
Chapters kısmında ise bir şey yapmayacağız, sadece en üstteki create chapter markers seçeneği aktifse kapatıyoruz.
Ardından destination bölümünden dosyayı nereye kaydedeceğimizi seçip, start'a basıyoruz. Ohh işimiz bitti. Bundan sonrası uzun bir süre alacak. Zira işlemciniz ne kadar güçlüyse o kadar kısa sürer bu iş. Bu yüzden biz genelde bu işleri çok güçlü işlemcileri olan uzaktan erişimli sunucularda yapıyoruz. Böylece bu işlemler 2-3 saat kadar sürüyor film başına. Çıkan dosyamızda altyazımızın gömüldüğünü görebilirsiniz.
Sabit disklerinizi yedeklemeye ve geri yüklemeye yarayan program. Acronis benzeri de denilebilir. Bedava versiyonunun oldukça kullanışlı olduğunu söyleyebilirim. Şu linkten -http://www.macrium.com/reflectfree.aspx - programın sahip olduğu özellikleri karşılaştırabilir ve programın kendisini indirebilirsiniz.
Şahsım adına konuşacak olursam, otu boku lisanslı kullanmaya ant içtiğim için, az kalsın gidip Acronis'e 50 dolar verecektim. Ha tabiki bu Acronis'in endüstri standardı bir program olduğu gerçeğini değiştirmez. Ancak 50 dolar da haliyle az bir para değil ve bilgisayarımı koruması için yükleyeceğim bir programın crackli olmasını da istemem açıkçası.Uzun lafın kısası yeni nesil işletim sistemleriyle ve yeni nesil SSD disklerle uyumlu, güvenilir bir yedekleme programı benim için yeterliydi. Ve internette yaptığım araştırmalar sonucunda bu özelliklere sahip olup bedava olan 2 programı gözüme kestirdim. Biri EaseUs ToDo Backup diğeri de Macrium Reflect Free. Sanırım karar verme aşamasında etkili olan faktör, Macrium Reflect'in isminin daha bir kurumsal, daha bir albenili olmasıydı. Ancak anladığım kadarıyla EaseUs'ın da bayağı fazla kullanıcısı var ve Macrium Reflect'in kağıt üstünde sunduğu özelliklerden daha fazlasını vadediyor.
Karar aşamasından sonra programı test ettim ve hiçbir sorunla karşılaşmadım. Öncelikle boş bir USB belleği FAT32 formatında biçimlendirdikten sonra bu USB'nin içine Macrium Reflect'in dahili özelliği olan WinPE yazılımını kurdum. Böylece bilgisayarımın harddiski olur da hiç açılmazsa, sistemi bu USB ile boot edip daha önceden aldığım yedek dosyasını tekrar kurabilecektim. Nitekim WinPE kurulumunun ardından yedeğimi de aldım ve aynen bir önceki cümlemde yazdığı gibi, sanki bilgisayarım hiç açılmıyormuş gibi USB'den başlatarak aldığım yedeği geri yükledim. Bu işlemleri yeni nesil bir SSD'de ve güçlü bir sistemde yaptığım için yaklaşık 15-20 dakika kadar sürdü. Sistemi açtığımda ise tek bir hata ile karşılaşmadım, tüm sürücülerin ve programların da hatasız bir şekilde geri yüklendiğini gördüm. Böylece bu programın en azından benim bilgisayarım için güvenilir olduğu kanısına vardım.
Eğer ki çok fazla teknik özellik aramayan bir ev kullanıcısıysanız, profesyonel programlara 50-100 dolar arası para ödemek yerine bu yazılımla aynı işi bedavaya yapabilirsiniz. Tavsiye ederim.
Kontorland, snopy tarzı dandik oyun araç gereçleri üreten firma. Geçen gün yokluktan ve bizim yurttaki arkadaşların canının pes çekmesinden mütevellit en yakın avmye girdim, bilimum 5. kalite kol modeli arasında kendileri en ucuzu oldukları için bu beyefendiden 2 adet satın aldım. 20 + 20 = 40 papel.
Şimdi olay sadece para mevzusu değil tabiki. Ben ki bilgisayarında crackli bir oyun dahi bulundurmayan adam, kalkıp niye en boktan kolu alayım dmi ? Arkadaş bunu bana değil logitech'e microsoft'a söyleyeceksiniz. 2 sene önce gittim güzel, kaliteli marka diye logitech f710 mudur nedir ondan aldım. Tetiği desen kamyon amortisörü gibi sert, tasarımı desen herhalde kürek gibi elleri olan insanlar için tasarlanmış böyle tombul tombul. Bana ters abi böyle aletler. Bana standart ps3 kolu tarzında kol lazım. E bunu da sanıyorum üreten üç firma gördüm şimdiye kadar, kontorland, snopy ve bu. Sıkıntı yok yani kardeş oynarız her türlü ...
Gelelim kolun performansına, kolun tek artısı kablolu olması, iyi ki kablolu almışım harbiden, bunların kablosuzunu alanların falan yorumlarını okudum, 1 metreden çekmeyeni mi dersiniz, 1 saniye lag olanı mı dersiniz ... Çekilecek dert değil.
Eksi olarak dönen muhabbet de efendime söyleyeyim klasik start tuşu yerine selectin çalışması, fifada falan sağ analogun çalışmaması vs. Bunun da çözümünü buldum, iki aşamalı bir çözümü var, buraya da yazıyorum muhtemelen snopy tarzı diğer kıytırık kollarda da işler aynı yöntem.
a) Sağ analogu ve diğer tuşları sisteme tanıtmak :
1- windows tuşu (sol en alttaki tuşun bir sağındaki) ve r ye aynı anda basın.
2- çıkan boşluğa regedit yazıp enterlayın.
3- çıkan yerden sırasıyla HKEY_CURRENT_USER ardından System ardından CurrentControlSet ardından Control ardından MediaProperties ardından Joystick ardından OEM'e çift tıklamak suretiyle girin.
4- burada VIDbilmemkaç gibi 1-2 tane klasör göreceksiniz teker teker basıp sağda OEMName olanı bulun.
5- OEMName olanı bulunca, sağda OEMName ye sağ tıklayıp değiştire basın.
6- Çıkan boşluğa Hama Flashlight Pad (H büyük F büyük P büyük harflerle) yazıp tamam diyin.
b) Sağ analogun yön ayarını yapmak :
1- Az önce kullandığımız VIDbilmemkaç lı klasöre sağ tıklayıp yeni anahtar diyin. Adını da Axes (A büyük) koyun.
2- Aynı şekilde Axes klasörüne sağ tıklayıp yeni anahtar diyin. Adını da 2 koyun.
3- Yine Axes klasörüne sağ tıklayıp yeni anahtar yapın. Adı da 5 olsun.
4- 2 isimli klasöre çift tıklayın. Sağdaki boş alanda sağ tıklayıp yeni ikili değer oluşturun. Adını Attributes (baştaki a büyük harfle) yapın. Değerini de 00 00 00 00 01 00 35 00 yapın.
5- Bu sefer 5 isimli klasöre gelip çift tıklayın. Sağdaki alanda yine sağ tıklayıp yeni ikili değer oluşturun. Adını yine Attributes (baş harfi olan a büyük) yapın. Değer kısmına da 00 00 00 00 01 00 32 00 yapın tamam deyin.
Bu kadar artık 20 liralık boktan gamepadiniz sanki safkan bir xbox 360 koluymuşcasına çalışacaktır.
Ha buradan niye maksimum ömrü 2 ay olan boktan kollara para veriyorsunuz, 20-30 daha verip kablolu logitech alsanıza diyen arkadaşlara eserimin 2. paragrafını baştan okumalarını tavsiye ediyorum.
Şu ana kadar nasıl açılmaz, anlamadığım başlık. Ortaokul ve lise yıllarındayken bilimum internet cafede, modifiyeli sahinlerde, mekanlarda vs. sürekli çalan apaçi parçasıdır.
Apaçi dediğime bakmayın. O dönemler apaçi olmak bile belli bir kalite istiyordu. En azından gangnam styledan iyidir amk.
Pek fazla bilinmese de benim için hep özel bir şarkı olarak kalacak. "Beybeee babaya babaya" dediğimiz günlere mi yanarsın "elleeeeer havaya havaya" dediğinize mi...
Yaklaşık 10 dakika kadar önce bağlar tarafında 2 el silah sesi ve akabinde bir bayanın çığlık seslerini işittik.
Yine 2 gün önce de bağlar tarafında oturduğumuz yerin yanındaki (yanlış hatırlamıyorsam) kültür merkezi gibi bir yerde tartışmalardan anladığımız kadarıyla bir bıçaklı saldırı yaşandı. Yine birileri acı acı çığlıklar atıyordu.
Neler oluyor amk? Bu şehrin de çivisi çıktı. Umarım ölen ya da yaralanan birileri yoktur.
Android üzerinde (bkz: league of legends) herolarından esinlenilen karakterle oynadığınız basit ama eğlenceli bir hack&slash oyunu. Türkçe meali önüne ne gelirse parçala, yok et.
Özellikle yolculuklarda falan çok iyi gidiyor fakat tek amacı 1 dakikalık roundlar boyunca tek bir tuşa basmak ve önüne geleni kesmek olan bir oyun için in app purchase fiyatları (oyun içi item fiyatları) çok pahalı. O yüzden bu oyunu kesinlikle mod apk li olarak indirin.
Yalnız mod apklerin çoğu çalışmıyor. internette sağlam arama yapmak lazım. Özellikle samuray herosunun olduğu 1.2.x sürümünü bulana kadar göbeğim çatladı ama buldum sonunda hehe.
Çakallık yapıp, bir şarkıcının en iyi şarkılarını daha ucuza hem de tek CD de aldığını düşünen insanların yaptığı şeydir.
Çok saçma. Çünkü genellikle böyle albümlerde genellikle şarkıların remaster edilmiş versiyonları bulunur.
Peki nedir bu remaster? Uzatmadan şöyle diyeyim eski kayıtları dijital ortamda bir takım filtrelere maruz bırakarak temizleme, cilalama. Ama plak şirketleri bunu yaparken aslında müziği katlediyorlar. "Dinamik aralık sıkıştırma" hakkında 2-3 yazı okursanız neyi kastettiğimi anlayacaksınız.
Özetle eski güzelim kayıtlara deli gibi compressor dayıyorlar ve size "tüm sevdiğin şarkılar, tek bir CD de, ucuz ve artık daha kaliteli" diyerek pazarlıyorlar.
Hala ne sikim konuşuyor lan bu diyorsanız lütfen 1-2 dakikanızı şu videoyu izlemeye ayırın. Bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
Gördünüz mü? Arada ne kadar büyük fark olduğunu şimdi anladınız mı?
Youtubedan müzik dinlemeyip best of albüm alarak vicdanınızı rahatlatıyor olabilir, bir taşla iki kuş vurduğunuzu düşünebilir hatta ve hatta orijinal albüm alarak ne kadar saygılı bir dinleyici olduğunuzu çevrenizdeki insanlara anlatarak bundan prim yapabilirsiniz. Ancak remaster edilmiş best of albümleri alarak müziğe ve müzisyene hiç bir katkıda bulunmuyorsunuz. Sadece bir elinde içki kadehi bir elinde para tomarı olan plak şirketi sahibi baronlara daha fazla para kazandırıyorsunuz o kadar.
Biliyorum, eski el değmemiş plaklara, ilk baskı cdlere ulaşmak çok zor. Ayrıca çok maliyetli. Ama şunu söyleyeyim elinde tuttuğun albümün ses kalitesi olarak youtube'dan veya spotify'dan hiçbir farkı yok. Lütfen bunu düşünerek dinle bundan sonra müziklerini.
F/p kulaklığı. Kağıt üstündeki özellikleri gayet iyi. Ses kalitesi konusunda da bir takım yorumlar yapacağım ancak şunu bilin ki ben odyofil falan değilim. Milyarlık kulaklıklarım ve pahalı seksi daplarım falan da yok. O yüzden bu kısmı fazla siklemeseniz de olur.
Ses kalitesi olarak alet gayet iyi. Özellikle baslar derinden ve mid ve tizleri bozmuyor. Bu güzel bir şey çünkü daha önce kullandığım urbanears plattanlerim de manyak gibi bas veriyordu ama diğerlerini yutuyordu dolayısıyla boğuk bir aletti. Ama baslar demişken impactfull baslar da beklemeyin. Tatlı kısa ve derinden basları var yani ötesi değil. Tizler ve Midler de gayet iyi. Kısacası bana kalırsa bu alet hafiften dengeli ama basları hafiften yırtık dondan çıkar şekilde. Müzik ayrımı yapmayacağım çünkü her türe rahat gidiyor. R&b de dinleniyor çatır çatır iron maiden de dinleniyor. Ayrıca dipnot düşeyim infinite dreams dinlerken bugün zevkten dört köşe oldum. Midler harika. Tüm ayrıntıları tüm enstrümanları hissettim. Kısacası sırf basları ön planda diye bu kulaklıkla metal dinlenmez diyip köşeye atmayın. Gayet güzel de dinleniyor. Sahnesi gayet geniş. Çözünürlüğü de iyi.
Yalnız şöyle bir durum var. Kulağınız hafiften seçiciyse kesinlikle spotifydan falan müzik dinlemeyin. Radyo dinlermiş gibi hissediyorum resmen. Kulaklığı verimli kullanabilmek için kesinlikle güzel bir kaynak (tercihen flac) ve iyi bir eq gerekiyor. Bunun için poweramp kullanmanız kafi.
Malzeme kalitesi olayına gelirsek, açıkçası alet biraz allaha emanet havası veriyor ne yalan söyleyeyim. Urbanears gibi değil yani. Ortalıkta falan bırakmaya gelmez Allah muhafaza misafir çocuğu falan çat diye kırıverir. O yüzden titiz kullanmakta fayda var.
Bir de bu alet dj kulaklığı diye lanse edildiği için haliyle götü başı çok fazla oynuyor. Her tarafı katlanıyor dönüyor falan. Bu yüzden kısık sesle müzik dinlerken falan kulaklığın mafsal (eklem) yerleri habire hareket ettiğinden ötürü bazen tıkır tıkır sesler duymak mümkün. Fakat bana kalırsa ufak bir ayrıntı. Öyle çok ahım şahım bir ses değil.
Yalıtım konusuna gelecek olursak yalıtım yok yani öyle diyeyim. Bildiğin hoparlör gibi bir alet. O yüzden dışarıda kullanmak isteyen arkadaşlar oturup bir daha düşünebilir. Zira ben otobüste metroda bununla imkanı yok rahat rahat müzik dinleyemem. Hasta eder adamı o dayıların bakışları.
Hepsini toparlarsak eğer 200 TL gibi bir rakama alabileceğiniz en iyi kulaklıklardan biri. Sennheiserları pas geçin. Bu paraya olan modelleri girişin girişi şeklinde Abidik gubudik şeyler. Kulakiçileri de elersek fazla bir alternatif kalmıyor. Sony yapmış bize de yemesi düşer. Hadi eyvallah.
Güzel olan tarafı şu ki,buradan herhangi bir albümü Satın aldığınızda aslında fiziksel bir CD olarak satın almış oluyorsunuz. Dolayısıyla bu CD yi ister 3 dolar karşılığında kargoyla alabilir isterseniz de sitedeki diğer üyelere satabilirsiniz. Ayrıca buradan satın aldığınız tüm albümleri ister mp3 ister lossless formatlarda indirebiliyorsunuz.
Bu sayede 10 dolar olan bir albümü başka bir üyenin pazarından 3 dolara alabilir, download ettikten sonra tekrar 3 dolara satışa koyabilirsiniz. Gayet güzel bir sistem.
Bu zamana kadar hep qobuz.com'u kullanıyordum ancak bu siteyi keşfetmemle artık qobuzun pabucu dama atıldı diyebilirim.
Tabiki arşiv sıkıntısı var, qobuz veya Spotify gibi olmasını beklemeyin. Ancak yabancı albüm arşivi gerçekten çok geniş ve fiyat avantajı ile de bence bu açığı kapatıyor.
Elimde 2pac in greatest hits 1 ve 2 albümleri mevcut. Benden 4 er dolara almak isteyen varsa pm atmanız yeterli.
Edit : Gelişmişlik veya büyüklük kavramını ülkelerin yüzölçümlerine endeksleyen hıyarlar yorum yapmasın lütfen. Ve evet irlanda kadar yüksek bilince ulaşana kadar bu sığırlarla benim oyum bir sayılmasın.
Belçika menşeili tarayıcı üreticisinin portatif el tarayıcısı ürünü.
Çubuk şeklinde a4 uzunluğunda ve 1 buçuk parmak kalınlığında bir tarayıcı. Sloganı : you slide, it scans, yani sen taramak istediğin sayfanın üstünde cihazı gezdiriyorsun o hallediyor.
300/600/900 dpi çözünürlükte renkli veya siyah beyaz tarama yapabiliyor. Pdf ve jpeg formatlarında kayıt seçenekleri mevcut. Kutusunun içinden 2 gb hafıza kartı, usb bağlantı kablosu, readiris ocr ve iriscan direct programlarını içeren cd, kullanım kılavuzu, garanti belgesi ve diğer ıvır zıvır kağıtlar çıkıyor.
Özellikle adliyede, devlet dairelerinde çalışanlar tarafından pratik olması sebebiyle çok tercih ediliyor. Öte yandan öğrenciler için de oldukça kullanışlı. Son olarak kitabı cildinden ayırmadan taramak isteyenler için de yine uygun bir cihaz.
En büyük avantajı taşınabilir olması. At çantaya götür istediğin yere. Gerçekten bazen hayat kurtarıyor.
Gelelim dezavantajlarına. Sahip olduğum ürünün iyi özelliklerini söyleyeceğim gibi kötülerini de söylemekten asla çekinmem. Bana kalırsa bu cihaz, düz zeminde tek kağıt veya az yapraklı kitaplar taramak için uygun. Ama kalın kitapları bununla taramak tam bir işkence. Çünkü cihazın sensörünun dışında kasasinin bayağı geniş bir payı var. Kitapların sırt kısmına girmiyor. Dolayısıyla özellikle kalın kitaplarda ilk kelimeleri neredeyse hiç tarayamiyor. Böyle olduktan sonra ne fayda at çöpe gitsin. Cihazın adı bile book 3 ama kitap taramak için yetersiz kalıyor.
Bunun iki modeli var birisi düz birisi Wifi li modeli. Duz modeli 99 dolar ama türkiyede an itibariyle 200 TL'ye satılmakta. Wifi li modeli de 130 dolar ancak türkiyede şuan en 370-400 tl arasında satılmakta. Düz modeli alınabilir iş görsün diye ama kalkıp da bu fiyata Wifilisini almak bence düpedüz israf.
Muadilleri ile karşılaştırma konusuna gelirsek, çok fazla ürünle karşılaştırma fırsatım olmadı ama bizim ofiste tchibonun tarayıcısı vardı. iriscan sanki bir tık daha iyi tarıyor gibi. Bana öyle gelmiş de olabilir ama yanyana koymak lazım. Ayrıca çok da randımanli çalışmiyorlar yani fazla kafa yormayın. Türkiyede fazla ürün çeşidi yok bu konuda. 2 ürün bulabildim ikisi de hemen hemen aynı fiyatta. Ama bu cihazların sanırım çoğu aynı üretim bandında fason üretiliyor olacak ki internette gördüklerimin yüzde doksanı marka hariç tıpatıp aynı. Banggood veya aliexpress ten 35 40 dolara alabilirsiniz.
Tarama kalitesi ve hızına gelirsek, siyah beyazda 300 dpida 2 saniyede tarama yapabiliyor. Oldukça iyi bir hız. Ayrıca OCR için bile 300 dpi hayli hayli yeterli. Bana kalırsa 600 veya 900 dpi sadece renkli fotoğraf taramalarinda lazım olabilir onu da bir zahmet adamakıllı bir fotoğrafçıda yaptırıverin.
Temizlik konusunda dikkat edilmesi gereken husus, kuru bir bez ile hafifçe silinmesi. Islak bir şey örneğin kolonya kesinlikle kullanmayın. Gözlük bezleri sanırım bu iş için ideal. Sensörü temizlemek için kulak çöpü kullanabilirsiniz.
Ohh.
Çok yazdım yine. Puanım 6/10. Öğrenciler alsın bundan bitane, bakarsın lazım olur ama çok da triplere girmeyin boktan bir tarayıcı aldım diye.
zahmetli is amk. bu sene hukuk okumaya basladim. okuldu kutuphaneydi ders notuydu derken hem hamallik hem de kitabi muhafaza etme zahmeti beni bu ise itti.
uzun bir yazi olacak ama umarim deger, bu konuda fikir beyan etmek isteyen yazarlar da lutfen elini korkak alistirmasin zira faydali bir baslik olacak eminim.
neyse ilk paragrafta bahsettigim sebeplerden oturu sene boyunca hamalligini yapma potansiyeli olan kitaplarimi tarayip, (bkz: ocr) yazilimi ile word belgesi haline getirip tum dokumanlarimi ipadimde saklama gibi bir niyetim oldu bu aralar.
2-3 hafta boyunca bu isin yontemlerini arastirdim. temelde iki yontem var ama ikisi de ilkel yontemler. yani oyle super teknolojik otomatik bir cihaz hala mevcut degil. o tipte olanlar da bir ogrencinin alamayacagi kadar pahali.
neyse yontemlere gecelim.
1) portatif el tarayicisi yontemi.
masrafli ve nispeten dandik bir yontem. bu cihaz a4 kagidi genisliginde ve 2 parmak kalinliginda cubuk gibi bir tarayici. ustunde gezdirdiginiz sayfayi tariyor.
piyasada bircok markanin bu tip urunleri var. ozellikle adliye, belediye gibi yerlerde calisan insanlar bu cihazlari cok kullaniyor. ama soyle ki sanirim bu butun tarayicilar ayni uretim bandindan cikiyor, pazarlayan sirket kendi markasini basiyor. neredeyse gordugum tum cihazlar marka haric tipatip ayni.
aliexpress ya da banggood dan alirsaniz wifili modelleri 40 dolar, turkiyede ise duzleri 200 tl wifilileri yaklasik 400 tl civarinda.
bu aletin avantaji tasinabilir olmasi. at cantaya gotur okulda kutuphanede copy centerda her yerde kullanabiliyorsun.
dezavantaji ise cok da randimanli calismamasi. bizim ofiste tchibonun cihazi var benim evde de iriscan diye bir markaninki var. iriscan bu konuda bir tik daha iyi. sikinti surada; eger ki tek kagit veya az yaprakli kitap dergi gibi duz bir belge tariyorsaniz sonuc mukemmel. ama 800 900 sayfalik kalin bir kitap tarayacagim dediginizde sayfalarin dipleri cok zor taraniyor. bu ciddi sikinti oluyor. ayrica bazi dandik cihazlarda en ufak kaymada goruntu bok gibi cikiyor. bu bakimdan iriscan tchibonunkine gore gercekten daha iyi sonuc veriyor.
sabirsiz degilseniz banggood dan 40 dolara alin derim bitane. disarida olmadik zamanlarda hayat kurtariyor her ne kadar performansli olmasa da. ama kalkip da sakin 400 kusur tl wifili cartli curtlusuna vermeyin derim.
2) kendin pisir kendin ye yontemi.
gereken malzemeler ve yontem uzun uzun kitaptarama.wordpress.com adresinde anlatilmis. kafa sisirmeye luzum yok. ama sanirim blogda yazan kisi cok eskiden atmis olacak ki fotograf makinasi ve tripod falan kullanmis. artik bluetoothlu selfie cubugu ve akilli telefon denen harika cihazlar var. kullanin bunlari. kolisinden bandina, camindan, selfie cubuguna masrafiniz 50 lirayi gecmez. bu sistemle gercekten guzel sonuclar alabilirsiniz. ama biraz sabirli olmaniz gerekecek.
aslinda piyasada satilan 1500 2000 euroluk otomatik kitap tarama cihazlarinin mantigi da bu. tek farki isin biraz daha otomatik yapilmasi.
bu sistemin avantaji ucuz olmasi ve gercekten iyi sonuc vermesi.
dezavantaji ise tasinmaz bir sistem olmasi.
bu iki yontemle dokumanlarimizi taradiktan sonra bilgisayarimizda abbyy finereader tarzi bir ocr programiyla, resim dosyasini yazi haline getirdikten sonra istediginiz tablette istediginiz bilgisayarda harf harf aranabilir sekle getirebilirsiniz.
gercekten cok zahmetli bir is olsa da yaz tatilinizin 2 haftasini bu ise ayirarak butun bir senenin hamalligindan kurtulmaniz cok guzel bir sey. saglicakla kalin.
Şimdiye kadar hep ucuz telefonlar ve tabletler kullandığım için genelde ekran koruyucu olarak en ucuz ürünleri tercih ederdim ama yaklaşık 1 ay önce bir adet galaxy s6 edindiğimde işler değişti. 2500 liralık cihaz alıp kilifsiz koruyucusuz kullanmak bayağı riskli bir hareket en nihayetinde.
Akabinde kılıf olarak spigen tough armor, ekran koruyucu olarak da pek methedilen bufflardan almaya karar verdim.
Konu dışına çıkacağım ancak merak edenler için spigen tough armordan ziyadesiyle memnunum. 90 kusur tl etmeyebilir ancak telefonu gayet iyi koruyor, ve tutuş hakimiyetini önemli ölçüde artırıyor. Tek dezavantajı ağır ve kalın bir kılıf olması.
Gelelim konumuza; bu buff ekran zimbirtisini webtekno daki taadan gördüm. Atın ölümü arpadan olsun diyerekten Eskişehir golddan satın aldım.
Telefonu koruyor mu korumuyor mu bilemeyeceğim sonuçta her gün telefonumu falcatayla çizip duvara calmiyorum. Ancak kozmetik olarak çok berbat bir şey olduğunu söyleyebilirim. Bırak anahtarla, bozuk parayla aynı cepte taşımayı telefonu kullanmadan önce ellerimin kirinden, terinden ekran kirlenmesin diye mümkün olduğunca ellerini yıkamadan telefona dokunmayacak kadar obsesif biriyim. Ama gelgelelim bu buff efendi daha alalı bir ay olmadan ekranın çeşitli yerlerinde ciddi çizikler oluştu. Ayrıca ekran koruyucunun yapistigi yerde kir birikmesi, yapiskanindan ötürü ayritlarinda iz çıkması gibi ciddi kozmetik problemler de cabası. (Yanlış anlaşılma olmasın ekran cizilmiyor sadece ekran koruyucu ciziliyor)
E be arkadaş ben 60 tl verip ustune bir de kaymak gibi ekranı bok çizik içinde görmek zorunda mıyım? Resmen sahtekarlık başka bir şey degil. Geçen gun tepem attı ve gidip turkcell bayisinden 9h marka bir tempered glass taktirdim. Hissiyat olarak kesinlikle parmak ekrana yapışmıyor yağ gibi gerçekten. Bufftan gözle görünür bir eksiği de yok ayrıca. Varsın matkap darbelerine ve falcata kesiklerine karşı telefonu korumasın. Afedersiniz de bu saatten sonra çok da sikimde.
Sahtedir o ürün diyen arkadaşlar icin söylüyorum hayır sahte değil golddan satın aldım ve seri numarasını kontrol ettim.
iphone veya samsung fanboyu değilim ancak samsungun bildiğim kadarıyla ekranı ve kasası yapılan testlere göre gayet dirençli. Bu konularda ekstra bir obsesyonunuz yoksa buffa kesinlikle gerek yok diyorum kısacası.
Spigen kılıf konusunda da şunu söyleyebilirim. 90 tl fiyatının büyük bölümünün kar payı olduğunu biliyorum ama en azından kozmetik veya işlevsel bir sıkıntısı yok. izmir Kıbrıs sehitlerinde bir telefoncuda aynı kilifin cakmasinin 25 tl ye satıldığını gördüm. Metalurji mühendisi degilim ama orijinaline birebir benzediğini söyleyebilirim. Pahalı diyenler iyi bir araştırmayla bu alternatifleri de tercih edebilir.
Grafik konusunda modern combat 4 ve 5 arasında bir yerlerde diyebilirim, kesinlikle tatmin edici.
Senaryosu aşmış, bence mc3 ve mc4 ten hele hele mc5 ten çok daha iyi.
Kontroller modern combat'a göre nispeten daha zor. Silah sayısı bence çok az ancak çok deli silahlar var, plasma silahi vs. Ancak bunlar çok pahalılar. Eğer multiplayerda takılacaksanız hiç para vermeyin boşuna, yağmur gibi düşüyor ölenlerden.
Multiplayer kısmı da gayet güzel ama ben pek çekici bulmuyorum bu tip fütüristik oyunları. Mesela optimus prime tarzı bir robota binip onunla savaşabiliyorsunuz, ya da etrafta uçup kaçabiliyorsunuz falan bana ters bunlar. Ben daha çok modern combat tarzı oyunları seviyorum multiplayerda. Ha ama single player derseniz tek geçerim gerek senaryosuyla gerekse dinamikleriyle bin basar modern combata.