Kimsenin gitmediği bir sinema filmiyim
Sakinim, yorgunum, düşük bütçeliyim
Milyon kişiden sadece biri belki sever beni
Ancak anlar mı?
Bilinmez.
Kimsenin görmediği koca bir fil miyim?
Başım ağır geliyor, bedenim ruhuma bir kaç beden büyük
Milyon kişiden sadece biri belki anlar ruh halimi
Ancak sever mi?
Bilinmez.
Koklama yeteneğini kaybetmiş şanssız bir köpeğin gömdüğü yerde kemiklerim; sızlıyorlardır belki benden habersiz.
Sessizliğini kaybetmiş rahatsız bir yalnızlığın götürdüğü yerde düşüncelerim; mutluluğu bulmuşlardır belki benden habersiz.
Kemiksiz bir bir örtüyüm şimdi, düşüncesiz bir başlık belki.
Anlayabilir misiniz?
Sevebilir misiniz?
Bilinmez.
Sizin hiç saatiniz oldu mu?
Hani zamanı ölçen araçtan bahsetmiyorum, sadece vakit diye bir şeyin olduğunu hatırlatan
Benim bir kaç kez saatim oldu ama hiç saatin kaç olduğuyla ilgilenmedim. Acelem yok sanırdım. Ama koşuyormuşum farkında olmadan.
Sizin hiç saatiniz doldu mu?
Öyle bir yere yetişmekten bahsetmiyorum, sadece bir şeylere geç kalmaktan
Benim doldu; inanamadım. Su geçirmezdi oysaki saatim. Ama sular seller gibi aktı zaman.
Şimdi saatler uyumaya çalışırken zihnini bulandıran seslerden besleniyor, sen onun çağırdığı anıları hatırladıkça o çalışmaya devam ediyor.
Bulduğu her boşluğa dalıp vurgun yiyen adamım.
Balıklara sataşır, vaktimi kum saati yapmaya harcarım.
Ve durmadan sorular sorarım.
Görmez misiniz?
Duymaz mısınız?
Yüreğinizin kıyısına çarpan tuzlu dalgalar taş kalbinizi parçalamaz mı?
Sizi günaha davet eden deniz kızlarına karşılık verin.
Bizi umuda davet eden yunusları rahat bırakın.
Ve soru sormama izin verin.
Ağlamaz mısınız?
Üzülmez misiniz?
Tatlı sularda yüzerken çöle kıyısı olan denizlere düşen alabalıklara
Tatlı sulardan içerken çöle kıyısı olan denizlere düşen kalabalıklara
Suratıma çarpan rüzgar gece nasıl açıldığı meçhul çürük ahşap kapıyı feryatla kapadı.
isyanla gözlerimi açtım ve paytak adımlarla gün ışığına doğru yürüdüm. Haylaz rüzgarı misafir eden arsız pencereyi kapattım. Aynı paytak adımlarla koridorun yolunu buldum ve sarhoş bir edayla tuvaletin kapı kolunu bulmaya çalıştım. Açılmaktan aciz tuvalet kapısı tiz gıcırtısıyla tüm koridorda aksettikten sonra kulaklarıma çalındı.
Ne kadar da berbat bir gün!?
Bir anda aynada varlığıma şahit olan tek adamın yüzünde güne başladığı için sevinen bir şey gördüm.
Gözleri Benim gözlerim
Belli belirsiz zamanlarda parlayan gözleri vardı. Bu sabah da belli belirsiz zamanlara dahildi. Gözleri bugün biraz daha yeşil, biraz daha sevecendi.
Yeni bir gün başlıyordu.
Kuşların ısrarcı nakaratları
Güneşin sinsi ışınları
Kendini bilmez tatilcilerin zulmünden kurtarılmayı bekleyen sahiller
Hayal kırıklıklarıyla dolu bavullarıyla otobüs bekleyen yolcular
Ceplerinde umut biriktiren işçiler
Kış boyunca tüm hırçınlıkları üzerlerindeyken yarı çıplak kadınları görüp yelkenleri indiren balıkçılar
Ve bünyesinde nice hayatlar yaşanmasına rağmen tüm asiliği ile yalnız ve kirli deniz
Yeni bir gün başlıyordu.
Kanıyor kadının bedeni şarap rengi yalanlara
Kanıyor kadının bedeni ölümüne, ölüm rengi gerçeklere.
Yansıyor çılgın düşünceleri berrak sulara, bulanıyor görüntüler.
Ne için yaşadığını unutuyor kadın,
Kim için yaşadığını unutuyor kadın.
Arnavut kaldırımlara sıkışıyor kederli topukları çaresizliğinin.
Sevilmek istiyor kadın,
Sevişmek istiyor kadın.
Yanıyor kadının şerefi şarap dolu kadehlerde
Yanıyor kadının şerefi namussuz gecelerine, yalancı şehvetlerine.
Alacalı çantasından çıkarıyor güzelliğini, kasvetli karanlıklara savuruyor.
Tüm yaşam dışı maskelerini bırakıyor varlığına dargın sulara.
Gece yeni maskeler ediniyor kendine.
Kadın çırılçıplak kalıyor.
Et parçası
Ağlıyor kadın.
Ağlıyor.
Kelimelerden suratlar yaşıyor bu diyarda: mutlu, kederli, şaşkın, huzursuz
Kiminde büyük puntolarla, kiminde italik ve kiminde anlaşılamayacak kadar berbat yazıyor.
Birbirlerinin kelimelerini okuyor meraklı insanlar.
Ayna arıyordu varlığını sorgulayan insanlar.
Kelimelerin azaldığı bir sahil tek başınalığına gömülmüş rüzgara meydan okuyorum. Yüzümde ayaz izleri
Ruh halim belirginleşiyor yakamozun berraklığında: ANLAMSIZ.
Kendimi buluyorum ve anlam kazanıyor benim ve bütün bu yabancıların varlığı.
Konuşarak kirletmek yok zamanı.
Mimikler daha bir anlamlı.
Acı çeken adam gülmüyor.
Şaşkın adamın gözleri yuvalarında tedirgin değil.
Ve kederli adam şiirler yazmak zorunda değil.
Ve insanlar ölüyor kelimeleri tükendiği zaman.
Düşündüğü kadar yalnız değildi. Şarkılar vardı, şiirler vardı, sevdiği bir yatağı ve gönlünü şuursuzca dolduran dostları vardı.
Gece kendi karanlığında saklanabildiği halde niye bu karanlıkta kendini kaybedemiyor insan? Boşluğa dalmak vardı oysaki. Yitip gitmek sancılı düşüncelerimin girdabında Duyguların sürüklediği elem dolu anlamlılıklarda sarhoş olmak ve gecenin karanlığında savrulmak
Gayet mantıklıydı her şey. Kalbi atıyordu ve zihni yerindeydi. Giyiniyor, sevdiği şeyleri yiyebiliyor, fırsat buldukça sevişiyordu. Bir eksiği yoktu.
Duygular mantıkla savaşan amansız bir akıl oyunuydu. Hücrelere yersiz emirler veriyor içten içe bitiriyordu beni. Hayır, kendime sahip çıkabilirim. Tüm varlığımı aymaz birtakım pişmanlıklarla, bastırılabilir acılarla kuşatamazdım.
Tek ihtiyacı uykuydu belki de. Uyumalıydı. Sabah keskin ışınlar alnını parlattığında anlayacaktı tüm bu safsataların gereksiz olduğunu. Uğraşları arındıracaktı tüm zalim hissiyatlarından, kuru elemlerinden ve ıslanmaya hazır pişmanlıklarından.
Tek ihtiyacım ağlamak belki de. Kirli bir sıvı damlayacak göğsüme ve bakışlarımda parlayacak kaybetmişliğim. Aydınlanacak gece.
Kendinin farkına varacak ve nefret haykıran bıçaklarla öldürecek kendini en ulaşılmamış derinliğinden.
Sabah oldu işte. Güzel bir gün!
Öyle diyor aynadaki adam.
içimi kirletiyor dışarı atamadıklarım. Katran akıyor damarlarımda.
Ağlak düzen adamıyım kaldırım taşlarını sayıyorum.
Ağlak, düzen adamıyım isyanım bile farklılığa.
Yanılsamalarım hiçbir mantığa aykırı değil. Varlığım etkilemiyor hiçbir vicdani düşünceyi. Yanlış yolda yürüyorum ve yol göstermiyor yardımsever içsellikler.
Yanlış zaman adamıyım eksiğim bu zamana.
Yanlış, zaman adamıyım aksiyim bu mekana.
Kandıramıyor inancım hiçbir egoist tanrıyı ve kabul edilmiyor sahte yalnızlığıma hiçbir kul. Yokluğum sınamıyor hiçbir bedeni. Alışılmamış adımlarla bildiğim yalanlara yürüyorum. Satır başı kararsızlığında ilerliyorum habersiz misafirliklere. Çaresiz.
Bilinmezliğim kabul ediyor tanrı misafirlerini.
Herkes geçiyor.
Herkes basıyor.
Bazıları dans ediyor.
Bazıları kirletiyor.
itiraz ediyor hınzır çocuklar kırılan bibloların ederine. Paha biçilemiyor ki gönül güzelliğine. Kağıt bile yadırgıyor yazılanları.
Kaldırdı başını. Bir çift göz karşıladı çapkın bakışlarını. O an zaman işlememeye ant içti.
Kaldırdı başını. Bir parlak çehre bastırdı isyanını. O an yaşam rengini değiştirmeye ant içti.
Kimeydi bu başkaldırı?
Duygularıyla kelepçelenmiş insanoğlunun hüzünle bezenmiş duygu birikimine mi?
Mantığıyla zedelenmiş insanoğlunun vakitle kirletilmiş doğru bildiklerine mi?
Neye ve ya kimeydi bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı. Cennet beklentisi ve ya cehennem korkusu bir boşluk bulmuş uzaklaşıyordu kimliğinden. Damarlarında sevgiyle ısıtılmış daha sıcak bir sıvı akıyordu. Kanı her zamankinden daha kırmızıydı. Fışkırıyordu yalnızlığa uzak bir vücut bölmesine.
Sıyrılırken bedeninden yaşama dair tüm zarif ve kaba düşünceler. Önceki yaşamlar, sonraki yaşamlar ve onlara dair her bir zerre kaçışırken ücra hücrelere; durdu. Durdu ve aşk dedi.
Çok kişi anlatmaya çalıştı kadim saydıkları harflerini köhne kağıtlarına dökerek onu ama hiçbirinin tarifine uymuyordu bu. Hangi mertebe sahibi bunu anlatabilecek ve anlayabilecek insanüstü yeteneklere sahipti ki? Yaşayabilirdik ancak; sadece yaşayabilirdik. Diğer her şey gibi
Kaçırdı gözlerini bir çift gözden. Usulca bakması gereken yerlere baktı. Durmamaya ant içti kalbi.
Kaçırdı ruhunu parlak yüzün nurundan. Karanlığa gömülmeye meyil etti. Sönmemeye ant içti ışığı.
Kimdendi bu kaçış?
Acı çekmiş onca aşığın mahzun bakışlarından mı?
Kayıp gitmiş onca şuurun anlamsız yakarışlarından mı?
Ne üstüne gidebiliyordu ne de kaçabiliyordu. Öylesine çaresiz ama öylesine mutluydu. Anlatılamayan şeydi bu. Oydu. Aşktı.
Saatine baktı yaşlı adam. Sahi niye saatine baktı ki? Alışkanlık olsa gerek.
Sararmış bıyıkları günlük tükettiği sigara miktarını ele veriyordu. Gece olmuştu; gün bitiyordu.
Kamburu dert yumağı olmuş ardını kolluyordu. Elindeki zamana paha biçen makineyi inceledi yaşlı adam.
Gözlerinin etrafında kırışık bir çerçeve vardı. Saatler gerçekten de hızlı ilerliyordu.
Uzaklarda bir hayata bakıyordu dalgalı gözleri. Şuursuz bir rüzgar esiyordu beyaz saçlarından dalgaların çehresine. Karanlığı sarmalayan dolunay mıydı hayallerindeki gelgitin?
Kollanmış bir bütün oluşturur mu sefil parçalarım? Masum tanrıçaların arsız çırpınışları mı kurtarır beni; yoksa yalancı meleklerin gülümseyen dokunuşları mı?
Tuzlu sularda boğulur mu yaşanmış yalanlar? Umut şaşırtabilir mi göğe bakanları, utangaç bir gökkuşağı bağışlayarak?
Ne bir bütün ne çok parça; ben ve yalnız ben puslu bir çizgide yürüyoruz. Ben konuşuyorum, yalnız ben duymuyor. Yalnız ben dokunuyor, ben hissetmiyorum. Çığlıklarımız buluşuyor uzak bir geçmişte biz diye. Sükunetimiz ayrılıyor uzak bir gelecekte ben ve ben diye.
Ve galiba umut pusları yarıyor renk cümbüşüyle. Yolun sonu görünüyor. Ben kendimden ayrılıyorum
Doğum günlerinin kutlanma sebebini merak ettiğimiz zamanlardı. Kafamızdaki sorulara cevap verebilmek için çok fazla zamana ihtiyaç vardı. Hoyrattık sözde her birimiz zamana karşı; ancak zamandı yumuşakça hırpalayan bizi.
Bir bilge çıkageldi zamana aldırmayan çizgilere sahip. Kimsenin doğum günlerinin bir çeşit zaman ölçme aracı olduğunu düşünemediğini fark etti. Yaşlanıyorduk ve birinin bize bunun güzel bir şey olduğunu anlatması lazımdı ya da bir şekilde kandırılmaktı bu bizim için. Döküldü dudaklarından bilgenin o anlamlı yanılgılar silsilesi.
Bir insan doğmuş diyecekler soğuk bir bozkır gecesinde,
Bir insan doğmuş diyecekler yalnızlığın unutulduğu bir mevsimde,
Bir insan doğmuş diyecekler hatırlanırsa belki
Bir insan ölmüş diyecekler bir defaya mahsus ve
Ölmüş olmak doğmuş olmak kadar hatıra getirmeyecek o insanı
Kim hatırlanmak istemez ki
Kim yaşamak istemez ki '
Yaşlanmak umurumuzda değildi artık. Hatırlanmaya değer bir ömür yaşamak istiyorduk ve doğum günlerimiz bizim geçmişi gözden geçirme periyotlarımızdı.
Etrafındaki insanları seyrediyordu yalnız. Yorgundu. Keskin bakışları, dalgacı bir gülümseme vardı yüzünde. Sadece seyrediyordu. Gördüğü insanlar da yorgundu, suratlarında çaresiz ifadeler vardı. Bu karmaşa içinde onun neden güldüğünü merak ettiler. Anlam veremediler.
Hepsi aynı su birikintisinde yaşıyordu. O kendisini salmış, sakince su yüzeyinde izlerken çırpınan diğer insanları, gülüyordu. Çırpındıkça yükselebileceğini zanneden insanlara gülüyordu. Ve kimse anlam veremiyordu onun gülüşüne. Çırpınmayı bıraksalardı anlam vereceklerdi oysa. Hepsi yorgundu. Ama sadece o mutluydu.
Bir sözlük yazarının tumblr sayfasıdır. Yazdıklarını daha çok kişiyle paylaşabilmek için böyle bir başlık açmıştır. Belli zamanlarda güncellemeyi planlamaktadır. Okuyun okutturun.
bugün sessiz sedasız gerçekleştirimiş zirvedir.
s for sherlock, avrupada gezen masum kivircik ve bendenizin katılımıyla en laikinden denize girilmiş, tavlalar oynanmış ortam şenlendirilmiştir.
akli melekeleri yerinde her insanın katılacağı husustur. zira gerisi akıllı değildir.
hiçbir güç, gerekçe ve ya otorite(vatan, sınırlar, yönetim) size böyle manevi değerler benimsetip üzerinizden siyaset yapma hakkına sahip değil. bedavaya askerlik yapın deyip daha mahalle kavgasına girmemiş insanlara silah vermek başlı başına bir savsata.
şimdi buraya uzun uzadıya bir entry yazardım ama altına ne yazarsam yazayım okumadan küfredecek lüzumsuz insanlar olacaktır, o yüzden yazmıyorum. anlayan anladı. arv.
Kızının PKK'ya katılarak dağa çıkmasından devleti sorumlu tutan annesi Nuray Erçağan, "Bu yolu Deniz çizmiş gibi görünmekle birlikte, aslında Gezi'de çocuklarımıza saldıranlar o yolu gösterdiler. Deniz'i bu yola devletin, yargının, çalanların uygulamaları itti" dedi. http://www.haberturk.com/...arli-kizin-ailesi-konustu