tanıdık bir huzur aradım şaşkın bakışlarında dün, bildik bir söz bekledim eskiden kalma öylesine... der kaçarım sözlük. gecenin bir vakti, yıllar sonra çok ta alakasız bir şekilde aklıma gelen biriciğim, bebeğim ohyyşş sözlüğüm.
filmi 2 bölüm halinde çekilecek olan ve isimleri; THE HOBBIT: AN UNEXPECTED JOURNEY ve THE HOBBIT: THERE AND BACK AGAIN şeklinde açıklanmış olan sanat eseri.
zamanımın bol olduğu ve ne yapsam ne yapsam diye tırmaladığım bir anda karşıma çıkmış film. dikkat ederseniz karşıma çıkmış diyorum, aradım buldum demiyorum. bu durum da akla şunu getiriyor. reklam sıfır, nasıl olsa ilki bir devrim niteliğindeydi çocuk da iş görür minvalinde bir yaklaşımla pazarlama konusunda sınıfta kalmış zannımca.
görüntü bakımından; program olduklarını öğrendiğimiz karakterlerin hepsi sanki alt sokaktaki elektrikçi abdurrahman abiye gitmişler de ''abi kıçıma nos taktırıcam ama patlar en iyisi mi sen beni ışıldat'' demişler, abimiz kıyamamış, üzerlerine evinden söküp getirdiği florasanları takmış. iyiler beyaz ışıldıyor, kötüler turuncu kırmızıya yakın bir renkte. buradan sevgili sinema seyircisinin iyiyle kötüyü algılamaları bekleniyor. ahanda orada lan, tam arkanda turuncu düdükler var, dikkat et diye bağrınasın geliyor içinden. Peki bağrınıyor musun sana kalmış. şahsen o kadar sürüklenmedim. holivud şiarı, seks satar, seksi kadın satar anlayışı. burada da bol bol var.
hikaye ye gelince insana kabak tadı veriyor. keşke sam sürekli binanın tepesinden paraşütle atlasa da digital dünyaya hiç gitmese, helalinden iyi bir kız bulup evlense. çocuk yapsa, mutlu mesut olsa diye geçiriyorsunuz içinizden. Sam digital dünyaya girer girmez, (bkz: Artificial Intelligence)filmini hatırlatır bir şekilde toplayıcıların eline düşüyor ve olaylar gelişiyor... ''çağrı cihazı'' fikri süper olmuş, ama arkası boş kalmış. onca teknolojinin içinde bu muhabbet sırıtıyor ama gülümsetiyor da. uçuş sahneleri, (bkz: matrix) ten apartılmış geldi, özellikle de yukarılara, bulutların üstüne çıkmaları ve cihazların çalışmayarak tekrar aşağı inmesi. hani trinity nin güneşi gördüm lan sevinci vardır ahanda o misal.
vel hasıl kelam boş vakit değerlendimene yardımcı olabilecek düzeyde bir filmdir kendisi. ayrıca felsefe de sıçmıştır efendim.
ne yazarlar vardı artık yoklar... bunu yazan tosun okuyana kosun, okuyan kişi dumanla irtibata geçsin gönlümüz şen olsun insanı. beşer-i kamil. ses ver..
hatta babadan dayak yemedim ama adam oldum diyene asla güvenmem... ruhun hafifler babadan yediğin her kötekle, Yarabbim sana geliyorum kıh kıh edasıyla yediğin dayağın tadı damağında kalır ha babam yine diye kaşınır durursun.
onu geçtim azizim, babamın beni eşek sudan gelinceye kadar - ki baya uzun sürmüştü, şerefsiz eşek akdenizden mi geliyor anunakoim vakitleriydi- tornaaaaaa tornnaaaa diye diye köteklemesini hala unutamam, akabinde girdiğim gülme krizinden mütevellit ah beyy aptal edicen dediydim sana çocuğu baksana deliler gibi anırıyor demesini hiç unutamam..
baba dayağı bir aşktır ben de azizim. tadından yenmez o denli, deli miyim tartışılır...
kadın izin verir, yön verir, hayat verir... her söz bir meydir dudaklarında içmeye doyulamayan, her bakış bir bir zuhul eder ruha ki şekillensin diye dünya... kadın ki kendi yaratımıyla izin verdiği var oluşa sevgisini öğretir ki, başka bir sevilesi kadından dem alabilsin diye o bakışlar...
aslında hissetiğin yanılsamadır, var olan bambaşkadır, izin verilendir. ötesine geçen zaten kadın sevgisinden bahsetmeyecektir çünkü bahşedilen bambaşka bir aşktır..
hülasa kadın sevgisi diye bir şey yoktur, sevmesine izin verilenler vardır...
düzensizlik bile bir düzen ise düzen hiç var olmayacak bir olgudur... sizliktir... denir ve susulur. gerisini getirme çabası yoktan bir düzen yaratma çabasıysa nafiledir nitekim düzensizlikte bir düzendir denilmiştir... sorgularken yargılamak her kula nasip olmayan bir yetidir, tebrik edilesidir...
demek ki ne yapmıyoruz, yargılamıyoruz elimize gözüme bulaştırmıyoruz nitekim komik oluyor...
aslında herşey gayet net ve açıkça ortadayken dumanlı bir kafadan çıkan önermelerin karşıdaki varlıkta yarattığı etkiyi görememekten, hadi yorum yap, yazdım ama senin de söylemene ihtiyacım var demekten öteye gidemeyen bir önerme zannımca. kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi son derece ferahlatıcı...
benzerlik değil de bağımlılık açısında ele alırsak süründüre süründüre hem zevk hem de acı veren, dumanlı dalgalarında sevgilinin göğüslerinin arasında uzanarak hülyalara daldığınız sabahlamaların doruğunda ihtiyaca mukabil ellerinizi hatta farkında olmadan da ruhunuzu kirletenler... soluk almaya açken zehirlenmek ve hatta bile bile zehirlenmek... hayır artık hayatımda yeri yok derken yine düşmek aynı rüyaya saçma sapan işler işte...
her sabah temiz ve saf halinizle, anadan doğma dünyaya nefes verdiğinizde elinden gelen her parçasıyla her silahıyla zuhül eder beyninize.. uykulu uyanıklığınızın arasına sızarken de hor görür sizi, yıkar geçer gider ancak yine de zevkle ...
1. nesil olduğu için sağa sola küfrederken karşılaştığım yazar.
yani bu denli ego sahibi, idine ettiğimin zabaskometre güdümlü bakış açısı yüzünden 90 a çakan şaşkın futbolcu ambiyansına akıl sır veremiyorum...ne denir bilmem ki...
asimile olmuş, rezil rüsva yazar... bu kadar da terbiyesiz yani. lan bana da söyle beraber asimile olup, salı pazarına gidelim, ikizlere takke, parmak arası terlik alalım değil mi?...
online listesine baktığımda artık kimseyi tanımadığım sözlük...zaman kavramını yitirdiğimiz günlerde 3,5 kişi ile muhabbetin dibine vurduğumuz ama şimdi bakınca özlenen, büyümüş görüp sevindiğim sözlük...
bugünlerde meteorolojik yaklaşımlar içinde bulunan insan. sabaha karşı 5'te kar gelecek, yok gelmedi akşam 5'te bekleriz ama..yok o da olmazda gece 11' de kesin gelecek benden kaçmaz.. iyi de sayın başkanım hani kar diye sorunca biz meteorolojiye müdahale edemiyoruz diye yanıt veren yaran şahsiyet...haha havadan sudan.. yağmur duasını bırakıp, baraj duasına başlayan adam. bayı-lıyorum..
düğün ve kına gecelerinin olmazsa olmazı. bakan ve vekil düğünlerinin bir numaralı siması. tv ekranlarında günümüzü şen eden neşe kaynakları. gırnata saz of alem az misali çat çat bir dolar savuran aymazların bir numaralı kankası.
maddeleştirsek word'un gudik betimleçlerine durdurak vermeyecek kadar çok mu yoksa 2 noktayı 3 noktaya bile tamamlayamayacak kadar az mı diye soruyor bazen insan.. işte öyle şeyler ki bunlar heyecan yitimi ile sırtını dayamayla çektiğin duman karası arasında sıkışıp kalma ihtimalleri yüksek birçoklarına göre..
belki de tecrübe etmekle yitilmiş ama kaybolmamış sadece öğrenegelinmiş şeyler de denebilir.. basit tanımla dalga sesinden huzur bulmamak ya da bir martı kanadında kalbin çırpınmaması gibi... ez cümle yitirilen heyecanın zihne verdiği bulanıklaşmayla yitip gittiğini sandığın değerler bir bakıma...
peki merak ettiğim şu. öğrendiklerini tekrar öğrenme şansın olabilir mi? tecrübe ettiklerini aynı şevkle, bazen korku bazen ürkek dokunuşlarla hissetme ihtimalin aynı derece de haz verebilir mi insana... sanmıyorum.. zaman yavşa aksa da bazen daha çok korksam diyorum ama nafile..
bir daha mı gelecez dünyayaaaa obarey amannn şeklinde devam eden önerme. hay donumda sallayım önermeni düdük.. aslında insanı kendi kendine düşüren bi'şeymiş..