Baskılar, yasalar yalnızca yasağı delmeye sebep verir. Osurmasına engel Olursanız, gizli gizli iş çevimeye, siz yokken osurmaya başlar. Güven sarsılır. Sizden habersiz başkalarıyla osurmakta olan birine nasıl güvenirsiniz?
Psikanalizde abject, sistemin tutarlılığı ve bütünlüğü için dışlanan nesne olarak düşünülür. Burun karıştırmak, nedense anaokulundan ilkokulun ortasına kadarki çağda çocukların sıkça yaptığı ve yiyerek sonuçlandırdığı edimdir. Çocukların pis ve cıvık olanla hemhal oluşu yaygın görülen bir olgudur ve bu tarz meşguliyetler psikoseksüel gelişimlerinin ilginç bir parçasıdır. Sonra yerini genital bölgelerle haşır neşir olmak alacaktır. Ancak abject olarak düşünülemez çünkü kişi ister çocuk ister yetişkin olsun sümüğüyle oynamaktan keyif alır, adeta sistemden atmak istemiyordur.
Yetişkinlikte görülen burun karıştırma ise, daha çok kimsenin görmediği bir anda daha iyi nefes alabilmek için yapılan bir edimdir diyebiliriz. Evet sümüğü parmakta yuvarlamak tıpkı çocuklarınki gibi keyif verir. Burada artı-keyif ise, kimse görmezken yapılıyor olmasıdır. Çocuklar gizlemezler.
Peki bu kadar yaygın olan iğrenç edim olarak burun karıştırmak, neden gündelik söylemimizi meşgul etmediği gibi, sanat veya edebi eserlerde kendine yer bulamamıştır? Çocuk edebiyatında yer aldığına şüphe yok, ama ne bileyim, viktoryen dönem romanlarında neden bir karakterin burnunu karıştırışı uzun uzun anlatılmamıştır? Ağlamak, hıçkırmak, omuz silkmek gibi sıradan şeyleri okurken, burun karıştırma, sümükle oynama gibi boş zaman etkinliklerinin tasviri edebiyatımızı süslememiştir? Zira burun karıştırmak, gündelik ve sıradan olanı kesintiye uğratan, kişinin kendisiyle baş başa kaldığı ve ontolojik bir varoluşa sahip olduğunu fark ettiği anları sembolize etmez mi? En az mektup yazmak, en az gaz lambasını yakmak veya at arabasında tefekküre dalmak kadar sıradan ama ağırlığı olan bir edim değil midir? Sorarım size!
Kaka yapmak ve burun karıştırmak kadar iğrenç ama onlardan bir anlamda farklı bir eylemdir. Popodan kokulu gaz çıkması, nadiren yaptığımız kusma eylemi veya gizlice düzenli olarak yaptığımız kaka eylemi gibi değil. Komedik bir yanı şuradan gelir, elle tutulur olmayan bir şeyin kimi zaman istemli kimi zaman istemsiz popomuzdan çıkması. Ne garip, kaka mı yapmak istiyoruzdur yoksa gaz salmak mı? Modern insanın gıcır gıcır giyimi kuşamı altında hepimizi eşitleyen -zenginiyle fakiriyle ünlüsüyle güzeliyle çirkiniyle- herkesin yaptığı osurma edimi, sunduğumuz benliğin ne denli performatif olduğunu, hayvanlaşmaya bir osuruk kadar yakın olduğumuzu gösterir. Ayrıca phonetik olarak da osurmak kelimesi, oldukça avam, pis ve aşağı tınlamaktadır. Osurmak, temiz olanla pis olan arasındaki ince çizgiyi sembolize eder. Ayrıca türüne göre de aşağılık derecesi değişmektedir. Sert ve bomba gibi olan, erkeksi ve hayvani iken, fıs osuruk dişil ve pasif olarak kodlanmıştır. Bilhassa, hiç sesi çıkmayan osuruk, ishali sinyaller ki, oldukça basiretsiz kişi hissiyatı verir.
Bütün bunlarla birlikte, osuruğun fenomenolojisi medikal söylemlerle içiçedir. Örneğin tedavi gördükten veya zorlu bir operasyon geçirdikten sonra osurabiliyorsanız bu iyiye işarettir. Dahası, osuruğun kokusuna göre üşütüp üşütmediğinizi, bağırsak floranızın tehlikede olup olmadığını anlayabilirsiniz. Eğer heyecanlı biriyseniz, ne kadar dikkat ederseniz edin, karnınız şişer ve gazınız gelir. O yüzden ilk romantik buluşmalarınızdan önce bol bol osurun ki, kişinin yanında sıkışmayasınız.
Evet sevgili okurlar, aklıma geldikçe bu nadide göt edimi için eklemeler yapacağımdır.
ilginç bir manipülasyon yöntemidir. Beyaz ekmeğe ara vermiş birinin, başkalarının yemeğinden artakalan beyaz ekmek kırıntılarını parmağını bastırarak ağzına atmasıdır. Aşkla ilgisi yoktur.
En sevdiğim yazarın doğduğu yer. Soğuk ama küçük bir cennet kendi içinde. iyi ve sağlıklı bireylerle yaşama şansı bulacağınız bir yer. Karanlık bir psikocoğrafyası var ama olsun. Dilleri de çok iyi. Buradan bir yazara trip attım, vay anam, hiç duygusal tepki vermedi. Tek tek cümlelerimi yapısökümüne uğrattı. Sen, allahın kekosu, duygularını insan gibi anlamlamdıran sağlıklı danimarkalı adama trip atıyorsun çocukluk travmanla? Rezil oldum rezil.
Roland barthes üzerine bir kitap sanırım da. Ben yazma arzusundan bahsetmek istiyorum. Arkadaş yazma arzusu diye bir şey yok, yazmak insanın başına gelen bir şey. Hani kanınızaki bir mikrop gibi, içinizde düşüneceye dönüştürmekte zorlandığınız hissi atmanın başka yolu kalmamıştır. Heh bir de kelimesiz, cümlesiz, dilsiz düşünemezsin derler. Düşünüyorsun gayet de.
Marx okumalarıma kendi gözlemlerimi dahil edince, günümüzü anlamaya çalışırken özneleşme teorilerine neden bakmamız gerektiğini anladım. Psikanalizi kuramsal aygıt olarak kullanmaya öff puff yapmasın kimse zira insanların bilincini etkileyen, daha doğrusu düşünme biçimini etkileyen faktörleri basitçe dış unsurlara bağlayamayız. Yani organik olan süreçleri, arzulayan özneler olduğumuzu, bir psişeye sahip olduğumuzu göz önünde bulundurmamız lazım. Neden var olan düzeni olduğu gibi kabul edip, toplumsal yeniden üretim ilişkilerine sorunsuzca katılım gösterdiğimizi ancak bilinci daha etraflı düşünmeye başlayarak anlayabiliriz. Mute compulsion denen illeti daha iyi anlamak için. Bu yüzden deleuze ve guattarinin öznellik üretimini, libidinal ekonomiyle birlikte düşünmesi kıymetli. Kim ne derse desin.
Duyguları uçta yaşama meselesi var ki bir şey bana çok fazla coşku veriyorsa, düşüşü çok ağır oluyor. Fazla kendinden geçme hali var. Dengesini kurmam lazım yoksa üzüntü kedere sevinç gereksiz bir ekstaza dönüşüyor.