sözlük yazarlarının iyisiyle kötüsüyle kendilerini anlattığı başlıktır.
çoğunlukla gülüyorum. aslında bu olayda bende seans gibi. yani bazen gülme seansında oluyorum ve o sırada full gülüyorum. ama bazende hüzünlü solucan gibi geziyorum ortalıkta yani umutsuzluk seansında oluyorum ve bir Allah ın kulu güldüremiyor yüzümü böyle anlarda.
konudan konuya atlar adama aklındaki soruyu unuttururum. bu bir özellik değilde lanet sanki. son derece de unutkanım. herşeyimi her yerde unutma potansiyeline sahibim. en son çantamı pastahanede unuttum. işin garibi neyi nerde unuttuğumuda unutuyorum, tam bir umutsuzluk abidesiyim anlayacağınız.
kendine güvenen insanları çok severim. . diksiyonu güzel insanlara da bayılırım hatta karşılarına geçip, saatlerce o mükemmel konuşmalarını dinleyebilirim. neyden bahsettiklerinin de hiçbir önemi yok.
14 şubat gibi gavur icadı özel günlerden içten içe nefret ederim ama bunu dile getirmem. hiç bir 14 şubatta sevgilim olmadı bu da çok ilginç bir ayrıntı. hatta ilk sevgilimden 13 şubatta bile isteye ayrılmıştım çünkü bu boktan günde ondan hediye almak istemiyordum evet bütün nedeni buydu.
en sevdiğim sayı 2, en sevdiğim ay haziran. ağustosa da bayılıyorum, sanırım ağustosda doğduğum için ona torpil geçiyorum. en sevdiğim renk yok. zaman zaman bazı renklere ilgi duyuyorum sadece. ama siyahın asaletine saygım sonsuz. o hep asil benim için.
bir de zürafalar geldi şimdi aklıma. bence çok tatlı ve espirili hayvanlar. neden bilmiyorum ama zürafalarda benim gülmeme neden olan bişey var. sanki kendi aralarında sürekli makara yapıyorlarmış gibi geliyor bana. en sevdiğim hayvanları küçükten büyüğe sıralayacak olursam. civciv, kedi, köpek ve koyun. koyunun sevdiğim kısmı sadece güzel bir yiyecek olmasıyla alakalı. evet et yemeklerine bayılıyorum uf karnım acıktı. özellikle şu toprak kaplarda yapılan güveç varya. offfff o ne güzel şeydir öyle. annemde çok güzel yapar. güzel yemek yapabildiği için ailemde, annemi iki kat daha fazla seviyorum. yemek önemli. sanırım benim kalbimden geçen yol miğdemden geçiyor ya da onun gibi birşey.
sporu ve sportif insanları seviyorum. günün sonunda yatağa yorgun girmezsem mutsuz oluyorum. yürüyelim, yorulalım ve uyuyalım, rahat uyuyalım. böylece gülmek kolay oluyor, yazmak da öyle. bir de benim gibi uyku problemi olan bir humanistseniz, yatağa enerjik girmek bir işkenceye dönüşüyor, çünkü yorulmazsan uyuyamıyorsun bu kadar basit.
aynı kız, ev işlerini beceremediği yetmiyormuş gibi birde sakarsa yandığınızın resmidir. bir kız düşününki cifin nerelere kullanılacağını bilmiyor.
bir kız düşününki bulaşık yıkarken halılardan perdelere kadar her yeri ıslatıyor.
bir kız düşününki eline taktığı o temizlik eldivenlerini bir an olsun çıkarmadığı için, hiç bir boku beceremiyor. ya sabır.
bende bir alışkanlık haline gelmiş rutin olarak uyguladığım şahane bir maskedir. içtiğim türk kahvesinin telvesini ayırır yüzüme sürerim. kuruyana kadar bekledikten sonra peeling yapıp cildi ölü deriden kurtarırım. kahvenin pütür pütür olması peeling için bire birdir. ardından soğuk suyla yıkayıp cildiniz ne kadar yumuşak ve taze göründüğüne bir bakın derim.
aynı zamanda kendisinden başka kimsenin kendisine hakaret etmesine izin vermeyen insandır. aynanın karşısına geçip kendisini hunharca aşağılar. bir nevi hatalarını kendi yüzüne vurur. buda yanlışlarını düzeltmesine yardımcı olur, rahatlatır, terapi etkisindedir. diğer güne daha iyi uyanmanıza yardımcı olur.
kendisi sözlüğümüze geldiği ilk hafta başka bir yazar * tarafından böyle bir talihsizlik yaşamış yazar kardeşimizdir. adam bana sarktı nidaları yürek burktu. geçmiş olsun efendim. (bkz: pulbieber)
hala eşine aşkının ve sevgisinin bir göstergesi olarak gördüğüm ve bana kendi dedemi hatırlatan sempatik dedemizdir. sempatikliğinden ve tatlılığından geçilmez.
bende gün geçtikçe artan durumdur. psikolojik bir rahatsızlık olduğunu söyleyenler var. genelde yalnız kalan insanlarda görülüyormuş. kaybettiğim pembe kulaklığımla da aramda bir duygusal bağ kurmuşum. onu çok özlüyorum sanki yakın bir arkadaşımı kaybetmişim gibi. geçen gün rüyama girdi hatta, çok tarifsiz hisler.
bugün kargoya verdiğim tam tamına 12 cm'lik topuklu ayakkabılarımı karşıma koydum ve aklıma 'bu topuğu sadece giymek için mi yaptınız anasını satayım' sorusu geldi. topuk deyip geçmeyin efendiler. bu topukla itina ile adam dövülür, kafa yarılır, düşersen beynin yarılır, yine aynı zaman da etrafındakiler yarılır*.
kısacası topuklu ayakkabı adamı vezir de eder rezilde. *
Tam bir hafta geçti eski sevgilim yetenek sizsinize çıkalı ve ben daha kendime yeni gelmiş olucam ki anca yazabiliyorum. Orda yetmiş milyonun karşısına çıkıp kendini bana hatırlattığı yetmiyormuş gibi bir de üç evet alınca tabi bende film koptu. E benden de evet almıştı bu çocuk zaten yani diyorum ki keşke çıktığında rezil olsaydında bende biraz eğlenip 'ehehe bu mal benim eski sevgilim kendini nasıl rezil etmiş' deseydim diye içimden geçirdiğim durumdur. Acıdır, dokunaklıdır..