şimdi herkes boş bulduğu yere otursun.. siz pek muhterem mahlukatlara hayatın anlamını açıklayacağımdır.
1-görmek; hayat ne gördüğündür. gözlerindir. diğer gözlerle gözgöze geldiğinde gözbebeklerinizin agu diye konuşmasıdır. o yüzden onun adı gözbebeğidir. bebekler konuşamaz ama hissederler. dünya'ya nasıl bakıyorsun? o gözler ruhunun uhrevi alemden, dünyevi aleme açılan penceresidir. ne demiş mevlana? "dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.." sen o pencereden ne gördün?
alemdeki her zerrecik senin bir yansımandır. nereye bakarsan bak, göreceğin kendi suretinden başka bir şey değildir. karşında bir düşman mı var? işte o sensin. sevgiliye bakınca gördüğün şey ne? işte o sensin. annenle, babanla, arkadaşlarınla, tezgahtarla, kasapla, kuryeyle, polisle, tinerciyle, orospuyla, bir gay ile, bir travesti ile, müdürle, ünlü birisiyle gözgöze geldiğinizde ne oluyor?
korku ve şüpheyle gözlerini kaçırıyorsunuz, ya da biraz daha uzun bakmak için kendinizi zorluyorsunuz, ya da gözlerinizi ondan alamıyorsunuz değil mi? işte onlar sizsiniz, onları seviniz.
2-konuşmak-dinlemek; insan ne konuştuğudur. en uzun süre sohbet edebildiğiniz insan kim ise, onu ne pahasına olursa olsun kaybetmeyin. cümlelerine en uzun süre aynı merak ve ilgiyle katlandığınız insanı da sakın kaybetmeyin. konuşun. susmak bazen iyidir fakat konuşmak ibadettir. insanların sizi yargılamalarından, konuştuğunuz şeyleri saçma bulmasından çekinmeden konuşun. güzel ve anlamlı konuşmaya çalışın. önemli olan ne dediğiniz değil, nasıl dediğinizdir. bir insan sizinle konuşmayı kesmiş ya da azaltmışsa, ya size küsmüştür ya da hayatında artık istemiyordur. bu evrensel bir yasadır. konuşmayı kesmek en büyük tavırdır. insan duymak ister çünkü. sevdiğinizi söyleyin, kızdığınızı söyleyin, nefret ettiğinizi, bayıldığınızı, ilgilenmediğinizi, çok istediğinizi söyleyin. çekinmeyin. nasıl ki gidilemeyen yer sizin değildir, dile gelmeyen şeyler de sizin değildir. seviyordunuz ama söylemediniz = siz hiç sevmediniz.
3-düşünmek; "sen düşünceden ibaretsin, gerisi etsin kemiksin" demiş mevlana. bizler sadece düşünceden ibaretiz. rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız. etrafımızdaki nesnel dünya, düşüncelerimizden ibarettir. güzel düşünürsek güzel olur, kötü düşünürsek kötü olur. aklından iyi düşünceler geçen iyi birisidir, aklından kötü düşünceler geçen kötü birisidir, aklından yavşakça düşünceler geçiren yavşaktır, aklından korkak düşünceler geçiren korkaktır, aklından seksi düşünceler geçiren seksidir. yaşlandığını düşünen yaşlıdır, yeteri kadar iyi olmadığını düşünen yeteri kadar iyi değildir, hep kendisini değil başkalarını da düşünenin empati yeteneği gelişmiştir, zekidir, sadece kendilerini düşünenler evrendeki en aptal canlılardır.
"insan düşüncelerinin ürünüdür. ne düşünürse ona dönüşür." mahatma gandhi
"düşüncelerinize dikkat edin. sözleriniz olurlar. sözlerinize dikkat edin. davranışlarınız olurlar. davranışlarınıza dikkat edin. alışkanlıklarınız olurlar. alışkanlıklarınıza dikkat edin. değerleriniz olurlar. değerlerinize dikkat edin. kaderiniz olurlar." mahatma gandgi
4-sevmek; çok sev. elinden gelen yetmez, elinden gelmeyen kısmınla da sev. gücün bu kadar mı? sevgin kendi yarıçapındaki bir daireyi mi kapsıyor? ne talihsizsin, özellikle de senin daha çok sevmen gerekiyor. düşmanını, ölümü, sıtmayı, kanseri bile sev. benim cici kanserim diye sev onu. çünkü o kanser de senin bir parçan. katilleri de sev, özellikle de küçük çocukları öldürenleri. n'oldu? sevmekte zorlanıyor musun? sevgi için bahane mi arıyorsun? bazı şeylerden nefret mi ediyorsun? etme. içine karışacak bir tane nefret atomu seni parçalamaya yetecek kadar büyük bir atom bombası gücündedir. evrendeki tek bir zerreden dahi nefret etme. aksine onları sev, atomlar sevgiyle büyür.
ilişkilerde bir tarafın götü kalkar, egosu şişer, şişer, şişer en sonunda patlar. bu patlamanın ardından ayrılık gelir. ayrılığın hemen ertesinde patlayan ego yavaş yavaş söner ve yok olur. o zaman alkol alıp eski sevgili aranır. çok büyük bir eşşeklik yaptığı ve onu geri istediği söylenir. çünkü ego yeniden şişmek istemektedir ve bunun için en uygun kimse daha önceden test edilmiş olan eski sevgilidir. ego şişirme pompacısıysanız bu densiz daveti kabul eder pompaya devam edersiniz. başınıza ne geleceğini bilecek kadar akıllıysanız bu densiz daveti reddeder, egosuyla bir sorunu olmayan yeni bir sevgili ararsınız.
"eğer öteki dünya yoksa ben bir şey kaybetmem, ama varsa sen çok şey kaybedersin" diyor. ama öteki dünya yoksa da sen bu dünyayı kaybediyorsun. ahahahah
dün gece hayatımda ilk defa bir kadın bana oral seks yaptı. daha önceleri bir kaç kere ele vermişliğim vardı ama bir türlü şu oral seks denen şeyi yaptıramamıştım. parasını verdiğim orospu bile bana oral seks yapmıyordu çıldirazaktım. neyse konu bu değil, dün gece anladım ki kadınların dudakları pekala da cinsel organ lan!!
am-göt-meme diye sabitlediğimiz cinsel ögelere neden ağız eklenmiyor? ve neden kadınların ağızları açıkta?
am denen iğrenç ve kaba organı (öehh midem kalktı) bir yana koyun, güzel bir dudak ve ağızı diğer yana. hangisi daha güzel ve estetik? tabi ki dudaklar. ve de açıktalar!
kadınlar resmen çıplak geziyorlar!
araplar bu işe uyanmışlar ve kadınların dudaklarını kapatmışlar. dünyanın geri kalanı gerçekten büyük bir gaflet içinde. bu da arapların üstün ırk olduklarının ispatı. şaka lan şaka. almanlar üstün ırk.
tanrı nın basın sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, yaşları 20 ila 29 arasında değişen yaklaşık 4.5 milyon türk kızının, beyinlerinde evlilikle ilgili olan kısımlarda doğuştan gelen bir arıza nedeniyle geri çağrıldıkları ifade edildi.
buna göre; 1984-1994 model türk kızları bu küçük arıza için servise gidecekler ve herhangi bir ek ücret ödemeyecekler. bundan önceki en büyük geri çağırma, toyota nın, fren mekanızmasının elektronik kısmındaki bir arıza yüzünden 2 milyon aracı geri çağırması idi. bu açıdan bu olayın yeni bir rekor olduğu bildiriliyor.
geri çağrılmaya neden olan arızanın, türk kızlarında görülen 20 yaşına girince durup dururken evlenme isteği, şuursuzca koca arama, hayatlarının en güzel dönemlerinde çocuk doğurup kilo alma arzusu, facebookta bebek fotoğrafı paylaşma, erkeklere evlenme konusunda baskı yapma ve sürekli "ne zaman evleneceğiz" diye sorma belirtilerine neden olduğu kesinleşti.
bunun sebebinin östrojen ve oksitosin hormonlarının, düzensiz salınımı ve buna bağlı olarak beyinde oluşan komplikasyonlar olabileceği tahmin ediliyor...
son zamanlarda bütün reklamlarda kullanılan "hayat" kelimeciğinden kusacak hale gelmiş yazar, umutsuzca içinde o kelime geçmeyen reklam aramakta ve bulduğunda da, ihtiyacı olsun olmasın gidip o üründen üçer beşer tane almaktadır. bulunsun lazım olur.
tanım; içinde "hayat" geçmeyen reklam dır, az bulunur, değerlidir.
sanırım reklam ajanslarına bir iş verildiğinde yönetim ve beyin fırtınası yaratacak olan zehir gibi reklam yazarları, kreatif direktörler, metin yazarları falan yuvarlak masada toplanıyorlar, önce tahtaya "hayat " yazıyorlar, sonra da alt metinleri ve sloganı tamamlayıp 15-20 dakikada işi bitirip bilardo ya da bowling oynamaya gidiyorlar.
kim keşfettiyse, kim bunu reklam piyasasına pompaladıysa, kim ilke edindiyse onun be taa ana fikrini seveyim.
-türkcelle bağlan hayata
-hayat değişir aveaylaaa
-arçelik; hayata!
-lassa ; sağlam basacan bu hayatta
-hayatınızda axess var
-aygaz; hayatın değerini bilir!
-Belissima: Hayat hep istediğiniz yaşta
-Beckss: Hayat çağırıyor. Anahtarı sende
-Blend Fashıon Socks: Sıcacık ayaklar YUMUŞACIK hayatlar.
-raun Silk-epil: Hayata her zaman hazır olun.
-Coca Cola: Hayatın tadı
-Doritos: Hayat senin! Kuralları sen koy!
-E-Kolay.net: Hayatın bir tık önünde
-Ford Focus: Hayat sizin, kontrolü kimin
-Fuji Film: Hayat kadar gerçek
-Hayat su; Su Hayattır (ahahahahahahahahaha bu çok yaratıcıydı)
-Hisar: Hayat sizin Seçim sizin
-ideal Emeklilik: ideal Emeklilik te işinizden emekli olursunuz, hayattan değil
-Kodak: Anıları paylaş. Hayatı paylaş.
-Microsoft: Hayatınızı kolaylaştırır
-Pfizer: Daha iyi bir hayat için
-Piyale: Hayatın şaşırtan tatları
-Profilo Alışveriş Merkezi: Hayatın ve alışverişin keyfi
-Toyota RAV4: Hayatı hafife al
-Tv 8: Hayat burada
-Ülker Metro: Çünkü hayat dinamiktir
-Volvo V40: Hayat kurtarmak için tasarlandı
-Yapı Kredi Yatırım: Hayat bir yolculuksa, yeriniz önde olmalı
bunlar kısa bir araştırmayla bulduklarım. daha neler var neler.
buradan reklamcı olmak isteyen bütün yazarlara sesleniyorum, erken kalkın, duşunuzu akıp güzel bir kıyafet giyin, gidin en beğendiğiniz reklam ajansına, beni işe alın deyin. sizi neden işe alalım dediklerinde ise "hayat öyle istiyor" deyin. afallayacaklardır.
reklamcılar arasında bir paroladır bu. içinde hayat geçen cümleler kurun ve size deneme amaçlı bir kaç iş verdiklerinde mesela;
x çikolataları; hayatı kakao tatında yaşamak isteyenlere
x arabaları; hayatı tam gaz yaşayın
x parfümleri kokusunda hayat var
x ayakkabıları ; sağlam basacan yere hayatta
x çamaşır deterjanı; hayatı tertemiz yaşayın
gördüğünüz gibi çok kolay. herkes reklamcı olabilir. unutmayın size sadece " hayat " yeter. ya tamam hayat büyük bir ganimet, herkesin en ortak noktası, hayatla ilgili her şey herkesi ilgilendirir, reklamcılar bunu çok iyi bilir ama bu kadar da abartmayın yahu. azıcık yaratıcı olun.
son olarak uludagsözlük için bir sloganla yazımızı kapatıyoruz.
değerli yazarlarımızın ünlülere uygun gördükleri realist-sürrealist cezalardır.
-nihat doğan a batı felsefesi tarihini satır satır ezberleme cezası
-ali ağaoğlu na new york da evsizlerle aynı ortam ve şartlarda 2 yıl geçirme cezası
yağmur, kitap, çay, kedi, klasik müzik beşlememi bozan kedi davranışı. zira kendisini az önce evden kovdum.
kendisinden fazla bir şey istememiştim. sadece bana yalan konuşmasın yeterliydi. çünkü "şu hayatta tek dayanamadığım şey varsa o da bana yalan konuşulmasıdır" gibi saçmasapan bir huyum var. bu vesileyle ne insanları silmişim hayatımdan geriye dönüp tek bir bakış bile atmamışım. bu devirde zor biliyorum, insanlar usta yalancılar, ama bir kedinin yalan konuşması nedir allaaşkına ya!
öyle çok kuralcı bir insan da değilim, ondan tek istediğim kapağını açık unuttuğum klozetten su içmemesiydi. her gün suyunu kontrol edip dışarı çıkmama, evin en az dört bölgesinde alternatif su kapları olmasına rağmen, hanımefendinin bir bağımlı gibi sürekli klozetten su içmesi hem hijyenik açıdan, hem usturup, adap açısından, hem de manyaklık açısından sinirime dokunuyordu.
yine bir gün klozetten bir eroinman gibi su içerken yakaladığım kedimi, boynundan tutup dakikalarca bu yaptığının resmen sapıklık olduğunu anlatmaya çalıştım, başını klozete iyice yaklaştırıp hayır! haaa- yıııır! nein! nooooo! diye bağırdım. banyoya yöneldiğinde arkasından hayıııır! diye bağırıp geri dönmesini sağladım. pavlovun gerizekalı köpekleri şimdiye kadar çoktan üniversite sınavına girecek seviyeye gelmişlerdi, bizimki daha harfleri sökemiyorken.
bir gün evden çıkarken banyoya kamera yerleştirdim. klozetin kapağını da açık bıraktım.
akşam eve gelip duşumu alıp görüntüleri izlemeye koyuldum. 08: 30 da evden çıktığımda, tam 08:31 de yarı gövdesi klozetin içinde yakaladım kendisini. hemen çağırdım ve klozetten su içip içmediğini sordum
-klozetten su içtin mi
-yoo, ne klozeti
-bak doğruyu söyle
-ya normal kendi kabımdan içtim ne yalan konuşcam sana yalan borcum mu var dedi
hemen boynundan tutup görüntüleri gösterdim
-ya başka kedi olamaz mı sanki bir beyaz kedi ben mi varım dünyada, camları mamları hep açık bırakıyosun dedi.
-yuh artık ya! deyip kapının önüne bıraktım kendisini. aklı başına gelinceye kadar da içeri almayı düşünmüyorum. çünkü şu hayatta dayanamadığım bir tek şey varsa o da yalandır benim.
siz çok iyi bir sevgilisiniz demektir bu. yeminle, ne yapıyorsanız, bunu nasıl başarıyorsanız aynen devam hiç bozmayın. hiç kimse de gelip size ya kardeşim sen nasıl sevgilisin demez, diyemez. o gülerken seyredin, eserinizle gururlanın bir sanatçı gibin. mikelanjelo gibin. abidin dino gibin.
bir de mutlu gibi böyle gözleri parlıyor biraz, belli ki ona iyi gelmişsiniz, hem bir şey söylim mi? bence sizi seviyo o.
yazar burada neyi daha çok sevmeliyiz diye belirtmemiş. o yüzden en geniş çerçeveden almak zorundayız ki o da; her şeyi daha çok sevmeliyiz.
bize verilen sabahları, bulutları, bir arkadaşı güldürebilmeyi, güzel bir manzara izlemeyi, ayakta durabilmeyi, karanlıkta yol bulabilmeyi, öpüşmenin hala çok güzel olabilmesini, ağzımıza sıçıp giden sevgiliyi, hatta sürekli çelme takmaya çalışanları bile.
hadi bunları geçelim, yürüdüğümüz yolu, hala sahibi olduğumuz zamanı, peşimizde dolanıp duran melekleri, hayatın gülümsemese de ara sıra göz kırpmasını, naber nasılsın? diyen birini, iyiyim, saol, sen nasılsın?
iyiyim. oh ne güzel herkes iyi, bu durumu da sevelim lütfen.
insan neyle yaşardı? sevgiyle.. sevgi neydi? emekti.. evet zor iş sevmek, o zaman en büyük emek sevme işi. o yüzden sadece sevmek bize yeter. bütün vazifemizi yerine getirmiş oluruz.
ne bir kürk ister bu şen gönlüm
ne bir han ne de saray lala lay lalay
ye iç eğlen çok kısa ömrün
sev çünkü sevmek en kolaaaaaay!
tamamen agnostik bir yaklaşım. yaptıklarımızın sağlamasını yapacağımız, onaylatacağımız bir merci yok. dünyada 7 milyar insan ve bir o kadar da fikir var, ülkeler kimlikler ne kadar kategorize edebilir bizleri? parmak izi gibi orjinal kişiliğimiz ve yaşantımızda, doğru bildiklerimizin ve uyguladıklarımızın bize "evet bu gerçekten doğru" diye dönmesi ancak oscar törenlerinde bir noktaya kadar olabiliyor.
ilahi güçler ya da öte alem bir referans olarak alınırsa da, onu ancak öldükten sonra görebileceğimiz için, yaşarken hiç bir canlı ne yaptığını bilmez. o yüzden hatalarımızdan dolayı bizi hiç kimse suçlayamaz. çünkü karşı taraf da hatalarla doludur. o da ne yaptığını bilmiyordur. öğreniyordur, deniyordur, düşünüp uygulamaya koymaya çalışıyordur, "bu galiba doğru" diyerek karşısına geçiyordur ama o doğru dediği onun arkasından dolanıp enseye tokat yerleştiriyordur.
hiç birimiz ne yaptığımızı bilmiyoruz, kimimiz anne babasını, arkadaşını, sevgilisini, öğretmenini, başbakanını, tuttuğu takımın teknik direktörünü, sevdiği köşe yazarını, çok iyi konuşan birini, iyi bir yazarı, bakkalın anlattıklarını dinler, kimisi kendi kalbinin ya da aklının sesini ( ne çok ses var ) dinler, ama herkes bir şey dinler. sesleri analiz edip ortaya bir şey çıkarmaya çalışır, yapar da, olur hatta güzel de olur herkes beğenir falan ama pat! biri beğenmez. olmamış bu der.
ya, ben bu kadar yapabiliyorum, olayım bu denecektir ya da sorun değil efendim, sizin için yenisini yaparım denecektir. o da bizi dinleyecek ve olayı anlamaya çalışacaktır çünkü o da ne yaptığını bilmeyenlerdendir.
o yüzden, insanlarla konuşmalı ve daha çok sevişmeliyiz.
geçen gün arkadaşlarla idris-i bitlisi tepesinde oturuyoruz, (bilmeyenler için; eski pier loti), içimizde yabancı öğrenciler de var, konu döndü dolaştı cern deneyine geldi. ben dedim ki, siz batılılar bizim yıllar önce bulduğumuz şeylerin üstüne yatmayı, kendiniz bulmuş gibi yapmayı çok iyi biliyorsunuz, halbuki biz bulduk lan dedim. neymiş onlar dediler;
yoğurt dedim, daha ötesi var mı. yoğurtu da biz bulduk deyin de göreyim dedim. sustular.
sonra dedim, sıfırı, 1 i 2 yi hep biz bulduk, siz bir tek 8 i bulabildiniz dedim. taharet musluğu, hipotenüs, yarıçap, kuzey yıldızı diye devam ettim.
biz de higgs pozonunu bulduk deyince bunlar yanımdan eksik etmediğim kuran'ı açıp nah! siz buldunuz, burda hepsi yazıyor al bak diye önüne attım öpüp. aldı baktı aradı taradı bir tek higgs lafına rastlayamadı.
emin olmak için ben ve 4 arkadaşımla birlikte ( ki hepsi yazar çizer tayfasından entellektüeller) iyice baktık, bulamadık.
ve hepimiz o günden sonra ateist olduk.
mayalar bile o kadar çok şey bilirken arapların bu konuda sınıfta kalması bizi 2012 sonuna kadar maya dinine katılmaya mecbur etti. 2012 den sonra kendimize yeni bir din aricaz.
sıcaktı. ağustos böcekleri hariç herkes sıcaklardan şikayet ediyordu. zaten ağustosa da daha çok vardı. her mevsim olduğu gibi yine keyfini çıkaran çocuklardı. kah süs havuzlarına girip serinliyorlar, kah buzlu dondurma yiyorlar kah da kahkaha atıyorlardı.
klima bozulalı tam 3 yıl oldu. biraz serinlemek için kafamı buzdolabına soktum ki bir de ne göreyim, dolap tam takır kuru bakır! oh shit! anbılivibıl.
hemen kaldığım sitenin bahçesinde, tem kenarında, okulların bahçelerindeki yeşillik alanlarda yiyecek bir şeyler aramaya başladım. ebegümeci, pıtrak, mantar, kuzu kulağı, yemlik, karavuk, ağ cırtlık, soğulcan otu, yağlık, maral, deve tabanı, çiğdem, burçalık, alıç, düğmelik, , deve yağlığı, boğa dikeni, kenger diken, sancı otu, tavşan ekmeği, koç göbeği, öküz götü, kuş burnu, dağ armudu, erik, meşe pilidi, kızılcık, yonuz eriği, badem, dağdağan, kuş ekmeği, eşek turpu, kuzu kulağı artık ne bulduysam toplayıp eve dönerken, o sıcakta benimle birlikte tem kenarında şapkaları ve enselerini kapatsın diye boyunlarına geçirdikleri atletleriyle çalışan sıcaktan beyinleri erimiş belediye yol, bahçe park işçileriyle karşılaştım ve onlara kopardıkları otları alıp alamayacağımı sordum.
olmaz dediler. bunları biz yiyeceğiz. oldu iyi günler deyip hadise çıkmadan ortamdan uzaklaştım.
istanbul boşalmıştı. herkes tatildeydi. yollar boşalmış, mekanlar boşalmış, herkes boşalmıştı. akşam eğlenmek, bira içip serinlemek biraz da sarhoş karı yakalayıp eve atıp sikmek için taksime çıktım, it arkadaşlarımla buluştum, yanlarında hatun da getirmişlerdi moralim bozuldu bir tek ben saptım hemen gecenin ilerleyen vakitlerinde iki kız arkadaşım bize katılacak ona göre masa seçelim deyip üzerimde oluşabilecek skimsonik baskıyı kaldırdım. bu sıcakta en güzeli terası olan bir yer, dedim. evet dediler teraslı olsun. hem terasda sigara da içilebilir. teras serin oluyor, evet teras iyi olur dedi kızlardan biri. bildiğiniz teras var mı? teras ama hangi teras, o kadar çok teras dedik ki artık midem bulandı. ebegümeciyle yonuz eriğini fazla mı yedim acaba, onun yerine daha çok düğmelik ve dağdağan yeseydim keşke.
evet sonunda balkon diye bir terasa giriyoruz nevizadede. ben girer girmez bardan bir bira istiyorum, masanıza geçin arkadaş gelip siparişi alacak diyorlar, lavuğa bak sen, dünyayı kurtardı pezemenk. her dediğinize yes sir diyen insanların olduğu ülke hangisiydi acaba, oraya gidecem bunlardan kurtulmak için, lan sevimsizliğini sktimin ibnesi versene lan birayı
teras güzelmiş gerçekten, haliçten ayrı esiyor, boğazdan ayrı esiyor, kollarımdaki tüyleri serinletiyor efil efil. arada yüzümü okşuyor, kulak arkama değdiriyor rüzgar, boynumu yalıyor. evet ben tekila istiyorum, yanında bira, biranın yanında da tekila olsun lütfen.
bütün ödevlerin en zorudur. yapmamız gereken şeylerdir bunlar, kimse elimize üzerinde sorular olan bir kağıt tutuşturmaz, ama biliriz yapmamız gerekenleri. hissederiz, düşünürüz ve karar veririz. gündelik hayatın koşuşturması içinde unuturuz çoğu kez, aranacak dostları, uzaktaki aileyi, gidilecek yolu, hayatın omuzlarımıza bindirdiği görünmez dağları.
unutmak en büyük düşmanıdır varoluşun, unutulan ölmüştür çünkü. çünkü unutulunca ölünür. bir ödevimiz olduğunu hatırlamalı, bunu kendimize hatırlatmalıyız. balıkların hafızasıyla alay eden insan, kendi hafızasını bile unutur. ödevler son geceye ertelenir, sonra uyunur ve sınavlar kaçırılır. sürekli sınıfta kalan ama inatla derslere giren çocuk gibi oluruz. biz bir şey yapacaktık ama ne!
pardon, bakar mısınız? ben ne yapacaktım? size bahsetmiş olabilir miyim bundan? memento daki gibi kağıtlara yazıyorum hep ama onları nereye koyduğumu unutuyorum. siz gördünüz mü?
sevmek mi en büyük ödevimiz? zamanı durdurmak mı? kız kulesinin karşısındaki merdivenlere oturup güneşin batışını izlemek mi? hayallerimizin bize gülümsediği yere yürümek mi?
bir ödevimiz olmalı, böyle nemli bir kayanın üzerinde oturup elimiz çenemizde düşünmek mi? habu hayat ne kadar zordur haçen, ödevi bile bize aratıyor da!
sözlük yazarlığı değil elbette. bildiğin yazarlık.
lise 3. sınıftaydım, kompozisyon yarışması vardı, giriş gelişme ve sonucu harika olan bir şaheser ortaya çıkardım. nobel edebiyat ödülü jürisi okusaydı alkole başlarlardı, o derece. birinci oldum ve kasaba meydanında düzenlenen bir törenle bana saatli tükenmez kalem hediye ettiler. ergenliğimin en mutlu günüydü.
sonra öss öys derken hayatıma girip çıkan tek külliyat çözümlü test kitaplarıydı. ve ben sadece formül ve karalama dışında yazı yazmadım. ünv. 3. sınıfta bir dergi elime geçti, şiirler denemeler falan, okudum ve orda yazmaya başladım, fanzindi, fotokopiyle çoğaltılanlardan, bir kaç yazım dikkat çekmişti değişik ortamlara girip çıkmamı sağladı, kadınlar, şöhret, alkol ve başarı başımı döndürmüştü, bu keyfi sürdürebilmek için yazmaya devam etmeye ve iyi bir yazar olmaya karar verdim, sonra okul bitirme işe girme süreci derken bir türlü yazamadım, sözlüklere üye oldum onlardan da sıkıldım, blog açayım dedim 4. gün hesabımı kapattım.
yazar olmayı istiyordum ama bunun için çaba göstermiyordum, ve bu durum canımı sıkıyordu, fotoğraf çekmeyi denedim nikon aldım keyif verdi ama yetmedi, dans kursuna başladım, iki hafta sonra mekanlarda daha güzel dans edildiğini farkedip bıraktım, spor salonuna yazıldım 3 kere gittim, bir havuza 3 aylık ödeme yapıp 1 ay gittim, sonra anladım ki bir şeyi istemekle o şey için çaba harcamak apacayip şeyler.
ha, şimdiki mottom; yazarlığın yaşı yok, 60 yaşında da yazar olabilirsiniz, ne güzel.
oysa ki bu büyüklük zenginlik demek değildir. o listede günden 5 dolara çalışanların ülkesi çin 2. sırada, açlıktan maymun kesip yiyen hindistan 9. sıradadır.
-ekonomik kriz yok!
oysa ki memuruna %3 zamdan fazlasını yapamayan, istihdam yaratamayan, çoğunluğun açlık ya da yoksulluk sınırında yaşadığı ülkede zaten kocaman bir kriz olduğu için, böyle dışardan gelen dandik krizler pek hissedilmemektedir.
-türkiye nin itibarını arttırdık!
evet doğru itibar arttı ama sadece yemende bir kaç mahallede, filistinde bir iki markette, tunusda bir caddedeki türk bayrağı seviyesinde. avrupa ülkeleri, rusya, israil, iran, suriye bize mahallenin tinercisi gözüyle bakıyorlar. amerika zaten kukla gibi oynatıyor yıllardır, söylemeye gerek yok.
-hiç olmadığı kadar basın özgürlüğü var!
evet, muhalif gazetecileri içeri atmakta, medya patronlarına baskı yapmakta çok özgürüz. basın özgürlüğünden kasıt, iktidarı övmek ve yandaş gazetecilik yapmakta bütün sınırlar kaldırılmıştır!
-ileri demokrasi!
sesini yükselten bütün marjinal ötekilere derhal ve biber gazlı coplu müdahalede ileri seviyelere gelmek.
kızım sen zaten çirkinsin, güvensen nolcak? diyelim güvendin, kim seninle ilgilenecek etrafta onca güzel kız varken. çirkin şey, allaan çirkini!
böyle bi kız var, çirkin mi çirkin, lanet mi lanet, kilolu basenli, hiç bir albenisi yok, gideri bile yok düşün. nefes alıyo diye alkollüyken yazıldım, bar çıkışı "sana gelicem" diye emrivaki yaptım, bana gelmesin ki sabah yüzünü görmim, onun evinden erkenden kaçabilirim diye..
bana istiklal caddesinin ortasında cumartesi sabahı 04.35 de kafam bir milyonken "erkeklere güvenmiyorum" dedi..
benim gibi adamı bulmuşsun sana iyilik yapıp sex yapacak, belki kazancakis in zorba sındaki gibi iyilik yapası tutmuş, sen güvenden bahsediyorsun. kızım kader sana acımamış, doğa sana acımamış, tanrı senden utanıyor daha neyin peşindesin? sex makinası yapsana kendini, göğüslerin fena değil açsana çatalı, giysene miniyi, alsana hayattan intikamını, gidip evde tek başına uyuyup uyuyup mutsuz oluyorsun..
beni de mutsuz ediyosun, şanssızlık ve enerji düşüklüğü yaşadığım, tekilayı fazla kaçırdığım bir gecenin sonunda sana kalmışım, her türlü yoksunluğundan sana bir gider çıkarmışım, daha ne istiyorsun!
"erkeklere güvenmiyorum"
senin öyle bir lüksün yok güzelim, dedim buna. sen o aşamalara gelememişsin daha. o güzel kızların alanına giren bir kavram, sen daha erkekler tarafından tercih edilebilir kısımda bile değilsin, altlardasın, git bir aynaya bak önce, hangi erkek napsın seni? dedim.
"niye, sen erkek değil misin, evime gelmeyi istiyosun ama işte" dedi. "demek ki tercih ediliyorum ben de zaman zaman"
olum sözlük, siz mi götünü kaldırıyosunuz lan bu çirkin kızların, nerden buluyolar bunlar böyle diklenme cesaretini? rica ediyorum alkol alıp alıp yavşamayın şunlara, tehlikeli işler yapıyosunuz bak, doğanın dengesi bozuluyo, bi ozon tabakası, bi de çirkin kız özgüveni.. tehlikeli işaretler bunlar.
neyse baktım olmuyo, "tek gecelik ilişkilerin bana ne kadar uzak olduğundan, ertesi gün kahvaltı yapmaktan, tekrar görüşmekten bahsettim de direnci kırıldı, verdi.
sabah erkenden kaçtım tabi, bi de kahvaltı mı yapcaktık??