her sabah zor kalkıyorum artık yataktan, iki cümleden uzun konuşamıyorum kimseye, tükendim ramak kaldı bitmeme, anlayamamışım yıkılmaz kale gibi durmaya çalışmanın asıl beni yıkan olduğunu, anlayamamışım kimseye bir şey ispatlamak zorunda olmayışımı. jeton yeni düştü ama çok geç. nerede trak orada bırak diyor içimdeki ses, "sen sus lan" diyorum, yazıya sağınıyorum bir, bir de sabıra sığınıyorum.
korkuyorum çünkü az kaldı mücadeleye pes etmeye, yeter demeye, kapılıp o aşağıladıklarım gibi sürüklenip, sürüyle gitmeye. dışı seni içi beni yakıyor derdim eskiden, yandım bittim, geriye kalan, biraz kül ve duman. çaktırmamaya çalışıyorum, altına kaçırıp utancından, acizliğinden derdini söyleyemeyen çocuk gibi, boka batmış durumdayım. içime içime acıyorum kendime, içime içime ağlıyorum.
oldu bitti huyum olan durum. sanırım bir anormalliği yoktur, ya da ben anormalimdir de bana öyle geliyor da olabilir. e dile kolay 12 sene olmuş, halen gece geziyorum...
bu arada en güzel tarafı da sabaha karşı alacakaranlığı, gökte gündüz başlamışken yer yüzünde halen geceyi yaşamaktır.
taraflıdır ve tarafını çok belli eder, halktan değildir, uzaktır, ağzı bozuktur, gerçi türkçesi de bozuktur, mesleki olarak beğenir miyim, çok beğenmem, beğenene saygı duyarım, ama izlerim, haberini izleten bir yapısı var. ama konumuz bu değil...
amma velakin saat seçimlerine hastayımdır, evet bazen sıradışı renkler de olsa geneli ağzımın suyunu akıtıyor. Olayın maddi boyutuyla zerre alakam yok, ben işin koleksiyonerlik tarafındayım.