uluslararası sulardaki bir sivil gemiye müdahalenin israilin tarihî, dinî, kültürel, siyasî ve ideolojik hafızasından derlenmiş ön kabullere dayanan bir mantığı vardır. bu ön kabuller israil kafasının düşünce kalıplarını oluşturur.
israil'in davranışları, insani olmasalar da insan davranışlarıdır. insan vicdanıyla kabullenilemeseler de insan aklıyla algılanabilirler. yanlışların da doğrular gibi bir iç mantığı vardır. israil'in uluslararası sulardaki bir sivil gemiye müdahalesinin de israil'in tarihî, dinî, kültürel, siyasî ve ideolojik hafızasından derlenmiş ön kabullere dayanan bir mantığı vardır. israil sosyal genetiğinin kodları diyebileceğimiz bu ön kabuller çalışılmadan israil'in neyi niçin yaptığı, bir sonraki adımda ne yapacağı, ne yapılırsa neye ikna edileceği anlaşılamaz. bu ön kabuller israil kafasının düşünce kalıplarını oluşturur. israil dünya görüşü bunların üzerine inşa edilmiştir.
bu düşünce kalıpları içinde değişmez ana unsur holokostizm'dir. holokostizm, beni israil'in tarih boyunca yaşamış olduğu sürgünler, pogromlar ve soykırımlardan beslenen, eski ahit'te ahir zamanda yaşanacağı kehanetinde bulunulan son büyük soykırımın korku dolu beklentisiyle canlı tutulan bir korku psikozudur. israil her dem bir varoluş mücadelesi içinde yaşadığına ve eninde sonunda varlığını derinden sarsacak bir mücadeleye girişeceğine inanır. holokostizm, bütün dünyayı olağan şüpheli; her küçük israil karşıtı girişimi büyük bir soykırımın muhtemel ilk kıvılcımı; israil'i, israil devletini, halkını, ordusunu ya hâlihazırda mağdur ya da müstakbel mağdur görme eğilimlerini sonuç verir. yahudiler holokostist doğmazlar. bu hastalıklı bakış, zamanın ve zeminin öğrettiği, sonradan edinilen, ama asli fıtratı dahi bastıran bir fıtrat-ı sanidir. holokostizm, dünyayı yahudim ve goyim (yahudiler ve gâvurlar) diye ikiye ayırır. bir goyun yahudilere kötü davranması açıklamaya muhtaç değildir; holokostiste göre bu en tabii şeydir. asıl açıklanması gereken yahudilere kötü davranmayan bir goyun davranışlarıdır.
holokostizm ontolojik bir hastalık değildir. irka has değil, ırkın yaşadığı tecrübeye hastır. ezilmiş, dışlanmış, soyu kırılmış her millet zaman zaman holokostist tepkiler gösterir. israil'in tek farkı tecrübenin yoğunluğuna bağlı psikozun derinliği ve kendi kendini besleme potansiyelidir.
bizim milletimizin de düşük doz ve seyrek aralıklarla gösterdiği bir başka israil düşünce kalıbı kulam negdeynu'dur. kulam negdeynu, herkes bize karşı demektir. bu karşıtlık sadece ötekini tanımlamaz, aynı zamanda berikini de, israillinin de temel kimlik belki kişilik demek daha doğru olur parametrelerini belirler. yani herkes israil'e karşıdır, demekten ziyade, yahudi, herkesin karşı olduğu adamdır anlamını işmam eder. holokostizm'den ayrıldığı nokta da burasıdır. ötekinin kötülüğünün değil, israilli'nin sıra dışılığının altını çizer. kulam negdeynu toplumsal bir mistik paranoya hâlidir. herkes tarafından nefret edilmek, herkesten farklı, herkesten üstün, herkesçe kıskanılan demektir zira. gerçek nefret ve kıskançlık duygularıyla karşılaşmak da bu bulgular kendi kurgularının doğruluğunu tescillediği için mutlu eder israil kafasını.
israil kafa yapısı, tehdit avcısıdır. insanlığın başka hiçbir milleti bu kadar tecessüsle tehdit arayışı içine girmemiştir. âdeta dış tehditten beslenen bin gözlü, bin kulaklı bu mahlûk, her bir gözü her bir basın organının üzerinde, her bir kulağı her bir siyasinin ağzında sürekli tehdit aramakta; her tehdit sinyalini bulduğunda da kızgınlıktan daha ziyade haz almaktadır. tehditlerin ortak adı antisemitizmdir. ancak kamu âlem bilir ki israil, hükûmetlerinin politikalarını eleştirmeyi devletlerini eleştirmek, devletlerini eleştirmeyi milletlerini eleştirmek ve milletlerini eleştirmeyi de ırklarını eleştirmekle bir tutar. israil için eserle müessir aynıdır. söz sahibinindir değil, söz sahibidir der. bu açıdan israil'in mevcut hükûmetinin mevcut politikalarından bir cüz'ünü eleştirmekle, israil ırkının varlık hakkını tanımamak arasında fark yoktur. israil kafa yapısı müşevveş bir mantıkla mevcut politikalarda varlık hakkını korumak arasında değillenemez bir özdeşlik kurar zira.
israil dünya görüşü israil'i âm kşe orho olarak tanır: sert enseli millet tevrat'ın çıkış kitabı 32 ve 33. bablarında cenab-ı allah, israiloğulları hakkında hz. musa ile konuşurken bu halk ensesi sert kavimdir' ifadesini kullanır. zaman içerisinde bütün kutsal metinlerin kazandığı ilave manalar gibi bu sert ense' ifadesi de toplumun hamuruna bürünmüş, dediğim dedik', hırçın', baskıya boyun eğmeyen', birbirine kenetlenmiş' gibi manalara gelmeye başlamıştır. modern israil sert enseli bir millettir. israil üzerine gelindikçe güçleneceğine ve birbirine kenetleneceğine inanır; köşeye sıkışmaktan haz duyar; hırçınlaşır ve saldırganlaşır. ensesinin sertliğini bütün evrensel normların üzerinde bir değere dönüştürür ve ne yapalım beni böyle kabulleneceksiniz refleksleri gösterir. ensesi sert olduğu için özür dilemeyi bilmez israil...
israil dünya görüşünün belirgin bir vasfı da bladeynu lô yuhlu'dur: bizsiz yapamazlar. varsın herkes bizden nefret etsin; onları o kadar kendimize muhtaç ve bağımlı hâle getireceğiz ki bizi seviyor gibi davranacaklar. tavırlarının arkasında derin bir nefret gizlediklerini biz her zaman bileceğiz. yahudi'nin yahudi'den başka dostu olamayacağını, hatta tanrı'ya bile güvenilemeyeceğini bileceğiz. ama o kadar güçlü olacağız, hayatlarına öylesine hükmedeceğiz ki bizsiz yapamayacaklar. bladeynu lô yuhlu aslında kulam nedgeynu yüzünden yahudileri kendi kendilerinden nefret etmemelerini sağlamanın tek yolu olarak görülür: herkes bize karşı ama bizsiz de yapamıyorlar işte. bu bir yahudi'nin, bir israillinin kendi farklılığıyla gurur duyabilmesinin tek yoludur onlara göre. derinlerde dolaşan bir kendinden nefret, derin bir kendine tapındırma refleksiyle bastırılmış olur böylece. israil'in tarih boyunca hep vazgeçilemez metaların üretimiyle ilgilenmiş olmalarının; lobicilik faaliyetlerinde zirveleri ellerinde tutma kararlılıklarının; yüksek teknolojiyi bir hayat tarzı olarak benimsemelerinin arka planında hep bu vazgeçilemezlik arayışı yatar. israil için vazgeçilemezlik, en mühim bir caydırıcılık unsurudur.
israil kafa yapısı ile alakalı bu gözlemler ne bütün yahudiler için doğrudur, ne de bütün israillileri bağlar. bu gözlemler israil'in genel iradesi gibi işlerler. genel iradeler bazen bir tek şahısta gözlemlenseler bile o şahıs toplumun umumu adına konuşabilir. hele o şahsın iradesi bütün bir toplumun iradesini neshedebiliyorsa şaronism tam bir israil kafa haritasıydı örneğin. belki sokakta şaron gibi düşünen bir tek israilli daha yoktu; ama şaron umum israil'in kafası, ağzı ve kulağıydı. toplum onunla nefes alıyor; âlemi onun gözlerinden seyrediyor, onun aklıyla aklediyordu.
bugünün israil'i için en korkulacak şey şaron'un boşluğunu avigdor lieberman'ın doldurmakta olduğu gerçeğidir. bu da bize tümevarımcı bir yaklaşımla israil'i çalışma özgürlüğünü tanır.
peki dünyayı böylesine ben merkezinden gözetleyen, böylesine bir korku psikozu ve varlığına yönelik tehdit avcılığı yapan bir mistik paranoyayla âlemi algılayan bir kafa ikna edilebilir mi? belli bir pozisyona zorlanabilir mi? dünyanın sadece güçten anlayacağını sanan bu sert enseli millet güçten başka bir şeyle yola getirilebilir mi?
evet! israil hata yaptığında sarsılan bir millettir. hatadan dolayı başkalarına karşı mahcup olduğundan değil, bu hatayı kendi öz kimlik tanımına sığıştıramadığından dolayı. dolayısıyla israil'i işgalden, kuşatmadan, uluslararası sularda hukuksuz müdahalelerde bulunmaktan ötürü kınarken evrensel hukuk kurallarını hatırlatmak yetmez; yahudiliğin kendi dinamiklerini de harekete geçirmek gerekir.
evet! israil kendini dünya yahudilerinin vatanı ve tek ülkesi olarak kabul ettiğinden israil dışında yaşayan yahudilerin eleştirilerine karşı hassastır. israil'in suçlarından ötürü israilli olmayan yahudileri de suçlu konumuna itmektense, onlar üzerinden israil'in kafa ve kalbine hitap etmek, onlar üzerinden israil'i belli siyasi kararlara zorlamak mümkündür. hususen amerikan yahudiliğinin iradesi, israil'in iradesi üzerinde demokles'in kılıcı gibidir. israil gazze yakınlarında bir pozisyona zorlanamaz; new york'ta ve washington'da ikna edilebilir.
israil kafasının nasıl çalıştığı, bu kafa yapısını şekillendiren tarihî, sosyal, dinî kodlar deşifre edilmediği müddetçe onunla uğraşanları şaşırtmaya devam edecektir. mavi marmara'nın bize öğrettiği en büyük ders israil dersimizi iyi çalışmamış olduğumuzdur.
bir kişinin türküm diyebilmesi için yerine getirmesi gereken şartlardır. lakin yoruma açık şartlardır. bu şartlar her yöne çekilebileceği gibi, şahsa göre de değişken özellik göstermektedir.
(bkz: bir inanç şekli olarak türklük)
(bkz: türk olmak)
David Schenker'in Wall Street Journal da ki 5 Kasım tarihli yazısı:
Ahmet Davutoğlu'nun dış işleri bakanı olduktan sonra, Türkiyenin çevresinde ağabeylik rolünü üstlenip yönünü batıdan doğuya çevirmesinden duyulan rahatsızlığı anlatan bir yazı. iran ve Suriye ile ilişkilerimizin iyiye doğru gitmesinden iyice rahatsız olmuş david arkadaşımız.
The European Union has long debated the merits of Turkish EU membership. But now, nearly a decade after Islamists took the reins of power in Ankara, the central question is no longer whether Turkey should be integrated into Europe's economic and political structure, but rather whether Turkey should remain a part of the Western defense structure.
Recent developments suggest that while Turkey's military leadership remains committed to the state's secular, Western orientation and the defining principles of the North Atlantic Treaty Organization, the civilian Islamist government led by the Justice and Development Party (AKP) seems to have different ideas. Ankara is increasingly pursuing illiberal policies at home, for instance by attacking independent media, while aligning itself with militant, anti-western Middle East regimes abroad.
The latest demonstration of Ankara's political shift was its cancellation last month of Israel's long-standing participation in NATO military exercises in Turkey. Even worse, on the same day Israel was disinvited, Turkey announced imminent military exercises with Syria, a member of the U.S. list of "State Sponsors of Terrorism." These developments came just weeks after Ankara and Damascus established a "senior strategic cooperation council." These developments could signal the beginning of the end of Turkey's close military and economic cooperation with the Jewish state.
Ankara is simultaneously moving closer to the mullocracy in Tehran, even though the Islamic Republic is undermining stability in Afghanistan and Iraq by providing insurgents in both countries with explosives that are killing NATO and U.S. soldiers. The Iranian regime is also threatening to annihilate Israel, the very state Turkey is now distancing itself from. And yet Turkey and Iran have signed several security cooperation agreements over the past few years, and just two months ago, Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan hinted he would oppose sanctions against Iran, saying he "firmly believe[d] that the international community's concern over Iran's nuclear program should be eased." This past June, Turkish President Abdullah Gul was among the first to call Iranian President Mahmoud Ahmadinejad to congratulate him on his fraudulent re-election.
Meanwhile at home, individual liberty and rule of law have gone by the wayside. The Islamist government—in an effort to silence critics—attempts to bankrupt the independent and secularist Turkish media through extra-legal tax fines. The AKP government has also targeted political opponents by arresting them on dubious charges of attempting to overthrow the government.
Ankara's dramatic policy transformation seems inconsistent with the fundamental values that underpin the alliance. NATO partners are bound by the principles articulated in the 1949 charter, which affirm member states' "desire to live in peace with all peoples and all governments...[a] determin[ation] to safeguard the freedom, common heritage and civilization of their peoples, founded on the principles of democracy, individual liberty and the rule of law." Member states are also committed to "seek to promote stability and well-being in the North Atlantic area."
As Ankara's politics shift, Turkey's willingness to take on politically difficult NATO missions could also diminish, bringing into question the commitment to "collective defense." While Turkey has deployed troops to the NATO mission in Afghanistan, it's unclear that Ankara would support NATO efforts to stem Russian pressure westward in Latvia or Lithuania. Judging from Turkey's equivocal position on Russia's 2008 invasion of Georgia, it seems unlikely that Turkey today would even consent to training missions in the Baltic States. Justifying his tilt toward Moscow, Mr. Erdogan said "we have an important trade volume [with Russia]. We would act in line with what Turkey's national interests require."
While Ankara's politics have changed, the military's pro-Western disposition reportedly has not. But over the past decade, the dynamics between the politicians and the general staff have been transformed. For better or worse, Western pressures have compelled the Turkish military to remain in the barracks, and refrain from interfering in political developments. Today, the Turkish military can do little but watch as the secular, democratic, pro-Western republic established by Mustafa Kemal Ataturk in the early 1900s is undermined.
While it's still too early to write Turkey out of NATO, in the not so distant future, the alliance will reach a decision point. In 2014, NATO's next generation fighter plane, the Joint Strike Fighter, will be delivered. Given the direction of Turkish politics, serious questions must be asked about whether the Islamist government in Ankara can be trusted with the highly advanced technology.
It's time that NATO start thinking about a worst case scenario in Turkey. For even if the increasingly Islamist state remains a NATO partner, at best, it seems Turkey will be an unreliable partner. Since the 1930s, the country has been a model of modernization and moderation in the Middle East. But absent a remarkable turnaround, it would appear that the West is losing Turkey. Should this occur, it would constitute the most dramatic development in the region since the 1979 Islamic Revolution in Iran.
Mr. Schenker is director of the Program in Arab Politics at the Washington Institute for Near East Policy.
islami kaynaklara göre, Hz. Peygamber Herakliyus ile birlikte Bizans ın Konstantıniyye deki baş papazı Autocrator a (Arapça Dugâtur veya Bugâtur olarak okunur) bir mektup gönderdi. Dugâtur un istanbul da büyük bir kilisesi vardı.
Kiliseye imparator ve Bizans ın üst düzey yetkilileri gelir, Dugâtur dan dua alırlardı. Sahabe-i Kiram dan Dıhyetü l Kelbi Bizans imparatoru na mektup getirdikten sonra baş papaza uğrar ve Hz. Muhammed'in ona verdiği mektubu teslim eder. Dugâtur, Dıhyetü l Kelbi nin getirdiği mesajı okuduktan sonra ona Bana Kur an dan bir sûre yazın dedi.
Kelbi ona bir sûreyi yazdı. Dugâtur da Bu, bildiğimiz Allah ın kitabı dedi ve Müslüman oldu ama bunu süre gizledi. Daha sonra Müslüman oluşunu duyuran Dugâtur a büyük tepki gösterilir. Hıristiyanlığa dönmese için baskılar yapılır ancak o bunu kabul etmez. Bizanslılar, istanbulluları etkilemeye başlayan Başpapaz Dugâtur u cezalandırmak için öldürür ve yakarlar. Ailesinden bazıları ve onun sayesinde Müslümanlar olanlardan bir kısmı uzun yıllar Müslümanlıklarını gizlerler. Birçok islam kaynağında Dıhyetü l Kelbi nin başpapaz Dugâtur a teslim ettiği mektup ta şunların yazılı olduğunu kaydeder.
işte o mektup:
Rahman ve Rahim olan Allah ın adıyla! Ey duğatur (autocrator?..) Piskopos! Allah ın selamı iman eden üzerine olsun! Bu (sözün) devamı olarak bil ki Meryem in oğlu isa saf ve temiz Meryem e nasib edip verdiği (indirdiği) Allah ın Ruhu ve kelimesidir. Bana gelince ben, Allah a iman eder, ibrahim, ismail, ishak, Yakup ve Esbat a vahyolunana ve bize indirilene inanırım. Aralarında hiç bir fark gözetmeksizin Musa, isa ve diğer peygamberlere ulaşan vahye iman ederim. Biz o Allah a teslim olmuşuz. Selâm hidayete tâbi olanlara.
Konuyla ilgili rivayetlerin geçtiği kaynakların bir kısmı: Ebu Nu'aym, Muntekâ, v. 31/b-32/a; Said bin Mansûr, Sünen, ikinci kısım, no: 2479, Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, 5/306, 308'de Taberanî'den, Bezzâr ise Keşfu'l-Estâfdan (2/44, yazma) nakleder. ibn Hacer, isâbe, üçüncü kısımda, dâd harfinde.
Ayrıca konunun geçtiği bazı yabancı kaynaklar Caetani, 6/50 (ikinci altyazıda); A. Sprenger, c. 3, s. 266 (birinci altyazı); Viriginia Vaga Rivista degli Studi OrientalL 10(1923), s. 87-109.
Kredi kartları için yıllık üyelik ücretine nasıl itiraz edeceğini araştırırken bankalar başka taktikler peşinde! Garanti Bankasının sigorta oyununa gelmemek için dikkatli olun! Bir yandan bankaların kredi kartı sahiplerinden aldığı yıllık üyelik bedeli, bir yandan da vadesiz hesaplara tahakkuk ettirilen hesap işletim ücretlerinin yasal durumu tartışılırken yeni bir banka uyanıklığı daha ortaya çıktı.
Tüketici derneklerine ve mahkemelere başvuran banka müşterilerinin bu ücretleri geri almaya başlamasıyla arayışa giren bankalar, kredi kartı kullanan müşterilerini otomatik sigorta programına dâhil etmeye başladı. Kredi kartı borcunun ödenememesi riskini yüklenmek için yapıldığı anlatılan sigorta poliçesi için herhangi bir imza ya da telefonlu onay alınmadan taksitler halinde tahsilât yapılması yeni bir hukuk tartışmasını başlatacak.
Bazı bankaların aylık 1-2 YTL kesinti ile müşterilerine kayıp-çalıntı sigortası veya asistans hizmeti sağlamasından esinlenen Garanti Bankası, son aylarda Bonus Card ekstrelerine yansıttığı GEHAŞ işlemi ile 7 ay boyunca 15 YTL tahsil ediyor. Ekstrelerini dikkatli incelemeyen müşteriler ise bu ücreti farkında olmadan ödeyip genelde hiç kullanmayacağı bir hizmeti satın almış oluyor.
Garanti Emeklilik Hizmetleri Anonim Şirketi’nin kısaltılmış ismiyle ekstrelere işlenen GEHAŞ, birçok kart kullanıcısına ilk etapta market ya da restoran ismini hatırlatıyor. Kredi kartı hareketlerini sadece internet üzerinden takip edenlerin kolayca düşebildiği bu tuzak, ekstrenin basılı hali görüldüğünde fark edilebiliyor. Basılı olarak gönderilen ekstrede, harcamalar sektörlere göre ayrıldığı için GEHAŞ taksitleri sigorta başlığı altında veriliyor. Yan tarafa yerleştirilen Garanti Emeklilik logosu da ekstresini inceleyen müşteriyi bankanın yan kuruluşu olan sigorta şirketinin reklâmının yapıldığı hissine kaptırabiliyor.
Ekstrede bu şekilde bir kesinti olduğunu fark eden kart kullanıcıları için işkence niteliğindeki telefon trafiği başlıyor bu noktada.
Garanti Bankasının 444 0 333 nolu müşteri hattında soruları cevaplayan yetkililer, bu ödemenin Garanti Emeklilik şirketi tarafından tahsil edildiğini, itiraz için 444 0 336 numaralı telefonun aranması gerektiğini söylüyor. Şifre yüklenmiş karttan, imza dahi olmadan nasıl tahsilât yapılabildiği sorusuna cevap alınamamışken Garanti Emeklilik şirketi de bu işlemin kart hesabının bağlı olduğu Garanti Bankası şubesince yapıldığını söyleyip şubenizi arayın demekle yetiniyor. Garanti Bankası şubelerindeki müşteri temsilcileri ise olan bitenden habersizmiş gibi davranıp, Geçen yılki sigortanız otomatik olarak yenilenmiş. diyerek cambazlık denemesinde bulunuyor.
Geçen yıllarda olmayan bir şeyin nasıl yenilenebileceği sorulduğunda ise 15 YTL karşılığında ekstre borcunuz sigorta altına alınıyor, ne güzel değil mi? Ayda 15 YTL az bir ücret; ödeyin, gitsin! diyerek pazarlama hünerini sergiliyor. Nihai olarak uzun süren telefon diplomasisi sonrasında işlemin iptali için hemen sisteme giriş yapıldığı ve ekstrede GEHAŞ diye görünen işlemin iptal edileceği söyleniyor. Ertesi gün, hesap hareketlerinde hâlâ bu işlemin neden gözüktüğü sorulduğunda büyük bir lütuf edası ile Normalde bu işlem en az 7 günde iptal edilir, ben sizin için acil notu düştüm, 3 gün beklemeniz gerek. şeklinde bir azar işitiliyor.
Bu hikâyenin daha vahim bir şekli de birçok kart müşterisinin başına gelebiliyor. Kredi kartını hiç kullanmayan; fakat tedbir olarak kart taşıyan bir müşteri, kartını hiç kullanmamış olmanın verdiği rahatlıkla yıllık üyelik bedeli ödemeyeceğini beklerken, gelen son ekstrede GEHAŞ işlemini görüp anlam veremiyor. Aynı ekstrede, kartla işlem yapılmış olduğu için bir de 25-30 YTL tutarında yıllık üyelik bedelinin tahakkuk ettirildiğini görünce tamamen mağdur duruma düşebiliyor.
Kredi kartlarının günlük hayatta sağladıkları kolaylıklardan dertsizce yararlanabilmek için ekstreleri dikkatlice inceleyip garantili soygunlara itiraz etmekten başka çare görünmüyor şimdilik! (Aksiyon- Sayı: 637 - 19.02.2007)
Bir cuntanın darbe hazırladığı, Genelkurmay Başkanlığında yazılan bir planınele geçirilmesiyle kanıtlandı.
Bu şartlarda yapılabilecek iki şey var ordu açısından.
Birincisi, ordu hukuka uyardiyerek içlerindeki cuntacıları temizleyip yargıya sevk ederler ve suçlu bir ordudurumundan çıkıp disiplinsiz ve dağınık bir orduolduklarını kabullenirler.
Ya da cuntacılarasahip çıkarlar ve bütün orduyu suçluhale getirirler.
Şu ana kadar yaşanan gelişmeler sanki Genelkurmay, ikinci yolu seçecekmiş izlemini uyandırıyor.
Kendi içlerindeki darbecileri temizlemek yerine bütün orduyu suçluilan edecek bir pozisyonu tercih eder gibiler.
Ve, darbecilerikoruyabilmek için yeni bir suç işlemeye hazırlanıyorlar.
Askerî savcılık, darbeplanı hakkında soruşturmaaçmak istiyor.
Askerî savcılığın soruşturmaları nasıl yürüttüğünü Albay Çiçek olayında çok net gördük.
Albayın imza sahtekârlığını görmezden geldiler.
Böyle bir belge olmadığını söylediler.
Dosyayı kapatmaya kalktılar.
Sivil savcılar ise dosyayı açık tutmak ve soruşturmayı sürdürmek için ısrar ettiler.
Bu dosyanın yeniden askerî savcılığa gitmesi herhalde yeniden kapatılmasıanlamına gelecek.
Ama askerî savcılık soruşturmaya el koyamaz.
Çünkü yeni çıkan yasaya göre askerî yargının darbe suçunu soruşturma yetkisi yok, bu yetki sivil yargıya ait.
Bunu zorlamak suç işlemek anlamına geliyor.
Sanırım generaller durumu hâlâ göremiyorlar.
Onların hukuksuz eylemlerinin ne halk arasında ne de medyada destekçisi kaldı.
Bugüne kadar orduyu körü körüne destekleyen, ordunun hukuksuzluğuna kılıflar bulmaya çalışan gazetelerle yazarlar bile bu son olay karşısında pes ettiler.
Daha fazla ısrar edebilecekleri bir durum değil çünkü bu.
Yalçın Doğan ın dün Hürriyet gazetesindeki harika yazısında saptadığı gibi yüz yıllık ittihat Terakki geleneğibu planın ortaya çıkmasıyla sona erdi.
Ordu daha fazla siyasetin içinde kalamayacak.
Politikacılığı bırakıp askerlik yapacak.
Ama işlenen suçların cezasız kalacağına dair bizim generallerde öyle köklü bir alışkanlık var ki bu apaçık gerçeği bile göremiyorlar.
Bir dönemin kapandığını anlayamıyorlar.
Bu yüzden hâlâ askerî savcılıkmanevrasıyla bu davayı sivil savcılardan askerî mahkemelere taşımaya uğraşıyorlar.
Bunun yapamazlar.
Ordu, bu darbe planının bedelini ödemeden, kendi içinde temizlenip arınmadan, yola devam edemez.
Cuntacıları ayıklayacaklar.
Disiplinli askerler olacaklar.
Sivillerin emrine girecekler.
Silahla siyaset yapamayacaklar.
Kıbrıs meselesinden Kürt açılımına, türban konusundan cumhurbaşkanlığı seçimine kadar kendilerini ilgilendirmeyen her konuda Türkiye nin politikasını belirlemeye kalkan, dış politikada yapılacak hamlelerin önünü kesen bir ordu olmayacak artık.
Bugüne dek Türkiye nin yaptığı her açılımı, ileriye doğru atılan her adımı engelleyen, demokratikleşmeye geçit vermeyen, kendi halkını fişleyen, korkutan, sürekli darbe planları yapan, siyasetçileri tehdit eden bir ordu ne dünyanın ne Türkiye nin bugünkü gerçeğine uyuyor.
Darbe planının orijinaliyle birlikte gelen ihbar mektubundakiayrıntılar, ordu içindeki demokratinsanların da bu gidişten hoşlanmadığını ve kendi kurumlarındaki bütün suçlarınfarkında olduklarını gösteriyor.
Üstelik halk, generallerin saygısız ve aldırmaz tavırlarından da bıktı, eşi türbanlıdiye bir cumhurbaşkanının seçilmesine müdahale etmeye kalkmaları, kendi cumhurbaşkanlarına saygısızlık etmeleri, kendi ülkelerinin parlamentosunu küçümsemeleri, başbakanın emrindeolmayı bir hakaret sanmaları, kendilerini devletgibi görmeleri, JiTEM türü kanunsuz yapılarla suç işlemeleri, insanlara andıçlarla iftira atmaları, darbe planları yapmaları, Ergenekon sanıklarına sahip çıkmaya kalkmaları, adalete müdahale etmeye çabalamaları herkese yeter artık dedirtti.
Benim samimi ve dostça tavsiyem, böyle askerî savcılıkmanevraları gibi yasalara aykırı manevralardan vazgeçip yasalara uygun davranmaları.
Yasasızlıkdönemi bitti.
Generallerin şimdi hukuka, yasaya, devlet ciddiyetine, disipline alışma zamanları.
Bunu halktan gelen sert bir komutla yapmak yerine kendiliklerinden yapsalar herhalde daha iyi olur.
Kanola yağının üstünlükleri nelerdir. Dünyada halen çok kullanılmasına karşın kanola yağı ile spekülasyonlar yapılıyor ve tehlikeli olabileceği söyleniyor. Kolzanın erüsik asit ve glikosinalat yönünden ıslah edilmiş şekli olduğuna göre; kanola için söylenen bu görüşler gerçeği yansıtıyor mu Saygılarımla. (Bilgehan Taş)
Kanola, kolza bitkisinden geliştirilen ve şifalı özellik gösteren yağa verilen addı. Daha sonra, kolza bitkisinin istenmeyen özelliklerini elemeye yönelik bazı bitki yetiştirme teknikleriyle, yeni bir bitki elde edildi. Buna da, o yağa hitaben kanola adı verildi. Dolayısıyla kanola yağı, kolzadan değil kanola bitkisinin kendisinden elde ediliyor. Dediğiniz gibi kolzanın erüsik asit ve metabolizmaya zararlı etkileri olabileceği düşünülen diğer başka bileşenlerden arındırılmış olan hali zaten kanola bitkisi. Bu bitkiden elde edilen yağ da, oleik asit, linoleik asit ve Omega-3 yağ asidi içermesi ve doymuş ya oranının yalnızca %7 civarında olması (bu oran zeytinyağında %15, ayçiçeği yağındaysa %12) nedeniyle, sağlığımız için yararlı kabul ediliyor. Spekülasyonlarda belirtildiği gibi çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasıyla ya da zehirlenmelere yol açışıyla ilgili bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek bulunmuyor.
Doğaya olan ilgisi nedeniyle biyomimetiği seçen iTÜ Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Candan Tamerler, ekibiyle birlikte kimyasal ortamda altın parçacığı üretmeyi başardı.
Dalmaya ve doğaya meraklı, kuş gözlemleyen, karakalem resim yapan, fotoğraf çeken güler yüzlü bir bilim insanı Tamerler. Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği mezunu ve Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü ile ortak çalışmalar kapsamında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını da aynı üniversitede tamamlamış. Moleküler biyoloji ve biyoteknoloji konularına olan ilgisi nedeniyle farklı ülkelerdeki bu tür eğitim çalışmalarına katılmış. 1999da Türkiyeye dönüp iTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünün kurucularından olmuş. Biyonanoteknoloji alanına ilgisi ise 2002de ABDde moleküler biyobenzetim alanını başlatan Washington Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Mehmet Sarıkaya ile tanışmasıyla başlamış Prof. Dr. Sarıkaya ABDde ilk biyobenzetim projelerini gerçekleştiren kişi. Kendisinin konuşmasını dinleyip hayran olmamak ve bu alanın açılımını fark edememek imkansızdı. Özellikle benim gibi hem mühendislik hem de moleküler biyoloji ve genetik birikimine sahip bir kişi için bilimsel alanda yapabileceklerimizi görmek müthiş heyecan verici oldu.
Ankara ODTÜ Teknoparkı'nda, Türkiye'nin mevcut 11 bin kilometrelik demiryolu yenilenmese bile, devrilmeden hız yapabilecek ucuz tren üretildi.
Türkiye, 35 yıldır konuşulan hızlı tren ile tanışıyor. ispanyol yapımı, saate 250 km hıza ulaşabilen trenler yeni bir erteleme olmazsa Mart'ın ilk haftasında AnkaraEskişehir arasında işlemeye başlayacak. istanbul, Konya, Sivas, Bursa ve izmir'e yeni hatların yapılması için çalışmalar sürüyor. Hızlı trene sahip olmak için harcanan çaba ve kaynak (bir kilometre hızlı demiryolu, tren setleri hariç 2 milyon dolara mal oluyor) elbette küçümsenemez. Ancak ABD dahil dünyanın yeniden gözde ulaşım sektörü haline gelen demiryolunda Türkiye'nin çağ atlaması için daha çok iş var. Yaklaşık 60 yıl çivinin çakılmadığı 11 bin kilometre demiryolunda çift hatların oranı yüzde 5'i geçmiyor. Üstelik hatların yüzde 80'i elektriksiz, sinyalsiz ve dolayısıyla güvensiz.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın geçen Eylül'de söyledikleri vaziyeti özetler nitelikte: "15 yıl boyunca 30 milyar dolar aralıksız yatırım yapabilirsek 'biz demiryollarında varız' diyebiliriz." TCDD'nin demiryolu yatırım programının büyük bir bölümünüyse mevcut hatların modernizasyonu oluşturuyor. Ancak Ankara ODTÜ Teknokent'ten çıkan bir fikir bu anlayışı ters yüz edecek nitelikte. Öncüler Ulaşım Teknolojileri şirketi, Prof. Sabahattin Çelik önderliğinde "trene göre ray değil, raya göre tren" anlayışıyla yola çıkıp TCDD'nin Ankara'daki tesislerinde ilk treni üretti. Mart ayında raya inecek 'Öncü' adlı tren mevcutlara göre iki kat hızlı, yarı yarıya daha hafif, daha dinamik. Tüm parçaları Türkiye'de üretilebiliyor. Dolayısıyla üretim maliyeti diğerlerine göre 10 kat daha düşük. Dört yolcu vagonluk bir set 250 bin dolar. Öncü için 10 ilde üretim tesisleri kurulacak ve yılda 500 tren seti kapasiteye ulaşılacak. Çelik ise, tren daha raya inmeden aşırı özgüvenle konuşuyor: "Bu treni devirebileni ödüllendireceğim."
TASARIM
Mevcut trenlerden yüzde 70 daha farklı ve özgün. Aerodinamik gövde sadece 12 ton (diğerleri
20 ton) ve konforlu.
iNSANSIZ
Makinistsiz çalıştırılabiliyor. Kontrol için bir görevli yeterli.
RAY YATIRIMI
Gerekmiyor. Hafif, raylara yakın ve her biri bağımsız olan süspansiyon sistemi ile her türlü hatta çalışabiliyor. Rayı kavrayan sistem sayesinde devrilme olasılığı azaltılıyor.
TEKERLEK
Mevcut trenlerin 100 cm.'lik tekerleklerini üretecek tesis Türkiye'de yok. Öncü'nün 50 cm'lik tekerlekleri ise Türkiye'deki her organize sanayi bölgesinde üretilebilir.
MOTOR
Her vagonda 100 beygirlik hibrit motor var. Bu motor yurt içi ve yurt dışından temin edilebilir.
HIZ
Azami 160 km. (Ankara-Erzurum arasını 4 saatte alabilir)
Leach'e göre, bir felaketle karşılaştıklarında insanlar verdikleri tepkilere göre üç kategoriye ayrılıyor: ilk sırada, felaketlerden kurtulmayı başarabilenler yer alıyor. ABD Havayolları'nın 1549 sayılı uçuşundaki yolcuların en kötü şartlarda hayatlarını kurtarmayı başarmış olmaları buna bir örnek. ikinci grupta, kaçınılması mümkün olmayan felaketlerin yol açtığı ölümler var. Bunlar 2004'te Güneydoğu Asya'da tsunamide ölen 200 bin insanın pek çoğu gibi hayatta kalmak gibi bir şansı olmayan insanlar. Üçüncü grupta ise, aslında yaşayabilecekken, gereksiz yere ölen insanlar yer alıyor.
Sayısız felaketi inceleyip insanları bu felaketler karşısında verdikleri tepkilere göre gruplandırdıktan sonra, Leach, 10-80-10 kuramı olarak adlandırılabilecek bir sonuca vardı. Bu kurama göre, yüzde 10'umuz bir felaket anında nispeten sakin kalarak mantıklı düşünebiliyor. Bu, tepedeki yüzde 10'luk grup, ABD Havayolları'nın uçuşunda sorumluluk alıp diğer yolcuların uçaktan tahliyesini sağlayan birkaç yolcu gibi lider kişilikler.
Leach, büyük çoğunluğumuzun ise -yaklaşık yüzde 80'imiz- ikinci kategoriye girdiğini söylüyor. Bir tehlike anında çoğu insanın yapabildiği "sadece şaşkınlıktan afallayıp kalmak". "Muhakeme ve düşünme yeteneğimizin ciddi ölçüde azaldığını" fark ederiz. "Neredeyse otomatik ya da mekanik davranışlar sergiler, reflekslerimizle hareket ederiz." Terleriz. Zihnimiz ve duygularımız karmakarışık bir hal alır, hiçbir şey yapmak istemeyiz, adeta hissizleşiriz. Kalbimizin atışı hızlanır. "Algı daralması" yaşarız ya da görme yeteneğimiz azalır. Etrafımızdaki insanları neredeyse duymayız. Bu da normaldir -bir zararı olduğuğu söylenemez- ve bu durum zaten sonsuza dek böyle sürmeyecektir. Bu beyin ya da akıl kilitlenmesinden kurtulmanın yolu, şoku üzerinizden atıp ne yapmanız gerektiğine karar vermektir.
Son yüzde 10'luk grupta ise, bir tehlike anında kesinlikle yanında olmak istemeyeceğiniz insanlar var. Açıkçası, bu üçüncü gruptakiler, tehlike anında yapılmaması gereken her şeyi yaparlar. Uygun olmayan şekilde davranır ve genellikle istenenin tersi sonuçlara yol açarlar. Daha açık bir ifadeyle, kendilerini kaybeder ve davranışlarına, sözlerine hâkim olamazlar. Ve bir tehlikeyle karşı karşıya kalındığında bu gruptakiler genellikle hayatta kalmayı başaramaz.
Prof. Richard Wiseman, elinize sadece bir gazete tutuşturup sizden gazetenin sayfalarında kaç fotoğraf olduğunu saymanızı rica etmek yoluyla şanslı mı, yoksa şanssız mı olduğunuzu söyleyebiliyor. Kimileri bu işi birkaç saniyede bitirirken, bütün resimleri saymak için kimileri birkaç dakikaya ihtiyaç duyuyor. Ama bunun sebebi, bazı insanların diğerlerinden daha iyi sayı sayabilmesi değil. işin sırrı, Wiseman'in ikinci sayfaya 2,5 santimetrelik puntoyla yazdığı kocaman mesajda saklı: Saymayı bırakın! Bu gazetede 43 fotoğraf var.
türkiye de yaşanan yargı infialini özetleyen veciz söz. siyasi güdümlerle hareket eden yargının halk iradesini hiçe sayarak, halka rağmen halk için mealli kokuşmuş aristokratlığı.
sonuç gayet net: 7-4 bağımlı muhalefet siyasileri galip. neden oynanıyor bu maç? artık iyice mide bulandırır bir hal aldı bu durum. en kokmayacak şey tuz bile koktu artık. demir almak vakti geldi demokrasiden. verecek bir demokrasi kavgası kalmadı.
neyse demokrasi için bir heykel yaparız artık altında yaldızlı sözlerle "gönüllerde yaşayacaksın".
Muteber, ehil ve tarafsız bir kurumun, söz konusu üretimi denetlemesini, helal standartlarla uygunluk içerisinde üretimin yapıldığını teyit etmesini ve buna bağlı olarak, onaylanmış bir belge vermesini kapsayan bir yöntem.
en güncel şekilde (!) seçim sonuçlarını (an itibariyle sandıkların %52si açılmış) takip etmenin dayanılmaz hafifliği. tüm sandıklar açıldığında akp en az 20 milletvekili daha kaybedecektir yorumları sanırım tüm sandıklar açılana kadar devam edecek *
nufüs cüzdanı yerine düşünülen uygulama. Nufus cüzdanında yazan bilgilere ek olarak parmak izi bilgisi gibi diğer bilgilerin de taşınması düşünülüyormuş. 3 aşamalı şekilde hayata geçirilmesi düşünülüyormuş.
genelde insanların hassas oldukları konulardır. vatan hainleri, kurtarılacak küçük kızlar, beleş bilgisayar, beleş telefon, sevgi aşk gibi reyting unsurları içeren konular seçilir.
hayatında ilk defa fake mail okuyan kişi maildeki duygu selinin etkisiyle maili forward eder, tabi bu esnada bilinç kaybedilmiş duygularla hareket edilmektedir. ne yapıldığının farkına ancak ikinci ucuncu fake mailden sonra varılır. ama iş işten geçmiştir. mailiniz artık yeni fake maillere yelken açmıştır.
"Turkiyelaiktirlaikkalacak.com" isimli sitenin isim haklarını ucuza kapatan Mesut Yücel isimli bir müteşebbisimiz, bu imtiyazını devretmek için 5 bin ABD Doları talep etmekte imiş. Sayın Yücel, açık sözlü bir arkadaş; "Hedefim CHP ve ADD'nin dikkatini çekmek ama her ikisinden de bir cevap alamadım. Yüce önderimizden özür dilerim fakat bu site satılıktır" dedikten sonra bombayı patlatmış: "Duyarsız ve ilgisiz olanlar utansın. Bakalım bu siteye kimler sahip çıkacak?"
Öyle ya, ya çember sakallı, takunyalı bir Cumhuriyet düşmanı çıkıp, 5 bin "Dollars"ı bastırdıktan sonra bu mübârek sitenin içine olmadık hezeyânlar koyarsa, ilerici ve çağdaş güçlerin utanması gerekmez mi? Fazla değil canım; beş bin kaât; veriniz parayı, hamamın namusunu kurtarınız. Müteşebbis Mesut kardeşimiz de biraz yolunu bulsun!
Fransız Le Monde gazetesi, Türkiyedeki düzenlenen dev gösterilere katılan laiklerden uyanan çoğunluk" olarak söz edilmesine karşın gerçekte azınlık" olduğunu savundu, ayrıca bu hareketlerin, askerler tarafından planlandığı ve organize edildiği" iddiasına yer verdi.
ihraç kayıtlı teslim,ihracatı yapan bir firmaya yapılan teslimdir,yani siz ürettiğiniz malı direk yurt dışına satmıyorsunuz, ihracat yapacak bir firmaya ihraç edilmek üzere veriyorsunuz.
Örnek:
A şirketi bir dış ticaret şirketi olsun ve yurtdışından 2 ay içerisinde teslim edilmek üzere 10.000 adet deri ceket siparişi almış bulunsun. bu durumda nihai ürünü üreten imalatçı firmalar faturalarında aşağıdaki ibareyi kullanarak malı ihraç kayıtlı teslim ederler. oluşan kdv yi önce tecil (erteleme) ederler. ihraç işlemi gerçekleştikten sonra da tecil ettikleri bu kdv yi terkin (silme) ederler.
"Fatura muhteviyatı ürün Kdv kanunun 11/1-c maddesine göre ihraç kayıtlı Verildiğinden Kdv si tahsil edilmemiştir."
not: firmaların normal üretim yapan şirketlerinin yanında bir de dış ticaret şirketi kurmalarının altında yatan sebep kdv nin tecil ve terkin edilebiliyor olmasıdır.
Peygamberimize duyduğu sevgiden dolayı çalışmasının tamamına yakınını "siyer"e hasretti. Nitekim Paris Üniversitesi'nden "Peygamberimizin Savaş Mektupları" başlıklı teziyle doktor ünvanını alan Hamidullah Hoca, kısa bir süre sonra da bu kez Almanyanın Tübingen Üniversitesine kaydolarak "Devletlerarası islam Hukuku" alanında ikinci bir doktora çalışması daha yaptı.