birde vajinasından içeri adam sokabilen kadınlar vardır.
ehöm, bir yanlış anlaşılma kurbanı olmamak için şöyle açıklayayım; Pedro Almodovar'ın Konuş Onunla adlı filminde 'küçülen aşk hikayesi' sahnesi geçer, Burada kahramanımız esas oğlan, küçülür, küçülür, küçülür ve sevgilisinin vajinasından içeri girerek sonsuza dek orada kalır.
geçmişe ve geleceğe baktım, m.ö 3000 yılında buldum onu. yalın ayak başı kabak olmasını beklerken, narin bir gelin gibi süslü olduğunu gördüm. eşkenar üçgen, altıgen, dörtgen gibi geometrik şekillerinin yanı sıra bambaşka kimliklere bürünüp, her seferinde bambaşka biri olabiliyordu. söz gelimi, bazen kuş, bazen ejderha, bazense yaramaz bir balık oluveriyordu.
Çin'in Weifeng şehrinde doğan bu narin güzelin oyunculuğu kısa sürede Japonya, Tayvan ve Endonezya'ya ulaştı, derken, bu korkusuz güzel çocukların kalbinde taht kurup, eğlencelerin aranan siması oldu.
ona korkusuz demem boşa değil, çünkü; o, savaşlarda haberleşmeyi sağladı, düşmanı korkutup gövde gösterileri yaptı, hasat mevsiminde bolluk olması için Tanrı'ya yakardı, bir savaşçı gibi yeni doğan bebeklerin üstündeki kötü ruhlarla savaşıp, onları kovdu. hırsızlık yapmak ve balık avlamak ise kötücül yanlarıydı kırılgan kuşun. kim bilir belkide o yüzden bir yanı hep hüzünlüdür rüzgarla dans ederken...
Marco Polo'da, Uzak doğunun bu korkusuz, narin, kırılgan güzelini Malaya adalarında gördüğünde benim gibi ona vurulmuştu. Marco, Malaya'dan satın aldığı bu güzeli Hollanda'ya götürdü ve böylece bu narin güzel hemen hemen her ülkenin semalarında dans ederken görüldü...
ne çok şiir yazılmıştır bu güzele, en çokta çocuklar sevmiştir onu ve özgürlüğe hasret olanlar.
benim de bir diyeceğim var elbet:
Beni Weifeng'e götürün, ne eşkenar, ne üçgen, ne altıgen, ne dörtgen ne de ejderha olmasın, kuşlar zaten uçuyorlar, balıktan olsun uçurtmam, ben en çok balıkları uçurmak isterim.
sözlükte aratıp da 'alaa wardi başlığı henüz açılmamış!' başlığıyla göz göze geldiğimde, önce duraksadım, sonra göz kırptım ve sordum emin misiniz? diye.
yeminler edip, ekmekleri öpüp de, nimetle şaka olmaz, vallahi yok işte dediklerinde inandım.
tabiri caiz ise (caizdir!) kendisi Suudi Arabistan'ın gülüdür gülü! yaptığı coverlar tadından yenmez, aslından daha çok sevdirir kendini.
bayanlar, baylar! Alaa Wardi'i ayağınıza geldi.
tıklayın. bakın.
bir çocuk yapayım da, yarın öbür gün eli ekmek tuttuğunda bana baksın, borçlarımı ödesin, sigara paramı versin, maddi manevi destekçim olsun, borçlarımın altından borçlanarak yine o kalksın diye düşünüyor, yapmayı planladığınız çocuğu gelecek için bir yatırım olarak görüyorsanız, hemen korunma yöntemlerinden birine başvurun.
ve, size en yakın bankanın şubesine giderek bireysel emeklilik hakkında bilgi alın, kısa bir araştırmadan sonra aklınıza yatan bireysel emeklilik programlarından birini seçin ve primlerinizi ödemeye başlayın.
inanın bez parası, mama parası, kıyafet parası, okul masrafı ve saire derken sizin için çok daha hesaplı olacaktır.
çok sevgili bayanlar ve baylar!
bireysel emeklilik programı sayesinde sizden nefret eden çocuklara asla sahip olmaz, diğer taraftan geleceğiniz de garanti altında olmuş olursunuz. ne dersiniz? bir taşla iki kuş!
hadi durmayın. vurun! vurun!
Godot'nun gelmesini beklemek gibidir. gece çöker de Godot gelmez. onu beklerken kendinizden uzaklaşır, yetmezmiş gibi borun pazarını kaçırıp eşeğinizi Niğde'ye sürmek zorunda kalırsınız.
hiç gelmeyecek birini beklemeyin. kendinizi sevin.
bir başkasını sever, anlar, dinler gibi...
işte o vakit Godot'un (bkz: doğru insan)aslında size ne kadar yakın olduğunu anlayacaksınız.
içine nefes değil ruh üflenen müzik aleti. naif, kırılgan ve yalın.
ismael Lo'nun Tajabone şarkısını dinlerken bir an duyulan o büyülü ses sanatçının nefesinden çıkıp ruhunuza akar. yine naif, yine kırılgan, yine yalın.
ruh halime göre kendini yenileyen, müzik dünyasındaki gelişmeleri an be an takip edip kendi kendini şarj edebilen, beni uğraştırmadan en sevdiklerimi gruplandıran ve beğenmediklerimi rafa kaldıran, sonsuz şarkı kapasiteli, süper ötesi akıllı bir mp3 istiyorum.
yetkili makamlara göz kırpar, gerekenin yapılmasını arz ederim.
tarık zafer tunaya kültür merkezinde 3 liraya izlediğim, ön yargıların oluşturduğu bütün duvarları bir anda tuz buz eden, dışarıdan bakıldığı zaman mide bulandıran hadiselerin içinde bile bir parça masumiyet olabileceğini ağır bir tokat atıp gösteren filmdir. sonradan kader'i de izledim ama ne yalan söyleyeyim masumiyet kadar başarılı bulamadım. filmin boğazıma bıraktığı o yumruğu bir kenara koyacak olursak haluk bilginer'in ellerinden hatta her yerinden öpmek isterim. saygılar.
şarkılar söyleyip ıslıklar çalarak yeni avlar aramaya başladık, çıktığımız yolda attığımız her adımda başkalarının yemi olup başkalarını yem olarak kullanıyorduk.
kurumuş göllere daldırıp oltalarımızı saatlerce içi bomboş hiçlikler yakalıyorduk ve en büyük eğlencemiz: hiçliğin dişlerinden yaptığımız kolyeleri çocuklarımızın boynuna asmak oluyordu.
siyah yün şapkalar, buz mavisi paltolar ve içi yünlü botlarımızla hiç üşümüyorduk.
her yeni av kalın bir koruma kalkanı idi bizim için.
biraz yün, biraz para, biraz kan, biraz et için yapamayacağımız şey yoktu.
bu yüzden yaptık.
avuçlarımızın içinde duran şeffaf dişler gibi birer birer kaybolacak her şey zamanla ama biz henüz bunun farkında değiliz.
aşkın en bağımlı, en tutkulu, en korkunç, en masum halini gözler önüne seren film.
evet uyuşturucu bağımlılık yapar, evet öldürür, evet uyuşturucuyu bırakabilirsiniz.
evet aşk bağımlılık yapar, evet öldürür, hayır gerçekten aşıksanız bırakamazsınız.
'cennet ve cehennemin bir arada yaşandığı ilişkiler' vardır, hani, candy'de gördüğümüz ise cennet, yeryüzü ve cehennemin bir arada yaşandığı bir ilişki tıpkı hayat gibi.