kasa düşmanı, son overall bükücü şikecinin tillahı ajax'ın deplasmandaki son maçta, küme düşme hattındaki de graafschap ile berabere kalarak, şampiyonluğu psv'ye hediye ettiği maçtır.
1/0 2/0 0/0 oranlar ya çok çok azdı ya da kapalıydı. bu da iddaa tarihine geçsin.
ne faiz lobisi, ne almanya ne de abd tarafından başlatılmış süreçtir. bu süreç bizzat akp'yi iktidar yapan güçler tarafından başlatılmıştır.
bu süreci anlamak için, biraz gerilere, abdullah gül'ün fazilet partisi içinde yenilikçi kanatın lideri olarak recai kutan'a daha doğrusu erbakan hoca'ya karşı ilk kez sistemli ve tabandan gelen bir muhalefet hareketinin lideri olarak, genel başkan adayı olduğu kongreye gidelim. bu kongrede recai kutan 633, gül ise 521 oy almıştı.
bu abdullah gül'ün ilk liderlik sınavıydı ve başarısız olmuştu. bülent arınç gibi gelenekçi bir isim bile kendisini desteklemesine rağmen, gül başkan seçilememişti. eğer abdullah gül o gün seçilseydi, recep tayyip erdoğan bugün, belki milletvekili bile seçilemeden hapisten çıktıktan sonra unutulup gitmiş birisi olacaktı. abdullah gül'ün bu yenilgisinin ardından, zaten pamuk ipliğiyle bağlı olan bağlar koptu ve yeni bir lider arayışı başladı.
o isim de zaten hazırdı. recep tayyip erdoğan. çünkü bülent arınç'ın, kendi deyimi ile hem o kadar parası yoktu, hem de kendisi bazı çevrelere hep sivri gelmişti. cemaat ve yenilikçiler ilk defa burada bir araya geldiler ve halk tarafından da sevilen, karizmatik, delikanlı imajı olan bir isim üzerinde kanaat getirerek, lider yaptılar. bu kişi, yani recep tayyip erdoğan, kitleleri sürükleyebilecek, hitabet yeteneği olan -güçlü demedim, olan dedim- ve gül'den daha çok cemaatin işine yarayacak bir isimdi.
ayrıca doğasında, amacına ulaşana kadar hep sakladığı bir çatışma ve kin vardı. o bir savaşçıydı. recep tayyip erdoğan'in geçmişteki bütün konuşmalarını inceleyin. insanlara saldırmadığı, aşağılamadığı, ötekileştirmediği tek bir konuşması yoktur. bu özellikleri onu bu savaşın komutanı yapmıştı. çünkü f tipi cemaat ve diğer islami cemaatlerin üzerinden bir 28 şubat dönemi geçmiş, hareket zayıflamıştı. cemaate katılım çok çok azalmıştı. artık cemaat radikal bir örgüt gibi görülüyordu. bütün o sevgi mesajları, cemaatin imajını kurtarmaya yetmedi. çünkü halkın daha çok gücendiği güç olan askeriye, bu adamlara karşıydı. bu durumda, cemaat için, davanın nihayete ermesi için askeri vesayetin bitirilmesi gerekiyordu.
f tipi cemaat her zaman için, erdoğan'in aksine ayrıştırıcı değil, birleştirici bir yapıydı. hocaefendi, barış manço ile de görüşebiliyordu, cem karaca ile de. bülent ecevit de kendisinden övgüyle bahsediyordu, alparslan türkeş de. partiler, ideolojiler üstü bir mesajlar bütün türkiye'yi kucaklayan bir anlayışla idare ediliyordu. buna rağmen, karşılarında kendilerini en büyük düşman olarak gören, cemaatin hep bir gizli ajandası olduğuna inanan, köklü bir askeri ve bürokratik vesayet vardı. cemaatin yetişmiş adamlarının devlet ve ordu içinde yükselmelerine fırsat vermeden kökten söküp atıyordu.
işte böyle bir ortamda bu canavarla baş edebilecek dirayette bir kişi savaşa başladı. cemaatin bütün yetişmiş insan gücü, savcısından hakimine, polisinden bürokratına hepsi bu savaşın kazanılması için erdoğan'in emrime verildi. 10 yılın sonunda da ergenekon, balyoz, amerikan keseri, 16-17 anahtar gibi darbe planları bahane edilerek aşamalı bir şekilde bu vesayet dönemi sona erdirildi.
fakat.
bu sırada cemaatin hiç istemeyeceği ya da öngöremediği bir şey oldu. recep tayyip erdoğan, hocaefendinin sevgi-barış-kardeşlik ekseninden gün geçtikçe çıkıyordu. her gün içindeki kin ve nefreti daha fazla açığa vurmaya, ülkeyi kamplaştırmaya, siz-biz ayrımı yapmaya başladı. bu durum cemaatin en tehlikeli ve istemediği duruma dönüştü. çünkü bir cemaat, örgüt, yapılanma vs. ne kadar maddi kaynakları olursa olsun, yeni jenerasyonu olmadan yaşamaya devam edemez. yani en önemli kaynağı, insan gücüdür, yeni nesildir.
tayyip erdoğan'in ötekileştirme politikaları yüzünden cemaate insan akışı, tıpkı 28 şubat döneminde olduğu gibi kesildi. çünkü bu sefer insanlar, cemaati, tayyip erdoğan'ın kişiliğinde, devleti yönetirken gördüler ve hiç istemedikleri bir savaşın tam ortasına düştüler. oysa bu kitlenin devletin düzeni ile ilgili bir sıkıntısı yoktu. lider olarak gördükleri kişi her gün, kendi ülkesinin insanları arasına düşmanlık tohumları atmak istedikçe, merkez sağ seçmende bir acaba sorusu belirdi. unutulmamalıdır ki bugün tayyip erdoğan'i iktidar yapan anap-dyp yani merkez sağ oylarıdır. bu kitle de asla ve asla şeriatçı değildir. evet muhafazakardır, dindar görünümlüdür ama asla şer'i bir düzen içinde yaşamak istemezler. bu kitlenin tek derdi, siyaset ile elde edecekleri çıkarlarıdır.
ne diyorduk. savaş. 2008 de cepheye taşınan bu savaş, 2013 yılında sona erdi. askeri vesayet bitti. türbanın hem kamuda hem de mecliste kabul görmesi de bu savaşın bittiğinin nişanesi oldu.
insan kaynaklarının kesilmesi, bütün türkiyeye mal olmak isterken tekrar öteki durumuna düşmesi vb. sorunlar cemaat tarafından bu savaş bitene kadar hasıraltı edildi. aslında ilk sinyaller hakan fidan'in ifadeye çağırılması ile veriliyordu ama çevresini göt kılları saran erdoğan bu sorunu görmedi ya da güç sarhoşluğundan görmek istemedi.
savaş kazanıldıktan ya da cemaat tarafından öyle nitelendirildikten sonra artık tayyip erdoğan, davaya yarardan çok zarar vermeye başladığı iyice açığa çıktı. çünkü artık savaş dönemi bitmiş, barış dönemi gelmişti. bu dönemde de her gün "acaba toplumla nasıl kavga edecek, hangi polemiği yaratacak" sorusunu sorduran bir lider yerine, daha ılımlı, ortamı soğutacak bir geçiş liderine ihtiyaç var. ve geçiş lideri kesinlikle recep tayyip erdoğan değil.
çünkü o bir savaşçı. kindar ve hırslı bir insan. asla ve asla kendine yapılan kötülüğü unutacak, bağışlayacak, toplumun hepsini kucaklayacak birisi değil. hani dünya lideri falan diyenler var... kardeşim o da bu tahtada bir taş sadece ve artık görevi bitti.
çevresini saran iktidar yandaşları ve dalkavukları yüzünden her gün gerçeklerden daha da uzaklaştı. bir yandan sağlık sorunları, bir yandan parti içi çekişmeler, bir yandan suriye meselesi derken hepten kayışı kopardı. bunun en büyük göstergesi de 11 yıllık iktidarı boyunca yedire yedire yaptığı şeyleri şimdi 1-2 sene içinde tepeden inme getirmeye çalışması. bu konuda hız kazanması. e bu durumda toplumdan aldığı tepki de aynı oranda katlanarak arttı. yani kaynayan kurbağa deneyinde, erdoğan suya bir anda öyle büyük bir ısı verdi ki kurbağa tencereden zıpladı.
artık hem parti içinde hem de okyanus ötesinden gelen tepkilerden de gördüğümüz kadarı ile türkiye'nin yeni döneminde kendisine yer yok. düşünün ki parti içi kongresinde yaptığı konuşma, iki milletvekili tarafından kaydedildiği için sonradan çıkıp yalanlayamadı. başdanışmanı bile yalanlamaya kalktı ama o bu istihbaratı aldığı için geri adım atmadı ve kazanının altına kendi elleriyle odun atmaya devam etti. o da bu iktidarı bırakıp gitmek istemiyor. düşman dışardan olsa, alt edilmesi çok kolay onun için. fakat bu sefer düşman içerde. yıllardır dost bildikleri, beraber yürüdükleri artık ona bırak git diyor.
bu süreç içinde siki tutan yine biz halk olacağız. ondan şüphe yok. ya bir ekonomik kriz patlayacak ya da başka bir şey olacak. ama her halükarda gaminzoyu yine biz avuçlayacağız. kesin bilgi yayalım. çünkü cemaatin ya da bu süreci başlatan kişilerin derdi, demokratik bir türkiye değil. iktidar savaşı. anlaşıldı ki onların planı daha uzun süreli ve artık ayaklarını biraz gazdan çekmeleri gerekiyor. eğer bu hızda ve erdoğanla devam ederlerse, duvara çarpmamaları imkansız. tırnakları ile kazıya kazıya kazandıkları zaferleri, tek bir adamın egosu uğruna heba etmek istemiyorlar. artık savaşın değil barışın, kin-nefretin değil sevginin, kamplaşmanın değil, birleşmenin olduğu yeni bir dönem istiyorlar.
yeni dönemin lideri de toplumda oluşan bu kamplaşmaları aşacak, insanları yaklaştıracak ve cemaatin tekrar sevimli görünmesini sağlayacak bir lider olacak. bunun için tayyip erdoğan'in tasviye süreci başladı. bu süreçte, cemaatin ilk hedefi hedefi istanbul'u akp'nin elinden almak. erdoğan'in karşı planı ne bilmiyorum. fakat bu savaşın en önemli kalesi istanbul. eğer mart 2014 seçimlerinde sarıgül istanbul'u alırsa, tasfiye süreci inanılmaz derecede hız kazanacaktır. dondurucuda tutulan merkez sağ liderlerine partiler kurdurulması muhtemel. hatta ve hatta sarıgül'ün bile chp'den ayrılıp cemaat destekli bir oluşuma gitmesi beni hiç şaşırtmaz. çünkü dediğim gibi akp'yi iktidar yapan merkez sağ, anap-dyp oyları. bu seçmen tipi de boğazına kadar makyevelist olduğundan çıkarı ne taraftaysa oraya oy verecektir. eğer erdoğan'in zayıflayıp, başka bir adayın yükseldiğini görürlerse direkt olarak oraya kayacaklardır. nazlı ılıcak, mehmet barlas gibi isimler durduk yere bu kadar açık saf değiştirmez. bu da başka bir gösterge.
sonuç olarak demem o ki, cemaat tarafından, daha ılımlı ve birleştirici bir liderin önünü açmak için başlatılan süreçtir. kemalist cumhuriyetin en büyük hatası sürekli kendine hayali düşmanlar üreterek, savaş ruhunu canlı tutması ve orduyu her daim güçlü kılması oldu. savaş olmadıkça da savaşçılara bu kadar güç vermenin anlamı yok. cemaat bunun farkında ve savaş zamanı savaş liderini, barış zamanı ise barış zamanı liderini sahaya sürmesi gerektiğini biliyor. savaş yoksa orduya ve saldırgan komutanlara da gerek yok. işte bu nedenlerden dolayı önümüzdeki günler ve yıllarda çok çok ilginç olaylar bizi bekliyor olacak. eğer sarıgül istanbul'u alabilirse asıl tantana o zaman başlayacak....
ama yine avuçlayan biz halk olacağız. ondan şüphe yok.
bir şantiyenin hakediş, metraj, raporlama, dökümantasyon, revizyon çizimleri, yıllık izinler vb. konularının koordine edildiği birimdir. genel olarak ilgili sahanın hemen yanında olur ki hakedişleri çıkartmak kolay olsun.
yeni başlayan bir mühendisin yeri değildir. 4-5 senelik bir mühendisin ise olması gereken yerdir. öncelikle işin mutfağı olan saha öğrenilmeli ondan sonra sahaya çıkılmalıdır.
evet yazın güneşi altında, kışın yağmurda soğukta şantiyede çalışmak insan işi değil fakat mesleğinizi başka türlü öğrenmeniz söz konusu bile değildir.
yeni mezun arkadaşlara tavsiyem eğer yüksek lisans yapmıyorlarsa mutlaka sahadan başlamaları. ondan sonra zaten süreç gereği ister istemez ofise dönmek için bir sürü fırsat çıkacak karşınıza.
not: kurumsal bir şirkette çalışıyorsanız evet izinler burada ayarlanmaz. ama patron firmalarının alayı için, teknik ofiste ne görev tanımı bellidir, ne yapılan iş bellidir. sahada işe başlayarak, pratik kazanmadan yapılan her iş havada kalır. ondan sonra min. dana çapı 40mm olan beton geleceğini bilmeden donatıları dizersiniz, o beton da donatının arasına girmez. "kağıt her şeyi taşır" diye bir laf vardır. kağıt üzerinde yapılan her şey doğru görünür. önemli olan uygulamadır.
eve geldiğimden beri aldığım kokudur. dip köşe her yeri aradım ama ne çorap ne bir şey bulabildim. camı falan da açtım kar etmedi. tam dedim kafayı yedim ben herhalde meğer tüm istanbul aynıymış
genellikle ansiklopedi kaplamakta kullanılan bir ciltleme usulüdür. yüksek lisans ve doktora tezlerinin cildinin de bez cilt olması istenir. 15 tl lik fiyatı ile insanda, 50 sayfanın üstünde yapacağı her teslimi bu forma sokma isteği uyandırır.
yıllardır bize öğretilen bir yalan olan "dünyayı güneş ısıtıyor" yalanının ardında gizlenen gerçektir.
eksilemeden bir okuyun.
evet dünyayı aslında güneş ısıtmaktadır ama direkt olarak bunu yapamaz. eğer öyle olsaydı, yani güneş ışınları havayı direk olarak ısıtabilseydi, atmosferde yükseldikçe hava soğumazdı. uzay boşluğunun sıcaklığı eksi bilmem kaç derece zaten. deniz seviyesinden 10 metre yükseklik civarı ortalama 20-30 derece arası değişiyor.
dünyayı asıl ısıtan şey, güneşten gelen ışınları tutan karalar ve denizlerdir. yerküre eğilme hareketleri yaptıkça güneş dünyaya daha dik vurur ve karalarla denizleri daha çok ısıtır. ısınan karalar ve denizler de havayı ısıtır.
yoksa güneş her zaman aynı güneş. önemli olan ışınların geliş açısı ve karalarla denizlerin sıcaklığı ne derece tutup yansıtabildikleri.
eski kurt süleman demirel'den, "darbeleri soruşturma komisyonu" verilen lazer keskinliğinde ayardır. sen kalkıp bu ülkenin 50 senesini tayin etmiş bir adamın karşısına dünkü çocuk bile denemeyecek nimet baş'ı yollarsan, o kurt da adamı böyle çiğner çiğner tükürür.
röportaj metninde de görüleceği üzere demirel, yılların tecrübesi ile resmen dalga geçmiş * üstüne de bir ayar vererek komisyonu hak ettiği şekilde ağırlamıştır.
üzüldüm nimet hanım'a. hem yeni boşandı hem bakanlık koltuğu gitti falan. çok gitmemek lazım üstüne.
bıktım sahte dostlarımdan
bitmeyen hesaplarından aman
uzağımdan yakınımdan, içerimden uzağımdan aman onun ayrı bunun ayrı derdi bitmiyor ne yaparsan yap hiçkimse memnun olmuyor
bir ipte bin cambaz oynar
deliler akıl satar al al al al
iyi dedim kaçtı gitti
en zor anımda terk etti aman
dertlerim hafifleseydi
herkese ağır gelirdi aman
bir o yandan bir bu yandan
her taraftan
ne eş ne dost ne sevgili çıkmaz aradan hatır için adam yerler sonra da vah vah derler
paraçi paraçi paraçi para para
rte, uludere, recep akdağ, ayhan sefer üstün, thy'de grev yasağı ve 105 kişinin telefonlarına atılan mesajla kovulması, çamlıcaya cami, yeni şafaktan kovulan ali akel, diablo iii deki error 37, adil kullanım kotası derken devreyi yakmak bir kenara, mainboardı eriyen bireyin serzenişidir.
son 3 gün içindeki halet-i ruhiyemdir. şimdi sinirden kendimi sikip sonra kürtajla aldıracağım. tertemiz pirüpak olacağım amk...
topkapı sarayı müzesi kutsal emanetler bölümünde bulunan ve hz.muhammet'e ait olduğuna inanılan antik bir sandalettir.
bu sandaletin şekli osmanlı kültüründe, ya nişan olarak kavuğun alnında ya da işleme olarak tepede hakkedilirse, kötülüklerden koruyacağına inanılırdı.
manevi yönden de peygamberin ayağını baş üstünde taşımak anlamına gelen bir simgedir.
müslümanların, başarı ihtimali olmak kaydı şartı ile, müslüman olmadığı tespit edilen bir yönetime karşı ayaklanma hakkıdır. bireysel hareketlere göre değil, yönetici vasfı olan kişiler tarafından alınacak bir karardır.
ikinci abdülhamit'in saltanatının 25 yılı kapsamında yaptırdığı vakıf, imare, bina, eser vb. vücuda gelen eserlerin listesini ihtiva eden kitaptır. 1900 yılında çıkmıştır.
asla ve asla bir erol evgin'in peruğu olamayacak peruktur. peruk olduğu 50 km öteden anlaşılabildiğinden amaca hizmet etmez. samimiyetsiz durur. şeffaf sütyen askısı gibi bir şey yani.