‘’Ah, acı gerçek şu ki, kader aslında kozmik bir tuvaletti. Özgür iradeye sahip olamayanları içine atıp üzerlerine sifonu çekmek evrenin doğasında vardı. Durağanlık hareketsizlik demekti. Değişim hızdı. Kader- dans edenler yerine hareketsiz duranları tercih eden bir keskin nişancıydı. ‘’
''Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. insanlar sadece 2’ye ayrılırlar: iyi insanlar ve kötü insanlar. Albert Einstein'' Bu mantıktan yola çıkıyorum her zaman.
Kötü olması en yeterli sebeptir.
Genelde olan şeydir. Fedakarlığı yapan kişi tarafından iyilik yap denize at cinsi bir davranıştır. Karşı tarafın niyeti de kendisine kalmıştır artık ama yapmasaydın demesi niyetini belli eder.
dün sayfasına erişemediğimde acaba mı diye kafamdan bir geçti sonra saçma dedim kendi kendime. Sonradan araştırdığımda da durumun vahimliği karşısında şaşkınlığımı engelleyemedim. Neresinden tutarsanız elinizde kalan bir durum. Bu kafa ile bu mantığı anlamak da oldukça zor. Rezil bir durum.
Bu yy için geç bile kalınmış bir projedir. Google'ın da bunun gibi bir çalışması var şu an deneme olarak süren. Dünya üzerinde internetin ulaşamadığı bölgelere ücretsiz internet hizmeti için çalışıyorlar.
bugün kalbimi eski bir plak gibi
öyle çok tersine çevirdim ki
bazı şarkılar vardır
cızırtılı bir yağmur gününü anlatır
uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı
deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır
o zaman bir yavru yengece bakan
insanların şarkısı olurdu o şarkının adı
keşke ismim iris olsaydı
keşke ismim herkese
sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı
bazı şarkılar vardır
ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır
işte o ellerimle herkese
çamurlu şiirler uzatsaydım
hepsi çok kirli olsaydı tanrım
bazı şarkılar vardır
kırmızı akşamsefalarını anlatır
karanlığın kalbinde yalnız, açmanın acısını
komşu kadınların basma elbiseli konuşmalarını
geceyi onlar bahçeye taşırdı
ben ne zaman öleceğim tanrım
sabah olunca mı
keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım
irileşen, gitgide irileşen ağaç gibi
ismi nedensizce iris oluveren bir ağaç gibi
şu odanın ortasında dursam
saat kuleleri dökülürdü dallarımdan tanrım
artık sarı yaprakların ölü olduğuna inanmıyorum
bazı şarkılar vardır
kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır
kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu
o şarkının adı
ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısı
keşke ismim iris olsaydı
keşke ismimin bir anlamı olmasaydı
herkes çıkarsın kalbini
o çirkin mücevher sandığından
ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım
2 Nisan 1948 yılında öldürülmüştür. Ölümünün 69. yılında saygı ve rahmetle anıyorum.
Hapisteyken tanıştığı Hasan Tural isimli biri, onu Ali Ertekin ile tanıştırır. Yapılan plan sonucu; Edirne’ye peynir götürmek için yine ceza evinden tanıdığı şoför Salim, Ali Ertekin ve Sabahattin Ali yola çıkarlar. 31 Mart’ta Kırklareli’ne hareket edilip Kızılcadere köyüne gelindiğinde Sabahattin Ali ve Ali Ertekin yola kendileri devam ederken kamyon, Salim ile geri gönderilir.
Bu tarihten sonra Sabahattin Ali’den bir daha haber alınamaz. Pek çok kişi onun yurt dışına çıktığını düşünürken, 16 Haziran 1948 tarihinde bir çobanın bulduğu cesedin Sabahattin Ali’ye ait olduğu tespit edilir. Bulunan cesedin dağılmış olması kimlik tespitine izin vermediğinden geride pek çok soru işareti kalır.
"Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: 'Dünyada neler gördünüz? ' dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki..."
Himmet Ağa demesine bayılırdım. Hiç büyümeyen bir çocuk siması vardı. Hababam sınıfı güdük Necmi'siz kaldı. Tıpkı Şaban ve damat ferit'siz kaldığı gibi. Allah rahmet eylesin. Bir yıldız daha kaydı.
edit: Şu yazıda bile eksileyecek bir şey buluyorsun ya eksici başı pes.
babalar kızlarına, kızlar babalarına, anneler oğullarına, oğullar annelerine düşkündür. Fakat kızlar annelerini, erkekler de babalarını rol model alırlar.
''Milli duygularımızın dehlizlerine işleyen, millet anlayışımızın ücra köşelerine ışık tutan istiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy kendisine verilen ödülü Kızılay’a bağışlamış, yoksulluk içinde yaşamıştır.''
istiklal Marşı'mızı söylerken aklımıza getirmemiz gereken bir gerçek.
Üzücüdür, gönül isterdi ki sefalet çekmesin.
Hayatınızda hiç görmediğiniz türde orkideleri görebileceğiniz küçücük bir ada ülkesi. Her yerde orkideler var üst geçitlerde yol kenarlarında.
sizin şortla dolaştığınız bir sıcaklıkta mevsimin kış olması sebebiyle kışlık kıyafet giyenleri görebileceğiniz bir ülke. insanları çok çalışkan, saygılı ve kibarlar. Böceklerle aranız iyi değilse yapacak bir şey yok yediklerinize dikkat edin derim, içeriğini öğrenmeden hiç bir şey yemeyin.
Günün belli saatlerinde bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor, o yağmura ne mazgallar taşıyor ne başka bir şey her yer tertemiz.
Yasakları ile meşhur bir ülke aslında. Sakız çiğnemek yasak, aslında ülkede sakız yok ve yanınızda getirmek de yasak. Sokakta sigara içmek yasak. Hatırladığım kadarıyla daha bir çok yasakları daha var.
Çok özledim.
Hiç kimse senin gibi bakmıyor bana, halbuki bakışlarımızla anlaşırdık biz. Kimse anlamıyor beni sen gittin gideli.
Hata yaptın demezdin hiç bir bakışın anlatırdı yaptığım hatayı.
Seni seviyorum demezdin ben anlardım gözlerinden beni ne kadar sevdiğini, davranışların anlatırdı bana ne kadar değerli olduğumu sözcüklere gerek yoktu.
Bak şimdi komik bir şey olduğunda göz göze gelip ikimizin anlayacağı dilden bakışıp kıkırdayacağım kimsem yok.
Kar yağacağı zaman evimde bir telefon trafiği yaşanmıyor artık, bilirsin ben kar sevmem, sen seviyorsun diye ilk haberi ben vermek isterdim sana ''anne kar geliyormuş'' diye.
Sana yazılar yazıyorum bazen gün yüzü görüyorlar bazen ikimizin arasında kalıyor yazılanlar sanki varmışsın da seninle dertleşiyormuşum gibi.
Senden öğrendim güçlü olmayı, güçlü kalmayı ama gidişin biraz sarstı beni az kaldı toparlayacağım.
Sen gidince ben büyüdüm biliyor musun anne? Artık çocuk değilim, ölümsüz de değilim artık her şey canımı yakıyor.
Anlatamadığım, kelimelere dökemediğim duyguları okutuyorsa bana sanki ben yazmışım gibi, içinde kendimi buluyorsam kitabın ya da bana farklı ufuklar açabiliyorsa, bunlar bir yazarı sevme nedenlerim olabilir.
Ama en fazla da yaşanmışlıklarımız aynıysa, aynı acılar ya da sevinçlerin arasından geçmişsek o zaman başucu yazarım olur.
Allah rahmet eylesin.
Hep sonra, sonra, sonra hayatın kendisi de sonra değil mi zaten. Anı yaşamak yerine hep sonraya bırakmıyor muyuz her şeyi? Bugünü yarına, yarını ertesi güne. Aşağıdaki şiiri yazmış, ölüm haberinin ardından okuyunca beni de etkiledi. Bugünü yarına bırakmayalım.
Beni her ölüm etkiler.
Tanımasam bile üzülürüm
Yitirilmiş ümitlere...
Hiç gerçekleşmeyecek ideallere,
Yaşanmamış sevgilere üzülürüm...
Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.
Ne yapılması, ne söylenmesi gerekiyorsa
Söylenmeli, yapılmalı.
Seviyorsanız, sevdiğinizi bugün söyleyin.
Sevdanızı bugün yaşayın.
işinizde yapılacak ne varsa
Bir an önce yapın.
Yarın çok geç olabilir...
Bir anda bitebilir her şey.
Yaşamak için acele edin bence.
Kısa yaşanmışlıklar,
Yaşanmamışlıklardan daha iyidir.
Geriye dönüp baktığınızda "keşke"ler
Çoğunlukta olmasın.
Uzun vadeli hedefler için bile
Bugünden harekete geçmeli.
Yarınlar çok uzakta olabilir.
Daha okulda başlamıyor muyuz
Ertelemeye yaşamı?
Hep yarına yatırım, bu günü sonra
Yaşamacasına...
"işe gireyim, sonra..."
"Evleneyim, sonra..."
"Çocuklar büyüsün, sonra..."
"Emekli olayım, sonra..."
Sonra...
Sonra...
Sonra...
Bu sürecin başında, ortasında,
Yaşam her an sona erebilir.
Sonrası olmayabilir.
Fedakârlıklar güzel ama unutmayalım:
Herkes kendi hayatını yaşar...
Ertelenen
sevdaların
bedelini
ödemiyor yaşam.
Gittiğiniz her yerde ayakta karşılanmak
Karşıdan karşıya geçerken yol vermek için arabaların sıraya girmesi
Bir şey anlattığınızda karşınızdakinin öylece suratınıza bakması, sizi dinleyip dinlemediğinizden şüphe ettirmesi
Herkesin yardımseverlik duygusunu harekete geçirmeniz
Ayrıcalıklarından fazla da dezavantajları mevcut