hepimizin bildiği gibi "onur" arkadaşımız bizlere görmediğimiz başka bir çerçeveden yetişip durum bilgilerini verdi, fakat şu anda tarım ve orman bakanlığının adına açmış olduğu suç duyurusu ile ifadesini verecek ve benim sormak istediğim tek bir soru var yönetime onlarca ünlü isimler " uçak yok, sizin yüzünüzden bu yangınlar t.. vb. köylerine inecek... ş.g" "uçak yok, helikopter yok asker nerede devlet nerede, uyuyor musunuz e.k" şeklinde hakaretlere varan insanlar sizler için sözlerini sarf ederken sivil bir insan için bu suç duyurusunda bunmanız ne kadar doğru? bunu şahsım adına açık ve net soruyorum gücünüz sivil halkınıza mı yetiyor?
doğruları kabullenemeyen birisi olsa gerek, şimdide sözlükçüler için "çoluk çocuk" yakıştırmasında bulundu.
tuhaf bir adam, ya da doğruları görmekten aciz.
yoksa asıl çocuk mu demeliydim?
elde 2b kalem, karşıda bir garip pozisyon alarak oturmuş model.
hoca sözlerine şöyle başlar, öncelikle modele dikkatli bakalım, kişiyi çizerken kıyafetleri çıkartalım ve çıplak düşünelim modeli. şimdi ölçüleri alıp kağıda aktarıma başlayalım.
kişinin bulunduğu mekanları tercih etmeyin.
belkiler ile kendinizi sokaklara atmayın.
sırf onun bir uğraşı diye (müzik, yazarlık, resim, fotoğraf vb.) sizde uğraş haline getirmeyin.
onun çevresine girmekten vazgeçin.
kişiye dair elinizde ne varsa silin atın.
zihninizi boşaltın.
bir süre müzik dinlemeyin, duygu yüklü filmler izlemeyin.
ailenizle zaman geçirin.
uzun süredir görüşmediğiniz ortak olmayan tüm arkadaşlarınızı arayın.
süphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel
hatta mükemmel olurdu.
nasıl mı ?
cami'de uyanıyorsunuz. bir tahta sandık içersinde, herkes
karsınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar
helal edilmiş vaziyette.
tabuttan doğruluyorsunuz,yaslı,olgun ve ağırbaşlı olarak.
herkes etrafınızda,büyük bir itibar,iltifatlar,çocuklar
torunlar hepsi hazır.
arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir
maaşınızı alıyorsunuz. ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
altmışlı yaslara kadar her şey garanti, huzur içinde
yaşıyorsunuz.
sağlığınız gittikçe düzeliyor
kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size
hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor
patronunuz..
ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli
bir insan olarak ise başlıyorsunuz.
herkes karsınızda elpençe divan...
vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor
gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz
diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade...
aman ne güzel günler başlıyor...
derken birgün patron size artik üniversiteye gitsen daha iyi
olur diyor. bu arada babanız ortaya çıkmış,"fazla çalıştın"
diyor "artik eve don,isi bırak,okumaya basla,harçlığın benden
olsun..."
keyfe bakar mısınız ?
okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor
ekmek elden su golden bir donem başlıyor.
derken anne ve babanız sizi oturup getirmeye başlıyor, araba
kullanma derdi de yok artik...
günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur, keyfine
bak,oyuncaklarınla oyna" diyorlar...
mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile
temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç
tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor
ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazır.
bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
beslenmek için ağzınızı ağmaya dahi gerek yok, bir kordondan
besleniyor sıcacık yumuşacık ! gürültüsüz ve patırtısız bir
ortamda yaşıyorsunuz.
küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
veee günün birinde müthiş keyifli bir gece ile hayatiniz
bitiyor.
bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya en az erkekler kadar yani! ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. gözleri buğulanır kadının sonra.
ağlamayacağım, der içinden. ama engel olamaz işte.
çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. ince ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli ve kadın ağlar; hem de çok!
sanmayın ki gidene ağlar kadın! gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. o yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. her damla, daha çok kadın yapar kadınları. her damla bir derstir çünkü.
bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. bilmediklerindendir böyle demeleri. çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.
içlerindeki zehirdir onları öldüren! ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
dönüşmemesi lazımdır oysa. o yüzden de bolca ağlarlar.
zaman geçer sonra. kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı
çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan
insanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.
çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. e.. o zaman niye sarılsınlar ki!
niye sarılalım ki!
etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
o da kim, ne diye sormayın artık. çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!
nereden başlayıp, nasıl anlatsam bir türlü bilemediğim son yazımın ilk satırlarını kurmakta bile zorlanıyor zihnim.
elimde bana kalan her ne varsa hepsini bu satırlar arasında tüketip, bir daha yazmamak uğrunda başlıyorum hikayeme.
her şeyin düzeyinde ilerlediği bir gecenin sonlarında anladım, aslında hiçbir şeyin yolunda gitmediğini. bir şey vardı hayatımı ters düz eden. dalıp dalıp gitmelerimin, bir melodide kaybolmalarımın, bir yüzde dakikalarca kalmalarımın. eskilerden gelen bir şeydi.
üzerinden öyle uzun zaman geçmiş olmalı ki anımsayamadım bir türlü.
neydi beni bu şekilde benden alan? kimdin? neydin?
zihnim ise hala bulanık.
düşüncelerimi kendimden uzak tutmak adına müzik dinlemeyi kestim dün gece. bu gece elime gitarımı almadım.
ve sabah olup dizelerim bittiğinde ise her şeye bir son vermiş ve yazmayı da bırakmış olacağım.
belki yeni bir hayata başlamış, beklide korkularımdan arınmış şimdiki yaşantıma devam ediyor olacağım.
yeni yıl her insana yeni bir hayat getirir derler. bu inançta yaşarız her birimiz. yeni yeni mutluluk dileklerinde bulunurlar sevdiklerine ve eklerler tüm güzellikler bu yılda yıl senin yanında olsun.
oysa ki bilmezler ki o güzellikler ne, geride bıraktığı yıllarda yanlarında olmuşlardır, nede gelecek yıllarda olacaktır.
işte bu yüzdendir ardımıza bakma isteklerimizin olmaması. belkiler ile yeni başlangıçlara adımlar atmalarımızın olması.
saat 12ye vurduğunda tebessüm ile bir hüzün kaplar bedenimizi.
çünkü eksiktir o yanımız, geçmişte olmamıştır ki gelecekte olsun, yoksun işte olmadın ve olmayacaksın.
bense biliyorum içim ne kadar ölmüş olsa da, bedenim ne kadar dik durmakta zorlansa da bu senede senli düşlerim sona ermeyecek.
böyle sevmiştim zaten seni, bundan sonrada severim.
korkmuyorum benim olmayışlarından.
ardına dönüp bakma sakın, bir kaldırım kenarında düşürdüğün paçacıkları arama diye sesleniyorum sana bu yazımda. çünkü asıl korkum bundan yanadır benim, ya bulursan beni?
ya fark edersen içi çürümüş hallerimi?
işte o zaman ne yaparım ben?
diz kapaklarımı mı parçalar yoksa avuçlarımı mı kanatırım dersin?
yanımda olmamayışına alıştım, sana yakın olmamaya.
dokunmadan, hissetmeden seni sevmeye alıştım. işte tamda bu yüzden haykırıyorum ardına dönüp bakma diye.
avaz avaz bağırıyorum.
oysa ki sen beni duymuyorsun, zaten ne zaman duydun ki haykırışlarımı. için için kanarken ben hangi sözlerime misafir oldun, hangi göz bebeğimde hissettin sensiz acılar çektiğimi?
bir notada yüzünü anımsamaya hasretken ben, sen hangi müzikler altında sevişiyordun adını hatırlamadığın kadınlarınla?
renklerin içinden renk beğenemezken ben sana, sen hangi ışığın altında toz pembe düşlere dalıyordun?
kimdin ki en çok canımı sen yakabildin?
neydin, neredeydin?
her şey yolunda ilerliyordu o geceye kadar,
bu yüzden kafamı kaldırışlarım olmadı benim, görmemek adına kör ettim gözlerimi, hatırlamamak her güne yeniden ölmemek için dünyanın bin türlü güzelliklerinden vazgeçtim.
her şey o geceye kadardı, o muhteşem, o akıl almaz geceye kadar.
üç, beş notanın arasına sıkışıp, kan kırmızısına bulanana kadar.
kimsenin hiç kimse olmayıp, bir başkalarının kişiliğine büründüğü hayatın tam ortasında sahte yüzlerden ve yapmacık hareketlerden başka bir şey değildir yaşadıklarımız.
dikkat ettiğim tek noktadır. her sözlükte bulunmuş ve tek tek incelemiş olaraktan rahatsızlık duyduğum, noktalardan başlıcasıdır.
sözlük olarak açılmasına rağmen yazarlardan çok sözlük içerisinde yapılan yazım hatalarıdır ki, ayrıca insanı çoğu zaman çileden çıkartıp yazmayı bıraktıran nedendir de.
örneğin, "sözlük kuralları" adlı bölümde yapılan hatalar başta olmakla, duyurular. adminlerin ve moderatörlerin yaptıkları hatalardır.
dede kortut sıradan insanlardan, devlet adamlarına kadar herkesin saydığı ve danıştığı bilgedir, öğüt vericidir.
bilgeliği eğitici, öğretici ve tenkit edicidir. onun bu kişiliği tarih ve toplum yaşantısından gelmektedir.
geçmiş alplerin başından geçenleri anlatır ve öğütler verir.
tam bir düzen adamıdır. nabza göre şerbet verir, eyyamcıdır. kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. az buçuk okumuşluğundan dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder. alın teri ile çalışıp kazanmaktan çok karagöz'ü çalıştırıp onun sırtından geçinmeye bakar.
keçi hacivat
çıplak hacivat
kadın hacivat
kahya hacivat.
oyunun başrol oyuncusudur karagöz. okumamış bir halk adamıdır. hacivat'ın kullandığı yabancı kelimeleri anlamaz ya da anlamaz görünüp, onlara yanlış anlamlar yükleyerek ortaya çeşitli nükteler çıkartırken bir taraftan da türkçe dili kuralları ile yabancı kelimeler kullanan hacivat ile dalga geçer. her işe burnunu sokar, her işe karışır, sokakta olmadığı zaman da evinin penceresinden uzanarak ya da içeriden seslenerek işe karışır. dobra, zaman zaman patavatsız yapısından dolayı ikide bir zor durumda kalırsa da bir yolunu bulup işin içinden sıyrılır. genellikle geçim derdindedir, çoğu zaman işsizdir.
kadın karagöz
gelin karagöz
eşek karagöz
çıplak karagöz
bekçi karagöz
çingene karagöz
davulcu karagöz
tutumlu karagöz
ağa karagöz.
keloğlan, tanınmış bir halk öyküleri kahramanıdır. anadolu insanının büyük düşler kurabilen, ama en büyük ödülleride elinin tersi ile itebilen, erdemli, sağduyulu, biraz saf, biraz romantik ve fazlasıyla pratik zekalı temsilcisidir.