yıllardır aramadığım birini arayıp naber napıyosun işte ben de nolsun birkaç aydır tedaviye devam seni de arayamadım diyip stresimi sıkıntı ne varsa atıp biriken günlük kelime konuşma limitimi doldurup zamanaşımından düştü düşecek olan arkadaşlığımı kurtarmak istiyorum.
sünnet çocuğu gibiyim bu aralar, daha yeni düğününde hoplayıp zıpladığı arkadaşları tarafından 'kaç oğlum bak çükünü kesicekler' diye korkutulan cinsten bi çocuk. ve yine akabinde de 'erkek misin oğlum sen anlamazsın' diye söylenen çocukların arkadaşı olan çocuk gibi. bunun kadın versiyonu da işte otuzlu yaşlarda yaşanıyor. etrafta sürekli düğün bebek fotoğrafları görürsün, sen de istersin. yaş, iş, maddi, manevi durumlar, hormonlar falan tetikler ve sonrasında 'sakın yapma etme bak çok zor oooo aman aman sakın hiç özenilcek bişey değil' derler. kural bozulmaz bi süre sonra da 'aa kedili teyze mi oldun sen gel bak bizimkileri sev çok tatlı şirin şeyler bunlar allah olmayanlara da versin aratmasın' diyip skip atarlar.
en son arkadaşımın nikah gününde ortalarda dolanan herkese kendini az biraz sevdiren kedicik geldi benim kucağıma zıplayıp kıvrıldı, sonrasında da göğsüme başını yaslayıp koklamaya başladı ki ben donup kaldım öylece, çünkü öncesinde biri bana ne güzel dalin kokuyosun başka biri de hamile misin demişti.
--spoiler--
kendim ve memleketim için çok sevindim. çünkü bana çok güzel öğretim veren kendi memleketimdir. bana olağanüstü tıp eğitimi verdi ve o buradaki başarımının kaynağı oldu. o bakımdan ana vatanıma çok minnettarım. bütün türk milletine sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
--spoiler--
birinin ortalama bir eğitim almış olan başka biri tarafından duyduyu herhangi bir şeye şaşırması yani böyle birşeyi ondan duymayı beklemiyor olması falan korkunç bir kibir bence. bir ülke hakkında gitmemiş olsa bile yorum yapmak, herhangi bir iş ile ilgili fikir sahibi olmak, yabancı dil bilmek, merak etmek, araştırmak, işte bunlar hep insani özellikler, karşılaşıldığında şaşırmamak lazım
bazen yukarıdan bir yerlerden sürekli gizli kamerayla takip edildiğimi hissediyorum, en çok da dedikodu yaparken falan, sanki ilerde biri elinde bi dosyayla karşıma çıkıp böyleyken böyle böyle diye sorgulayacakmış gibi geliyor, sonra susuyorum biraz seviyeyi düşürüp devam ediyorum tabi, alıştım artık otokontrolümü böyle sağlıyorum sanırım.
şoförün durakta gördüğü zenciyi fransızca konuşarak otobüse alması, yol boyunca sohbet edip metro durağına bırakıp gideceği yeri de tarif edip yolcu etmesi, galiba kıskandım arkadaşı şoförümden.
sürekli pohpohlanmalıdırlar, her sevgi ya da tebrik sözcüğü tekrar tekrar tekrarlanmalıdır, yaptıkları herşey özel ve güzel olacağından doruklarda olmalıdır.
yolculuğa çıkıyorsa uzaya füze gönderirmişçesine coşkulu olunmalı, yeni evlenmiş/çocuk sahibi olmuş ise ne kadar şanslı olduğu en az gün aşırı söylenmeli, olmaz ama hasta falan olmuşsa da bi tık arttırılarak ne kadar çok üzgün olunduğu ve hemen bi profesöre görünmesi gerektiği söylenmeli.
eskiden özel günlerde hepberaber toplaşıldığında on kişiden maksimum iki kişide fotoğraf makinası olur, o fotoğrafların da basılıp aynı karede yer alan kişilere dağıtılması günlerce bazen aylarca sürerdi, bir de -meliscim bi haftasonu buluşak da benim makinadaki fotoğraflarını vereyim sana- diyerek koz olarak kullananlar vardı, farklı bir kültür oluştu tabi kalmadı bunlar, herşeyimiz anında nette artık
kış ortasında terlikli küçük bi çocuğun elinde birkaç hazır köfte paketi ile kasa etrafında dolandığını görmüştüm, kasanın boşalmasını bekleyip sırasını da vermişti hatta önündekilere sonra cebindeki tüm parayı kasiyere uzatmıştı ama parası yetmemiş olacak ki geri dönmüştü, kenara geçip daha sonra tekrardan sadece bir tanesini almak istemişti yine yetmemiş olacak ki bırakıp onu da koşarak çıkmıştı marketten, arkasından gitmiştim ama göremedim, belki annesi mi göndermişti onu markete ama o parasını abur cubura harcayıp yetiştirememişti, belki de evsizdi, hala aklımdadır o çocuk.
çok ayıp etmiştir, sözlüklerde adı çıkmasın diye bile evlenmiş olmalıydı, evlilik çok önemli çünkü hele ki kız isen bi de türk kızı isen en önemlisi 30 yaşında bi türk kızı isen.
köşedeki handa bi ajans vardı böyle ıvıl kıvıl şeyler üretirlerdi, biz de her geçişimizde ordan eşantiyon ayakkabı çekeceği alırdık, sonra bi baktık bunlardan elimizde haddinden fazla birikmiş kurduk tezgahı başladık satmaya, sonra abi gördü bizi, kaçınılmaz sona geldik ve ticaret hayatımız başladığı yerde bitti. *