Editörü ve en az beş değişik üniversitenin öğretim üyelerinden oluşmuş danışmanlar kurulu olan, bilimsel özgün araştırma makalelerini en az bir hakemin olumlu görüşünü alarak yayımlayan, en az yıllık periyotlarla yayımlanan, üniversite kütüphanelerinden erişilebilir olan dergidir. Hakem en az doktora derecesinde akademik ünvana sahip kişi olmalıdır. Akademik ünvana sahip kişilerin yayınlarında ancak üst derecede akademik ünvana sahip kişiler hakem olabilir.*
1984'te kuruldu. islam kültürü'nün yanısıra Türk kültürü, tarihi, edebiyatı ve sosyal bilimlerin birçok alanında kaynakları var. Ziyad Ebüzziya, Orhan Şaik Gökyay, Hilmi Oflaz, Albert Hourani, Jacques Waardenburg, Kemal Beydilli, Kasım Küfrevi, Nuhoğlu Ailesi, ilber Ortaylı'ya ait özel koleksiyonları bünyesine kattı. 182 bin cilt kitap, 2 bin 720 çeşit dergi, 17 bin doküman, 19 bin 144 mikrofilm, 411 mikrofiş ve mikrofilm, 640 CD mevcut. Osmanlı Kadı Sicilleri, Şer'iyye Sicilleri Arşivleri burada.*
150 yıllık gazete ve dergi koleksiyonu var. 350 bine yakın kitap bulunan kütüphanenin cilt ve onarım atölyesi bulunuyor. Ayrıca çeşitli yazma, atlas-harita, takvim, kartpostal gibi özel koleksiyonları mevcut. 10 bine yakın harita ve kartpostal koleksiyonu internetten de incelenebiliyor. Osmanlıca, Arapça, Fransızca, Rumca ve ingilizce birçok dilde esere ulaşmak mümkün. Görme engelliler için özel kabinlerde gönüllüler istedikleri kitapları okuyup CD'ye kaydediyor. Nadir eserler CD olarak sunuluyor.*
1991'de Beyoğlu Büyükparmakkapı Sokak'ta kurulmuş, sonrasında üç şube daha açmış kitabevi. ingilizce, Türkçe kitap ve süreli yayınlar satılıyor. Sipariş alınıyor. Personelin çoğu üniversite mezunu ve hatta master yapmış elemanları da var. 30 bin çeşit Türkçe, 20 bin çeşit ingilizce kitap bulabilirsiniz. Her iki dilden üniversite eğitim kitapları da mevcut. Türkiye üzerine yazılan ingilizce kitapların sayısı iki bin civarında. Dünyanın her tarafından toplanmış bir koleksiyon bu. Sanat, arkeoloji, tarih, edebiyat, yemek, hobi kitapları da bulunuyor. Kitap okuma ışığı, ayraç gibi kitap aksesuvarları da var. istediğiniz kitabı internet üzerinden ayırıp daha sonra gidip alabiliyorsunuz.*
Kedileriyle meşhur, Beyoğlu'ndaki 21 yıllık kitabevi Genellikle kitap kurdu olanların uğrak yeri. Kitap ve süreli yayın dışında hiçbir şey satmıyor. Sahaflık da yapıyor. Simurg adında 74 kitap yayınlamış olan bir yayınevi de var. Türkiye'de basılan yabancı kitaplar bulunuyor, dışarıdan getirmiyorlar. Çocuk reyonu yok. Sipariş alıp hızlı bir şekilde servis ediyor, aradığınız hemen her kitabı buluyorlar.*
istanbul'un en iyi kitapçılarından biri olan robinson crusoe kitabevi, adresinin 'istiklal Caddesi, 389 numara' olmasından dolayı bu isimle anılıyor. Ortalama 3 haftada, bilemedin 1 ayda dünyanın her yanından sipariş getiriyorlar. Nisan Yayınları adında bir yayınevleri de var. Kitapçıların bir bölümünün yabancı kitapları tedarik ettiği bir mekan. Süreli yayınlar, günlük, defter ve kitap dışında bir şey satılmıyor. Mimarisi Han Tümertekin'e ait ve 1994'de açılmış. son bir not: bilgili ama artistik pozlar takınan çalışanlarının dışında negatif bir unsur barındırmıyor gibi görünüyor. iki kat çıkıp, bilgisayar başında siparişlerle uğraşan elemanın kafasını kızdırmayın. kötü kötü bakıp bariyer kurdu uzaklaşmam için. bariyeri yıkardım ama yeterince eğlenmiştim zaten. hatırladığım iyi oldu bir ara yine dadaniyim. herneyse. sipariş için telefonu da veriyim tam olsun: *. oldu gibi.
ek: bu saatte aramayın boşuna... cevap vermiyorlar.**
'Tüketiciler kendilerini boş zamanlarında bile üretimin birliğine uydurmak zorundadır,' der Adorno. Eğlencenin, aslında çalışmanın bir uzantısı olduğunu söyleyen düşünür, insanların, mekanikleştirilmiş emek süreciyle yeniden baş edebilmek için eğlence aradığını belirtir. Fakat bu, sonu olmayan bir arayıştır çünkü sunulan eğlence yapaydır; neredeyse eğlence bile değildir. insanlar eğlencenin ihtimaliyle yetinip eğlenirler esasında. Ama yine de kültür endüstrisinin de övünç nedenleri olabilir: 'Eskiden çoğunlukla hantalca gerçekleşen bir süreci, sanatın tüketim alanına dönüşümünü kararlı bir biçimde gerçekleştirilmiş ve bu dönüşümü ilke düzeyine yükseltmiştir; eğlenceyi sıkıcı naifliğinden arındırıp metaların niteliklerini geliştirmiştir.' Adorno, bir de kültür ve eğlencenin bir aradılığıyla ilgili bir söz söylüyor ki, çok anlamlı: 'Günümüzde kültürle eğlencenin kaynaşması yalnızca kültürün alçaltılmasıyla değil, eğlencenin zorla entelektüelleştirilmesiyle de gerçekleşir.' *
''Günümüzde kültür, her şeye benzerlik bulaştırır!''*
açıklayıcı ek: Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği'nin müsveddelerinde 'kitle kültürü' ifadesini kullandıklarını, ancak bu ifadenin bir nevi çağdaş halk sanatı olarak algılanmaması için 'kültür endüstrisi'ni tercih ettiklerini belirtir. Bu tercih, kar odaklı endüstrilerin kültür adı altında yaptıkları ticaret ve manipülasyonu ve bu endüstrilere bağlı bir şekilde çok sıkı örülmüş düşünsel, sanatsal bütün yapıların 'çoktandır aynı zamanda birer mal değil, enikonu birer mal' olduğunu ifşa eden eleştirelliği de beraberinde getirdi. Kültür endüstrisini 'müşterilerin kasten ve tepeden birleştirilmesi' olarak tanımlayan Adorno, bu aynileştirme mekanizmalarının binlerce yıl boyunca birbirinden ayrılmış yüksek ve düşük kültür alanlarını her ikisinin zararına olacak şekilde birleştirmeye çalıştığını söyler. Sanatı metaya dönüştüren kültür endüstrisi, onun özerkliğini ve biricikliğini de darbeleyerek, kitlelere ve kitleleri sahte bir uyum fenomeniyle biçimlendiren sermayeye uyumlu ve yüksek sanat ile düşük sanat arasında yarattığı negatif bütünleşmeyle eşdeğerli kılar.*
ingiliz fizikçi isaac newton, karanlık bir odada güneş ışığının önce bir delikten odaya girmesini sağlamış, sonra bu ışığın önüne bir prizma koyarak parçalanış halini bir beyaz perdeye aksettirerek, yedi rengi elde etmiştir. Newton, beyaz perde üzerindeki renklerin bir sıra ile dizilişine Spektrum Solares (Güneş tayfı) adını vermiştir. Daha sonra güneş ışığını meydana getiren renk tayfı üzerinde araştırmalarına devam ederek, renk bilimini, bir bilim dalı olarak ortaya koymuştur. Newton'dan sonra Chevreul, Helmhotz, Young gibi fizikçiler ve de kimyagerler, bu proje üzerine eğilerek çalışmaları hızlandırmışlardır. Günümüzde fizik ve metafizik alanında yapılan araştırmalar, renklerin bir terapi aracı olarak da kullanılabileceğini ortaya koymuştur. *
copy-paste yapanına yazar değil entrici demek daha doğru olacağından zaten copy-paste yapmamak sözcüğün hakkını vermek göz önüne alınırsa yazar olmanın ön şartıdır.*
-Bir zanaatı gereği gibi öğrenmiş olan ve kendi başına yapabilen kimse.
-Zanaat öğreticisi.
-Zanaatçılar için unvan.
-Eli uz, işinin eri, becerikli, mahir.
-Osmanlı imparatorluğu'nda saraydaki cariye ve hizmetlilerin kıdemlisi.
-Akıl veren veya öğreten kimse. *
bir kimlik, grup, örgüt veya kurumun amaç ve araçlarını genel olarak tanımlayan bir deyiş veya sözcük listesine verilen isimdir. Slogan sözcüğünün diğer bir adı da mottodur. Motto sözcüğü italyanca'dan gelir ve kökeni Latince muttire yani 'mırıldanmak, söylenmek'tir. Motto tanımlayıcı bir deyişin yanı sıra bir düsturun kendisi de olabilir. Sloganlar özellikle Batı'da genellikle Latince veya Latince kökenli dillerde yazılsa da ingilizce veya Almanca yazılmış birçok slogan da vardır. Bunların dışında da birçok istisna bulunur.*
çağdaş Fransız yazınındaki en esrarengiz ve etkili kişilerden biridir. Çalışmaları; felsefi eleştiri (ya da tamamen anti-felsefi) makaleleri ve kitaplarının yanı sıra roman ve récit yazımını da kapsar. Üniversite ortamı dışında çalışan son yüzyılın önemli edebiyat kuramcılarından biridir.
Blanchot, 22 Eylül 1907 tarihinde Fransa'da köylü bir katolik ailede doğdu. 1984 yılının Kasım ayında Le Nouvel Observateur'da yayınlanan kısa bir özgeçmiş metninde Blanchot, hayatının önemli anlarını arkadaşlarına rastladığı dönemlerle anlatır: Emmanuel Levinas, Georges Bataille, Rene Char ve Robert Antelme. Arkadaşlık Blanchot'un sürekli yinelenen bir konusudur. En uzun süren ve gelişen arkadaşlığı Emmanuel Levinas'la olanıdır. Emmanuel Levinas, 1925'te tanıştıkları Strasburg Üniversitesi'nde Blanchot'la birlikte doktora öğrencisiydi. Levinas Litvanyalı Yahudi bir filozoftu. Çalışması, varlığın ahlaksal boyutlarının baskısıyla ilgili bir Batı düşünüşü kritiği oluşturmaktı. Blanchot'un 1945 sonrası çalışması özellikle Levinas'ın Totality and Infinity kitabının 1961'de yayınlanmasından sonra Levinas'ınkiyle üstü kapalı bir diyalog oluşturmuştur. Aynı zamanda Nazi'nin Avrupa Yahudileri soykırımını Batının yapısını çok önemli, korkunç bir şekilde açığa vurma ve sonrasında gelen bütün düşünce ve yazında zorunlu söz etme konusu olduğu fikrini onunla paylaşıyordu. 1930'ların başında üniversiteden sonra, Blanchot Journal des Debats'ın yazı işleri kadrosunda dış politik ilişkilerde yazı işleri sorumluluğunu üstlenerek işe alındı. Fransa'nın gelecekteki çöküşünü tahmin ederek, bu sefer Fransız monarşisinin yenilenmesi hareketiyle ilgili doğruya uzak gazetelerdeki özellikle Combat'taki çeşitli yazılarla da meşgul olmuştur. Genç Blanchot, modern materyalist kültüre karşı Hitler'in Alman Devleti'nin büyüyen tehlikesinden Fransa'nın tek kurtuluş olanağı olarak kendini gören bir Fransız faşizmiyle birleşen koyu milliyetçi ve Katolik bir tutum aldı ve anti-komunist olmasının yanında anti-kapitalistti. Gazete, 1940'ta Fransa'nın düşüşüyle askeriyeyle işbirlikçi bir yayın organı haline gelince editörlükten çekilmesine rağmen, Blanchot 1944'te batana kadar Journal des Debat'te kaldı. Blanchot gazeteye sadece haftalık edebi köşe yazısı şeklinde katkıda bulunmaya devam etti. Savaş ve Fransa'nın işgali, genç, uç sağcı Blanchot'un çöküşünü güçlendirdi. 1945 sonrası ortaya çıkan bir ateist, hayattan çekilmiş ve harekete geçtiğinde sürekli uç sol siyasette yeralan kişidir. Savaş yılları Blanchot'un Franz Kafka'dan ve 1940'ın sonlarında arkadaş olduğu Georges Bataille'den etkilendiği ilk kitapları Thomas l'obscur (1941) ve Aminadab (1942) yayınlanmasına tanık oldu. 1958 yılında Blanchot Paris'e döndü. ''Bütün geçmişi redediyorum ve günümüzün hiçbir şeyini kabul etmiyorum'' cümlesi 1958 yılında Dionys Mascalo'ya yazdığı mektuptaki sözcüklerdir ki Blanchot'un 20 yıl boyunca sürecek politik suskunluğuna işaret etmiştir. Blanchot'un yalnızlığı ve yazma dışında topluma girmeyi reddi, ona özgü bir mistik ve ün etkisi yarattı. Gizli bir fotoğrafı bile (bir süpermarketin dışında arabanın yanında dikilen uzun bir figür) geniş çaplı ilgi ve söylentinin nedeni oldu. Bununla birlikte, Blanchot'un kendini soyutlaması halkla ilişkilerinde iş bağlantılarını önlemedi. 1990'larda, onun kendi 90'larında, Blanchot gay çiftlerin haklarını destekledi ve Fransız göç politikasına karşı çıktı. Maurice Blanchot, 20 Mart 2003'de öldü.*
Husserl ile Heidegger'in düşüncelerinin ışığı altında geliştirdiği 'öteki felsefesi'yle XX.yüzyılın ikinci yarısında çok büyük yankılar uyandıran; içinde yetiştiği Fransız felsefe bağlamıyla birlikte anılan felsefeci. Levinas'ın düşün çevrelerinde tanınmaya başlayışı, 1930'larda Husserl ile Heidegger'in görüngü bilimsel felsefelerini bir yanda yaptığı çevirilerle öbür yanda yazdığı açımlama yazılarıyla Fransız felsefe gündemine sokuşuyla olmuştur. Daha sonra geliştirdiği özgün düşüncelerle Levinas, geleneksel Batı felsefesine kök saldığını düşündüğü 'Ben'in yerine 'Öteki'yi, 'Aynılık'ın yerine 'Başkalık'ı öne çıkaran bir felsefenin temellerini atmıştır. Söz konusu düşüncelerinde Levinas, prote philosophia (ilk felsefe) olarak kayıtsız şartsız sonuna dek 'Öteki' için duyulan sonsuz bir sorumluluk üzerine yapılandırdığı kendi etiği önermiştir. Nitekim Levinas'ın görüngübilimsel bir bakış açısından etiğin gerçek anlamını ortaya çıkarmak amacıyla yürüttüğü çalışmalar daha yaşarken klasik bir nitelik kazanmışlardır. 1961 yılında yayımladığı en önemli yapıtlarından Bütünlük ile Sonsuzluk (Totalite et infini) Levinas etiğin temelini Öteki ile girilen yüz yüze ilişkide Öteki'nin Ben'i sorun haline getirmesi olarak belirlemiştir. Başta Özün Ötesinde Varlıkların da Öteki (Autrement qu'être on au-delà de l'essence, 1974) adlı çalışması olmak üzere, daha sonraki yapıtlarında Levinas, giderek görüngübilimsel izlenceden uzaklaşarak bu belirlemesinin ön-koşullarım başka yönlerden geliştirme çabası içinde olmuştur. Son döneminde Levinas, görüngübilimin sonuna dek götürülerek sınırlarının dışına çıkıldığı yerde; ben'in içindeki ötekiliği görmeye yönelik bir düşünme tutumu içinde olmuştur.*
*Litvanya'da doğdu. Orta öğrenimini Litvanya ve Rusya'da tamamladı. 1923-30 arası Fransa'da felsefe öğrenimi gördü. 1928-29'da Almanya'da Husserl ve Heidegger'in derslerine katıldı. 1930'da Fransız vatandaşlığına geçti. Poitiers (1964), Paris-Nanterre (1967) ve Sorbonne (1973) üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı.*
görülen, bilinen, yaşanılan, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek, ya da deyiş yerindeyse üstüne çıkarak bir çeşit aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılmış sanat-edebiyat eserlerini nitelemek için kullanılan bir terimdir. Sanatçının kendini aşma durumudur. iyi sanat eserleri, çoğu zaman 'alıcı'sına da, bu aşkınlığı yaşatır.
Felsefede özellikle dini düşünce akımları arasında bir düşünce biçimi olarak belirmiş ve bilinen dünyanın dışında var olan tanrısal gücün dünya üzerindeki etkisinin ifadesinde çokça kullanılmıştır. Bir diğer ifadeyle Aşkın düşünce; dünyaya bir nevi dünya dışından bakabilme yetisi olarak ta düşünülebilir.*
öz aşkınlık: Viktor e.Frankl'in, kişinin kendiyle meşgul olmayı bırakıp kendini başkalarına, işine, bir davaya veya başka bir etkinliğe adayabilme yetisi için kullandığı terim. Frankl'a göre kişinin kendini unutabilmesi, kendi dışındaki şeylerle meşgul olabilmesi, ruh sağlığı için temel bir önem taşır.*