ali ekber eren in seslendirdiği çok güzel bir ezgi. sözleri ise şöyledir..;
Çocukların bir masala kandığı gibi
Ben de senin sözlerine kanmışım
Güneşin yeryüzünü yaktığı gibi
Ben de senin gözlerinde yanmışım
Gel bulut ol, yağ da biraz ıslandır
Al başımı dizlerine yaslandır
Delirmişim sev de beni uslandır
Ben aklımı gözlerine takmışım
Geceme ay, gündüzüme biraz güneş sal
Gururunla yaşam olur sen hep böyle kal
Sermayem sevgimdir canım, onu da sen al
Ben de seni şu yüreğime salmışım
Ben aklımı gözlerine takmışım...
türkiyede şukela duran davranış. özellikle de son yasa tasarısından sonra önü açılmış oldu. mini etek giyen kadınlar tahrik amaçlı olarak bu etekleri giydiği için tecavüz edildiği taktirde bir nevi nefsi müdafaya giriyor tecavüzcünün durumu.
siz en iyisi mi birisine tecavüz edecekseniz mini etekli olmasına dikkat edin. ya da gelinlikli. (sen anladın onu)
tecavüz ettiğiniz kişi mini etekli ya da gelinlikli değilse siz tecavüz edip te öldürdükten sonra mini etek giydirin. ya da gelinlik.
durumunuz nefsi müdafaya girsin. tez zamanda yırtarsınız hapisten. tabii hapiste sizi götünüzden sikerek öldürmezlerse.
alakaya maydanoz erkektir. "lan ibne misin sen?" diye sorulması gerekendir. hadi ibne olsan sevişmezsin bir kadınla. erkek olsan seviştikten sonra jartiyer giymezsin. çıkamadım ben bu işin içinden. olveyzslipiyi getirin. ali makgırav elini öpsün ama. ortak bir mutakabata varılsın işte.
örneğin bir filozofun ya da bir yazarın düşüncelerine göre. yok "dekart demiş ki hede hödö." yok "şu yazar demiş ki hebele hubele."
lan sen ne diyorsun peki hayat hakkında? senin düşüncelerin ne? duyguların? bilgi birikimin? sen nesin kısaca?
başkalarının düşüncelerinden ibaret bir kukla mı? yoksa gerçekten bir şeyleri kendi süzgecinden geçirmiş bir bilgin mi?
kaç ekrandan ibaret varlığımız? 37, 51, lcd, plazma? sorarım hepinize. sorarım hepimize. kaç ekrandan ibaret vaRLIĞIMIZ?
HEP DiKTE ETTiLER EKRANLARI? iLK ÖNCELERi TELEViZYONDU. SONRA iNTERNETi. EN SONUNDA iSE cEP TELEFONUnu. gödük beynimizi ekranlara. götümüzü dışarıda kaldı ama.
ALDI BAŞINI GiTTi BiR MONiTÖR KAYGISI. TÜM DUYGULARIMIZ YERLERE DÜŞTÜ. YERLE YEKSAN OLDU. modern kavramlar, bize insan olduğumuzu unutturdu. içimizdeki o muhteşem ilkellik yok edildi.
oysa, çağırılıyoruz bilinçaltımız tarafından. ruhumuz huzur istemiyor aslında. muhteşem bir kargaşaya hasret yaşıyoruz.
idamlar, tecavüzler, suçlar, cezalar... her biri o kadar can sıkıcı olmaya başladı ki artık, adaletten ümidimiz yok. suç ne bilmiyoruz?
düşünenler mahkeme salonlarında dolaştırılırken düşünmeyen asalaklar hep en üst köşede.
aldı başını gitti orospuluk ve orospu çocukluğu. üç-beş kendini bilmez anası sikik aldı başını gitti.
toplumsal kriterler ve insanlığın geleceği, insan postuna bürünümüş köpeklere emanet edildi.
dinlemez oldu kimse kimseyi. ekranlardan ibaret oldu varlıklarımız. ne bekliyoruz ki artık? ne bekliyoruz delirmemek için?
ülkede yaşananlar gözönüne alndığında çok da doğru olan önermedir..
ne diyo lan bu lavuk diyenleriz olacak tabi. göze aldım ama. efendim öncesinde milliyetçiliğin ne olduğunu bilmek gerek. ahmet kaya t-shirt ü giyen insanları linç etmek mi? ya da sözlükte asıp kesmek mi? her fırsatta ulu önderin adını ağzına alıp, esasında kemiklerini sızlatmak mı? uzar gider bu "mı" lar, "mi" ler...
eğer bu ülke de hala benim memuruma ne kadar zam yapacağımı ımf belirliyorsa, ülkem sınırların da amerikan bayrağı dalgalanıyorsa, -kurtuşluş savaşı- verdiğimiz emperyalistlere her yönden bağlı hale geliyorsak, hastane kapılarında insanlar paraları olmadığı için ölüme terk ediliyorsa, yerim ben en milliyetçi nin milliyetçiliğini...
amerikan bayrağı dalgalanabilir ama haç takan birini görürsek linç ederiz, çünkü her türk aslında milliyetçi olduğu kadar da müslüman olmalı..
komünist falan değilim, solcu da.. hristiyan da değilim. evet milliyetçi de olamadım.. ama sizden daha milliyetçiyim.
hadi gelin herkes görsün kim daha milliyetçi!
incirlik e yürüyelim, indirelim amerikan bayrağını. de hadi buyrun...
bütün büyük dünya ülkeleri, ileride enerjisiz kalmayalım, ite köpeğe muhtaç olmayalım diye nükleer santraller kurarken, bizim ülkemizde ise santral kurulacak yer hazır, alt yapı hazır, gerekli ekip, donanım hazır, halen iran ve rusya dan aldığımız doğal gaz ile enerji açığımızı kapatmak üzere yapılan en büyük adımı, nükleer santralin kurulmasını, deniz baykal sebebi belirsiz bir şekilde istememiş, hazır elimde imkam varken ülkenin içine etmeye devam edeyim demiş ve yürütmeyi durdurması için anayasa mahkemesine gitmiştir.
deniz baykal şu an meclise getirilen hiç bir önergeye sıçak bakmayarak, onaylamayarak, yürütmeyi durdurma kararı aldırarak, seçimden sonra gelecek iktidarı içinden çıkalamayacak bir duruma sokmak için yardakcıları ile beraber savaş vermektedir, sebebi kendisinin ve partisinin gelemeyeceğini bildiği içindir.
bunun hesabı elbet bir gün sorulacaktır. elbet bu başlık bir gün dolup taşacaktır.
unutabilmek, mümkün olmayan bir olgudur. bir çok olayı unuttuğumuzu sanırız evet sanırız sadece. çünkü gerçekte unutamamış, sadece hatırlamak istemiyoruzdur.
hele bir insanı unutabilmek var ki, uğruna ölmeyi göze alırsınız. unuttuğunuz zaman acılarınız dinecektir çünkü, göz yaşlarınız duracaktır. ama olmuyor işte, unutamıyoruz. Unutabilmek gerçekten var olan bir şey olsaydı biz bunları hiç konuşmuyor olurduk.ve kuyruk acımız son bulmuş olurdu.
genelde birinin başka birine verdiği pek sevilmeyen haberdir..
Kaan: Ablaaaaaaaaaaa!!
Encıl: Ne bağırıyon kulağımın dibinde?
K: Ablaaaa kurtar beni!
E: Noluyo yaa, nereden kurtarayım ben seni?
K: Yardımına ihtiyacım var nooluur
E: Yaw yetiş bacım mıyım ben?
K: Abla, abim beni öldürecek lütfeeen
E: Niye öldürecek ki? Cinayet işleyesi mi gelmiş?
K: Daha değil ama birazdan gelecek
E: Tövbe tövbee, bağırınacağına anlatsana noldu?
K: Abim bugün arabayı verdi bana.
E: Hayret, nasıl oldu bu, bişi mi düşmüş kafasına?
K: Abla benim kafama sert bi cisim düşecek kesin
E: Allah seni ne etmesin Kaan, arabayı çarptın demi? Sende bişey var mı?
K: Keşke arabayı çarpsaydım abla keşkeee
E: Sus be, ağzından yel alsın daha beter ne olabilir?
K: Beterin beteri var abla
E: Arabayı çarpmamışsın, sende de bişe yok, beter olan ne?
K: Abimin laptopu arabadaydı
E: Anaaaa, inşallah zannettiğim gibi değildir?
K: Yaaa ama abla benim suçum yok, beş dakkalığına bırakmıştım arabayı
E: Dur bi dakka dur.. Arabayı bir yere bıraktın, kapıları açık olarak ve laptopu götürdüler??
K: Aynen öyle oldu
E: Sen nerdesin şimdi?
K: Alsancakta..
E: Sen ne yap biliyormusun Kaan?
K: Napayım abla?
E: Direk denize at kendini
K: Yaaa noluur yaaa ben ölmek istemiyoruum
E: Laptoptan bişey olmaz yalnız içindeki işle alakalı bilgiler.. Ah Kaan ah ben bile kurtaramam seni.
K: Yaaa yedekleme ihtimali yok mu ki bir yere?
E: Yok, daha dün akşam konuşmuştuk bu mevzuyu, hafta sonu onla uğraşıcam diyordu..
Bu muhabbetin üstüne Encıl baykuş kılığına girip mağdur kişinin yanında alır soluğu..
Encıl: Ben geldiiiiiiiim
Mağdur Kişi: Oooo yolu nasıl buldun?
E: Deme öyle şeyler lütfen yaa..
MK: Çok şirin bir haldesin hayırdır? Ölcem mi ben?
E: Aman yaa nerden çıkarıyorsun
MK: Bu şekil davrandığında altından birşey çıkar da kesin
E: Eeee boşver şimdi, hafta sonu naapıyoruz?
MK: Hööö?
E: Sıkıldım ben, canım azcık ot, çiçek, kuş, böcek görmek istiyor.
MK: Sen iyi misin? Kafana bişey mi düştü?
E: Gayet de iyiyim
MK: Yaa kendine gel lütfen, rica etsem bi çemkirebilir misin beni?
E: Niye çemkiricem canım yaa
MK: Bünyem senin bu haline alışkın değil, kaldıramam
E: Yaaa, tüh görüyormusun bak hafta sonu işim var demiştin dün sen bana nasıl da unuttum, ondan böyle yapıyorsun.
MK: Yooo işim falan yok benim hafta sonu, istediğin yere gideriz.
E: Beni kırmamak için böyle diyorsun sen ama, işin var senin biliyorum ben mani olmayayım sana.
MK: Haydaaa, yok diyorum sana, anlamıyor musun?
E: Hani dün diyordun ya laptopla işle alakalı çok önemli dosyalarım var onları yedeklemem lazım falan..
MK: Hıı, onları dün gece yaptım ben, sabaha kadar mahfoldum ama hallettim hepsini.
E: Neeeeee??
MK: Bunda şaşılacak bişey mi var?
E: Ama ama amaaaa
MK: Allah allah, ya neyin var senin allaşkına söle?
E: Hiç bişeyim yok.
MK: Garip tavırlar sergiliyorsun..
E: Sana bişi diyim mi?
MK: Söyle bakiim?
E: Senin laptopun neyin yok artık
MK: Nasıl yok?
E: Bayağı yok işte hıh
MK: Ne diyon sen yaw?
E: Laptop diyorum, el değiştirmiş artık. Kaan arabanın kapılarını kilitlemeden bırakmış bi yerde, yürütmüşler
MK: Ciddi misin sen?
E: Gayet de ciddiyim, üzülme alırsın yenisini
MK: Sağlık olsun yahu, neyse napıyoruz hafta sonu
E: Banane sen naparsan yap alalaa
MK: Noldu şimdi yaaaaa?
9 Ocak tarihinde Apple Başkanı Steve Jobs tarafından tanıtılan iPhone, kabaca iPod'un cep telefonu hali. Yaklaşık 2 senedir o kadar hevesle bekleniyordu ki daha piyasaya çıkmasına dört ay gibi uzun bir süre olmasına rağmen gündemde hâlâ sıcaklığını koruyor.
Lansmanın ardından hisseleri belirgin bir düşüş yaşayan cep telefonu markaları şimdi Apple'ın iPhone ürününe karşı kendi hamleleri üstünde uğraşıyor. Tasarım uzmanları zor kullanımından dolayı tavsiye etmese de düğmesi bulunmayan dokunmatik ekran yüzeyli modelleri yıl içinde birçok markadan göreceğimiz kesin. Hatta şimdiden bazı markalar prototiplerini göstermeye başladı bile.
iki yıl önce çok benzer bir ürünü piyasaya süren Koreli LG, iPhone'un yarattığı gündemden güç alarak Prada alt markasıyla KE850 kodlu telefonunu yeniden pazarlamaya başladı. LG'nin telefonu 99 mm uzunluk ve 54 mm inceliğe sahip (iPhone 115x61 mm ebatlarında). Ürünün 600 avroya satılacağı açıklandı.
Diğer yandan araştırmacılar iPhone'un bileşen fiyatlarından yola çıkarak maliyetini bile hesapladı. Buna göre 500 dolardan satılacağı duyrulan 4GB kapasiteli iPhone'un maliyeti montaj masraflarıyla birlikte 280,83 dolar. 600 dolara satılacak 8GB'lık modelse 350 dolara mal oluyor. Buradan yola çıkarak kimi uzmanlar rekabeti göğüslemek için Apple'ın satışa başlayacağı haziran ayında fiyatlarda indirim yapmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunda birleşiyor.
Organize suç örgütleri yasadışı yoldan tatlı para kazanma uğraşında interneti de ihmal etmiyor. Gelişen teknoloji ve artan kullanıcı sayısı en büyük destek noktaları...
Geleneksel mafyanın interneti keşfi internet bankacılığının başlamasına denk geliyor. O dönemlerde bilgisayar ağlarına sızma konusundaki uzmanlara para ya da tehdit karşılığında iş yaptıran bu grupların kimi korsanları kaçırıp silah zoruyla çalıştırdıkları da biliniyor. Ancak kullanıcı sayısının ve kullanım alanının artması kullananların güvenlik konusunda en basit önlemleri bile alma konusundaki cehaletiyle birleşince tam da aranılan ortamı yaratmış oldu.
Bilişim ağları üstündeki yolsuzluk ve sanal soygunlardan yıllık zararın 10 milyar doları geçtiği iddia ediliyor. Elektronik ağlar üstünde en çok kullanılan suç yöntemlerini sizin için derledik.
E-posta:
Nijerya'da, Endonezya'da ya da Kenya'da darbe olmuştur ve hükümet değişmiş, askerler olaya el koymuştur. Memleketin önde gelen ailelerinden birisinin isviçre'de yüz milyonlarca doları vardır ve bunu aktaracak bir yurtdışı hesabına ihtiyacı vardır. Hayatın garip bir cilvesi olacak; yüz milyonlarca doları olan bu adamın yurtdışında bir tane arkadaşı yoktur ve sizin hesabınıza muhtaçtır. Bu e-postaya kanarak kendi hesap bilgisini karşı tarafa verip bu paranın yarısını komisyon olarak bekleyen binlerce kişi her sene boşalan hesaplarının ardından gözyaşı döküyor. Nijerya dolandırıcılığı olarak adlandırılan bu yöntem internetteki en eski metotlardan. Altın kural: Darbeler zenginlere fazla koymaz, kendinizi fazla kaptırmayın...
Oltacılık:
Bir gün bankanızdan bir e-mektup gelir. Merkez Bankası yeni sisteme geçti, bankalar çipli kart kullanmaya başlayacak gibi birbirinden enteresan gerekçelerle sizden aşağıda yer alan linke tıklayıp bankanın sitesine gitmenizi söyler. Adres bankanızın adresi gibi görünür ama tıkladığınızda açılan sayfa aynen bankanıza benzese de adresi farklıdır. Kullanıcı adınızı ve şifrenizi girersiniz, ertesi gün de boşalan hesabınızın derdine düşersiniz. Altın kural: Bankanızın sitesine girmek için her zaman adresi elinizle yazın.
Zombi PC'ler:
Bilgisayarınızda durduk yere reklam pencereleri açılıyor, antivirüs yazılımınız (varsa) çalışmaz hale geliyor, sisteminiz her gün biraz daha yavaşlıyorsa casus yazılımlardan biriyle tanışmış olabilirsiniz. Bu tip kontrolü başkasına geçmiş bilgisayarlara 'zombi' deniyor. Elinde on binlerce bu tip bilgisayar bulunan zombi efendileri reklam göstermek, istenmeyen mektuplar yollamak ya da ticaret sitelerine saldırıp fidye istemek için bilgisayar başına ortalama 30 yeni kuruş alıyor. Altın kural: küçük ve ücretsiz bir anti casus yazılımı hayatınızı değiştirebilir.
WiFi avcılığı:
Taşınabilir bilgisayarlar kablosuz ağlara bağlanma yeteneği kazanınca herkese açık internet erişim noktaları mıknatıs gibi kullanıcıları çekmeye başladı. Hatta kimi kafeler müşteri çekmek için bunu bir araç olarak kullanmaya başladı. Ancak bu tip ağlarda etrafınızda dizinin üstünde bilgisayarıyla oturan yetenekli birinin yazdığınız her şeyi (şifreleriniz de dahil) öğrenmesi veya bilgisayarınıza casus yazılımlar yüklemesi son derece basit. Altın kural: bedava sirke baldan tatlı olmayabilir.
ilgi istismarı:
Popüler olaylar sırasında milyonlarca kişinin bilgi edinmek için internet sitelerine yöneldiğini bilen gruplar bu merakı sömürmek için fırsatı kaçırmıyor. Örneğin en son Dünya Kupası sırasında katılımcı takımların adına ekran koruyucu dağıtan bir kaynağın aslında bilgisayarlara virüs yüklediği ortaya çıkmıştı. Aynı şekilde geçtiğimiz günlerde Irak'ın devrik Başkanı Saddam Hüseyin'in idam videosunu yüklemeye çalışırken bilgisayarına en illet casus yazılımaları bulaştırmıştı. Altın kural: Sonradan uğraşmak istemiyorsanız bir şeye tıklamadan önce 10 kere düşünün! *
>> Beline kadar uzanan kahverengi saçları,dolgun dudakları vardır..Gözlerinde sanki doğal bir sürme vardır..Oldukça kadınsı yüz hatları,çekici bir vücudu vardır..((Bakanların dönüp bir daha bakacağı türden)) Ela gözlere sahiptir...((Angelina Jolie ))
>>istediğini elde edememe kabullenemeyeceği bir şeydir.Hayatında kitapların ne kadar büyük bir önemi varsa,eğlencede o kadar önemlidir.En büyük zevki köşesine çekilip,yalnız kalmaksa aynı zamanda aptal diye nitelendirdiği ezik insanlarlada beraber olmaktır..Bu zamana kadarki yaşamı iniş çıkışlarla doldur.Birbirine zot şeyler yapmayı sever.Hayatında en büyük örnek aldığı kişi ablasıdır.O'na karşı büyük zaafı vardır..Genelde erkeksi tavırlar sergiler..
Aile Geçmişi [+100 Kelime]
>> Küçük yaşta annesini kaybetmesi üzerine,babası evi geçindiremeyeceğini düşünüp O'nları terk etmiştir.Lyc'i belli bir zamana kadar ablası büyütmüştür;ancak O'nunda bir süre sonra bir bakıma kötü yola düşmesi bazı şeylere engel olmuştur.Çocukluğundna beri kendisine ablasının bakmış olmasından olsa gerek Lyc'in ablasına karşı bir zaafı vardır..O'nu hep kendine idol olarak göstermiş,ne yaparsa yapsın aynısını yapmaya çalışmıştır.Aslında belki de şu an farkında olmasada bulunduğu bataklığın nedeni tamamen ablasıdır..
Bir gece ablasının odasına çekilmesiyle ve kendisini yanına istemesiyle şüphelenmiş olan Lyc,neler olduğunu öğrnemek istemektedir.Amacı O'na herhangi bir zarar vermek değildir..Küçük tesadüfler sonucu O'nun kokaine başladığını öğrneir ve kendiside denemek ister.Sonuçta ablası her zaman doğru olanı yapmıştır ve yapacaktır da..Merakına yenik düşen Lyc bir gece ablasının odasından aldığı kokaini dener ve tesadüfe bakın ki ablası O'nu yakalar..Kendisine kızmasını beklerken,ablası beraber kullanabileceklerini söylemiştir..Her ne kadar Lyc bunun harika bir davranış olduğunu düşünsede aslında kendisini kurtarabilecekken bataklığa saplanmıştır..Daha sonarada zaten ablası ölür ve kendini bulunduğu ortamda çok yanlız hisseder..Erkeklerden nefret etmesi,eski yaşamından kalan anıların sonucudur..Sunnydale'e taşınır ve orada kendine yeni bir hayat kurabileceğini düşünür..Ama aslında alışkanlıklarından vazgeçme niyetinde değildir.Başlarda buna niyetlense de bırakamayacağını anlamıştır artık..
Aşkım mı desem, sevgilim mi, sevdiğim mi, yoksa yarim mi ?
Yada bunların hiçbirini söylemeyeyim ben, sen benim hayatım ol.
Canımın ta kendisi ol. Sevdam ol. Seni çok seviyorum, herşeyim...
Bu ilk mektubum sana. Bir haftalık ilişkinin ardından yazdığım ilk mektup...
Bir haftalık ama sanki bir ömürsün bende. Bir ömür benimleymişsin gibi.
Bu yüzden yabancı kalamıyorum sana.
Seni canımın en öte yanına, en içine, en güzel yerine, sol yanıma yerleştirdim.
Ve buna inan bitanem seni ordan çıkarmaya hiç mi hiç niyetim yok.
Söyleyecek, konuşulacak çok şey var ama, gözlerine dalıp da konuşmak istiyorum seninle.
SENi SEViYORUM, sevdiğim!!!
Allah'a Emanet ol...
yarin ...
Havva.
Hasretin yetti artık, yar sana geliyorum. Sana kavuşmak için günleri sayıyorum. Bakıver pencerene, bakıver yollarıma karşında görür görmez sar beni kollarına...!
türkiye olarak, bir konuda maalesef birinci olduk. 4 kasım 2006 tarihli hürriyet gazetesine göre;
''' internetteki arama motoru google da '' child porn ( çocuk pornosu ) '' konusunda arama yapanların sıralamasında türkiye ilk sırada.
kullanıcıların, kelimeyi arayanlara göre oranına bakılarak yapılan şehirler sıralamasında ise durum daha da vahim.ilk 5 şehir şöyle:
1) izmir
2) istanbul
3) ankara
4) auckland, y.zelanda
5) seattle, abd . '''
gönül isterki böyle bir sıralamada yer almayalım. hatta böyle bir sey dünyanın hiçbir yerinde olmasın. böyle bir sıralamaya gerek bile duyulmasın. ama dünya boktan. hayatta böyle şeyler ,böyle '' insanlar (!) '' var.
tecavüz olayı yeterince iğrençken, 17 aylık bir bebeğin bu olaya maruz kalması insanı daha da ürpertiyor.
halbuki tecavüz olayına ne kadar da alışmışız. misal, gamze özçelik olayı. sanki sıradan bir olaymış gibi, ünlü olmasının bedellerini ödüyormus da, bizde millet olarak bir magazin haberiymiş gibi televizyonlardan izliyorduk. medyanın bize verdiği bir oyuncaktı sanki. görüntüleri cep telefonlarına indirip,'' yok abi ayık işte, saçmalama kendinde değil besbelli '' gibi yorumlar yapıyorduk. onun da bizim gibi bir insan olduğunu, duyguları olup incinebileceğini unutmustuk.
lütfen insanlığımızı bu olay sadece küçük çoçukların başına geldiğinde hatırlamıyalım. bu olayın, isterse 80 yaşındaki birinin başına gelsin, ne kadar iğrenç bir şey olduğunu unutmayın ( gerçi 17 aylık bir bebeğin başına gelmiş olması benim de canımı daha fazla sıkıyor ama neyse).
son olarak sunları söyleyim. bana kalırsa, tacizciler de potansiyel tecavüzcü olabilir. niye daha da ileri gitmesinler ki. onları durduran ne? hep daha fazlasını isteyeceklerdir. ama sen cevrendeki olaylara duyarsız kalmazsan, bu onların cesaretini kıracaktır. gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, türk halkı olarak biraz koyun gibiyiz. bir haksızlık olduğunda sessiz kalıyoruz. ta ki biri çıkıp itiraz edene kadar. ondan sonra gerisi geliyo zaten. bu tür olaylarda itiraz eden ilk sen ol. gerisi gelir zaten. belli mi olur? belki de senin sayende bu tür olaylar azalır.
Ey ilahi Eş..!! Bak.. Söylemesi bile ne güzel.. Bugün saçlarımı boyattım seni düşünüp.. Senin seveceğin bir renk seçtim. Sonra aynaya bakıp zayıflamaya karar verdim. Seninle tanıştığımızda gözlerini benden alama diye.. Bazen yürüyüşe çıkıyorum. Bakıyorum etrafıma ruhumla.. Geceyi dinliyorum tek başıma çoğu kez. Senden bir haber getirir mi bana diye.. ilahi eşim benim.. Işıklar buluştursun bizi. Sabah kalktığımda senin ne zaman uyandığını düşünüyorum. Uyanıp ne yaptığını en çok.. Bazen neyin içinde olduğunu, arkadaşlarını, dertlerini çok.. çok.... merak ediyorum. Seviyor musun kendini?? Kendini sevmeden daha, bana nasıl vereceksin ilahi aşkı.. Bir geceyarısı ıssız bir köşeyi tek başıma dönerken mi çıkacaksın karşıma.. Işığınla bana eşlik edip aslında korkuların ne kadar yersiz olduğunu mu anlatacaksın.. Sonra elini uzatıp ismini mi söyleyeceksin?? Evet..!! Ve biz böylece tanışmış olacağız. Diğeri erkenden kapattığı için yukarı marketten sigara aldığımda kızmıştım onlara.. Oysa ben bilmesem de evren herşeyi biliyor işte.. mi diyeceğim?
Kimsin sen?? Nasıl bir oyuna daldın öyle. Çıkmakta zorlanıyor musun yoksa.. Yoksa seni beklediğimden habersiz, ilahi eşten habersiz yüreğinde derin bir boşlukla yaşamaya devam mı ediyorsun.. Duygularından korkmaya mı başladın birden.. Rüyaların değişmeye mi başladı.. Ve sen kendini unutmak için anlık zevklerle ilahi eşi erteliyor musun?? Kendini inkar ederken.. Kendinle savaşırken.. Herşey için dünyayı suçlarken.. Ölüme daha mı yaklaştın yoksa.. Ölmeden ölmek gerek.. Bu söz seni çıldırtıyor mu?? Açtım kollarımı iki yana.. Bana sarılmanı bekliyorum. Önce ordan çıkman gerek.. Belirsizlik sandığın şey senin inkar ettiğin kaderin olmasın.. O kaderde ben de varım.. Koşmaya çalışman gereksiz.. kanatsız uçman gerek.
Ey ilahi eş.. Herşeyi yapabilmiş gibi başladım seni beklemeye.. Sanki gelmesi gereken senmişsin gibi. Çıkması gereken senmişsin gibi. Oyuna daldığını düşünürken oynayan ben miyim yoksa?? Sabırla bekleyen sen misin beni.. Henüz buluşmamış olsak da bu dünyada.. Bak..... yokluğun bile nasıl dolduruyor hayatımı.. Mazhar Alanson demiş ya.. Benim hala umudum var.. Işıklar buluştursun bizi...
Hala nerde yitirdik diye düşünüyorum.. O kadar tükenmişiz ki.. Nerde, neyi, ne zaman tükettik. Çıkıyorum gece dışarı.. Herkesin bir hikayesi var aşkım.. Ve herkesin hikayesi kendine göre çok derin.. Nasıl da farklı hayatlar bu kadar değil mi?? Oysa aynı havayı soluyan, aynı çekirdek ailede büyümüş, aynı okullarda okumuşuz.. Pek çoğumuzun hayali aynı.. Aynı hayallerden ne olduysa sıkılmışız.. işte en çok bunu tükettik biz.. Şimdi gene hayalimde ismini bile bilmediğim seninle konuşuyorum.. Ve benim hayalim hala canlı.. Umudum var benim.
Ey ilahi eş!! ilahi olmak için hiçbir şey yapmamıza gerek yok biliyor musun? Biz her halimizle ilahiyiz.. Her an, her dakika ilahiyiz biz. Yıkıldığımızı zannetsek de, hayallerin bizi teğet geçtiğine inansak da, yüzümüzde o meşhur yitiklik çizgileri olsa da.. Aslında kaybeden yok.. Biz hep kazananlarız.. diye biri yeryüzünde hiç yaşamadı.. Ne zaman hayatın kazanmamız gereken bir yarış olmadığını anlayacağız, işte o zaman gerçek biz olacağız.. Ve mutluluğu o zaman indireceğiz yeryüzüne.. Ordan oraya koşturan, bir şey aradığını hissseden insanlarız.. Bazen hisler yanıltır bizi. Hepimizin rengi farklı.. ilahi alemle bir.. Ama yalnızız.. Gerçeği anlamak zor olsa da. Gerçek bizi mutlu yaptığı için hala içindeyiz yalnızlık yalanının.. Korkuyoruz biliyor musun? Bunu anladım ben.. gerçekten korkuyoruz.. Biz burda bir şeyleri bulmak için mi yaşıyoruz zannettin sen?? O yüzden mi erteliyorsun kaderini.. Bunu da bulunca kendime zaman ayırabileceğim mi diyorsun? Bir gün arkana baktığında ne bulmayı hayal ediyorsun ki?? Bizden geriye bir hiç kalacak. Biz hatırlamak için burdayız.. Aramak için değil.. Keşfetmek için değil.. Koşmak, yüzmek için değil.. Biz bunlarla elele hayatı, hayat yapmaya çalışırken sence de bir şeyler eksik değil mi? Ya da yanlış.. Eğer bu böyleyse, bu içimizde ağlayan çocuk neden susmuyor? ..........
Geceyle uyandım gene.. Çok güzel kokar biliyor musun gecenin bu vakti dışarısı.. Güneş,ışık yokken karanlık çok güzel geliyor bana.. Işık, yeryüzündeyken perdeden süzülüp omzumu öptüğünde, gece kalkıp sana mektup yazdığımda.. Ben beni anlayabiliyorum.. Seninle konuşurken kendimi dinliyorum oysa.. Aşk şarkıları da aşk da.. hepsi bahane.. Ne mertlik var ne namertlik.. Uçuşan ışıklarız yalnızca.. Bırak bu nağmeleri derim.. Sınırlar nedir? Ve neden vardır sorarım kendime.. Kim demiş uçamazsın diye.. Sonsuzluk içinde bir son bulmuşuz varolabilmek için.. Ve o son bile o kadar sonsuzken.. Biz aynı ışığın yansımalarıyken.. Hep neden derim kendime.. Her şeyin sonunda birşey başlarken .. Namertliğin sonunda mertlik, karanlığın sonunda ışık, ölümün sonunda yaşam başlarken.. Ben bunlara neden sınır diyeyim ki.. Herşey bir şeyi varedebilmek için var.. Bu kutsallığı anlayabildiğimizde o zaman indireceğiz yaşamı yeryüzüne..
Hayatı anlamaya çalışıyorum daha çok. Şu sıralar beklemeye almışım kendimi.. Hayaller kurmaya ayırmışım zamanımı.. Kendimden çok insanları değerlendiriyorum.. Gözlerinden yaşlar akan kıza, ona bağıran kişiye baktım uzun uzun.. Nasıl bir oyun bu dedim kendime.. Dans nasıl da başlıyor .. Enerjiler nasıl akıyor bir bilsen.. işte o zaman görüyorum ilahi ışığı.. Ve diyorum ki ben yalnız değilim .. Hiç ayrı olmadım ki.. Yüreklerde bir kıvılcım yakmak. Ne zaman zora düşsem, ne zaman yardım istesem isyanla.. Nerdesiniz diye ne zaman haykırsam....... Hemen bir kıvılcım yakarım gözlerde.. O zaman bilirim ki onda yaktığım bu kıvılcım bende ateşe dönecek.. Bilirim ki o da isyandadır. Bilirim ki onunda hayalleri çapalanmıştır. Aynı umutsuzluğu, hiçliği, tekbaşınalığı ruhunun iliklerine kadar hissetmiştir.. Ve umutsuzca yardım istemiştir.. Hiç gelmeyeceğine inanarak.. Yağmurda ıslanmış , güneşi arayandır o.. Sıcak bir çorbanın hayalini kurandır. Eve gittiğinde kapıdan içeri girer girmez sıcacık bir çay kokusunu özleyendir o.. O çayı karşılıklı içebileceği birini arayandır.. Bir ağaca sarılmanın, yediği yemekle konuşmanın, yolda başını yıldızlara kaldırıp o benim demenin özlemini duyandır o.. O benim işte.. Kimin hayalleri birbirinden farklı ki?
ilahi eşim benim.. Sen gelmesen de olur biliyor musun?? Bu sen önemsizsin demek değil ama. Kim önemli ki yeryüzünde? Senin varlığının olması kadar yokluğun da anlatıyor bana aşkı..
Yaşam sence nedir aşkım?? Kimim diye aynalarda kaybolduğunda, koşar adım uzaklaştın mı kendinden hiç? Bakıp da gördüğünden korktu mu yüreğini.. Hayır bu ben olamam diye kaç kere söyledin kendine.. Söyledin de ne yaptın en önemlisi.. Yaralanmaktan korkma bu kadar.. Ya da yanlışa düşmekten.. Ne kadar yara aldığından çok, ya da ne kadar yanlışa düştüğünden çok, bu elindeki kırık boncuklarla ne yaptığındır seni anlatan.. Bırak bol bol yaralansın yüreğin.. Boşver be.. Her gittiğin yerde bul seni yok edeni.. Güvendirip kendine, sonra gülüp gideni.. Sen nasılsa bir deniz kokusu özleyip, bir dağ yamacında olmayı isteyip kendini tekrar doğurmayacak mısın bu yitikliklerden.. Ve her yara, seni yaşama daha çok yaklaştırmayacak mı sanıyorsun.. Yaşa aşkım.. At kendini uçurumdan aşağı.. Kanatlanıp uçmayı, yere çakılıp dirilmeyi başka nasıl öğreneceğiz ki..
Akşamüstü dışarı çıktım bugün.. Biraz yürüdüm elim cebimde başım gökyüzünde.. Bilir mi Edip Cansever’i diye düşündüm.. Hani der ya uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki diye.. işte o kadın ben olmayım istedim. Senin bir dirseğin gökyüzüne dayalı bense çocuklarımızın ellerini dantel gibi işlerken hayal ettim bizi.. Gökyüzü masmaviydi.. En çok maviyi severim ben.. Çünkü bu hayatta seyretmekten hoşlandığım en büyük şey okyanustur benim.. Ve okyanuslardaki yunuslardır beni gülümseten.. Düşünsene ne olursa ya da kim olursak olalım hep gülüyorlar bize.. Komiklikler yapıp ordan oraya atlıyorlar o ampul kafalarıyla.. O ampullerin her gülümsemede nasıl da yandığını gördüm ben.. Ve daha çok inandım gülmenin, ufak tebessümün bizi nasıl da aydınlattığına.. Aydınlık ilahi eşim benim.. Aydınlık, bir gün yani bir zamanda dünyadaki her insanın daima gülümsemesi demektir bence.. işte o gün ışığı gerçekten indireceğiz yeryüzüne.. Aşk yaşanmaz olacak, sevgi hissedilmez olacak.. çünkü biz aşk olacağız.. Sevgi olacağız hep beraber.. Birbirimizin ellerini çıkarsız, şüphesiz tutabileceğiz o gün.. Kristaller gibi parlayacağız tek tek. Birimiz söndüğünde bir gün, onun artık sonsuz olduğunu bileceğiz..
Gözlerini hep kapamak istiyormuşsun gibi geliyor bana.. Neden? Kim kime ait ki bu yeryüzünde.. Ya da kim kime ait değil.. Hepimiz için, bu tiksindiğin düzen.. Ve yalnız nefretle besleniyor bil.. Aç gözlerini derim ve sevgiyle bak.. Bul ondaki tanrısallığı.. Bu oyun yalnız senin için..
Şüpheyi hiç sevmem bak en baştan söyleyeyim.. Şüphe dünyada yarattığımız cehennemdir . Düşünsene en büyük yıkımlar hep şüpheden başlamış yeryüzünde.. inanmak için bir işaret bekleyen daima inançsızdır bence.. Ve inanmamanın yükü omuzlarındayken , sesin hep kısık çıkar bunu bil.. Ve o sesin kaybolur gider cehennemin ateşinde.. Herşey içimizdeyken inançsızlığımız için kimi suçlayabiliriz . Hani Can Yücel demiş ya herşey sende gizli diye. Herşey bizde gizliyken, kim kimden ne saklayabilir ki? Seni bekleyen ilahi eşin ...
Uzun zamandır gece hayatının içindeyim, artık klasik mekanlardan sıkılmaya başladım, zaten çok az mekana rahat rahat gidebiliyorum, hiç düşünmeden evim gibi! Çalınan müziklerin hep aynı olmasından, ortamların giderek birbirine benzemesinden, özellikle son zamanlarda alakalı alakasız her yere bir dart tahtası konmasından sıkılmaya başladım. Ve birkaç gündür hayal ediyorum
aslında ben ne istiyorum diye, nasıl bir mekan hayalimdeki ya da ben bir yer açsam nasıl olur ne yaparım farklı olarak.
Öncelikle eski terk edilmiş bir yer olurdu ve asla şehir içinde değnekçilerle uğraştırmazdım kimseyi! Mekanın etrafında mutlaka ağaçlar olurdu ve banklar, içeride sıkılan daralan insanlar içkilerini alıp bardak şişe farketmez orda biraz takılabilirdi, atın biten şişeleri bardakları nasıl olsa sabah toplanacak hepsi ya içeride ya da dışarıda, oturun biraz ormanın ağaçların sesini dinleyin oksijen alın sonra müziğe eğlenceye geri dönersiniz.
Büyük eski bir depoda mekanımız, eskiden demir ve hurda deposuydu, yerlerde paslı hurda artıkları var. Koltuk mu masa mı öyle şeylere masraf yapmadık. Yerlerde samanlar var; oturmak isteyenler için orada burada her yerde. Zeki Alaysa, Metin Akpınar'ın meşhur ceket peşindeki filmini hatırlarsınız, o filmde hipilerin ortasında kalıyorlardı! Samanlık partisi de aynı o şekilde olacak, mekanda sadece samanlara oturabileceksiniz. Kalabalık olunca mekan garsonlara söyleyin yeni saman yığınları getirsinler sizin için. istediğiniz gibi siz yerleştirin oturun yatın. Sigaraların küllerini yere atabilirsiniz ama tablada söndürün, samanlar yanmasın sonra... Depomuzun tavan yükseliği ve pencerelerinden duman altı olma gibi bir sorunu yok, istediğiniz kadar sigara için. Bu arada kış aylarında havalandırmak için pencere olmayacağından yukardan büyük pervaneler sarkıtıp içeriyi o şekilde dumandan kurtarabiliriz. Şehirden uzak bir depo olmanın en büyük avantajı mekanımızda kış aylarında kar yağdığında bahçede karlar içinde mangalda sucuk ekmek partileri yapabilmemiz. Wham'dan Last Christmas şarkısı eşliğinde tabi ki... Herkese bir mangal düşecek, kendin pişir kendin ye, alın bardan sucukları, şişleri, ekmekleri, saldırın...
Biraz da içerinin dekorundan bahsetmek istiyorum sadece samanlar olmayacak tabi ki. Ortada dikdörtgen şeklinde bir bar ve her çeşit içki ve sıra oluşmayacak kadar barmen/aid bulunuyor. Bu barın tam ortasında ise dj kabini. Yakından göremiyorsunuz maalesef djimizi saklıyoruz. Duvarlarda ise bolca neon görebilirsiniz ve de sevdiğimiz en çok çaldığımız grupların, sanatçıların resimlerini, posterlerini görebilirsiniz. Ayrıca ayakta takılan müşterilerimiz için kolonlar ve onlara bağlı bardak, kol ve çanta koyulacak ahşaplar bulabilirsiniz. Aydınlatma konusunu ise barın ışıkları, neonlar ve yukarıdan aşağıya sarkan değişik renkteki loş ışıklar sağlıyor. Bu arada votkayı ve viskiyi şişede içmek isteyen müşterilerimiz için şişe olarak da içkilerinizi daha ucuza alabilirsiniz bardan.
Çalacağımız müziklere gelecek olursak haftanın her günü ayrı ortamlar yaratıyoruz mekanda. Ağırlıklı olarak 80'lerin ve 70'lerin disco hitlerini çalacağız. Modern Talking'den girip Bee Gees'den çıkmak şartıyla Madonna, Michael Jackson, Alphaville, Bad Boys Blues George Michael ve burada sayamadığım bir sürü şarkıcı ve grup çalacağız. Susanna biticek Cherry Cherry Lady başlayacak o biticek You are in the Army başlayacak, sabaha kadar beş kere de dans etmek isteyen çiftler için Careless Whisper çalacağız... ve haftada bir gün türkçe arabesk ve rakı gecesi yapacağız. Orhan Gencebay, ibrahim Tatlıses'ten seçme damar şarkılar, efkarlanan insanlar için ağlama şarkıları, tam bir efkar ve loser gecesi olacak.
Özel mezelerimizden istediginiz kadar yiyebileceksiniz, isteyenler için mezarlık ortamı da yaratabiliriz yaz günleri bahçemizde. Çok isteyip de mezarlıkta çilingir sofrası kurup rakı kavun keyfi yapamayanlar için... haftada bir gün de mekanımızda tango gecesi olacak ahşap zeminin ortasından samanları biraz süpürerek eşlerini kapıp gelenler sabaha kadar tango yapabilecekler müzik eşliğinde. Bu arada içerinin ısısını da simetrik olarak depoya yayılmış şöminelerle sağlıyoruz. Ayrıca alttan ve duvardan da ısıtma boruları geçiyor. Hafta da bir gün ise güncel şarkılara ayrılmış gecemiz oluyor, burada da djimiz radyolarda müzik marketlerde en çok istek alan şarkılardan seçmeler yapıyor. Ayrıca hiçbir gün giriş ücreti almıyoruz, damsız giriş serbest, hatta aylık ve yıllık ya da aylık kombine sistemleriyle her türlü yemeği ve içkiyi sınırsız alabilme imkanı da sunuyoruz müşterilerimize. yemek konusuna gelince özel bir yemekli partimiz yoksa ayak üstü ya da samanların üzerinde yayılarak kolayca yenebilecek fazla şişirmeyen mezeler ve aperatifler ağırlıklı mutfağımız. Doyurucu soğuk sıcak sandviçler ön planda. Bu arada çalan şarkıların kliplerini de sürekli duvardaki dev ekrandan izleyebilirsiniz mekanda. Müziğin sesi hiç bir zaman yanınızdakilerle konuşmaya engel olucak kadar yüksek olmayacaktır.
Kendi içkilerinizi kendiniz gidip bardan alabilirsiniz, illa garsonu beklemenize gerek yoktur. Futbol meraklılarını da düşündük: Özel turnuvalarda Avrupa Kupalarında ve süper lig maçlarında nerde maç olursa olsun bir diğer duvarda da dev ekranda maçları seyredebilir, kablosuz kulaklıklardan maçın anlatımını kendinize özel dinlerken içkinizi içebilirsiniz. Zamanla bu mekana gelen insanların
kaynaşacağı sıcak dostlukların kurulacağı bir yer açtık, burada aradığınız rahatlığı bulabilirsiniz. Genelde müşterilerin çoğu birbirini tanıyor bu mekanda. Bu arada kombine kartı alan müşterilerimize her akşam merkezi semtlerden serviste kaldırıyoruz, sarhoş sarhoş direksiyon başına geçmeyin diye. Herkes semtine bırakılacaktır dönüşlerde de. Gece 00:00, 02:00, 04:00'te dönüş servislerimiz mevcuttur. Ayrıca ayda bir de Single's Night düzenliyoruz, bu organizasyon duyurularımızı internet sitemizden takip edebilirsiniz. Sitemizden ilginç gece ve party isteklerinizi de bize gönderebilirsiniz değerlendirilip uygulanacaktır beğenilenler. Ayrıca bazı geceler girişte ufak bir oy sandığı koyup bu gece en çok ne tarz müzik istersiniz seçimi yapılacaktır, en çok oy alan tarzı sunucaz sizlere. Dükkan sizin istediğinizi yapın, kendinize sınır koymayın. Ayrıca masalarımız, olmadığı için önceden arayıp rezarvasyon derdiniz de yok. Son olarak da bu ayın sonunda iyice dağıtmak isteyenler için cuma günü oryantal göbek ve halay gecesi var, cumartesi günü de sponsorlarımız sayesinde kafayı yemek üzere olanlar için traş köpüğü savaşı partisi veriyoruz eski kıyafetlerinizle gelin bizim dağatacağımız yağmurluklar etkisiz kalabilir belli dakikalardan sonra yer gök traş köpüğü olacak.
Kısacası ben soğuk, hep aynı şeylerin döndüğü mekanlardan sıkıldım. Garsonların müşteriyi sallamadığı, biraz kalabalık olmaya başlayınca bozulan mekanlarda da sıkıldım. Dekor istemiyorum biz ortam istiyoruz, rahatlık istiyorum bir mekanda ruh durumuma göre her şeyi dinlemek istiyorum... fazla mı istiyorum bilmiyorum ama ben böyle bir mekan düşündüm bir kaç saat içinde aklıma bunlar geldi gelir misiniz siz de bu mekana... hangi günler en çok ilginizi çeker... merak ediyorum??
Ya ben gerçekten hiç anlamıyorum, canımız cumaları sıkılınca hiç mi eğlenemeyeceğiz?? Geçen hafta Cuma gecesi dışarı çıkmak gibi bir hata yaptım ve gerçekten felaketti. Tam 4 farklı mekana gittim, ki bunlar cumartesi tıka basa dolan mekanlar, hepsi de bomboştu.
Salata Mesayla başladı gece. Hadi ilk başta saat biraz daha geçsin diye bekledik ama baktık dolacağı yok. Üzerinde kocaman rezerve yazan ve donatılmış masaların hiçbiri dolmadı. Zaten canlı müzik kadrosunda da bir değişiklik olmuş ki üzgünüm ama pek iyi olmamış. Yeni gelen bayan biraz ağır kaçmış sanki oraya, hareketten uzak, kendi kendine takılıyor izlenimi veriyor... Baktık zaman geçmiyor böyle otur otur başka bir yere gitmeye karar verdik.
Açıldığından beri kimsenin dilinden düşürmediği H'our'u bir de Cuma görseydiniz keşke... Oradaki insanları bir yere toplasanız bile yarısı dolmazdı.
Baktık burada olmayacak e bir de Life'da deneyelim dedik şansımızı. Sahipleri aynı olduğundan aynı Rajanın dekorunda bir yer. Canlı müzikte bu sefer Tunç ve Ercan ikilisi var. Hiç bir şarkıyı doğru düzgün söylemeyen, karmakarışık söyleyen iki kişi... Allah'tan ayrı ayrı çıkıyorlar sahneye. Tunç bey Mehmet Ali Erbil triplerinde millete sataşan, onlara habire laf yetiştiren biri... Repertuarında (!) olmamasına rağmen istek gelirse ucundan bir şeyler söylecek kadar da saygılı... Ercan beyi çok fazla dinleyemedim çünkü daha fazla kalbim dayanmadı mekana... Mekan dekor, temizlik açısından gayet iyi güzel ama boş!
Ve gecenin son durağı Drop'tu. ATO'ya geldik çıktık en üst kata, döndük sola vee karşımızda mekanın ilk katı. 3-5 kişi koltuklarda uyku modunda dj kabin bile sayılmayacak küçük bir masanın üzerinde çalarak insanları (zaten kaç taneler ki??) eğlendirmeye çalışıyor. Neyse buranın solundaki barın önünden geçip merdivenleri çıkarsanız mekanın 2. katına ulaşıyorsunuz ve burada sizi başka bir müzik ve dekor bekliyor. Aşağıdaki rahat koltuklar burada yok. Dj daha şanslı bu sefer pistten biraz yukarda kendi alanında, üzeri yanıp sönen bir t-shirtle coşturuyor!! Peki burada kaç kişi var?? Her ne kadar aşağıdakinden çok da olsa asla bir mekanı doldurmaya yetecek sayıda değil maalesef!
Peki neden Ankara'da Cuma geceleri de eğlenenelim diye bir anlayış yok? Niye tüm eğlenceler Cumartesi'ye saklanıyor. Mekanlar artık Cuma giriş ücretlerini bile yavaş yavaş kaldırmaya başladırlar ama sanırım durum hala aynı. Ben bu durumun yorgunluktan falan kaynaklandığını da düşünmüyorum. Artık şu ön yargıları yıksak da cumaları da eğlensek. insanın canı her zaman Cumartesi gününü dışarda geçirmek istemiyor maalesef.
Şarap iç, sarhoş olmak ne hoş,
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş... "
demiş bir rubaisinde... Kendisi kadar olmasa da şarap da benim tutkularımdan.. Eminim birçoğunuz çok seviyorsunuz... Şarap kültürü son yıllarda ülkemizde oldukça hızlı bir gelişim göstermekte... Firma sayısında artış, üzüm kalite-çeşitlilikte iyileşmeler, bağbozumu etkinlikleri...
Bu etkinliklerden birine geçen sene şarap dostu bir insan olarak ben de katıldım... Bir web sitesi aracılığıyla düzenlenen bu gezide Kırıkkale ilinin (hala Ankara'nın ilçesi diyesim var ya neyse) Kalecik ilçesindeki Chateau fabrikasına gittim..
Bir Holdingimiz (saolsunlar) Fransızlarla işbirliği yaparak özel şaraplık Fransız üzümlerini getirtmiş.. Ve bu üzümler fabrikanın (mini fabrika) etrafındaki bağlara ekilmişti.. Bu hayatta-şunu-şunu-yapacağım listeniz varsa o listeye şaraplık üzümü bağından yeme maddesini de ekliyin hemen... Tabi ki adı üstünde Kalecik’e gitmişim Kalecik Karası tadımı olmadan dönülmez..Hem bağdan hem de şişeden tattım...
Şarap üzerine sohbetler, geziyi düzenleyenlerin şarap ikramları, ilçe belediye başkanının – kendisinde Eski Cumhurbaşkanımız Demirel’in havası vardı :)- ilçenin şarapçılıkta gösterdiği gelişmeyi anlattığı heyecanlı konuşma ve dönüş yolunda şarabın ve sıcak havanın verdiği tatlı uyku hali...
Herkese tavsiye edilir... Gerçi yöremizde Ankara'da bir şarap firmasının gezileri başlıyor yakında... Ama en iyisine giderim ben kardeşim diyorsanız, Tekirdağ taraflarında yapılan bir gezi var onu öneririm...
Kaderin amansız oluşu değilidir sorun; çünkü insan birşeyi inatla isterse onu elde eder. Korkunç olan istediğimiz şeyi elde ettikten sonra ondan bıkmamızdır. O zaman sucu kaderde değil, kendi isteğimizde bulmalıyız.
* Tek abdestle bes vakit namaz kilmak için iki büklüm kivranan kisi tabii ki Türk'tür.
* Desenlerini çok begenerek aldigi yeni bir mobilyanin üstünü baska bir örtü örterek kullanan kisi Türk'tür.
* Çayi, çay tabagina döküp içen bir Türk degil midir?
* Geçirdigi bir trafik kazasindan sonra kanlar içinde çikip, çarpilmis arabasina üzülen kisi Türk'tür.
* Tüp kaçiriyor mu, kaçirmiyor mu diye kibrit yakip kontrol eden Türk'ten baskasi olabilir mi?
* Yemekte eti biçakla degil, çatalin yaniyla kesmeye çalisan bir kisi görürseniz gözlerinden öpün, o bir Türk'tür.
* Kirmizi isikta durdugunuz için size ancak bir Türk bagirabilir.
* Otoyolda, otomobilin gaz pedalina tugla koyup, yorulmadan kullanma fikri bir Türk'ündür.
* Ancak bir Türk, Cola'yi çalkalayip fiskirtarak asitsiz içmeyi akil edebilir.
* Elektonik hesap makinesini, uzaktan kumandasini naylona sarmis, üzerine de ambalaj lastigi geçirmis birini görürseniz hemen boynuna sarilin. Türk'tür o.
* On yillik bir otomobilin koltuk ambalaj naylonlarini çikarmadan kullanma becerisini ancak Türkler gösterebilir.
** işinde iyi olan birisini överken hakaretle iltifat eden bir Türk'ten başkası olamaz. (şerefsizin oğlu ne is yapmış be kardeşim, helal olsun)
** Ancak bir Türk aracın sinyal lambaları dururken kolunu çıkararak "dönüyorum" hareketi yapabilir.
** Ancak bir Türk trafik ışıkları kırmızıdan yeşile döndüğünde önündeki herkesi salak sanarak kornaya basabilir.
** Dingildeyen bir masanın ayağına kağıt sıkıştırma fikri bir Türk'ündür.
** Dişlerinin arasından "viij viij" diye ses çıkaran birini görürseniz selam verebilirsiniz çünkü o kesinlikle Türk'tür.
** TV'de film seyrederken filmin oyuncularıyla muhatap olan (dur oraya gitme öldürecekler seni)Türk sinema severlerdir.
** Ancak bir Türk kulağını kalem ya da orgu şişiyle karıştırabilir.
** Arabasına okuz, köpek, horoz sesli korna taktırma fikrinin patenti bir Türk'e aittir.
** Gazete kağıdını en iyi şekilde kullanan Türk'tür(Cam silme bezi, külah, (mendil, sofra bezi)
** Ancak bir Türk kadını, denize dikkat çekmemek için elbiseleriyle girip, bütün dikkatleri üzerine çekebilir.
** Plastik yoğurt kabını saksı yapan elbette ki Türk'tür.
** Arabasının arkasına yazı yazan bir Türk değil de nedir? (Rahmetli de sollardı, tek rakibim THY, kroyum ama para bende)
** Uçakta bulunan tanıdıklarına uçak havalandıktan sonra görmeyeceğini bildiği halde el sallayan birini görür seniz hemen boynuna sarilin çünkü o Türk'tür.
** Çiğnediği sakızı daha sonra çiğnemek üzere kafasındaki tülbente yapıştıran bir Türk kadınından başkası değildir.
* Çıkışta ele bir çıkış belgesi sıkıştırılmadığına şükredilir. Sabahki işlem tekrarlanır, paspas öpülüp yalanır.
* Dönüş yoluna çıkılır.
* Çok şükür.
* Çarpışmadan. Ezilmeden. Vurulmadan. Kapkaççıya kaptırmadan eve varılır.
* Evin yerinde durduğuna şükredilir. Kontaktan yangın falan çıkmamıştır.
* Televizyon açılır. Oh oh! Çok şükür Başbakanımız yıkılmamış, ayaktadır.
Mesut Bey'in sigarası elinde. Hüsamettin Bey'in gözü Ecevit'in üzerinde. Derviş'in ''Kurtuluş Savaş'ı'' yolunda. Bahçeliyse oralarda bir yerlerdedir.
* Çok şükür borsayla dolar insani köprüden attıracak kadar inip çıkmamıştır.
* Şükür Reha Muhtar yayındadır. Memleketi saran tacizci üfürükçüler bir bir yakalanmaktadır.