"Yarın yine geleceğim. Ertesi gün de geleceğim.
Ondan sonraki gün de...
Sana bakmaktan usanıncaya kadar geri geleceğim. Onun için benden gitmemi isteme bayım.
Asıl bunu yapamam işte...
Yune'nin emriyle gelmek, senin emrinle gitmek...
Dilediğiniz gibi itip kakacağınız biri değilim ben... Benim de istediğim şeyler var. Sahip olmak istediğim şeyler var. Yapmak istediğim şeyler...
Ne kadar çok denesem de inkar edemeyeceğim şeyler var. Bende sizin gibi duyguları olan bir insanım. Bunu bilmiyordunuz değil mi? Benim de sizler gibi bir insan olabileceğimi...
Seni seviyorum! Seni Seviyorum!
Seviyorum!
Seni Seviyorum bayım!''
iyi bi nane. yani öyle olduğunu tahmin ediyorum. neden böyle bir tahminde bulundum, elindeki veri nedir? diye sorarsanız bende yok, bende olmadığına göre kesin iyi bi şeydir.
babaannemin heybede sakladığı leblebi şekerini, yalın ayak koşmayı, kız kardeşimin arkadaşlarımla oyun oynayacağım zaman peşime düşmesini, mehmet'e tehditle evcilik oynatmayı, babamla birlikte izlediğim siyaset meydanı programlarını, yağmurlu günde evde oturmayı, kestaneyi, mandalina kokusunu, limon ve portakal bahçelerinin arasından geçip okula gitmeyi, dışardan eve gelince her yanı sarmış yemek kokusunu, babamın eve her akşam elinde bonibon ve hobby ile gelmesini, annemin saçlarımı taramasını, toros dağlarını, dağ-bayır gezip bulduğum her otu eve çiçek diye getirip annemden azar işitmeyi, ağaçtan meyve koparıp yemeği, her daim dizleri yara bere içinde olan halimi, ip atlamayı, akşam vakti saklambaç oynamayı, gürültü yapıyoruz diye huysuz amcanın gelip oyunumuzu bozmasını, şerife ile komşunun bahçesinden erik çalmayı, mahallenin en yakışıklı abisi fikret'i, susam sokağı'nı, şeker kız candy'yi, süper baba'yı, bizimkiler'i hatta yalan rüzgarındaki jack'i, ablamı, babaannemi,
en çok da kara kuru o küçük kızı, çocukluğumu, vatanımı,
galatasaray 2012-2013 sezonunda şampiyonlar ligi h grubu'ndaki 2. maçı.
skor tahmini falan yapmayacağım, kazanılıp/kazanılmaması çok umrumda da değil. biz şiir gibi futbol oynayacağız, önemli olan da bu zaten. uzun zaman sonra galatasaray bu sezon seyirlik futbol oynuyor. aslında derdim bu da değil. Bayram sabahına uyanmış çocuk mutluluğu var üzerimde. hani bayram öncesi yeni elbiseler ve ayakkabılar alınırdı ya, hatta bayramdan bir gece önce onlara sarılıp uyunurdu ya, öyle bir heyecan var işte. gece kırmızı formamı ütüleyip baş ucuma koydum akşamki bayrama hazırlık yapar gibi. futbol bu yüzden güzel!
çevremdeki hatunların çoğu 25 yaşın üzerinde. kız kıza sohbetlerimizin konusu bi vakitler annelerimizin yaptığı ve bizim hem eleştirip hem de dalga geçtiğimiz özelliklerinin artık bizde de ortaya çıkmaya başlaması. özellikle 30'dan sonra bu özelliklerde azami bir artış gözleniyor. yani zamanla hatun kısmı annesine dönüşüyor. işte olay da burada başlıyor. kendisi annesine benzerken birlikte olacağı adamda da babasının özelliklerini aramaya başlıyor(tabi babası ile arası iyi olan kızlar için geçerli bir şey bu).
konu bizden sıyrılıp erkeklere geldiği zaman hatunların hepsi erkek arkadaşlarında ya da hoşlandıkları adamlarda babalarına benzeyen özellikleri anlatmaya başlıyor ve sonrasında da onunla evlenebilirimler havada uçuşmaya başlıyor.
sonuç olarak hanım kızımız sizin babasına benzer özelliklerinizi fark edip bunu dile getiriyorsa artık karşınıza brad pitt ya da kıvanç tatlıtuğ çıksa bile hiç şansı olmaz haberiniz olsun.
ekseriyetle sağlık çalışanlarının yaptığı iştir. sadece umumi tuvalet musluğunun değil bütün muslukların başını temizlerler.
üniversitede el yıkamanın hem teorik hem de pratik dersini aldık, durumumuz içler acısı. ameliyathanenin önüne dizilip tek tek el yıkamıştık. bizim grupta iki hatun musluk başını yıkamadı diye hoca onlara bir gün daha staj kilitlemişti. hal böyle olunca hepimiz elimizden daha çok musluğun temizliğine önem verir olduk. yalnız evde yapınca anne ile papaz olma durumu oluyor. arkadaşlarınızın çoğu sizinle dalga geçiyor. hastanede musluk başını yıkamazsan, dışarda da yıkarsan dikkat çekiyorsun. hayat çok zor.
az bilinen nilüfer şarkılarından ve umarım hep öyle kalır, popüler kültür kurbanı olmamalı bu şarkı.
hiç kimseyi suçlamadan, kırmadan "keşke" diyen, naif sözlerle insanı derinden vuran şarkı.
hem iyi oyuncu hem de çok güzel bir hatun. ayrıca ses tonu da çok güzel, ne anlattığının önemi yok ben bu kadını saatlerce dinleyebilirim. sanırım bi hatun olarak en çok kıskandığım kadın kendisi.
behzat ç'nin yeni sezonunda diziye dahil olacakmış. dizi zaten güzeldi şimdi daha da güzel olacak.
kilolu iseniz yeditepe üniversitesini yazın. mükemmel yokuşları mevcut, üniversitenin öğrencilerine sağladığı en güzel imkan. üniversiteye başladıktan 6 ay sonra yaklaşık 8 kilo verirsiniz, biraz azimliyseniz mezuniyet belgesini aldıktan hemen sonra buharlaşmanız garanti. yeditepeli kızların taş gibi olmasını sağlayan da bu yokuşlar başka neden aramayın.
hatta üniversitenin 2013 yılından itibaren sloganı "taş gibi olmak istiyorsanız yeditepeyi seçin" olacakmış.
yeni bir yazar. çok güzel özetlemiş konuyu(#14535830).
hoş gelmiş demek istemiyorum. nasılsa birileri gelip yazar. çok sıkıcı bir hal aldı bir yazarın nick altına gelip 5-6 tane hoş gelmiş entryinin yazılması.
26 entryi var hepsini okudum, bence iyi yazıyor.
böyle bir yazar var. haberiniz olsun istedim hepsi bu.
ne zaman bu isimle karşılaşsam aklıma "futbol oynayan çocuklar" şiiri geliyor. ama şöyle bir şey de varmış.
"ışığın ve gölgenin dilini öğrendim,
rüzgârın dilini,
yağmurun dilini;
kuşları, çiçekleri, ağaçları anlayabiliyorum;
ve tanrının onlarla
ne demek istediğini bana...
(...)
çatlayan, ufalanan,
yamaçlardan aşağı yuvarlanan,
parlayan ve göğeren kayaların,
uluyan bozkırın
ve mırıldanan kum tepelerinin,
sezebiliyorum, yerini tanrının planında.
ve bulabiliyorum karşılığını, bütün bunların
yeryüzü oyununda,
büyük şiirinde, hilkatin.
(...)
bir tek kendi yüreğimin dilini,
bir tek onu...
ve tanrının onunla bana neler söylediğini,
neler söylemek istediğini
bir ömür boyu
gece gündüz uğraşıyorum,
çalışıyorum, didiniyorum
ama bir türlü sökemiyorum,
çözemiyorum,
anlayamıyorum,
konuşamıyorum!"
-on yıldır hayalini kurduğum şeye birkaç ay önce ulaştım ama ulaştığım şeyin artık hayalim olmadığını anladım, hayallerin de revize edilmesi gerekliliği varmış. bir şeyi kafaya koyup bütün hayatı ona adamaya gerek yokmuş. hayallerinize ulaşmak için çok inat etmeyin. olmuyorsa olmuyor deyin. hayatı ıskalamayın hayaller için. şu cümle aklınızın bi kenarında bulunsun; "hayallerinizin peşinden koşmayın, işinize bakın" (kimin söylediğini hatırlamıyorum).
Hiç ıslanmadığımız yağmur geldi aklıma
Seni çok düşünüp ağlayamadığım
Ve bu şehri ıslatamadığım gün hani
Saatlerce bekletmemiştim seni
Söz vermeyip gelmediğin herhangi bir aşıklar parkında
Kavga bile etmeyişimize üzüldüm birden
Hiç aldatmamıştın beni
Ve bir gün bile senle yatıp
Saçlarınla uyanamadım
Ahhh.. ah!
Keşke o otobüse binmeseydim bugün
Görmeseydim kaşlarının altından
Namussuzca bakan gözlerini
Hiç tanımıyorum ki seni...
çocukken niçin dinlendiğini anlamıyordum açıkçası. belki de o'nu biraz ürkütücü buluyordum.
ama insan yaşı ilerledikçe anlıyor o'na niçin sanat güneşi denildiğini.
şiirlerde, romanlarda, tamburlarda, kemanlarda, şarkılarla alkışlarla yaşıyor.
çoktan unuturduk belki, ah bu şarkılar olmasaydı.
inleyen nağmeler ruhumuzu sararken,
mesut bahtiyardan şarkılar dinledik, dinlemeye devam edeceğiz...
orijinali 1953 yılında the four lads tarafından seslendirilen şarkı, jimmy kennedy ve nat simon isimli iki şahıs tarafından yazılmıştır. istanbul'un fethinin 500. yılı olması ile ilgili midir bilmiyorum.