hiphop kültürünün ve bunun bir yansıması olan hiphop müziğin aslında sadece onu var eden onu yaratan siyahilere özgü olmadığını yaptığı kaliteli kült albümlerle kanıtladığını düşündüğüm rapper kendi tabiriyle slim shady, evil, hayalet yazar, mozartın hayaleti, eminem. ikinci dünya savaşı'nın ardında hemen hemen her ülkenin yaşadığı ekonomik ve sosyal sıkıntılar amerikaya da derinden etkilemişti, 1950lerin detroiti diye giren 2009 relapse albümü çıkışlı single beautiful parçasının klibi de bunu yansıtmaya çalışıyodu aslında o ıssız sessiz köşelerde kalmış fabrikayı gösterirken. yıllar sonra bunları anlatacak bir insan çıktı ortaya onun 8 mile road diye bahsettiği yollara kovaladı hayallerini underground atışmalardan çıktıktan sonra eve dönerken kafasını hiç bir zaman bu sabah okulu astığı, annesine hesap vermesi gerektiği gelmiyordu çünkü annesinin de umrunda değil di şarkılarında bahsettiği o trailerda kim bilir kiminle yatıyordu marshall ileride kurmak istediği dirty dozen hayallerini kurarken. bu işi yi becerebilen hangi insan sıkıntıdan gelmemiş ki. şuan piyasa rapperlarını ayrı tutuyorum, kötüyü yaşayanların anlatacak birşeyleri vardı ilk zamanlar. pop rapte olduğu gibi nasıl şampanya içtiğini nasıl kızlarla birlikte olduğunu anlatanlar yoktu çünkü değişmesi gerekn birşeyler vardı. sokaklar değişmeliydi söz hakları yoktu kimseye anlatamıyorlardı sıkıntılarını, duvarlara yaptıkları grafitiler ve daha da parlak bir fikir, tren vagonlarına yapılan grafitiler ile polisleri hayatı eleştiriyorladı doğal olarak sabit bir duvar görülen yazı ile hareket eden bir vagonda görülen yazı ile dağlar kadar fark vardı. ama hiçbiri tv kanallarında bas bas bağıran her siyasetçi gibi kendi değil de ötekiler diye gördüğü kesimi eleştiren politikacılar kadar akılda kalıcı olamıyordu söyledikler yazdıkları. peki yıllar önce 1910 - 1920lerin amerikasında büyük toprak sahibi yahudilerin emri altında çalışan itip kalkılan ezilen dedeleri ne yapmıştı siyahilerin. şarkı söylemişlerdi müzik yapmışlardı. onlar da aynısını yaptılar fakat bu defa durum biraz farklıydı. ritimler daha hareketli daha akıcydı, biraz daha funk soul ağır basıyordu şarkılarında başladılar anlatmaya the message en akılda kalıcısıydı bunların. sanki yılların bir birkimiydi bu grandmaster flash şarkısı. sonra nwa çıktı daha açık sözlülerdi, şöyle ki 'fuck da police' dediler gelir gelmez straight outta compton albümü ile. hiphop müzik adını dünyaya duyuruyordu artık gençlerin rock müziğe olan eğilimi 90ların sonlarında hiphopa yönelmişti çünkü farklıydı yeniydi. gel gelelim asıl başlıktaki isim emineme. eminem bu siyahi kültürünü kendine göre harmanladı ilk beyaz rapper değil belki ama ilk defa bu işi gerçekten iyi beceren bir beyaz rapper diyebilirim bu hipermetrop spiderman hayranı espri yeteneği olan oksijen suyuyla saçını sarıya boyamış sonradan biraz fiziksel anlam da tarz değiştirmiş insan için. 1996da yayınladığı ilk albümü infinite ile tam tarzını yakalayamadığını söyleyecekti yıllar sonra sonra slim shady lp dönemi geldi ses getirdi ve farklı olarak artık avrupada seviyordu bu genci. yükseldi. eleştirmek hoşuna gidiyodu milleti, britney spears michael jackson insane clown posse nick cannon daha nicesi. sonra marshall mathers lp ile aslında nasıl da bu konunun ehli olduğunu kanıtladı. daha ilk haftasında 1 milyonu aşmıştı satışları sonra eminem show ile devam etti sonra encore derken çocukluk arkadaşı proofun ölümü onun için çoğu şeyi değiştirdi ara verdi 5 yıl relapse ile dönene kadar. türkiyede hep kötü çocuk annesi taciz eden çocuk olarak bilinse de bunların ne kadar gerçeklik yansıtan bilgiler olduğu tartışılır. recovery ile imajı tamamıyla değişti artık sarı saçları yoktu ve her zamnkinden daha kızgın olduğunu white trash parry ile anlayabiliyorduk. royce ile eski günlerin hatrına evil diye çıktı karşımıza sonra da. yeni albümü çıkalı 4-5 ay oluyor ve artık yaşlandığını gerek bakışlarında gerekse canlı performanslarınndan anlayabiliyoruz. d12 turunda proofla kon artis ile zıplayarak başladığı konseri aralıksız o şekilde bitiren eminem şimdi aynı durumda değildi. birşeyler değişmişti doğal olarak. 40ını aşkın bir insan ama akranlarına göre genç görünüme sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. hiphop müzik dinlemeyenlere bu müziği dinleten nadir insanlardandır kendisi. farklıdır, azınlıktır. ama yine de başarmıştır
insanların daima tarihin her döneminde gerek siyasi gerek toplumsal olarak ezilmiş ve hor görülmüş olduğunu söylemek yanlış bir tespit olmaz. insan hayatının değersiz görülmesi olgusu güçlü-güçsüz, yöneten-yönetilen, ezen-ezilen çekişmesi var olduğundan beri yani bu da demek oluyor ki insanın varlığından itibaren süregelmektedir ve ilerleyen, gelişen insan hakları kavramı insan hayatının önemi kavrayıp, insan haklarının kıtalararası iletişim ve ulaşımın gelişmesinden sonra dillerden eksik olmayan ‘küreselleşen dünya’da artık kendine önemli bir yer bulması gerekliliğine karşın, ‘insanların ezilmesi’ durumu kendine daima yer bulmaktadır. insan haklarını tamamen hiçe saymak gibi bir kanaat içinde değilim fakat günümüzde insan hayatının değerini bilmemenin, insanlara yeterli hayat standartları sunmamanın geride kalmış bir zihniyet olması gerektiği fikrindeyim. fakat durum ne yazık ki öyle değil. insanların değerinin bilinmemesi, temel ihtiyaçlarını bile gideremedikleri bir dünyada yaşamaktayız ve insanların insan gibi bilinmedikleri bu dünyanın en büyük temsilcileri ise kentler. büyük kentler, milyonları barındıran metropoller…
milyar dolarlık yapıları, tabiri caizse göğe uzanan gökdelenleri barındıran bu görkemli şehirlerin giyecek, yiyecek, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını giderecek durumda olmayan insanları barındırması gerçekten çok trajik bir durum. bizler geliştik, yükseldik, teknolojinin sınır tanımadığı bir zamana eriştik, dünyayı yetersiz görüp uzay için planlar yapmaya başladık. fakat biz bir şeyleri unuttuk. binalarımız, gökdelenlerimiz fütürist bir havada iken, neden hala insanın varlığından bu yana karşılamak zorunda olduğu ihtiyaçları, karşılayamayan insanlar görüyoruz ? bir kısmımız hızla gelişen dünyaya ayak uyduramaması hangi politikanın suçu ?
binalarımızın kentlerimizin görkemli fakat insani duygularımızın hala karanlık çağda olduğu kadar yabani olduğunu söylemek mümkün. görmezden gelmek, yok saymak, çıkarcı olmak, sadece kendi menfaati üzerine düşmek gibi huylarımızdan vazgeçemedik. artık insan daha bireyci, insan ilişkileri soğuk ve de kişiliksizce. dışarıyı umursamamak gibi huylarımız var artık bizim. 19 yy. ın çoğu zaman büyük bir dönüm noktası olduğunu düşünürüm. teknolojimiz, endüstrimiz ne kadar geliştiyse, insanlığımız da o kadar dibe battı.
dünyada adı geçen sayılı şehirlere panoramik fotoğraflardan baktığım zaman göze çarpan görkemli görünüşün arkasında kötü hikayeler barındırdığını düşündüğüm zamanlar oluyor. kentleşmenin gerekliliği bir şeyleri unutmak mıdır acaba ? küçük olan, azınlık olan ne zaman önemliydi bizim dünyamızda ?
kentsel dönüşüm’ ilk bakışta kulağa hoş gelen olumlu yargı barındıran bir kelime. bir şeylerin iyileştirilmesi, yoluna sokulması, çağa ayak uydurmanın bir eylemi. fakat durum düşünüldüğü gibi değil. daha doğrusu bu durum yaşamakta olduğumuz ülke için düşünüldüğü gibi değil. kentsel dönüşüm bir nevi iyileştirmek, insanların ve şehirlerin standartlarını çağa uygun bir biçime getirmek, geliştirmek anlamında kullanılan yeni bir kavram. şehirlerin artık tüm coğrafyayı yutan bir canavar haline geldiği dünyamızda gerekli olduğunu söylemek mümkün ve bu yüzden kentsel dönüşümü eleştirmenin doğru bir yaklaşım olacağı fikrinde değilim. fakat ‘ülkemizdeki kentsel dönüşüm mantığı’ denince eleştirinin pek haksız olacağını düşünmüyorum. dönüşümün ana unsuru olan o beldenin insanları daima dışa itilmekte ve yapılan dönüşüm belde halkını bölgeden kovup alım gücü daha yüksek ailelerin oraya yerleştirilmesinden ibaret. insanların yaşam alanı olarak oraya seçmiş olmaları kimin suçu olabilir ? daha duygusal bir bakış açısıyla baktığımızda o insanlardan çocukluklarını geçirdikleri, arkadaşlıklar kurdukları o mahalle kültüründen bir gün de apar topar kopmalarını beklemek yanlış bir yaklaşım. kentleri yenilemenin bir gereklilik olduğunu söyleyebiliriz ama dönüşüm adı altında kentlerin mahallelerin tarihsel dokularına zarar vermek de farklı bir konu. kısaca belirtmek istediğim, kentsel dönüşüm uygulanması gereken bir sistem fakat doğru uygulanması asıl önemli olan nokta. kenti iyileştirirken, sistem için değersiz görünen insanların hiçe sayılmaması gerekmekte. kentsel dönüşümün amacı şehrin yapısal olarak çağa ayak uydurması olmalı fakat ülkemizde kentsel dönüşüm ne yazık ki bir marka.
biz insanların anormal olarak yaptığı aktivite. bizler anormaliz çünkü seks yapma amacımız çok farklı bir çizgide. bizim dışımızda 4300 memeli seksi üremek hayatta kalmak, bir yaşam mücadelesi olarak yaparken, bizlerde süreç içerisinde bu üreme içgüdüsü kısmen yerine keyfe bırakmış durumda. bunun sebeplerini incelemek yorucu olabilir fakat, kaba etlerdeki tüylerin dökülmüş olması incelemeye değer bir konudur. (bkz: swh) (bkz: seks neden keyiflidir)
gece yarısı düşünceden düşünceye atlayıp, sonra düşündüklerini tekrardan gözden geçirip nereden nereye geldiğini, gelebildiğini görebildiğin sırada aniden gelen tuvalet ihtiyacı sonucu, korkunun cesaretten daha üstün geldiği bir ruh haliyle geçilen uzun koridordan sağa sola açılan odaların kenarlarındaki saksıların ardına gizlenmiş size korkunç gözlerle bakan tanımsız varlıklar ve koltuğun üzerine uzanmış yemyeşil bir tabut. hayalgücü.