introsundan ziyade, sonrasındaki monoloğu ile başarılı parça. çünkü tüm mesajı oradadır, tam sözlüklüktür yani...
ama tabii, öncelikle bir ortam hazırlaması da lazım, bu yüzden insan godspeed you! black emperor'un şarkılarından haz alır ya.
tekrar etmemek olmaz, tam sözlük ruhunu yansıtır, tam sözlüklüktür.
vay be... pek başarılı hakikaten!
derece yaparak girer, dersaneler "bizden olduğunu söyleee!" diye paralar öder, burs da alır muhtemelen tercih edeceği bilkent'ten. sonra abd'ye doktora için gider ve geliştirir.
kullanmaya başladığımdan beri sadeliği ancak güzel renkleri ile gözlerimi rahatsız etmeyen, gözlüklü-gözlüksüz farketmeden rahat kullanım sağlayan*, bunlarla beraber "kullandım, pişman değilim!" dedirtebilen tema.
gelecek versiyonu da bu denli güzel, övgü dolu sözler söyletir mi, onu bilmek zor.
aslında pek de gizlenen bir numaranın olmadığı arama biçimidir. yani, eski sevgili bilir arayanın eski sevgilisi olduğunu. hatta bilmeyi abartır, başka bir telefon sapığı gizli numaradan arasa da "amaan benim eskisi" der.
bazı telefon kuralları vardır:
1. ilişkisi bitmiş birisi gizli numaradan aranıyorsa, kesinlikle eski sevgili kabul edilir.
2. telefonda anlaşılmayan sesler var ise, hat yoğunluğu-çekmeme düşünülmez, "hohhhhh"layan sapık kabul edilir.
3. telefondan sapıklık yapacak kişinin fiziksel en ufak zarar veya etkide bulunulmayacağı gerçeği yoktur, telefon dünyasında telefon sapığına da, duramadan arayan esi sevgiliye de normal davranmak namusun gitmesi, insanlığın bitmesi, dünyanın çökmesi kabul edilir.
bu kurallar hayatın düzenidir, aykırı davranmak da düşünmek de.. dünyanın henüz hazır olmadığı durumlara sebep olur. yapmayın! *
muhabir soruyor: "bu yıl davos'ta yalnız başınızasınız; başbakan da yok bakanlar da. nasıl bu durum?"
cevap geliyor, pek keyifli, pek memnunca: "valla, bir haller var. önceden gelirdim, otelime gider kendim yerleşir ederdim. şimdi hem onlar karşıladı, hem de 2 koruma verdiler bana. ben öyle tehlike mehlike de görmedim, pek ağarlanıyorum."
muhabir vazgeçmiyor, ısrarlı: "eh ama sıkıntılar, durumlar belirtmek için birileri olsa daha mı iyi olurdu?"
memnuniyet de ısrarlı, yeri gelince alakasız: "efendim, türkiye burada temsil ediyor. tarafımca.."
cevap veren taraf tabii başlıkta geçen zat-ı muhterem; pek bizden, pek - saçma gelecek ama - gülümsetici..
merkez bankası başkanı, esaslı yeri olan adam da.. ekonomiyi boşverin, adam pek keyiflenmiş yaa!
dove salatalık özlü sabunu kullanıyor olması muhtemel erkektir. sabunun kutusunun arka yüzünde birkaç dilde tanıtımını okumuştur, azerice tanıtımda birden saf-salak kesilip pek eğlenmiş, "hıyar özlü" gibi kalıptan sabuna fazladan sempati duymuş, karşı koyamamış market sepetine atmıştır. haliyle de kullanıyordur, halı sarıp arasına koyacak değildir ya..
bunu yapan erkek değil, dişi de olabilir elbette.. **
başka işlerle uğraşırken oynanamayan oyun. daha doğrusu, oynarken başka hiçbir şey yapılamayan oyun; müzik dinleme dışında da onu katmaya gerek yok şimdi.
ilk oynayışta babalar gibi yenip "vay be bu oyunu oynamak benim doğamda var!" derken, sonraki oynayışlarda yenilgilerle tanışmak da bir oyunun getirebileceği en kötü sonuçtur herhalde..
herhalde kimsenin reddedemeyeceği, filmde geçen "kadının günahkarlığı"nın izleyiciye tam anlamıyla yansıtıldığı olur..
çyle ki william dafoe onu boğarken, içten "aman, dur, etme" gelmez.. hı gelebilir nasıl, "bırak onu çek git" gelebilir de dafoe'nun karakterinden fazla olarak, çocuğun gidişinin farkındalığı da olunca.. denmez..
ve etkileyiciliği de kesindir. porno denip geçmek de pek olmaz, çünkü tam anlamıyla öncesi-sonrası sevişmeyi gölgede bırakmayacak bir cinsellik sahnesi yoktur.
her şey bir yana da.. izlerken cidden rahatsızlık oluşturabilen filmdir..
"biz böyle kültür mozaiği bir partiyiz. her rengi bünyemizde barındırırız, her farklılığa saygılıyız. etnik yapılar korunur ve uyum içerisinde daha güzel yarınlara uzanır. gelin bize katılın!"
söylemini üçlünün sarı kısmına söyletebilecek topluluktur..
..
mustafa sarıgül, sözlükleri okusa nasıl güzel fikirler veriliyor zaman zaman farkeder de.. ah işte!
eh anketler sayesinde sözlükler sosyoojik değerlendirmelerde kolay kullanılabileceğinden katılmak elbette takdir edilesidir, bahanesiyle girişimde bulunursam..
evvel zamanlarda, liseler 3 yıl iken hani, hazırlık okuyarak 4 yıla çıkartanların %90'ı adım gibi eminim ki hazırlığın boşluğu sonrasında ilk defa karşılarına çıkan matematiğin mantık konusundan acı çekmiş, kıvrım kıvrım kıvranmış, ızdıraplarda boğulmuş.. az biraz da zorlanmışlardır..*
sen koca bir yıl "am-is-are" uğraşları ve beden eğitimi, resim, müzik, türkçe arasında gez-toz.. sonra karşına matematiğe de benzemeyen bir şeyi sürsünler..
sanki kendisi metal müziği gaipten gelen mesajlarla keşfetmiş gibi yaklaşan metalcidir..
gerçekçilik dışındadır, eğer bir felsefeleri, daha önemlisi amaçları var ise bunun için yayılım gerektiğinden bihaber olup "lafta" takılandır.. eeeeeeh inkar edilse de kişilikte farklılık arayışında, öyle yapılandırma çalışmasındadır.. da nanaydır..
hastası olduğu zat-ı muhteremlerin cümlesi daha çok dinleyiciye ulaşmak isterken, ağalarına "yeaa gidin yeaa.. siz benimsiniz işteaa! şimdi popüler olcaksınız, herkes sizi dooru düzgün anlamadan dinliyo olcaaak!" çıkışmalarında bulunacak metalcidir, tabii kendileriyle konuşabilecek olursa..
ah ah.. hep diyorum hep diyorum da.. bu metalci için de geçerli bir durum var:
iki taraftan birine geçip değerlendirilince saçma sonuçlar doğuracak eylem.
öncelikle, bizlerin de madonna'nın da yaşadığı dünyaya bakarsak.. kadının verme ihtiyacı var mı? yok. reklam yapıp daha çok para kazanmaya ciddi anlamda ihtiyacı var mı? yok. verince öyle böyle dikkat çekecek de, vermese hiç kimse çıkıp "o neden vermedi" diyecek mi? yok. o halde miktar az olsun çok olsun, paranın her şeyden önemli tutulduğu zamanda iyi gelir mi? hele ki şu anda ciddi anlamda sıkıntıda olan haiti'ye hiç gelmemesi düşünülünce.. evvet!
diğer taraftan, kavramsal olarak "insanlık" diye hayal edilen yandan bakılırsa.. denmez mi bunun 3-5-8, bilemediniz 51-81 ve hatta 101 katını vermesi içgüdüel olarak gerçekleşmeliydi, gerçekten yapılan yardım böyle olmalıydı diye.. denilebilir elbette.. popülerliğe hizmet olsun şu da vardır ya hani benzeri örnek için: "tayyip erdoğan'ın karşısına çıkan adam olmaması onun iyi olduğunu ortaya çıkarmaz" diye**.. nevvet! ama yine ne vardır? madonna da demiyor ki "ben meleğim" diye.. hadi abartmayayım, "ben insanlığı mükemmelim" diye..
velhasılı.. madonna iyi yapmıştır da.. yani.. kendisinin değerlendirilmesinde pek de artı değer katacak eylem değildir..
haiti'ye yarasın, yeterdir..
durun ingilizce de katayım, beynim çalkalanırken kendisiyle..
"bay dı vey.. tu bi eybıl tu kıritizays samvan ebaut samting, yu dont hev tu bi dı best of it"
temel sebebi dudak kurumasıdır. dudağı kuruyan kişi duramaz, şapır şıpır yalayarak ıslatır onları. sonra çıkar dış dünyaya, bu yalamaları bırakmaz ancak hava da ona özel muamelede bulanmaz. çarptırır buz soğuğu yüzüne yüzüne.. dudak şaşırır bu duruma, "aman! ıslaklarda daha üşüdüm" gibi, "çattırt!" çatlar..
o anda belli olmaz, en azından birkaç saat sonra ortaya çıkar. acı, kocamanlık, rahatsızlık..
yani dudak kremlerinin buradaki rolü, dudağın yalanmaya başlanmadan önce nemlenmesini sağlamaktır..
dermatologlar neutregena önerir ancak engin deneyimler der ki, çok fark yoktur, nivea lip care de olmayan elinden geldiğince yetişir buna..
süresinden başka hiçbir şeyini bilmeden izleyince oldukça hoş netice bırakan film. mesela müzikleri ayrı dikkat çeker ki*, şahsıma bir filmin ilk defa "müziklerini de edineyim!" bölüşünü yaşatmıştır. karakterlerin haller de, oyunculukları da güzeldir..
genel havası özellikle, gülümseterek sürekli saçma salak şekilde..
gecenin bir saati, televizyona kopmamak için öyle bakarken görünce yeni akustik halini deli gibi dinleme isteği uyandıran şarkı.
yaşar'ın kısılacak gibi can çekişen sesi acaba şarkıyı daha güzelleştiren midir yoksa şarkı öyle hoşa gider ki yaşar'ın bu sesi bile çekilir mi gelir bilemiyorum..
dahası aklıma takılmıyor da değil, sadece dişil cinsiyetin çok kapılacağı şarkı mıdır yoksa cinsiyet ayırımı yapmadan da sevilir mi.. gerçi ne önemi var ki..
pozitif havalara sokar insanı, havadan umutlarla doldurur..
iyi bir şey herhalde..
feci coşturabilme kapasitesi olan müziklerin grubu. bırakın sadece ilk albümlerini, hepsinden potansiyel şarkılar seçilip kafaya estiğinde dinlenilebilir.
makyaj demek her zaman bülent ersoy'un yüzündeki 4 kat boya demek değildir. bazen küçük bir ayrıntıdır, bazen de gözü, dudağı ya da herhangi bir yüz parçasını belirginleştirmektir. kendine yakıştırılan kıyafeti giymekten çok farkı yoktur.
ama ne vardır? makyaj kavramının anlamı insanda - çok şey gibi - alışkanlıklarla şekillenir. hiç yapmayan, dolayısıyla yüzüne azıcık allık sürse tüm dünya "ıaaaahhhhh! şunun suratına bak! nasıl da boya küpü!" diyecek gibi hisseden kişi için makyaj fazlalıktan öte olmaz. hatta aslında çok zaman bazı makyajlar hoşuna gitse de, "kendimden öyle memnunum ki.. aahh siz zavallılar!" havasından ödün vermemek için yapanı eleştirir, beğenmez..
elbette aynısı zıt kutupta da mdvcuttur, meraklanılmasın. hemen her zaman makyaj yaparak - bilhassa - dış dünyaya çıkan, dolayısıyla bir gün olduğu halde çıksa "inanmıyorum! ölü bu! zombi! hortlak!" çığlıklarıyla ortalığı ayağa kaldıracağını hisseden kişi için makyaj olmazsa ne kadınlık kalır, ne kendine saygı, ne insanlık (!). o da bazen doğal duruşlara istek duysa da, yine "kendimden öyle memnunum ki.. aahh siz zavallılar!" havasından ödün vermemek için yapmayanı eleştirir, beğenmez.
o zaman kısacası olay nedir?
makyajsız kız, sadece makjayı yapmamış kızdır. o kadar..
kesin düşünmüştür, "şimdi sevdiceğimin kontörü varsa bol bol telefonla konuşur. cep telefonlarının sinyalleri beyine zarar veriyormuş! maazallah beyinsiz kalır! ben önlemi alayım, varsa atsın bana.. yoksa nasıl olsa konuşmaz, beyni de korunur".
* dünyaya hitap eden süt çocuğudur. engin deneyimlerle anlatılacak olursa, rus'u, alman'ı, ingiliz'i, kazak'ı, fransız'ı* veya da akla gelen hemen hemen hangisi varsa, hiç tereddüt etmeden "pardon" duyunca kendi dillerindeki "afedersin", "kusra bakmayın" ya da "müsaade eder misiniz?" anlamında kullanıldığını anlar. türk'ü de eksik kalmaz, o da anlar.
güzel filmdir tabii, insan ister istemez keyiflenir, olumlu bakışlara bir müddet sahip olur. acısıyla tatlısıyla hayatı değerlendirir de..
film biter, hoş tat bıraktığıyla yıllar sonra hatırlanır, "bir ara yine izleyeyim" ile geçer.
oysa bu filmin bir "soundtrack" albümü vardır ki, ne zaman istenirse, en azından birkaç şarkısı dinlenip bambaşka ruh haline bürünülebilir. goran bregovic değil, the no smoking orchestra ürünüdür. başlangıçtan sona, arada ağıtları olsa da*, gülümsetici-hoş mutluluklara ulaştırıcı şarkıların toplanışıdır. "wanted man" olsun, "vasja" olsun, "gladno scre" olsun.. hele hele ki "when life is a miracle" gelince, sözlere de dikkat edilirse, aptal sırıtmanın yüze yerleşmemesi zordur efendim sanki..
no smoking orchestra'nın da en hoş bulunan albümü bile olabilir, o derece..
sadece lioness albümünü dinlerseniz "intihara sürükleyebilecek" adam. the magnolia electric co. da katarsanız, biraz daha çeşitlenir. hayır, kesinlikle coşku bulmazsınız, dediğimle umutlanıp hayal kırıklığına uğrayıp sonra lioness'a sarılmayın. ama didn't it rain de katarsanız bilin ki, adam intihara sürüklemeden de ayrı bir tat alınabilir kendisinden..
bir de my morning jacket ile düet albümü vardır ki, o da bambaşka hâl çıkarır..
elde olmayandır o yüzden çok kişiye cazip gelendir.
oysaki internetin geliştirdiği "kötü" hallerden rahatsızlık var ise, interneti kullanmamak (ya da istenirse az kullanmak) seçeneği yasaklı değildir ki halen? inanılmaz geliyor ama evet, dünyada internet kullanmayan homo sapiensler mevcut. ansiklopedilere gömülüyorlar, sosyallik içinde boğuluyorlar, "gerçeklik" ile fazla içli-dışlı oluyorlar ve neticede mutluluktan devamlı ölüyorlar da o yüzden nüfusları azalıyor. ama hâlâ varlar, gerçekten..
insanlar bir zaman "tekerlek olmadan önce hayat ne güzeldi, daha çok eerji kaybediyorduk. jimnastik yapmak zorunda kalmıyorduk" dediler*. sonra "matbaaaa! matbaaa! mahvettin güzelim hattat sanatını! artık güzellik diye bir şey olmayacak!" dediler*.. hı evet, ta başında ateş bulunduğunda da "aaaah bu da ne! kanlı kanlı ne güzel et yiyorduk eskiden! lezzet gitti" diyorlardı.
bugün de internet bu değerlendirmede elbette..
..
memnuniyetsizlik hayatta ne olursa olsun değişmeyecek kural. geçmişe özlem, "elden giden"e* ağıt, sanki kontrol hep başkalarındaymış gibi suçlama-kendine acıma..
ah lanet olası dünya ve teknolojisi! siz ne zorsunuz bu insan türü için! **
bir nevi amerikan gibi algılanacak insandır. "kim bilir nerelerden geldi?"
bunun olmaması için de tek yol vardır, kadın erkek demeden bu soruyu yöneltene karşı "istanbul beyfendisi" edasıyla cevap vermek, konuşmak. internet üzerinden mi oluyor? hmm.. teknoloji gelişti, yazının düzgün yazımından bir yere varılmaz, derhal sesli görüşme başlatılabilir..
sormazlar daha fazla, "ah ne hoş" derler, emin olun.