Bugün Yaklaşık 19 milyon evladımız ders başı yaptı.Kıta Avrupası ülkelerinin ingiltere Almanya Fransa italya ispanya hariç diğerlerinin nüfusu Bizim sadece ilk Orta Lise Öğrenci mevcudumuzun çok gerisinde. Şimdi Kemmiyet kadar Keyfiyet seviyesini ilerlere taşıma zamanı Hadi.
okuyorum, duyuyorum; bazı ihtimaller dile getiriliyor. şöyle bir misalle başlayalım söze; Türkiye için olduğu kadar, dünya için de ehemmiyeti şehir olan istanbulda yıkıcı tesiri yüksek bir deprem; zamanını ve ölçüsünü bilemem ama ihtimal dahilindedir. şimdi bu somut bir ihtimal; kimse olsun istemez ama ihtimal. ve Hükumet, yıkımın tesirini asgariye indirecek tedbir alıyor plan dahilinde. yine bu günlerde; sadece bir şehir, bölge için değil; top yekun ülkeyi sarsacak ihtimaller dillendiriyor. demin ki örnekten farklı olarak; ihtimaller temenni halini alıyor. bir kesimin rüyası: Darbe olsun, iç Savaş Çıksın. önce bu ihtimalleri temenni eden kesimlerin; bu temenniye neden sarıldıklarına bakalım; Kandil; son "devrimci halk savaşı (DHS)" kalkışmasında; Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve kamu nizamından sorumlu asayiş birimleriyle giriştiği çatışmada büyük kayıplar vererek mağlup oldu. temennileri o ki; bir darbe teşebbüsü olsun. bu teşebbüs arzu ettikleri Ak Parti iktidarını ve Lideri Başkan Erdoğanı deviremezse bile; Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve yönetimde bir kargaşaya neden olacak; bu sayede nihai temizlik tam önlenemezse bile ertelenecek, zaman kazanılacaktır. iç Savaş çıkacak deniyor; efendi Demirtaş güya bir tehlikeye işaret ediyor; işin esası iç savaş çıkması halinde, son hamlede sokağa dökemedikleri, desteğini alamadıkları kürt kalabalıklarını, adeta can pazarında sokağa dökmek saflara kazanmak gibi bir ihtimalin hayata geçirilmesidir. paralel yapı, chp ve diğer irili ufaklı silah kullanan örgütlerin bu temennilerden beklentileri aşağı yukarı aynı. gelelim bu şer ittifakına fikren ve lojistik manada destek veren, planlayıcı Üst Aklın beklentisine; onlar böylesine bir kargaşanın gerçekleştiği durumda; kendilerince çok değerli nato üyesi bir müttefikin daha fazla zaafa uğramaması için (timsah göz yaşları) ülkeye güney istikametinden fiili müdahale. top yekun çuval geçirme operasyonu yani. evet darbe teşebbüsü (başı bozuk-hiyerarşi dışı) her zaman ihtimaldir. iç savaş, asıl hedef budur. işte bu yüzden söz ve hareketlere dikkat edilmeli, etrafta kol gezen 5. kol ve provokatif unsurların kışkırtmalarına karşı mesafeli durulmalı; yönetimin asayiş gücüne ve onların talimatlarına kulak vermeliyiz. iç Savaş denetimden çıkan kalabalıkların büyük kapışmasıdır. mevlam ülkemizin yar ve yardımcısı olsun.
henüz temmuz tertelesi başlamamış; emareler belirmişti.
2013 çözüm hamlesi uçurumun kıyısında.
etmeyin dedim;
bir şans daha vermez devlet.
paralelden sözde komünist yuvarlara; kandilden ve kandilde yuvalanmış her soydan servislere; kckden hdpye top yekün çözüm karşıtı cephenin "devrimci halk savaşı" şiarı altında taarruzun arefesinde; etmeyin dedim; bu defa fena olacak; çok kan akacak; ocaklara ateş düşecek; sönecek ocaklar dedim; tarihte tuzaklarda heba olmuş kürt isyanlarını örnekledim; batının, cümle emperyal odakların kışkırtmasında yok olan nesilleri hatırlattım; 2011 lerde başlattığınız kalkışmanın, kurtarılmış bölge hamlesinin yenilgiyle sonuçlandığı anda devletin barış elini bu defa bulamayacaksınız dedim, kar etmedi.
ne demişler kendi düşen ağlamaz.
en batıdan (pensilvanyadan) ülkemizde ayrılık sevdasına kapıllmış her soydan paralel güce devletin tahammül edemeyeceğini anlamadınız. yeniden sınadınız; şimdi ağır kayıpların sonrasında; çözüm masa diyorsunuz; üçüncü gözden medet umuyorsunuz; ama nafiledir bu çaba.
"tek yol", ülke içinde silahlı gücünüzü silahsız olarak sınır dışına çekmek; ortak vatan dediğiniz ülkenin, suriyenin kuzeyinden kuşatılması hamlesinde ortaklaştığınız emperyal güçlerden kendinizi ayırmak ve kürt siyasetinin ülkedeki legal faaliyetleri önünde engel olmaktan çıkmaktır.
hadi.
teneke trampet
büyümeye vicdani ret bir çocuk gözünden
bir masal
hem çalıyor
tram
tram
pet
hem çığlık
ah Oscar
ne çok benziyorsun bana
benim de trampetim vardı
büyümeye karşı koyamadım
belki,
ruhum
hala
tram
tram
pet
çocuk.
toplumsal hadiselerin daima ekonomi politiği vardır; jeo politik-jeo stratejik veçhesi vardır.
savaş; iç savaş-istila-savunma; siyasetin en yüksek aşaması; hadiselerin görülen, hatta öyle görülmesi istenen sebepleri olduğu kadar; derin tarihsel bir çok sebebler var; devreden- ve yeni.
mesela diyelim bu gün yansımasında inanç temelli kargaşanın, ölümlerin kol gezdiğ nijerya dünyanın 7.büyük petrol üreticisi; aynı zamansa zengin doğal gaz yatakları-hammadde bolluğu içinde bir ülke.
enteresan olan, zenginlik ülkenin güneyinde; boko haram kuzey taraflarda yaygın.
bu benzeri görüntü şu veya bu şekilde her dünya ülkesinde rastlanabilir.
fazla uzağa ne hacet; ülkemiz doğu batı eşitsizliğini yaşıyor.
fransaya dair bir ip ucu; son aylarda özellikle Esed ve ışide dair söylemlerinin Türkiyeye yaklaştığını fark etmiş olmamız gerekir.
komplo gibi algılayanlar olabilir ama, kim bilir dergi katliamı uluslararası savaş tekellerinin bir rota-balans ayarıdır.
hadi.
operasyon günlerinde bazı meslekler, o mesleğin icra edildiği mekanlar mühim olmanın fevkinde ehemmiyet kazanır.
hatırlayın vakti zamanında, asker zevatın oturduğu mekanlara, usulü dairesinde bile olsa, girilmesi teklif dahi edilemeyen anayasa maddeleri muamelesi görürdü.
hele hele kozmik falan ne mümkün.
gün gelmiş meclis, askerin polisin operasyon alanı olabilmiş, ne gam.
meclisin vekilleri; meclisi tehditle dokunulmazlıklarının kaldırılmasına müteakip, sivil-resmi emniyet güçlerince yaka paça göz altına alınmış, ne gam.
bir gazete binası, bazı yayın evi büroları; bırakın içlerine girilmesini; bombalarla imha edilirdi, ne gam.
bu günlerde yapılan operasyonlarda, gazetenin birine tebligatla davetiye çıkarılıyor; lütfen deniyor, görüşünüze baş vuracağız; "bize" bir uğrayın.
sorumlu bey, adeta meydan okurcasına; sanki sıkıyorsa gel al sen der gibi davete icabet etmiyor.
operasyonu yürüten savcılık makamı; kolluk güçlerine göz altına alınacaklara dair liste vermiştir. şu şu kişileri alın gelin. usul, şimdilerde önce davet, olmazsa beyan ettiği adrese gitmek; orada da gelmem derse, zor kullanarak göz altı işlemini tamamlamak.
neticede kolluk güçleri davete icabet etmeyen sorumluyu mekana girerek alır.
alır almasına da, bir kısım çevreler ayağa kalkar; medya baskılanıyor; hürriyeti ifade ayaklar altında.
doğudan batıya; kuzeydan güneye haberler bu minval servis edilir; sorumlu beyin mekanının etrafı "sevenleriyle" kalabalık. sorumlu bey mücahit edasıyla nutuk irat ediyor. itiş kakış...
abede abdede alesta bekleyen "malum" medyatörler el çabukluğu haberler geçer dünyaya; Türkiyede bir şeyler oluyor; gazeteciler yaka paça.
algı operasyonu mu diyordunuz?
düşünüyorum da, amiral gemisine girildiği anda neler olur?
mesela dedik.
elemterefişkemgözlereşiş.
"çağrı" adı üstünde davettir.
HDP başkanının "çağrısı;
nişana davet, saat 11 e kahve sohbetine değildi bu daveti. sokağa yapılan bir çağrıydı.
iyi yankı buldu davet. her ne kadar ama biz böyle olsun istememiştik deseniz de, davete icabet edenler, yani sokak daima kabaran kendiliğinden öfkesiyle katılır çağrıya. cevabı "kendince", kendine göredir.
hele ki; bahanesi olan kobane için; kobane düşerse ankara da düşer denilmişse bir yerlerden, bu davet allı pullu bir hükumet darbesine dönüşüverir.
devletle oyun olmaz. ha ben "oynarım", oyuna davet ederim onu, bunu, herkesi dersen; ya tahkimatını iyi yapmış olacaksın, yada tıpkı bu gün gibi şaşkın ördekleri oynayacaksın.
tutmayın beni diyeceksin, acemi sokak kabadayısı misali; yada bıraksaydınız, tükürüğümüzle boğardık kof kahve sohbeti edebiyatı yaparsın.
yüz yılık didişe çözüm arayışını oyalama diye aşağılayacaksın, sonra çıkıp çözümün devlet tarafı bize yol haritasının taslağını verdi diyerek yaman bir çelişkinin göbeğinde bulacaksın kendini.
ortalığı yangın yerine çeviren çağrı vandallığının ardından devletin kendine has refleksif davranışıyla karşılaşınca bu ne diyeceksin. bu ne? evet düne kadar yukarıya dönük demokrasi ibresinin, geriye çevrilmesi. bu nereden çıktı diyeceksin? vandallığı unutur kurnazlığa düşeceksin.
kardeşlikler; mutabakatlar, öyle keyfi davranışlara tahammül etmez. bunu bilmeyecek kadar siyasetten uzaksınız; yada oyunu sanki karşı taraf bitiriyormuş kurnazlığı içindesiniz.
Adalının sesi, uyarısı; ankaranın iradesi sayesinde çözüm; bu kavşağı da dönebilir. lakin her kabın bir istiap haddi vardır; bunu akıldan uzak tutmayın lütfen.
hoca nasreddini biliriz. kah kadıdır, kah kavuklu pişekar.
hayatı mizahın labirentlerinde demler.
bir gün, huzuruna iki müşteki getirilir, biri diğerinden şekva.
sorar dertlerini, şikayetlerini.
ufak tefek olanı, temenna çakar; eteğe sarılır.
mevzuya boğulmayalım. hoca dinler; düşünür; "haklısın" der.
öteki gelir, yanaklarından kan damlıyor sanki, maşallah. temenna çakar, sarılır eteğe.
hoca onu da dinler; "haklısın" der.
köşede biçare keloğlan dayanamaz; hoca, hoca; bu nasıl iştir; amanı bilir misin; o haklı, öbürü haklı olur mu? der, dayanamaz.
hoca kavuğunu şöyle bir yoklar, "sende haklısın" der.
mevzuya dar pencereden bakınca her kes kendini haklı görebilir, hatta yanını yöresini inandırabilir.
uzun yıllardır, belki yüzyıllardır; çok farklı ırk, kavim, mezhep mozaiği içinde; kah komşu, kah akraba, sevdalı; kah kırgın, bazen alevlenen husumetler içinde yaşayıp gidiyoruz dünya alem misali.
nedense; artık hükmünü yitirmesi gerektiğine inandığımız insan olma dışındaki, tarihten miras eklenti sıfatlarımız; zaman zaman unutulmuş görünse de, gün geliyor bakıyoruz, yeniden pranga olmuş mahzun insanlığımıza.
özellikle cumhuriyet ve takip eden yıllarda; insanlar bir yandan emeği ve yeteneği itibariyle; öte yandan inancı, ata mirası mezhebi-kavmi sıfatlar itibariyle; hor görülmüş, kıyama uğramış, örselenmiştir.
şimdilerin moda deyimiyle bu "ötekileştirme" olgusu aynı zamanda iktidar olmanın ve muhalefet olmanın zemini de olmuştur.
yakın tarihimizde benzeri facialar yaşanmış, kalabalıklar olarak bu kabil facialara muhatap olmuş, tanıklık etmişiz.
benzeri didişmeler, zahiren bazı eklenti kimliklerin öne çıktığı mücadeleler gibi görünse de; esas olan tanınmak ve insanca yaşama isteği, isteği olduğu kadar "hakkıdır".
son günlerde; çözüm iradesiyle "çözüme" girmiş gibi olan özellikle kürt-türk didişi; bu kez sınır ötesi tertelenin etkisinde; hızla geriye dönüşü yaşar gibidir.
tarih hatırlamaktır derim ya ara sıra; bu ürkütücü geri dönüş ihtimali, bana sadece faili belli-faili meçhul on binlerce bedeni; geleceğe dair güzel tasavvurların belki de geri dönmemek üzere bizleri terk edişini hatırlatıyor.
biz kalabalıkları umutlandıran, geleceğe dair güvenimizi besleyen "çözüm iradesi" ve çözümü yaşamamızın mimarı, sadece ne adalı, kandil; ne de şu an ki hükumettir. bu işin mimarı, artık didişerek yaşamak istemediklerini haykıran Kürt ve Türk kalabalıkları, onların iradesidir.
bu gün yeniden körüklenmek istenen "halklar" arası miras didişten mes'ul olan; gerçek şu ki, Kürt Türk kalabalıkları değil, o kalabalıkların yaralı gönüllerini kaşıyan iç ve dış bir takım siyasi-etnik-ekonomik mihraklardır.
şayet bu didişten geriye yeniden Kürt Türk uyuşmazlığı kalırsa, bunun, geleceğimizi kaybettiğimizden başka bir anlamı olmayacaktır.
insanlar, kalabalıklar talep eden varlıklardır. demokrasi denilen sistem, taleplerin özgürce seslendirilebildiği, zorun değil müzakerenin tek yol olduğu kadim sistemdir.
bir avuç serdengeçtinin herkesin iradesine ipotek koyacağı, koyabildiği değil; milyonların sokaklarda, alanlarda; silahsız kalabalıkların karşı konulamaz iradesinin egemen olduğu, olması gerektiği bir uzlaşı sistemidir "demokrasi".
insan olma, insanca yaşamanın hak olması; başkaca bir kimliğe ihtiyaç göstermeyecek kadar en "doğal" haktır.
herkes, hepimiz bu en "doğal" hakkımız için mücadele etmiyor muyuz?
elemterefişkemgözlereşiş.
HADi
ülkemizde, siyasi analizde çok sık rastlanan tık nefes halinin bence en temel sebebi; meselelere toptancı(maksimaliist) ve minmal(parçada takıntılı) pencereden bakış.
siyasi analiz; makro-mikro diyalektiğinde yapılır-yapılmalıdır.
ne sadece dünya-bölge yada türkiye; bakışta başat rol oynamamalıdır.
dünyaya bakarken; bölgeden ülkemize kapsayıcı; iç içe geçmiş süreçlerin iç ve dış dinamiklerini; hiç birini ötekine eğmeden bakış pusula olmalıdır siyasi analizde.
dünyamız; birbirinden bağımsız (elbette mutlak değil) devlet ve devletçiklerden meydana gelmiş bir "küresel" aile.
her birinin ayrı ayrı iç dinamiği-belki hayalleri-daha somut ifadeyle tasavvurları vardır.
her biri, dünya ekonomi politiğinde bir sıralama içindedir. bu sıralamayı kabaca gelişmiş-orta-gelişmekte olan diye ayırmak yanılgının eşiği olabilir.
ekonomik durum; bir takım istatistiki verilerle açıklanması kadar; onun kadar, zaman zaman daha da önemli, jeopolitik-jeostratejik veçhelerin göz ardı edilmemesi gereken birlikte ele alındığı yansıyan görüntüdür.
bu manada durağan bir gelişmişlik, aktif-büyüyen gelişene göre; siyasi analizde pasifleşen bir görüntüdür.
G7ler 10lar; kendini egemen gören ülke devletlerinin tek tek yada bir konvansiyonla yönettiği bir algı oyunudur.
ekonomik-siyasi-askeri veya kültürel bağlamda gelişmelerin birinde veya bir kaçında ani sıçramalar, bir ülkeyi bölgesel ve hatta küreselliğe doğru bir seyir içine sokabilir.
bölgemizde; bölgesel egemenliğe oynayan; tarihsel derinliğe ve muazzam geleneğe sahip 3 devlet vardır; türkiye-rusya ve iran.
bağımsızlık mutlak değil derken; dolayımla bağımlılıkta mutlak olamaz. bu 3 büyük devletin muhtelif konvansiyonlarla yada daha geniş manada ekonomik-siyasi-askeri ve kültürel saiklerle yer yer boyun eğen, yer yer kendi ağırlığını hissettirdiği bağımlılık-bağlama durumu söz konusudur.
bunun ötesinde yine bölgemizde; devletleşememiş ama tarihsel derinliğe sahip kavimler ve onların bu güne yansıyan kendinde olduğu kadar bölgede hissedilen güçlü hareketler vardır.
kürt halkı ve kürt özgürlük hareketi, bölge için bu manada belki yegane harekettir.
bölgede, soğuk savaş yıllarının yeşil kuşak kuşatmasında örgütlendirilmiş, dini etnik temelli bir takım hareketler; taliban-el kaide ve günümüzde sivrilen ışid; bölgeye uzak egemen güçlerin, bölgesel hakimiyet araçları olarak halen etkinlik sahibi görünümündeler.
izrail, protez devlet olarak bu kabil hareketlerin en örgütü örneğidir.
türkiye; bu gün dünle kıyas edilmez biçimde egemen güçlerle ilişkilerini bağımlılıktan bağımlı olmamaya doğru evrilen bir görüntü yansıtıyor.
günümüze damgasını vuran hadiselerden yansıyan kadarıyla; başta abd ve kıta avrupası; türkiyenin yeni sınıfsal kompozisyon ve atılılmı yanında siyasi-askeri kültürel atakları ile yükselen bölgesel güç olma tasavvurunu, fark ettiği andan itibaren; iç dış güçleri seferber ederek önlemenin peşinde olduğu biliniyor.
türkiyenin tasavvurunun derinlklerinde "osmanlı" tarihinden miras gelenekler vardır. her devlet tarihiyle bütündür.
rusya moskova knezliğinden çarığa, çarlıktan sovyet devletine ve şuan var olan rusya tarihsel geleneğinin üstüne inşadır.
iran bölgede belki en eski devlet geleneğini temsil eden devlettir.
şimdi bu ülkeler ne tarihlerinden bağımsızdır, ne de tarihsel genlerinin varlığından.
şimdiye kadar analiz için "kendimce" yöntem ve kabaca bölgemiz dinamiklerine temas ettim.
özellikle ve öncelikli olarak ülkemizi, bilahare bölge ve giderek dünyayı biçimlendirecek; belki yenileştirecek en mühim "dinamiği" sona bıraktım; bu dinamiğin kaynağı kürt türk siyasi hareketinin birliği.
değinmiştim; iç-dış dinamiklerde ilave gelişme; bir ülkeyi, farz edilen gücünden misline zıplatır.
"barış projesi"; yüzyıllık batı tipi olmasa da sömürge izleriyle sakat "cumhuriyetin" halklara bakış zaviyesini paramparça ederek; halklarla bir arada, eşit ilişkilerde yaşam birliği yolunu açarken; halkların tasavvur birliğine zemin hazırlamakta. işte bu başta abd-kıta avrupası için bir kabus halini almıştır.
son olarak(şimdilik elbet) barış ve bölge ülkeleriyle 0 sorun politikası, genel manada dünya politikasını adeta alt üst etmiştir. ülkelerin bölgeye yaklaşımları, ittifakları hızla değişiyor.
kürt türk siyasi yakınlaşması ve gelecekte olması kaçınılmaz görünen tasavvur birliği; yeni çehrenin mimarisine adaydır.
elemterefişkemgözlereşiş.
bir şarkı var; arada mırıldanırım; "bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin....."
türkiyenin kimi sol, kimi kürt siyasilerinden tutun, katiline "halâ" aşık kimi mezhep ve hatta azınlıklara kadar, CHP ye bakıp bakıp; şarkımızın nakaratını "söyle söyle" diye tekrar edegelen terk edilmiş aşık halini anlayabilmiş değilim.
CHP yi anlatacak değilim. bu partiyi en ziyade "terk edilmiş" duygusunu yaşayanların bildiğine de eminim.
tek parti cehenneminin mimarı, darbeci CHP, güya sola doğru açılımını, milli şeflerinin ağzından "CHP ortanın solunda bir partidir" ilanı, tamda sosyalist TiP nin siyasi hayatımıza dahil olduğu günlere rastlar. Yani CHP sola, sola muhalefet noktasından dahil olmuştur.
siyasete "kara oğlan" figürüyle dahil olan ecevit, ilerleyen tarihlerde sola ve türkiye gerçeğini yakalamış olan tarihi köklere sahip "millici görüş" hareketine karşı tavrı ve ülkeyi yeni darbeler altında yeni cehennemlere mahkum etme gayretleri bilinmektedir.
"hiç mi beni sevmedin", evet CHP ve onun temsil ettiği bin bir surat kılıklı ceberut ve darbeci gelenek bu ülkenin halklarını hiç sevmemiştir.
işin daha beter ve ironik olanı; kimi "sol" akademicilerin yeri geldiği zaman, dersimden varlık vergisinden, istiklal mahkemelerden söz açıldığında mahçup tarzda "hakikate" yaklaşan yazılar yazarken hala hıçkırıklı "söyle söyle; hiç mi beni sevmedin" nakaratında bozuk plak cızırtısında inlemeleridir.
geçende not düştüm; eh dedim bu "çatı", bu şer ittifakı artık CHPye aşık ve maşukların gözünü açmıştır.
Türkiye de bazı şeyle zor değişiyor, değişim adeta sürünerek hasıl oluyor.
ortak adayda anlaşabilirdik söyleminden tutunda, hala bir ışık bekleyenlere tek sözüm; aşk olsun.
elemterefişkemgözlereşiş.
hadi.
bu kabil "soytarılık" gibi görünen hadiseler aslında bölgemiz ve genel islam coğrafyası üzerine planlanan şer mühendisliğin etapları. çözüm iradesi ve "doğrudan" seçilecek bir cumhurun; dahili ve harici emperyal odakların-paralel pisliklerin ülkemiz ve bölgesel planlarının önünde belki yegane engel olması doğrultusunda benzer rezaletler kışkırtmalar gündemdedir.
mültecilere yönelik son tertipler, türkiyenin bölge politikasını etkisizleştirmek, izralil mısır üzerinden vahşeti meşrulaştırmak hedeflidir.
son günlerde doğrudan paralel odaklı hamlelerdeki "sessizliğin" hayra delalet etmediği ortaya çıkmıştır.
her uygulamada şer odak ittifaklardan birinin öne çıkması, hem hedf saptırmak hem de gücü azami kullanmak kurnazlığı.
biri birinden kopuk, farklı gösterilmek istenen çıkışlar, aslında tek merkezli, muazzam çökertme planının parçalarıdır. gezi-çözüm-cumhur-mit - mülteci üzerinden sahnelenen oyunun esası budur. yarınlar ne gösterir bilinmez; tetikte ve uyanık olmak esastır.
bütün yaşananlar ve yüzlerce yaşamayan emekçi insan; vurdu mu, vurmadı mı; bağırdı mı, dedi mi ve sesi boğulan yüzlerce emekçi; yüzlerce matem evi; binlerce kanayan yürek; tarih hatırlamak derim ya hep; meydanlar erdoğanı kızılayda kıstırılan menderese dönüştürmek; kazadan sehpalar üretmek peşinde; yaşamayan bedenler; yaşatılmak istenmeyen bedenler; maden labirentlerinde yaşam odası kurulurmuş, hani gazdan kaçarken sığınılan komşu kapısı; varmışken yokmuş; ah diyor labirent sahibi 3 ay bekleseydin ya, yapacaktık diyor; toprakta uzun yolculuğa çıkmış bedenler; geride göz yaşı bir daha kabarıyor yürekler; inanır mısınız, hırsız bir sermayedarın, teknolojiden, güvenlikten tırtıkladığı paranın girdabında yok olan insanlar ve o insanların, yakınlarının acısı üzerinden siyaset kurulmak istendiği zaman; diyorum ki; bu anlayış, anlayışı için her soydan menfur tuzakların da sahibi olabilir; iktidarı "tek" sorumlu gören bir siyaset; "tek" sorumlusunun ne pahasına iktidarın sahibi olmak isteyenleri görmeme, inanmama ramak bıraktırıyor. ve eminim ki; sokakta bağırandan bu bağıranlara şaşıranlara kadar, birileri evet birileri ülkemizi, yaşayan insanlarıyla top yekun delirtmeye azmetmiş görünüyor.
kendimi siyasetin içinde bulduğum günden beri bu kumpasları yaşadım. nice insan yok olup gitti. tam geride kaldı derken başka senaryo; cadı kazanları sahne alıyor. her defasında sokaklarda ki feryat, ertesi gün kendini yine yeniden kaybetmiş olarak gördüğü bilinirken, sormanın zamanı değil mi? ne oluyor? sadece nefret-sevememe duygusu asli faili daima gözden kaçırır; hep böyle olmadı mı? ha, diyor ki birileri bunlar komplo teorisi, diyorum ki; öyle mi kardeşlik, elimden dahası gelmiyor; yaşa ve gör; tarihin tekerrür çarkına omuz ver; mevlam akıl fikir ihsan eylesin diyerek, müsaadenizle.
elemterefişkemgözlereşiş.
bazen okuyorum; face de, tweetlerde, sözlüklerde; partiler otobüs otobüs seyirci taşıyormuş miting meydanlarına.
a benim can dostlarım; fuar günlerinde, belirlenmiş merkezlerden otobüsler taşımıyor mu sizleri?
hatırlıyorum; 1 mayısın birinde, merhum kardeşim ayşe, ben ve eşim, daha bir kaç yayın evinden (belge) tanıdık; o günün kürt siyasi partisinin kadıköy ilçesinde bekleyen otobüsle, 1 mayıs miting alanına gitmiştik.
şenliklere, mitinglere; yakın olanlar ellerinde pankartlar, çıkınlar; uzak mahallede oturanlar tutulmuş otobüslerle giderler. bunu "vay be" hayretiyle hatırlamanın, hatırlatmanın manasını hiç bir zaman anlayabilmiş değilim.
mühim olan katılımın azami olmasını temin değil mi?
teşkilatın marifetliyse, her parti ak parti benzeri mitingler, şenlikler tertip edebilir.
komşu komşuya hıncın tasviri.
insanlar düşünceleri doğrultusunda, neye inanıyorsa o istikamette inandığı gibi yaşayabilir. kahvehanesini seçer, bayiden istediği gazeteyi alır, camiye gider, camiye gitmez; kiliseye gider, kilisenin yerini bile bilmez, hoşlandığı kıza-erkeğe aşık olur; okullara gider, dershanenin yanından geçmez; kınalanır askere gider, silaha bile dokunamaz; seçer sever, seçmez küfreder; maça gider bağırır, futbol topunu tanımaz, annesine saygı duyar, babasını sevmek zorunda hissetmez kendini, içer, kolonya bile sürmez; başını bağlar, başı açık gezer; ömrünce ağlar, ömrünce güler; lakin mahallesinden bir cenaze geçerken kim ölmüş derse, tabutta yatan insanın cinsine, mezhebine, meşrebine merak sararsa korkun o zaman.
hadisenin hukuki olduğu kadar politik veçhesinin olduğunu kabul etmek gerekir.
politik veçhesi, daha ziyade tepkilerle kendini gösteriyor. olağan dışı mahkemeler, türkiyenin yabancısı olmadığı bir "hakikat". cumhuriyet tarihinde sıkıyönetim ve "ohal" statüsünde geçen zaman kim bilir serbest zamanlardan daha uzundur. istiklal mahkemeleri günleri, takriri sükun günleri, 2. muazzam savaş günleri, 27 mayıs darbe öncesi, 27 mayıs darbe sonrası günler, 15 16 haziran günleri, 12 martı takip eden "balyoz" günleri yılları, 12 eylül öncesi maraş kırım günleri sonrası, 12 eylül darbesi ve sonrası yılları; pkk kalkışmasını takip eden uzun "ohal" yılları hep olağan dışı yıllar ve olağan dışı muhakeme yılları.
istiklal mahkemeleri, sıkı yönetim mahkemeleri, dgm yargı teşkilatı, ve dgmelerin kaldırılmasıyla teşkil edilen özel yetkili mahkemeler; bütünüyle olağan dışı usullerin gölgesinde iş gören olağan dışı hukuk teşkilatları.
1999 yılına kadar bu mahkemeler yüzlerce belki binlerce idam hükmüne imza atmış mahkemelerdir. 1999 da pkk önderi öcalanın ülkeye teslimi günlerinde dgm ler önce sivilleşmiş, bir takım pazarlıklar neticesinde dönemin koalisyon hükumetinin ön ayak olduğu yasal düzenlemelerle, idam cezası türkiye hukukundan bütünüyle çıkarılmış, yerine ağırlaştırılmış müebbet cezası ikame edilmiştir.
yakın tarihimizdeki hakikatleri hatırlamaz isek, şu an yaşadıklarımız; haddini aşan manalar yüklenerek şaşkınlıkla karşılanabilir, ne oluyoruz sorularıyla karşılaşabiliriz.
27 mayıs yassı ada yargılamaları neticesinde başbakan ve iki bakan idam edilmiş, yüzlerce insan müebbet dahil muhtelif cezalara çarptırılmıştı. 27 mayıs yargılamalarının üzerinden henüz 5 6 yıl geçmesine rağmen, reisi cumhur dahil, idam cezaları müebbet mahkumiyete çevrilmiş onlarca sanık ve diğerleri bir şekilde ceza evinden salınmıştı. 12 mart yıllarında "balyoz" hareketiyle başlayan geniş tutuklamalarla binlerce insan tutuklanmış, yargılanmış; üç gencin idamı yanında binlerce insan muhtelif cezalara çarptırılmıştı. henüz üç yılı aşkın bir süre sonrasında tutuklu ve mahkumların neredeyse tamamı bir şekilde 1974 affıyla ceza evinden salınmıştı. 12 eylül, türkiye siyasi tarihinin tanık olduğu en muazzam darbe. yüzbinlerce gözaltı, on binleri aşan sanıklı yargılamalar. 50 insan idam edilmiş, idam mahkumu 124 insanın diğerleri, 1984 yılından itibaren filen müebbet mahkum sıfatı kazanmış; ayrıca on binlerce insan muhtelif hapis cezalarına mahkum edilmişti.
12 eylül mahkumları zaman içinde peyderpey ya tutuksuz yargılanmışlar, ya da mahkumiyetleri infaz hükümlerinde yapılan değişikliklerle peyderpey salıverilmişlerdi.
denebilir ki siyasi davalarda, elbette istisnaları vardır; 1999 öncesi ve sonrası idam edilmemiş, kısa uzun mahkumiyetler, sanıklar mahkumiyetler ini tamamlanmadan hürriyetlerine kavuşabilmiştir. bu husus devletin genel işleyişi olmuştur denebilir.
bu günlerde ergenekon balyoz gibi yakın dönem davalarda yaşanan gelişmeler, sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi bir şaşkınlıkla izlenmekte.
özel yetkili mahkemeler, sağdan soldan eleştirilirken; anayasaya mahkemesine baş vuru hakkı gibi bir demokratikleşme hakkının teslimi alkışlanırken; iktidarın bir adım daha atarak özel yetkili mahkemelerin sınırlandırılmış görev alanına nihayeten son verirken; işte bu ahvalde bir de üstüne üstlük süren ve gelecekteki soruşturma ve davalarda tutukluluk süresini 5 yıl tavanla sınırlamak gibi cesur adım atmışken, bu şartlarda yasal olmayan uygulamaların bertaraf edilmesi için kimi sanık avukatlarının hamlesiyle yaşanan, aslında anayasa ve yasalara uygun gelişmeler, kimilerinde vay canına yandık, yenildik; kimilerinde beraat etmişçesine sevinç duyguları yaratması; kusura bakılmasın "yarım aklımla" izaha muhtaç bir şaşkınlık etkisi yaratmıştır.
eski tarihlerde yaşanan aflar, infaz kanunlarında yapılan oynamalarla devlete karşı cürüm işledikleri iddia edilen sanıkların, tatminkar olmasa da hürriyetlerine kavuşmaları gibi, bu gün gerçekleşen hükümler çerçevesinde bir takım sanıkların nihayetinde tutuksuz yargılanabilmek gibi, geçmişle kıyaslandığında mütevazı haklar kazanmasını; kah sevinçle-beraat duygusu tarzı- keza öfkeyle- yine beraat ettirildiler duygusu tarzı biraz çocuksu- tavırların ne hukuki nede siyasi bir dayanağı olamaz-yok.
ha şöyle bir "komple" teorisi kurulabilir belki; ergenekon davasında hükmün üzerinden aylar geçmesine rağmen gerekçeli hüküm yazılmamış, davanın nihai sonuçlanması engellenmiş; daha önceden olacağı bilinen gelişmelerin gerçekleşmesi karşısında bazı sanıkların tahliye talepleri adeta vesayetle çarpışan bir edayla reddedilmiş- bu bilerek yapılmış; adeta hükumet ergenekonla uzlaşır bir pozisyona düşürülmek istenmiştir. bu paralel cinlik uygulanmış mıdır bilemem; ama her halükarda hükumetin tavrında bir uzlaşı aramak, gelişmelere farklı mana yükleme çabasından ibaret bir paralellik olabilir sadece.
dikkat edilirse 13. mahkeme beni kaldıramazsın diyor; meclisin yetkisi yok diyor; bu paralel üç kağıda karşı hükumet demokratikleşmekte ısrar ediyor: evet böyle düşünüyorum,
saygılarımla.
kategorik-külli tanımlamalardan kendimi bildim bileli uzak durdum. doğanın ve elbette siyasetin; nihayet genelin diyalektiğine aykırı, ilmi olmaktan uzak tutumdur.
manevi inanç, kendi "dünyasında" en kapsayıcıdır. vazgeçilmez kriterleri tartışmaya sımsıkı kapalıdır. olmazsa olmaz şartıdır bu. manevi inançta, şuna göre yoktur. insanın şahsi tutumudur. cemiyeti düzenlemeden ziyade, inandığı "tek" varlığa ulaşma gayretidir.
el kaide, 1979 larda sovyetlerin afganistan işgali sonrasında; önce milli bir karşı duruş hareketi iken, başta abd olmak üzere, sovyet yayılmasını önlemek maksadıyla, harici kuvvetlerin dahil olduğu, anti komünist-ama aynı zamanda "demokrasi güçleri"nin kontrolünde, işgale karşı direniş yanında, küresel çıkarların teşkilatı olma hüviyeti kazanmıştır.
afganstan işgali, sovyet birliklerinin yenilgisi ve çekilmesiyle son bulmuş; ülke el kaide birliklerinin dışında taliban güçlerinin hakimiyetine girmiştir. el kaide, artık abd ve onun sözde "demokrasi cephesi" mihverinde, küresel yayılmacılıkta hedef ülkenin istikrarsızlaştırılması için mobil bir güç haline gelmiştir.
2001 yılı abd semalarında dahili sefer yapan uçakların, el kaide güçleri tarafından ele geçirilerek başta ikiz kuleler olmak üzere kimi hedeflere intihar-kamikaze dalışları; abd-fransız-ingiliz üçlü çetesinin ortadoğudan başlayarak bütün bir dünya hakimiyeti için fırsata dönüşmüştür.
işin garibi, pentagon ve beyaz sarayında hedef alındığı iddia edilen bu intihar eyleminde, uçak pentagonun merkezine değil yakınına dalış yapabilmiş, beyaz saraya uğrayamamış bile. sinsi tuzaklarda feda daima olur. hatırlıyorum, 12 mart öncesi ve takip eden günlerde, bazı tersaneler, akm tahrip edilmiş, ne hikmetse 1.köprüye vaki teşebbüs plan aşamasında önlenmiştir. feda bir yere kadardır. burayı da uçuracaktı denilir, yaygara koparılır ama oraları havaya uçamaz.
evet, 2001 intiharı bir plandı. ama o planın içinde rol alan insanların pek çoğu gerçekten inançları doğrultusunda eyleme dahil olmuştur. plan sahipleri bu kabil işlerde genellikle "milli" unsurları kullanır.
ihh türkiyede organize, uluslararası da faaliyet gösteren bir hizmet teşkilatı. mavi marmara hadisesi, one minute çıkışının yarattığı türkiye algısının geriletilmesine yönelik güç denemesiydi. uluslararası sularda cereyan eden hadise, uluslararası güçler tarafından yeterince kınanamamıştır bile. sebebi açık; mavi marmara bir izrail operasyonuydu.
ihh, "milli" bir teşkilat. organizasyonda görev alan hizmet insanlarının hepsini yekpare düşüncede olması düşünülemez. içinde farklı görüşten, hatta el kaideye sıcak bakan kimseler olabilir.
ama ihh, türkiye başta olmak üzere başka güçlerin elinde, el kaide modeli bir istikrarsızlaştırma amaçlı teşkilat olduğu iddiası şu an için söz konusu değildir.
el kaide ve benzeri irili ufaklı teşkilatlar, şu an orta doğuda yine isikrarsızlaştırma görevini ifa ediyorlar. bu kez ana hedef türkiye. türkiye el kaidenin izinde "teröre" bulaştırılmak istenmekte.
türkiyede kimi iç ve dış servisler bu oyunla ülkenin bölgesel güç potansiyelini yerle bir etmek için çabalıyor.
her devlet, yeri geldiğinde mevcut bazı örgütleri kullanarak, farklı-masum görüüşlü-insani teşkilatlara sızarak ve/ya bizzat teşkilatlandırdığı para militer gruplar aracılığıyla eylemler-operasyonlar düzenler-düzenleyebilir.
son ihh baskını ve ortaya atılan iddialar, 17 aralıkla birlikte yaşanan yerli-yabancı patentli bastırma çabasının bir veçhesidir. amaç kafaları karıştırmak yani istikrarsızlaştırmak. gerisi çorap söküğü gibi gelir-gelmiştir.
17 aralık, türkiyede sermaye sınıfları arası didişin ve yeniden bölüşümün kavgası.
ak parti, dayandığı milli görüş geleneğinin sınıfsal karakterine uygun siyasi harekettir. cumhuriyet burjuvası, osmanlı anadolusunda biriken ve ağırlıkla gayrı müslim tebanın mal varlığının talanı üzerine yükselmiş, iç dinamiklerden yoksun paye verilmiş burjuva gibi olmayan burjuvadır.
1970lerden itibaren genelde ve özelde değişen sınıf ilişkilerinin bağrında, kendi öz dinamiklerine sahip anadolu sermayesi, mili nizam hareketi ile siyaset sahnesine çıkmış, ağırlıklı olarak istanbul sermayesiyle didişe didişe, önce mahalli idarelerden başlayarak 2000lerde merkezi siyasete yerleşmiştir.
yeni "milli" burjuva ve siyasi görüntüsü ak parti hareketi, geleneksel vesayete ve dayandığı istanbul merkezli sermayeyle çatışa çatışa 2010lardan itibaren merkezi iktidar konumunu güçlendirmiştir.
10 yılı aşkın iktidar günlerinde her sahada atılımları, dayandığı sermaye güçlerini içe kapalı, cumhuriyet sermaye hareketinden farklı olarak kendi "milli", öz sınıfsal menfaatlerini gözeten, bu uğurda bölgesel güç olma noktasında bir yapılanmaya taşımıştır. işte tam bu noktada, burjuva gibi burjuva olmakla daha ileri demokratik veçhede, 30 yıl insan ve mali kayıplarla, ülkeyi adeta tüketen iç ve dış bağlantılı bir mücadeleyi sonlandırma adımlar atmaya başlamıştır. "çözüm süreci" ve ekonomik yeni hedefler adeta ülkeyi henüz yaşamadığı burjuva demokratik "devrim" eşiğine taşımıştır. bu muazzam gelişme, bir yanda kadim cumhuriyet "burjuvasının" ciddi artı değer kaybına neden olurken, olacakken, aynı anda bölgesel güç bağlamındaki nispi yayılmacı karakteri ile dünya ekonomisine egemen olan ama yıllardır girdikleri ekonomik ve siyasi türbilanstan çıkamayan sermaye ve siyasi rakipleri için, müdahale edilmezse önlenemez bir rakip olma sonucuna yol açabilecekti. işte öncelikle çözüme karşı gizli açık hamleler, habur, oslo, paris katliamı, uludere faciası, mit operasyonu, bu kaçınılmaz kavganın adeta peşreviydi.
halk savaşı çıkışı ile bu sallantılılı anda hamle yapmaya kalkışan pkk hareketinin çekilmek zorunda kalması ile doğan yeni şartlarda merkezi siyasetin imralı-öcalan üzerinden kapsamlı çözüm hamlesi, newrozda okunan bildirge, kürt siyaseti ile anlamlı diyaloğun zemini olmuştur.
mayıs ayının parlak ekonomik hamleleri bu çözümle birleşince iç-dış odakların "beyaz" alarmlarını çaldırmıştır.
hızlı gelişmeler, düşünülmüş hamleleri öne çeker. gezide böyle olmuştur. kısa zamanda parlayıp sönmüştür. hasar azdır. merkezi siyaset sarsılmamıştır.
hayat sabırsızdır. gelişmeler kimseyi beklemez.
ak parti iktidarı, çözümde ilerlerken, özellikle ırakın kuzeyi ve ırak merkezi hükumetiyle siyasi-iktisadi ilişkileri düzene sokarken, aynı zaman diliminde kürdistan yönetimini adeta tanımak anlamına gelen diyarbakır buluşmasını örgütlemiştir.
öte yandan enerji antlaşmaları peş peşe gelir. enerjinin sevki kadar, getirisinin toplanacağı zemin türkiyeleşmektedir.
yıllardır uygun zemin arayan, iç "gizli" soruşturmalar, dış odaklarla varılan ittifak, 17 aralıkta adeta yargı polis darbesine benzer bir girişimle gün yüzüne çıktı.
ama unutulan bir husus vardı, ülkede iktidarı alaşağı etmenin yegane gücü ya doğrudan askeri güçtür, yada askeri gücün hiyerarşik olarak-eksiksiz tarafsızlaştırılmasıdır.
belli ki bir zamanların ittifak temelinde devlet içinde önemli mevziler kazanan güç- artık açığa çıkmıştır ki bu cemaat örgütlenmesidir, paylaşım bağlamında endişelidir cemaat, bu endişeler iç ve dış odaklarla birleşerek atağa geçmiştir.
bu atak, 2011 lerden beri merkezi siyasetinde fark ettiği bir oluşumun kendini deşifre etmesidir.
her şey bir anda hızlanır, ergenekondan kck ye uzanan davalarda özellikle yakın zamanda yaşanan gariplikler garip gelişme özelliğinden sıyrılarak, takip edilen bir strateji olduğu anlaşılmıştır.
işte merkezi siyasetin hızla gerek asker ve gerekse kürt siyasetiyle olan yeni ilişkinin biçimi bu temelde şekillenmiştir.
dış sermaye ve politik güçlere dayanarak yapılan hamle, bütünüyle "yerli" güç ve aktörlerin "yeni" ittifakı temelinde göğüslenmiştir. sonuç, bu ittifakın rasyonel adımlar atabilmesine bağlıdır.
daha öncede ifade etmiş, hatırlatmıştım, 1917 rusyasında "beyaz kornilov" darbesine benzer bu hareket, "milli" sınıfların, merkezi siyasetin ve kürt siyasetinin birliğiyle bozguna uğrayacaktır, uğramalıdır.
saygılarımla.
devletin, devlet gibi devlet olmadığı bağlamını yansıtan bir atak.
gerçekleştiğini dün öğrendiğimiz operasyon, yolsuzluk gibi berbat bir ithamı aşan özellik arz ediyor. yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, mevkiden alınan güçle hareket etmeler, sürpriz olan şeyler değildir. ilk defa aldatıldığını öğrenen eşler misali feryada gerek yok. şu ihalede şu olmuş, bu olmuş... ne zaman olmamış ki. evet kötü, yakışıksız, pis işler kabul.
meselenin özüne; sadede gelelim;
esas hedef, toki de şurada burada dönen dolaplar değil-hani gezgin bir artist demişti ya mesele ağaç değil;tıpkı. ana hedef hiç değişmemiş, vesileler de;dün yeşile hassasiyetti, bu gün güya ticarette namus davası.
dün nişan tahtasında m.i.t. vardı, fidan vardı. bu gün bir kamu bankası. her daim devam eden yolsuzluklar sosuna gizlenmiş ana yemek bu. nirengi noktası. sözü geçen bankanın faaliyetleri, bölge ilişkilerine dair uluslararası bir mesele. kuşatma ve taarruzun istikameti; tabi çözüm süreci, bu sürecin şekillendirmeye başladığı bölge nizamı; türkiyenin önlenemez yükselişi.
başlığa tanım olsun diye ifade ettiğim, devlet gibi devlet olmama bağlamı, operasyonun hedefini, kimliğini açığa çıkaran faaliyet. bir devlet düşünün; "yolsuzluğa batmış, orayla burayla kavgalı". yıllara dayanan gizli ama o kadar gizli ki, hükumetinde pek haberdar olmadığı bir soruşturma yapılıyor. soruşturma, yani bazı savcı ve emniyet güçleri faaliyet içinde. bu güçlerin operasyonu neticesinde hükumetin dahiliye nazırının oğlunu göz altına alıyor. hadi diyelim yargı "bağımsız", ama nazırın oğlunu göz altına alan emniyet güçleri, söz konusu bakanın emrinde bir teşkilatın memurları. evet, bu tablo; devlet gibi olamayan bir devlet görüntüsüdür. feodal dönemlerde kaldığını sandığımız, osmanlının son dönemlerinde rastladığımız ayanlar benzeri; güç ve egemenliğin parçalı olduğu bir sevk idare örneği.
rahmetli hariciye nazırı ihsan sabri çağlayangil bey efendi, 12 mart günlerine dair bir söyleşide, cia meğerse altımızı oymuş haberimiz olmamış deyivermişti.
ayrılığın hüznündeyim bu sabah,
dalgalar mendirekleri aşmıyor
kırlangıçlarda sıcak ülkelere göçtü
şimdi soluksuz kıpırtılar enginlerde
güneş firari
bulutlar avuçlarımda sanki
sanki sisim
karmaşık görünmez hayaller vurgunu
elimi uzatıyorum
sadece elim
bakışlarım gri hep
uzaklardan çan sesleri
belki ezan
titreşen seslerin çağrısı
gel diyor
ses çağırıyor
ses uzaklaşıyor
resim oluyorum aynanın karası
aynada görülmez sis
düşlerim ağlıyor
onları yalnız bırakmayayım.
belki gelirim yine
gülüşümü bulursam
sana istiridyem diyordum ya
inci tanesi gibi parlak
sahilde ayak izlerine baktım
dalganın uzanamadığı derin
enleme takıldı gözlerim
şimdi bir ekvatorum
sen şimal yıldızı.
bir kere solcu, koy bir kenara. yani fikriyat sahibi. klavye sağcısı, bir kere sağcı koy bir tarafa. her şeye rağmen fikriyat sahibi. 12 martlara gelene kadar ve ta ki 12 eylüle kadar sırtı sıvandı onların. 12 eylül saat sabaha karşı 04 anladılar anyayı konyayı mamakta vs. solcu desen sıvasız biliyordu başına geleceği, yani devletle görülecek hesap meselesi. beslenmeden asıldı bir çoğu. belki çoğu solcu, ama sağcısı da vardı içinde. fikrimiz iktidarda biz içeride rast makamı yaramadı işe. asılmayanlar en az 7 sene yattı içeride, solcuların çoğu mislince. zira devletin tek ideolojisi vardı, kaptırmazdı kimseye.
klavye solcusu, dün de vardı, köşe yazarı, gazete, mecmua, şehri muharrir. yani bildiğimiz entelektüel. onlar bilgi destek kanadı. yani mücadelede sempatizan cenahı. onlara dönüp, oh keyifler gıcır demek, ayıptır. askeriyede de öyle değil mi, obüs mühendisi vardır, obüsü kullanan. ne yazık sol, klavyecisini, yazarını çok hırpaladı. bilemedi ki sempatizanı olmayan hareket sempatik olamazdı. olmadı.
not: iş bu tanım 25.11.2012 de yine bir sözlükte paylaşılmıştır.
ak parti de çatlak var hayalinden iktidar rüyasına dair;
siyasette bir partinin yükselişini önleyemiyorsan, kalabalıkları bu istikamette yönlendiremiyorsan; sun'i krizlerle iktidar partisini yıpratamıyor; hariçte cereyan eden dış dinamikleri yol kazasına dönüştüremiyorsan, velhasılı iktidar gücü karşısında acizleşmeye başlıyorsan; belki son şans iktidar partisinin bizzat içini karıştırmak baş vurulmuş denenmiş yoldur.
görünen o ki, gezi hadisesi olsun; bölgesel gelişmelerin seyri olsun istenilen muhalefet mevzilerine iktidar umudu taşıyamadığı noktasında bu manada bir hamle-evin içini karıştırma, fırsat kollama son çare gibi görülmektedir.
pkkyi şahnleştirmek dahil bir çok yol denendi; hatta yolsuzluğa bulaştığı iddiasıyla muhalefet partisinden ihracı gündeme gelmiş şaibeli isimler partiye kabul edilerek özellikle istanbul üzerinden çıkış yolu arandı; daha gerilere gidersek aynı muhalefet partisinin lideri gizli ilişkilerin dikizlenmesi metoduyla tasfiye edildi.
şimdi görünen o ki, saçma sapan bir mesken tartışmasından medet umulmaktadır.
hatırlanacağı gibi, milli selamet partisinin devamı olan refah ve fazilet partisinin önemli isimlerinden ve ak partisi kurucu üyesi abdüllatif şener 2007 seçim öncesi ve darbe girişimlerinin hızlı günlerinde ak parti saflarından alayı valayla ayrılmış, yine o günlerde pek çok siyasetçi, gazete köşecisi bu ayrılıktan çok önemli beklentiler içine girmişlerdi. akıbetin ne olduğu hatırlardadır.
ak parti, kitle partisi olduğu kadar lider partisidir. partinin lideri, siyasi gücünü geçmiş deneyimleri kadar kalabalıklarla kurduğu ilişkilerden almaktadır. parti seçmeni, sempatizanı liderine gönül bağıyla bağlı. sadece teşkilat üzerindeki hakimiyet, bir lideri uzun soluklu mücadelede başarıya götüremez. kalabalıkların içte ve dışarıda parti liderine bu denli sempatisi, muhalefet için olduğu kadar parti içi muarrızları içinde temel handikap. gerek muhalefet, gerek parti içi klikler biliyor ki; erdoğan kişi olarak yıpratılmaz ise, onu yaşarken devirebilmek pek mümkün değil. bu hakikat; muhaliflerin iktidar rüyası ile, parti içi kliklerin partiye egemen olma rüyalarının bileşkesi olması bağlamında zımni bir ittifak yaratmıştır. şimdi bu iki cenah aynı kazanın altına odun taşıma telaşındadır. harici güçlerde, özellikle çözüm projesinin başarılı olması halinde türkiyenin bölgesel güç olma ihtimalinin çok güçleneceğinin bilinciyle aynı kazana kıta avrupasından abdye ve hatta bazı bölge ülke ve komşulardan aynı kazana ateş taşıdıklarını görmek pek şaşırtıcı olmamalıdır.
not: siyasi iktidar yolu, kalabalıklara tutunacağı bir lider kadar ve hatta ondan da önemli; inanacağı ilerleme programı sunabilmekten geçer.