iki kişinin öpüşmesinin sevişmesini sağlayan hoş cümlelerden biri. bir taraftan kendini saf göstermenin yarattığı kızıştırma, diğer taraftan merak duygusunun öne çıkması... ah, doğru anda söylendiğinde büyülü anlara müşterek bir dalış yapmanızı sağlayabilir.
açık ve net üstünlük göstergesi, hazzın doruk noktalarından biri.
eğer ona aşık olan kişi bunu öğrenirse gözyaşları sizi arındırır tüm kötülüklerinizden. o kadına başka biri aşık ama o sizin, dudaklarından en şehvetli çukurlarına kadar sizin. bundan daha haz verici bir şey var mıdır? o başkasının ona asla dokunamayacağının bilincinde olup, ona hiç kimsenin dokunmadığı gibi dokunmaktan bahsediyorum.
ona bu hazzı hissettirmek, bunun farkında olup hissettirmek, bambaşka bir şey.
erkek için de kadın için de inanılmaz bir durum, adeta bir kenetlenme.
seviştiğiniz kadın daha önce ya orgazm olmamıştır, ya da bakiredir.
onu bekaret denen yükten kurtardıktan sonra onun bütün kıvrımlarında konaklayıp, onu hayatında ilk defa cinsel doyuma ulaştırmak, bu gerçekten ulvi bir durum, dudaklarında ve öpücüklerinde isimler dururken üstelik.
inananların tanrısı bunu lanetliyor. iki insanın en mutlu olduğu anı lanetleyen bir tanrı zalim değil de nedir?
içinde sadizm taşıyan erkeği de, mazoşist yanları bulunan erkeği de tahrik eder. bilakis kadını da.
topluklu ayakkabıları ele alalım mesela. kadınlarda freudvari bir penis kıskançlığı, güç fetişizmi olarak görülebilirken biz erkeklerde ise seks sembolüdür topuklu ayakkabı giyen kadınlar, zira güçlü kadını severiz, bize ulaşmaya çalışan kadını güç konusunda, daha da severiz. ne kadar belli etmesek de hepimiz biraz mazoşistiz neticede.
güçlü bir kadının sizi içine alması ve nefesiyle nefesinizin kadife gecelerde birbirine karışması daha farklıdır çünkü. güçlü bir kadının gücünü kırmak ve onu sekste size bağımlı hale getirmek ise bir ego orgazmıdır.
bu ego orgazmı ise sizi hem cinsel hem de özgüvensel olarak doyuma ulaştırır.
kış gecelerinin vazgeçilmez aktivitesiydi fakat ne yazık ki yaz geldi.
haliyle sıcak şaraplar da 4-5 ay yok, barok müzik ise gece sevişmelerine dahil. marin marais'ten la reveuse ya da les folies d'espagne açılır, çarşaflarda bir vücutmuşçasına yuvarlanılır,bel kıvrımlarında davetsiz misafir olur eller ve barok müziğin tabiatındaki gibi, hızlı, sert bir sevişme çıkar ortaya, kaynağı acı olan, şaraplar içilmeden hemen önce.
sonrası, eh, sonrası da şairin dediği gibi iyilik güzellik.
bu bir karşılıklı istek/arzulama durumudur ve arzu doğanın insana verdiği en temel özelliklerdendir. onu tokatlamak için her şeyi yapacak halde istekli bir şekilde beklerken , atılan her tokatta narin ses telleri titreyerek ufak çığlıklara dönüşür, nefesini tutup bırakışı insanı kendinden geçirir. pozisyonun verdiği dominant hissi saymıyorum bile.
uzun lafın kısası sevişirken tokatlamak ya da tokatlanmak bir zevktir, ve zevke her zaman acı ile varılır.
bir erkeğin ya da bir dominantın verebileceği, bir kadının taşıyabileceği en güzel seks izidir ne aşk ısırıkları, ne tırnaklar, ne de morluklar... o pürüzsüz ve öpülesi cildinin üzerinde kaplan çizgileri gibi resmedilmiş kırbaç darbeleri.
gerçekten de sertliğin içindeki estetiği bulmak gerekiyor.
genel olarak el üstünde tutulan ve partnerinin zevki için fedakarlıklarda bulunabilen erkektir. şimdi, şöyle düşünün... bir kadın bana oral seks yapıyorsa eğer ki yapmalı da, benim de ona oral seks yapmam gerekir. kaldı ki, ona oral seks yaparken suratında oluşan o ifadeyi, iyice birbirine karışan sımsıcak nefesini ve çıkardığı keskin sesleri görmek, duymak, seyretmek ve hissetmek, başka bir şeydir bu. partnerinizi cinsel doruğa ulaştırmak için bir nevi zevk alışverişidir.
bütün kontrolün sizde olduğunu fakat hayalgücünü özgür bıraktığınızı gösterir, çünkü gözleri kapalı bir kişi hayal kurar ve kuvvetli bir hayal gücü bir şehvetperestin kendini belli eden özelliklerindendir. hem, o gözler bağlıyken, neresine dokunacağınızı nasıl tahmin edebilir. sevişirken ortaya çıkartılan merak duygusu, bir kadını tatmin etmenin ve sekse daha çok bağlamanın az bilinen bir yoludur.
bir şehvetperestin yapabileceği en derin eylemlerden biridir bence, çünkü cinselliğinin felsefi yönünü geliştirmeyen bir zevk düşkünü, bir şekilde yarım kalmış bir zevk düşkünüdür zira pekala felsefe de zevk verebilir, her neyse... seviştiğiniz kişinin vücudunu boydan boya alıntılarla dolduruyorsunuz, tükenmez kalemlerle, tüy kalemlerle. öpücüklerinizin alıntısının yazılmasıyla kızaran, morluklar oluşan o narin boyuna yazmak, venüs, dizlerinin üstünde yatıp sırtını ve arkasını size sunmuşken ve siz yeryüzündeki en güzel zevk gezintisindeyken, sırtına marquis de sade'dan alıntılar bırakmak, ellerinizin üzerinde yeni kıtalar keşfettiği göğüslerin üzerini aforizmalarla doldurmak... bir felsefecinin orgazmı böyle olmalı.
arthur rimbaud şiiri, dafaiss uktesiymiş, doldurayım dedim. hayatımı okumadan önce ve okuduktan sonra olarak ikiye bölen bir şiir, tuhaf bir kafa, güzel bir kafa. neyse, fazla konuşmadan sabahattin eyüboğlu çevirisini paylaşayım.
fransızca orijinalinden okumanız en iyisi tabii.
Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.
Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve ingiltere;
Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.
Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde.
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.
Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.
Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.
O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
içim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.
Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
içkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.
Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
insana sır olanı, gördüğüm demler oldu.
Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.
Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.
Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.
Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.
Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.
Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.
işte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.
Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik meduzaları.
Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.
Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.
Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.
Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.
Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.
Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.