marjinalaforizma
0 (düz adam)
on birinci nesil yazar 0 takipçi 6.07 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    v for vendetta

    1043.
  1. otoritenin imgeleştirildiği sutler hükümeti toplumu baskı altında tutmak için geceleri sokağa çıkma yasağı ve sanatın yasaklanması gibi uygulamaları devreye sokmuştur. ayrıca panoptonik bir iktidar strateji uygulamaktadırlar. toplum iktidar tarafından çeşitli araçlarla sürekli denetlenmektedir. ancak bireyler çoğu zaman bunun farkında değildir. sutler hükümeti her türlü eylemi insanların inançlarını sorgulaması olarak görmektedir. bauman ise iktidar ve toplumsal arasındaki ilişki “bireylerin hem şekillendirdiği, hem de uymaya mecbur olduğu normun arkasında duran otorite bir kural olarak yayılmış halde, sıklıkla anonimdir. tam olarak nerede durduğunu tespit etmek imkansızdır. insan bedenlerini ve düşüncelerini şekillendiren aman vermez, korkunç otorite “kamuoyu”, “moda”, “ortak rıza”, “uzman görüsü” ve hatta “sağduyu –özel olarak hiç kimseye ait olmayan, herkesin kanaati-“ gibi muğlak bir kendilik biçiminde boy gösterir.” (sosyolojik düşünmek, s.162) şeklinde açıklamaktadır. ”v for vandetta”filminin geçtiği mekansal düzlem olan londra tam da bauman’ın tasvir ettiği iktidarın somutlaşmış halidir.

    ...

    “v for vendetta”, öyküsünü semboller üzerinden yürütür. tam bu noktada carl gustav jung’a başvurabiliriz. jung’a göre simge ya da sembol, gündelik yaşamımızdan bilip tanıdığımız ama alışagelen açık anlamına ek olarak özgün bağlantılar da sunan bir terim, bir ad, hatta bir resimdir. imge ise zihnimizde canlanan soyut resimlerdir. filmin finaline geldiğinde v, eylemi şu sözlerle açıklar; “bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür. sembollere anlam kazandıran insanlardır. tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir.”demektedir. parlamento binasının yok edilmesi, sembolik olarak baskıcı sınıfın en kutsal alanına saldırı anlamı taşır. bu simgesel eylemin amacı, beklenenin üzerinde bir etki göstereceği savına dayanır. simgeler ruhumuzda imgeler oluşturur demektedir jung. filmde kullanılan guy fawkes maskesi gibi. bugün bütün dünyada tüm muhalif hareketler tarafından bu imge kullanılmaktadır.

    fazlası için bakılabilir; http://www.marjinalaforiz...inal-bir-film-incelemesi/
    2 ...
  2. italya denince akla gelenler

    286.
  3. sayılanlardan bazıları ve ek olarak gomorra, porto fino, cesare borgia, machiavelli, dante, la grande bellezza.
    0 ...
  4. günümüz mutluluk mefhumu

    1.
  5. Günümüzde var olduğu zannedilen mutluluk mefhumu incelenmesi ve tartışılması gereken çok önemli bir hususu oluşturmaktadır. Modern ve medeniyetinin zirvesinde ve fakat aynı zamanda acımasızlığının ve hayatta kalma mücadelesinin maddi manevi en yoğun ve çarpıcı şekilde gerçekleştiği dünyada; mutluluğun yalnızca çerçevesi küresel toplumlarca oluşturulmuş sevgililerin kollarında, rezidans evlerde, lüks arabalarda bulabileceğini zanneden insanlar artık kendi yarattığı bu illüzyonlar içerisinde kaybolmakta ve birbirine zincirlenmiş şekilde platon'un mağara alegorisindeki gibi duvarda oynatılan gölgeleri gerçek zannetmektedir. Mutluluk peşinden koşulması gereken bir mefhumdur. Ne var ki, mutluluk insanlık tarafından oluşturulmuş ve bizlere sunulmuş şeyler olmakla sınırlı değildir. insanın gerçekten kendisini mutlu eden şeylerin peşinden gitmesi gerekir...
    2 ...
  6. the hunger games

    304.
  7. Türkiye'deki açlık oyunlarına dair bir deneme...

    --spoiler--
    “Yaşam insanın yaşantı aradığı değil, kendi kendini aradığı bir olgudur… “

    Cesara Pavese

    AÇLIK OYUNLARININ iLK KURALI.BURASI BiR BATAKLIK VE BURADAN ÇIKMAK iÇiN DiĞERLERiNiN ÜSTÜNE BASMAK ZORUNDASIN…

    Toplu mülakatta silah henüz ateşlenmiş, hemen beş dakika önce otelin misafir bekleme odasında titrek seslerle tanışan takım elbiseliler hayatta kalma oyununa başlamıştı. Önlerinde yazan kağıtta bir “case” vardı: on beş dakika düşünecekler ve sonrasında yirmi dakikalık bir süre içerisinde hem odayı, hem şirket müdürlerini, hem de insan kaynaklarını etkileyeceklerdi; mülakatın adı “açlık oyunları”ydı. Yirmi dakikada odanın yarısı başaracak, yarısı elenecekti. Henüz birkaç dakika önce birbirleriyle tanışan adaylar hararetli şekilde tartışmaya başlamıştı bile. Odadaki insanların bir anda agresifleşmesine inanamıyordum. Şirketin zimmetleyeceği Jetta veya Golf mü, yoksa kotayı doldurduğunda alacağı yüklü prim mi, 9-5 mesai saati mi, hafta sonu iğneada kaçamakları mıydı cezbeden? Hangi sebep insanın kimliğini kaybetmesine sebep olur? Odadaki müdürler de şaşırıyor olacak ki yüzleri kızarıyor, garipsiyorlar sanki ilk defa bu ortamdalarmış gibi…

    Sevgilisine taksitle alacağı Armani saat mi cezbediyordu bu işi? Ne şehvet.. Az önce paytak ses tonuyla odadaki herkesi parfüme boğan sarışın hatun, neden kendisini kanıtlama yarışındayken insanların sözünü kesiyor, neden münazara sırasında elleri titrek, yüzü kızarık? Tavırlarda, yüzdeki ifadelerde başka bir şey vardı. Dehşet. Kimse neden burada olduğunu bilmiyormuş gibi. Hedefleri olmayan bir çok insan doluşmuş birbirlerini azarlıyordu sanki. Açlık oyunlarını kazananların ağızlarına bir parmak bal çalıp, yaptıkları sözleşmeyle işe alınanları köleleştireceklerini peşinen bilen müdürlerin önündeki bu kazanma gayreti ilginç değil de ne?

    “Neşeli insanlar beni yanıltır, onlara hiç tahammülüm yok. Ancak hiçbir pürüzü olmayan ruhlar neşeli olabilir, çocuklar ya da çok yaşlılar. Ama neşeli insanlar hiç de bu nitelikte değil. Kanımca neşe, insanın ancak çevresini,· içinde yaşadığımız koşulları kavrayamamasından kaynaklanıyor.” Andrey Tarkovski

    iKiNCi KURAL. ACIMASIZ OL.

    Kanlı savaş devam ederken kağıdıma bakınıyordum, gözüm kararıyordu. ince sesli Aysel herkesi susturmaya çalışırken içini okumaya çalışıyordum. işi alırsa yapacağı saçma harcamaları düşünüyordum. Karşısında elini kaldırıp söz isteyen yaka kartında Ahmet yazan yüzü traşlı, muhtemelen daha iyi bir jöle almanın hayalini çoktan kurdu bile. ilk maaşıyla istanbul dışına minik kaçamaklar yapmaya başlayacak, kazanması lazım bu mülakatı. Okumayı sevmeyen bir milletin, kişisel gelişim üzerine planlar yapması beklenmemeli zaten…Bir türlü kibarca söz almayı beceremedim. Söz kestim. Bir beden dili uzmanı gibi elimi keskin bir şekilde kaldırıp, gözlerinin içine baktım odadakilerin, bir basketbol koçunun hakemden mola istemesi gibi. Ben de bu muhteşem “case” hakkında zırvaladım biraz.

    Tamamı için bkz: http://www.marjinalaforiz...clik-oyunlari-aforizmasi/

    --spoiler--
    0 ...
  8. aforizmalar

    255.
  9. Gölgeler üzerine bir deneme;

    --spoiler--

    Ondan ayrıldığım akşam, hayatımın en büyük kumarını oynadığımı henüz bilmiyordum…

    Tek bildiğim; mahpusu olduğum gölgeler, gölgelere sinen karanlık ve bu karanlığın içinde anlatılan bir anlamsızlık menkıbesiydi…

    ***

    Ekseni kaymış bir gerçeklikten aleladeliğe döndüğümde karşıma, günümüzün vücut modasını yakından takip eden geniş kalçalı ve ince bacaklı bir kız çıkmıştı. On gün içinde dört farklı ülkede, altı farklı şehirde geçirdiğim günlerin akabinde etrafa anlamsız ve kibirli bakışlar satan kız oldukça çekmişti dikkatimi…

    Elindeki kredi kartını kasada duran özel sektör kölesine uzatarak, ‘‘Pardon, ben bir tane non fat tall latte alabilir miyim?’’ dedi.

    Kölenin sessiz onayının ardından gururla aldığı kahvesine bir adım daha yaklaşan kız kaçamak bakışlarla beni izliyordu. Ben ise kaçırmamıştım gözlerimi. Kahvesini almayı bekliyorken, o bir dakikalık süreyi de yalnız başına geçirememiş, telefonuna esir olmuştu. Geniş kalçalarıyla gülen gözleri arasında kaldığımda düşündüğüm tek şey rüya gibi gelen bu anlamsızlık mabediydi. Evet, yalnızca boş bakan ve çaresizce gülümseyen bir kız yaratmıştı bu hissiyatı…

    Acaba o da benim gibi düşünüyor muydu, soruyor muydu kendisine, istisnasız sorduğum soruları?

    Kim bilir…

    Belki de okula gelmeden önce, bir iki instagram paylaşımı yaparak ders çalıştığını duyuruyorken çarpmıştı kulaklarına, hiç bilmediği bir âlemde kaybolduğu gerçeğinin sedası…

    Kim bilir…

    Belki de yalnızca egosunu onarmak için arzulara davet ettiği çocuğa iyi geceler dediğinde gelmişti aklına, bu dünyada bulunma nedeninin soğuk ve karanlık düşüncesi…

    Kim bilir…

    Belki de gece nedensizce ondan ayrılan sevgilisini düşünerek uyumuştu ve gülümseyerek meydan okuyordu ayrılık acısına…

    Gözlerimin önünde, neler düşündüğümün farkında olmadan kahvesini yudumlayan kızın aslında hiçbir önemi yoktu. Tek suçu, bana tamamıyla farklı ve geçmişimi avucunda tutan çok değerli birisini hatırlatmasıydı…

    Tamamı için bkz; http://www.marjinalaforiz...com/golgelerde-buyuyorum/
    --spoiler--
    1 ...
  10. kalabalıklar içinde yalnız olmak

    100.
  11. Düşünün ki; “süslü” süs havuzunun etrafında toplanan ve müzik eşliğinde alkol tüketip amansızca eğlenen bir grup insan yığını ile beraber, etrafta kraliyet hizmetçisi gibi giyinen servis elemanlarıyla, -hayalinizde ki bir yerde- mükemmel bir evdesiniz. Eğlence gecesindesiniz. Eğlence? Ne garip bir kelime. Fazla değişken. Bana göre mum ışığında kitap okumaktır bazen. Her neyse. Sesin yüksekliği ile bütün kulak zarınızı titreten, beyninizde uyarılmayan yer bırakmayan müziğin yüksek sesi eşliğinde, gökteki yıldızları görünmez kılan şaşalı ve abartılı ışıkların içinde dans eden insanlar etrafınızda, belki de sizi çok seven insanlar.

    Peki, şu an yalnız mısınız? Hiç “ne oluyor burada” diye düşündünüz mü?

    Siz hiç kalabalığın içinde yalnız hissettiniz mi? Etrafınızdaki insanların eğlenmesini, yeni doğmuş bir bebeğin etrafındakilerin konuştuklarını anlamaya çalışması gibi anlamsız ve bir o kadarda merakla baktınız mı ? insanı içinde yalnız bırakmayan şey, yaşamak veya içinde bulunmak istediği yaşam nedir? Bugünün “gözde” hayalleri olan bol alkol,güzel kadınlar ve erkeklerle süslenmiş,çılgın ama bir o kadarda anlamsız partiler mi? Ne kadar basitleşti hayaller,vizyonlar. 15-45 yaş aralığında bu hayatı yaşamak için “bu hayalleri” hariç her şeylerinden vazgeçebilecek milyonlarca insan gösterebilirim size. Belki de gerek kalmaz, zaten görebiliyorsunuzdur.

    Peki, bu insan yığınlarının içinde yalnız hissetmek,benim sorunum mu? Yoksa zaten bu insanlarla beraber olsam da yalnız mıyım? Hayatlarındaki “muhteşem güzelliği” yalnızca anlamsız,yorucu ve gösterişle dolup taşan eğlencelerde arayan bu insanlar mı yalnız yoksa?
    Robotlaşan,tek tipleşen, fabrika çıkışı hayalleriyle donanmış bu son teknoloji ve nesil insanların içinde yalnızlıktan çok bunaldım. Ya siz? Her beyinden -ezbere- türeyen, duymaktan bıktığımız bu anlamsız ve amaçsız eğlence aşkından bunaldınız mı? Bazen bir arkadaşımla oturuyorum.

    Belki de uzun zamandır olmadığımız kadar az kişiyiz. Yalnızca 2 kişi. Ama yalnız olmayan iki kişi, kalabalıkların içinde yalnızlığımızdan farklı olarak. Neden mi? Çünkü, aynı iğrenme,aynı bunalma,aynı bıkkınlık var düşüncelerimizde. Konuştukça daha da büyüyor öfkemiz bu yapmacık ve bir o kadarda klişe insan kalıplarına. Gülmek… insanın bebekken öğrendiği bir fiziki insan davranışı. Fakat, artık gülmek insanların hayat amacı olmuş sanki. Yalnızca eğlenmek ve gülmek. Mümkünse ikisi bir arada insanlar için. işte o zaman “muhteşem güzelliği” buluyorlar. Hayat ne zaman bu kadar basit ve anlamsız oldu? Etrafımızda bu kadar bizden farklılık varken, yalnız hissetmemek mümkün mü? Maddi yalnızlık geçicidir, er yada geç birileri olur herkesin etrafında. Ya manevi yalnızlık? Evet, manevi yalnızlık kolay geçmez olan. Kalabalıklar içindeki yalnızlık. Artık gençler, maddi yalnızlığın çözümünü buldular. Bitmek tükenmek bilmeyen saçmalıklarla dolu sosyal medya programlarıyla yediği yemekten,dinlediği şarkıya,içtiği içkiye,aldığı kıyafete kadar kendilerini başarılı bir şekilde dış dünyaya sunuyorlar ve takipçileri ile manevi olarak birlikte oluyorlar. Maddi yalnızlık? Onlar için en kolayı. Ben duymuyorum ve görmüyorum artık yalnız bir genci. Sevmediği,beğenmediği insanlarla sırf yalnız olamama kompleksinden dolayı birlikte olan milyonlarca insan yığını var. Yine fark etmişsinizdir. Belki de etmemişsinizdir. Eminim dikkat ederseniz fark edeceksiniz. Sırf yalnız kalma korkusundan kendi benliğinden vazgeçen insanlar görmekten bunaldım. Hayattaki tek ve yegane amaçları eğlenmek ve gülmek olan amaçsız ve anlamsız yüzlerce kişinin içinde yalnız olmaktan yoruldum.

    Kalabalıklar içinde yalnızım.

    Ya siz?

    Yazının orjinali için bkz; http://www.marjinalaforiz...labalik-icinde-yalnizlik/
    2 ...
  12. fight club

    1282.
  13. --spoiler--
    Film, bir havalimanından ötekine taşınan, mutluluğun izini mükemmele yakın şekilde tasarlanmış ev dekorasyonunda, post modern yaşamın getirdiği sorunların çözümünü grup terapilerinde arayan ve sonuçta umutsuzluğa kapılarak, ‘çözüm kendini yok etmektir’ düsturuyla agresyon ve şiddete dayalı bir yeraltı kulübü kuran, hatta bunu tasarlayanın kendisi olduğu gerçeğini bile yadsıyacak düzeyde benliğinden kopan kendi adı bile olmayan bir gençtir. Chuck Palahniuk’un romanından (ilk romanıdır) uyarlanmış başta kapitalizm, asıl olarak da Amerikan sistemini yerden yere vuran bir film olarak göze çarpmaktadır. Filmde kapitalist sistemin çarkları arasında yer bulmuş kişilerin iç tatminsizliklerini çözme çabaları yer almaktadır. Yönetmenliğini David Fincher yapmıştır; genel anlamda paraya ve güce dayalı sistemin sorunlarını sorgulamaktadır.

    Filmin genel bir analizini yapmadan önce, filmin ilk 5 dakikasının detaylı bir incelemesi daha sonra ki yapmaya çalışılacak olan analizler için bir başlangıç noktası oluşturacaktır.
    ...
    ...
    Detay için bkz; http://www.marjinalaforiz...nel-cercevede-incelemesi/

    Birbirlerine sarılıp ağlama sahneleri, kendini rahatlatma, arkada Amerikan bayrağı, doğrudan bir şekilde Amerika’ya ve bireyine göndermedir.Kahve makinesi, şekerlik, kamış, kupalar, çay makinesi, donutlar, hazır çay, bozuk paralar sırayla gösterilir, sistemin içinde, ofislerde genelde gezinen ürünlerdir.Hiç bir hastalığı olmayan bireyin bütün ağır hastalık terapilerine gidip kendini rahatlatması, bireyin baştan tamamen hastalıklı olduğunu simgeler.Evinde televizyon izlerken ister istemez “ saç boyası “ reklamı izler. Bireyin istemeden de olsa tüketmeye tabii tutulduğu sembollerdir. Tüketim merkezli toplumda yapay gereksinimler gerçek gereksinimlerin önüne geçmiş bulunmaktadır, bu sahnede bu sembolize edilir.
    ....
    ....
    Fazlası için bkz; http://www.marjinalaforiz...sahnelerin-genel-analizi/

    Fight Club filminde Jack karakter, kendini Tyler’ın tüketim toplumu eleştirisine kaptırmıştır. Bauman’a göre, modernleşmenin itici gücü üretim olmakla birlikte, yeni dönemde tüketim öncelik kazanmıştır. Bu dönemin tüketime bakışı, hazcılığa odaklanan ve ihtiyaçlarla uyumluluk kriterini önemsemeyen bir anlayışı yansıtmaktadır. Yeni bakış açısına göre, tüketim simgeler ve imajlar içeren sosyo-kültürel bir süreçtir.Robins’e göre ise tüketim artık sanal ve simgesel olduğu için, hem gerçek dünyanın içinde olmaya hem de bu dünyanın acılarından uzaklaşmaya imkân vermekte ve bu yolla kişileri rahatlatmaktadır.

    Tüketime bu denli önem verilmesinin nedeni, kişinin toplumsal katmanlaşma içindeki yerini belirleyici bir nitelik ve özellik taşımasıdır. insanların yüz yüze gelerek ilişki kuramadıkları ya da yüz yüze geldiklerinde bile birbirlerini algılayamadıkları, önceden birbirleri hakkında bilgi sahibi olamadıkları atomize toplumlarda, üye görünmek istedikleri, toplumsal katmanın tüketim kalıplarını uygulayarak, onunla özdeşleşme çabası içine girmektedirler.

    Tüketim kültürü, tüketim mallarının doyumundan elde edinilen doyumun toplumsal olarak onaylanması sonucunda oluşur. Bu da kültürel sermayenin toplumsal dengesinin bir sonucudur. Tüketim kültürünün içerisinde, kültürün toplumsal hayatın merkezine taşınması vardır. Ancak, bu kültür, sürekli işlenen fakat bir ideolojiye dönüşmeyen kültürdür. Bu anlamda, tüketim kültürü, hayat tarzının dinamik bir şekilde yeşertilmesidir. Ele aldığımız bu film, yukarıda bahsedilen hayat tarzı üzerinden bir tüketim kültürü eleştirisidir. Dövüş Kulübünün üyeleriyle beraber Tyler’ın liderliğinde çeşitli protesto biçimleri geliştirir ve uygularlar: Zenginlerin arabalarına zarar vermek adına güvercinlere ilaçlı yem yedirerek, arabaların hava yastıklarını şişirirler, reklamların üzerine provoke edici sloganlar yazarlar, uçak içinde bulunun güvenlik kartlarına insanların alevler için korkarak tasvir eden kartlar koyalar…
    ....
    ....
    Fazlası için bkz; http://www.marjinalaforiz...suna-yonelik-elestiriler/

    --spoiler--
    3 ...
  14. lord of the flies

    80.
  15. --spoiler--
    Sineklerin Tanrısı; ıssız adaya düşen Ralph ve Domuzcuk’un tanışmasıyla başlıyor. Ralph sevgi dolu, eşitlikçi, iyi bir çocuktur. Kurtarılıncaya dek bu ıssız adada eğlenecekleri sevincini taşımaktadır.Domuzcuk ise dışlanan ve fiziksel kusurları sebebiyle gerçek adını bilmediğimiz; akıl ve sağduyu dolu bir çocuktur. Bir nevi aklın ve sağduyunun sesidir. Domuzcuk’a göre dağılmış çocuklar bir araya getirilmeli ve kurtarılmak için bir şeyler yapılmalıdır. Ralph ve Domuzcuk’un bulduğu deniz kabuğunu Ralph üfleyerek; dağılmış çocukları bir araya getirir ve toplantıya çağırır. Toplantıda alınan ilk karar; deniz kabuğunu elinde tutanın söz ve konuşma hakkına sahip olmasıdır. Bundan hareketle deniz kabuğu; iktidarın, demokrasinin ve düşünce özgürlüğünün sembolü haline gelir. Deniz kabuğunun çıkardığı ses; düzene çağrıdır. Deniz kabuğunun verdiği manevi güçle ve Ralph’in dış görünüşünün verdiği etki ile çocuklar lider olarak Ralph’i seçer. Buna karşı çıkan tek kişi Jack’tir. Jack ise baskıcı,şiddet dolu ve zalimdir. Jack; bir çocuk koro grubunun lideridir ve bu grup kendine has üniformaları ve üniforma üzerindeki gümüş haç ve işlemeleri, disiplinleri ve Jack’e karşı itaatleri ile Hitler faşizm’ini sembolize eder. Zira, ileride Jack her sözünü bitirdiğinde çocuklar “Şef söyleyeceğini söyledi!” tepkisi ile Hitler’in konuşmalarından sonra söylenen “Heil Hitler!”i hatırlatmaktadır. Jack için sadece meyve yiyip, korkudan geceleri uyuyamayan ve kabus gören güçsüz çocuklar yaşamaması gereken varlıklardır. Ralph ise; özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplumu temsil eder. Bu iki farklı toplum arasındaki çatışmanın şiddetlenmesini ileride iktidar mücadelesi ışığında göreceğiz. Jack ve grubu her daim Domuzcuğa karşı nefret beslemektedir bu da, baskıcı toplumlarda aydın ve aklın sesine karşı olan kinin bir mesajıdır.
    ......
    ......
    ......
    Sonuç olarak; Sineklerin Tanrısı, 2. Dünya Savaşını görmüş ve içinde bulunmuş William Golding tarafından; umudu yitirilmiş, vahşeti ve zalimliği görmüş bir zihinle dile getirilen, distopik bir toplum alegorisidir. Sineklerin Tanrısı, insanların içerisindeki kötülüğü sembolize edip; bu romanın ve filmin ıssız bir adada “çocuklar” üzerinden işlenmesi ise, en masum kişilerin bile toplumdan ve kurallardan uzak halde korku ve vahşet duygularıyla ne kadar kötülüğe kayabileceklerini ve iyilikten kopabileceklerini acı bir şekilde göstermektedir. Fakat Simon’un, Ralph’in ve Domuzcuk’un her ne olursa olsun, doğru yoldan sapmamaları, kötülüğe karşı yenilmemeleri ise Golding’in zihninde bütün gördüğü vahşete rağmen bulunan optimist bir umuttur.

    --spoiler--

    ilginizi çektiyse tamamı için bakabilirsiniz;

    http://www.marjinalaforiz...ik-incelemesi-ve-analizi/
    2 ...
  16. atatürk yapınca inkılap rte yapınca dikta

    9.
  17. Türk Dil Kurumu uyarınca; inkilap; "Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme, devrim, reform" demektir. Atatürk'ün yaptıkları işte bu yüzden inkilaptır, toplumu modernleştirmek, iyileştirmek ve geliştirmek için yaptığın her şeye teşekkürler Atam. Her ne kadar senin yaptıklarını hak etmeyen böyle insanlar olsa da, sen doğru olanı yaptın ve doğru olanı yaşatacağız.
    Dip not: Türkiye büyük millet meclisinde şuan tartışılan ve oylanan Anayasa değişikliği ise adı üzerinde anayasa değişikliği olup "inkilap" değildir. Bu anayasa değişikliğine ilişkin kötü veya iyi dediğim anlamına gelmemektedir. Sadece inkilap ve anayasa değişikliği iki ayrı şeydir. Zira toplum düzenine dair değil, devlet düzenine ilişkin yürütmenin çift başlılığının ortadan kaldırılması suretiyle cumhurbaşkanının yürütmede tek başlı olması ve yürütme yetkilerinin tek elde toplanması söz konusudur. Evet veya hayır demek herkesin aklı yolunda kullanması gereken özgür iradesine bağlıdır. Saygı duyarız.
    0 ...
  18. iz bırakan kitap cümleleri

    6998.
  19. Don't ever tell anybody anything. If you do, you start missing everybody.
    (bkz: catcher in the rye)
    0 ...
  20. sözlük yazarlarının favori kitapları

    542.
  21. Kusura bakmayın tek bir tane sayamam.
    j.d. salinger -çavdar tarlasında çocuklar
    eyüp emre artunay - galiba deliriyorum
    nihal atsız - ruh adam
    tarık buğra - gençliğim eyvah
    chuck palahniuk - fight club
    william golding - sineklerin tanrısı
    0 ...
  22. ahlak için dine ihtiyaç var mı

    38.
  23. Dinin ahlakı teorik anlamda geliştirdiğine ve ilerlettiğini düşünmekle birlikte, fiilen bulunduğumuz dünyanın her yerinde, ahlakın varlığı için dinin zorunlu olduğu görüşü kanımca yanlıştır. Şöyle ki; pekala din adı altında dünyanın her yerinde her dinden insanların ahlaksızlıklar yapılabildiğini gördüğümüz gibi, dindar olarak kendini nitelendiren insanların da pekala ahlaksız ve kötü oldukları durumlar söz konusudur. Aynı zamanda herhangi bir dini inanca mensup olmayan veya inanmayan insanların da pek iyi ve ahlaklı olduğunu da görebilmekteyiz. Hal böyle olunca; True detective dizisindeki bir replik aklıma geldi.

    "-Din olmasaydı neler yapardık tahmin edebiliyor musun?
    -Şimdi ne yapıyorsak aynısını. Sadece daha açık bir şekilde.
    -Saçmalama, din olmasaydı ortalığı kan götürürdü.
    -Eğer ortalığı kan gölü götürmesini engelleyen şey, ilahi mükafatlandırma veya ilahi cezadan kaçınmak için ise arkadaşım, kusura bakma ama bu iki yüzlülükten başka bir şey değil. "
    1 ...
  24. the catcher in the rye

    120.
  25. --spoiler--
    Salinger’in ilk yazısı 1940 tarihinde yayınlanmış, son eseri “Hapworth” ise 1965 tarihinde yayınlanmıştır. 25 yılda yaklaşık otuz öykü ve bir roman yayımlamış, sonra da susmayı seçmiş bir yazardır. Daha sonra, Salinger, eser yayımlamayı kabul etmeyerek piyasa odaklı başarıyı kendi iradesiyle reddetmiştir.
    Salinger Çavdar Tarlasında Çocukları 1951 yılında yayınlamıştır. Bu kitap genç kuşağa yönelmiş bir bakış, gençlerin konuşma biçimlerine dikilmiş bir kulak olarak tanımlanabilir. Bu kitap ilk çıktığında büyük bir başarı ve tartışma getirmiştir; hem okullarda en çok okulan, hem de en çok sansürlenen kitaplardan biri olmuştur Amerika’da.
    Bu kitap aynı zamanda Sallinger’ın kişisel manifestosu niteliğindedir: “okul değil mi, al onu vur ona! Hiçbirinn herhangi bir kimseyi değiştirdiğini görmedim…(Çavdar Tarlasında Çocuklar) Kitapta geçen değişim bir anlamda da çağdaş toplum eleştirisidir. Faruk Duman bahsi geçen değişimi şöyle belirtmektedir: “Çağdaş toplum, görüldüğü kadarıyla, elde ettiği ve depoladığı bilgiyle süreğen davranışları değiştiremedi, değiştirmek şöyle dursun iş daha da korkunç bir hal aldı: Aydın kuşaklar, en azından Türkiye’de görebildiğimiz kadarıyla, kendilerinden sonra yetişen gençleri hemen hiç anlamadı ve bu yetmiyormuş gibi, onları bir de ayıplamaya kalkıştılar. Kurdukları görkemli okulları da birer mezbahaya çevirdiler.(Faruk Duman: s.23)
    Birincil tekil ağızdan anlatılan romanda Holden 17 yaşında orta sınıf bir ergendir. Hiçbir şeyi umarsamıyor görünen, 17’lik gizli bir duygusaldı Holden. Büyümek istemiyor, olan biten herşey için tayin edilmiş adları sıfatları, inançları kabullenmiyordu. Ama bir yandan da yetişkinler dünyasına karışmak istiyordu; okuldan kaçtı. Kaçışın ardından yetişkinler gibi yaşama ve davranma girişimlerinde bulundu. Üç gün süren bir dizi maceranın ardından hayal kırıklığına uğradı. Okuldan atıldı, zaten sevmiyordu da okulu. Holden’a göre bu dünyanın tüm kurumları sahte, yalan, maddeci ve anlamsızdı. Tek arzusu alıp başını gitmek olan Holden’a göre dünyanın tüm kurumları sahte, yalan, maddeci ve anlamsızdı bu sebeple kendisini tanımadığı bir yere; bir ormana, çavdar tarlasına, gökyüzüne gitmek… Ancak sonunda Holden tepki duyduğu ve uzaklaşmak istediği toplumla uzlaşmayı kabullenir, reddedilen değerler yine hakim olmuştur. Holden; tamamıyla geçmişini anlatır. Buna karşın yetişkin toplum dünyasının kusurlarını anlatır tecrübelerinde. Yaşamının geri kalanını hazin bir sonla; akli yardım alarak, gerçekte büyümeyi redderek geçirecektir.

    Holden Caulfield, büyüklerin düzmece dünyasına karşı ergenlik çağının başkaldırısını simgeler ama aynı zamanda modern Amerikan toplumunun da kurbanıdır. Çevresindeki herkesten daha gerçek, sahtecilikten uzak bir karekterdir Holden; dürüstlük ve acının karşımı, yıllar sonra başlayacak öfkeli gençlik hareketlerinin öncü kahramanlarındandır. Sinik ve argoya kaçan sesiyle, ergenliğe sempatik bir biçimde kavrayışıyla ve yetişkin dünyasına yabancılaşmış, öfkeli güvensizliğiyle roman bir kült haline gelmiştir.( Hande Öğüt: s.37)
    Salinger, öykülerinde ve romanlarında 1950’lerin Amerikası’na, Amerikan Rüyası’na, yozlaşmaya, ahlaki değişimlere ve materyalist-bireysel doygunluğa ulaşma gibi konulara bir ergenin gözünden ağırlık verir; bu bağlamda onları keskin bir dille eleştirerek hem bireysel hem de toplumsal anlamda insani çürümenin su yüzüne çıkmasını sağlar.( Deniz Gündoğan: s.38)
    --spoiler--

    Fazlası için bakabilirsiniz.
    http://www.marjinalaforiz...vdar-tarlasinda-cocuklar/
    0 ...
  26. galiba deliriyorum

    1.
  27. 2016 yılında Eyup emre artunay'ın yazmış olduğu 376 sayfalık bir roman olup, insanın özellikle gençliğe ve hayata dair sorgulamalarını, çelişkilerini, analizlerini, çekincelerini, pişmanlıklarını, yaşanmışlıklarını ve yaşanmamışlıklarını gözler önüne son derece edebi ve vurucu bir dil ile yer yer aforizmalar yer yer hakikatin kendisi ile gösterdiği kitaptır. Yeni dönem edebiyatında okunması gerekenlerdendir, önerilir, şiddetle önerilir.
    0 ...
  28. bakire olmayan kız alınır mı zar önemli

    4.
  29. Daha önce "sen" hayatinda yokken gercekten "sevip" birsey yasamissa, afedersin seni zerre ilgilendirmez. Kaldiramiyorsan, yuruyup gidersin. Eger "senin" olmadigin bir zamanda yasananlar bu kadar koyuyorsa. Gercekten Seviyorsan bu sorun degildir.
    2 ...
  30. sözlük kızlarına merhaba diyoruz kampanyası

    2.
  31. Yesil gözlü kizlara saygi, sevgi ve sukranlarimi sunarim...
    0 ...
  32. true detective

    277.
  33. --spoiler--
    Rustin Cohle karakterini ve Psychosphere kavramını biraz daha detaylı inceleyelim. Kendisini realist, felsefi terimlere göre pesimist olarak tanımlayan Rust karakteri; hikayede öğrendiğimiz üzere küçük kızının ölümü üzerine insanlığa ve insanlığı kuşatan -din de dahil- kurumlara inancını yitirmiştir ve kendi deyişiyle ‘’Ne istediğini bildiği için yalnız olmayı umursamayan’’ bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Rust’in Marty’e söylediği ; ‘’Bence insan bilinci evrimde trajik bir şekilde ilerledi. Çok fazla bilinçlendik. Doğa kendinden bağımsız bir bakış açısı yarattı. Bizler doğa kanunlarına göre var olmaması gereken yaratıklarız.’’ aforizmasından anlayacağımız üzere insanlıktan tiksinen bir bakış açısına sahip ve insanlıktan uzak durması ona dışarıdan objektif bir bakış açısıyla olayları ve özellikle insanları analiz edebilme yeteneği bahşediyor.

    Psychosphere kavramının Türkçe karşılığı olmadığı gibi ingilizcede de yaygın kullanılan bir kelime olmayıp anlam karşılığı bir kelimeyi değil bir kavramı açıklıyor. Bu kavramı insan bilincinin alanı olarak açıklayabiliriz. Ve bu kavramın kökeni isviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’un ‘’kolektif bilinçdışı’’ konseptine dayanıyor.

    Jung’un geliştirdiği kolektif bilinçdışı kavramını basitçe açıklamaya çalışmak gerekirse; insanlık çevresinde var olan bütün düşünceler insanın beynine gider ve neocortex tarafından çevrilerek, dışarıya manevi boyutlarla yansıtılır. Ve insanlar bu ‘’düşüncelerin atmosferinde’’ yaşarlar. Bu kavramlar ışığında; insanların ‘’psychosphere’’ yani insanlık bilinci alanı varlığında herkesin aynı sembollere, mitlere ve fikirlere tepki vermesine yol açılır. Bir nevi toplum oluşturulan insanlık bilinci alanında hareket etmeye veya bundan etkilenmeye maruz bırakılmak üzere manipüle edilir. Düşüncelerin insanların bilinçaltlarına muhakemelerinden bağımsız olarak, farkında olmadan benimsemeleri sorgulamaksızın kabullenmeleri ile kolektif bilinçaltı yani kolektif bilinçdışı oluşur. Jung’a göre; bilinçdışında bir zaman için geri çekilmiş düşünceler, imgeler ve davranışlar mevcuttur ve bunlar sürekli olarak bilincimizi etkiler. Kolektif bilinçdışı nesiller boyu süregelen düşüncelerin ve davranışların insanlığın bilincinde kodlanması ve insanların bu ‘’psychosphere’’ ışığında ve dürtüsünde hareket etmesidir. Jung’un kolektif bilinçdışı üzerine yaptığı bir tespitte iki farklı kültürde ve ülkedeki insanların ayni rüyaları görmesinin bir rastlantı olmadığını; nesiller boyu süregelen bir düşüncelerin ve davranışların insanlığın psychosphere’sinde yani insanlığın bilincinde kodlanması ile meydana gelmekte olduğunu tespit etmiştir. Bu tespitin dizideki imgesi ise ileride inceleyeceğimiz üzere Marty’nin kızının cinayet ve şeytani ayinlere dair hiç bir şey bilmemesine rağmen çizim defterinde ve oyuncaklarıyla yaptığı şeylerin bu ayinlere ve cinayete benzer semboller içermesi ortalama bir insanın kolektif bilinçdışından yani psychosphere’den ne kadar etkilendiğini açıkça göstermektedir.

    Psychosphere yani insanlık bilincinin alanı; kotu amaçlar ile etkilenebilir. Ayin ile işlenen cinayetler kitleleri yani toplumu sarsmak ve psycosphere’yi yani insanlık bilincinin alanını rahatsız etmeyi amaçlar.

    işte True Detective dizisinin polisiye gizeminin arkasındaki ana hikaye ve mesaj bunun hakkındadır. Geçmişte narkotik ile çalışırken beyninin uyuşturucu sebebiyle hasar görmesi nedeniyle duyu dışı algılama yeteneğine yatkın Rustin Cohle ilk cinayet alanında; ‘’psychosphere’’i yani insanlık bilincinin/düşünce alanını koklayabildiğini ve alüminyum ve kül gibi tadının olduğunu söylüyor. Diğer bir deyişle; insanlığın bilinç alanının yani insanlığın düşünce alanının dışarıya yansıdığı cinayet alanının alüminyum ve kül kelimeleri ile metafor edilerek zehirli ve kirli olduğu tasnif ediliyor. Ve ‘’bugünkü sahneler’ ‘de Rust; dedektifler ile konuşurken bira ve sigara içiyor ki bu da alüminyum ve kül olup, kendisinin de ‘’psychosphere’’ içerisinde bulunduğunu sembolize ediyor.
    --spoiler--

    Ilginizi cektiyse bakabilirsiniz.
    http://www.marjinalaforiz...zi-ve-incelemesi-sezon-1/
    0 ...
  34. 23 nisan 2017 başkanlık referandumu

    10.
  35. Umarim turk milletinin referanduma konu anayasa degisikliklerini okuyarak, anlayarak ve sonuclarini ogrenerek ve bilerek, siyasi gorusleri uyarinca degil, Turkiye Cumhuriyetinin gelecegi ve iyiligi icin vicdanlarina ve akillarina dayanarak hangi oyu kullanirsa kullanacaklari bir refarandum olur.
    0 ...
  36. sözlük yazarlarının en son aldığı kitaplar

    1719.
  37. Eyup Emre Artunay - Galiba Deliriyorum romanini satin aldim.
    0 ...
  38. uzaylılar kaçırsa söylenecek ilk söz

    6.
  39. Binlerce yildir karsisina cikan her turlu dogal, yapay, canli ve cansiz seyi eninde sonunda yok eden bir dunyaya bulastin. Vakit varken kac git.
    0 ...
  40. yalnızlık

    7762.
  41. Yalnızlık çözülebilen bir sorun olabilir kimi zaman. Özellikle maddi yalnızlık. Çevrenizde görüyorsunuz, siz de biliyorsunuz. Sırf yalnız kalamama korkusundan kendisini hiç uyuşmadığı bir kişi ile olmak zorunda bırakanları siz de görüyorsunuz. Asıl sorun; yarattığımız sahte kalabalıklar arasında yalnızlıktır. Düzinelerce kişinin oluşturduğu sahte kalabalığın içerisinde kayıp bir yabancı gibi dolaşan yalnızlarız. Ve bunun farkında değiliz.
    0 ...
  42. herkesin mutlu olduğunu düşünmek

    2.
  43. Bir nevi platon'un mağara alegorisi ışığında değerlendirdiğim durumdur. Şöyle ki; istisnalar saklı kalmak şartıyla, birbirine zincirlenmiş(kimisi bilerek ve isteyerek yalnız kalmak korkusundan) insanların arkasında bir ateş yanmakta ve oynatılan kukla ve nesnelerin duvara yansımasını gerçek sanmaktadırlar. Gördüğü her şeyin gerçekliğine inanan fakat mağaranın dışındaki gerçeği yani gerçekliğin gerçeğini göremeyen bu kişiler, yansımaların ve yanılsamaların mekanında mutluluğun da sahtesini yaşamaktadırlar. Ve gerçeği görebilen yani mağaranın dışına çıkabilenler ise geri döndüğümüzde, bu sahteliğin mekanındaki sahte mutluluğun ve değişmeyen değişimin pençesindeki kişilerin karşısında, yalnızca hayretler içerisinde gördüklerimizi anlamlandırmaya, anlamlandıramadıklarımızı ise sineye çekmeye mecburuz. Yada diğer seçenek, gerçekliğin gerçekliğinde kendi mutluluğumuzun farkına vararak böyle başlıklar açmamak...
    0 ...
  44. çok şey yaşadım kafamı dinliyorum

    5.
  45. Maalesef yaşadığımız dünya, kafa dinlenilebilecek bir dünya olmaktan çıktı. Her ne kadar dünyadan bağımsız olduğumuzu düşünsek ve hatta öyle yaşamaya çalışsak da dünyaya çok sıkı bağlar ile bağlıyız. Bu sebepten dolayı; kafanın dinlenmesinin lüksüne sahip olmadığımızı düşündüğümüz bu dünyada, bilginin iktidarı karşısında kafanın salt olarak dinlenilmesi yerine, kitaplardaki satırların arasında kafanın ve ruhun dinlenilmesi daha faydalı olacaktır.
    0 ...
  46. sanatçı da namus aranır mı

    5.
  47. Sanatçı'da neden namus aranması veya aranmaması gerektiğini anlayamadığım soru.
    Sanatçıdan beklenen onun vizyonu aracılığı ile gördüğü, tanık olduğu, hissettiği, hayal ettiği, yarattığı ve herhangi bir türlü aklından ve yaratıcılığından geçirerek dışarıya bir sanat olarak yansıtmasıdır. Namusun kimde aranıp aranmayacağına karar verme olayını ise n'olur artık geçmişte bırakalım, yıl(klişe ama gerçek) 2017.
    0 ...
  48. gecenin şarkısı

    23109.
  49. Deeperise - Raf feat. Jabbar gecenin açık ara önde şarkısı. Garip duygular canlandırıyor; hüzünlendiriyor mu özletiyor mu anlayamadım.
    1 ...
  50. online yazarların boyları

    20.
  51. 1.93 falan sanırım 1.90'dan sonra ölçmeyi bıraktım
    0 ...
  52. © 2025 uludağ sözlük