an itibarı ile gerçekleşiyor olan durum. işte bunlar hep ilan-ı aşk... hep demokratik açılım...
edit : kılıçdaroğlu az önce konuk olduğu programda kapanışı 3 kere 'Allah büyüktür' diyerek yapmıştır. vakti zamanında Türkçe okutulmuş ezanlara gönderme mahiyetinde idi sanırım.
bir tweete oy satan, sabah darbeci, öğlen demokrat, ikindi vakti liberal olan döneklerin, kendisi gibi düşünmeyeni yobaz, koyun ve gerici ilan ettiği bir 'özgür' düşünce ortamında;
bu yakıştırmalarda bulunan 'koyun olmayan'giller hoştur; yıllarca laiklik, irtica diye başımızın etini yemişlerdir de bugün sivil siyasetin karşısında duran hacının hocanın peşine düşmüştürler. diyarbakır'daki kalabalığa gördüğünüz kürdün yüzüne tükürün demiş bir cumhurbaşkanı cemal gürsel'in yıllarca izinden gitmislerdir de bugün CHP istanbul milletvekili Binnaz Toprak'ın hdp'ye oy verin tweetine toplucanak biat etmeye and içmiştirler. Cem boyner'i yeni ulusal önderleri ilan edip de mevzu bahsi geçen zatı muhteremin çıkın talimatıyla sokakları talan etmiştirler.
Eger dogumundan itibaren insanlara birtakim zorunluluklari ve dogmaları iyi seyler olarak dayatırsanız, normal olmayan seyleri zamanla normal karsilar hale geleceklerdir. Ve hatta buna ses cikarmayacakları gibi bu tabuları farkedip ses cıkaranları da bizzat kendileri susturmak isteyecek ve sistemi neredeyse dışarıdan hicbir mudahele gerekmeden kendi iclerinde tıkır tıkır işleteceklerdir. Senaryo belli. Kisilerin uzerinde bu kadar durulmamalı, kisilerin fikirlerine ve egilimlerine odaklanılmalı. herkese herşeyi değil, herkese ihtiyacı olduğu kadarını vermeli. doğrularımız olmuş dayattığınız doğrularınız. öğretim üyelerinin ceplerini doldurmak amacıyla kullanılan kobaylarız biz. yazıklar olsun böyle tıp eğitimine.
ekonomi takip etmeden siyaset, tarih bilmeden dış politika konuşanlar; doğru bilgiyi ıskalayanlar. onlar, örneğin ırkçılık merkezli politikaların aslında ideolojik değil ekonomik bir temelinin olduğunu, ideolojilerin aslında kitleleri yönetmek için icat edilmiş enstrümanlar olduğunu bilmezler, bilmek de istemezler.
onlara kalırsa Türkiye, jeopolitik düzlemden izoledir, bulunduğu coğrafyada süper güçler cirit atmaz.
onlara kalırsa seçime yakın ardı ardına olusturulan yığınla gündem, birbirinden ve dış dünyadan bağımsız, kendiliğinden gerçekleşmektedir;
sanki bir tarafımız merkez asya-kafkasya- bir tarafımız fokur fokur kaynayan, petrolleri uğruna projelerin,siyasilerin ve siyasetlerin dizayn edildiği Orta Doğu, öte tarafımız Avrupaya açılan Balkanlar değilmiş gibi.
bu arkadaşlar dünyada değişmekte olan düzenle Türkiyenin zerre kadar alakasının olmadığına bizi inandırmaya çalışır;
sanki Kafkaslar ve Orta Doğudan Avrupaya taşınacak petrol ve doğal gazın Türkiye tarafından taşınması için geliştirilen projeler Avrasyadaki Yeni Büyük Oyunun dengelerini kökünden değiştirmeyecekmiş gibi. biz de bu oyunun tam göbeğinde yer almıyormuşuz gibi.
oto-oryantalizm evet... daha basit ifadeyle aşağılık kompleksi. Batılı kıyafetlerinin içine gizledikleri Doğulu bedenleriyle, kendilerini aynı masada oturdukları, aynı mailde ccde oldukları yabancılara karşı ezik hisseden bu sınıf, yetersizlik duygularını aşmaya çalışırken var olanı yok, yok olanı var sayar, herkesten önce kendi ekosistemini kötüler ve bu sayede özendiklerinin arasında kabul görmeye çabalar. Özsaygısını kaybetmesinin nedeni olarak da yine yaşadığı ortamı görenlerin pusulası sadece yabancılardır. Doğruları ve yanlışları, onların ayıplayıp ayıplamayacağına, alkışlayıp alkışlamayacağına göre şekillenir. On yıl öncesine kadar, bir Avrupa kentinde kendilerini Benim anne tarafım italyan, baba tarafım Türk diyerek tanıtmaya çalışan, Central Parkta yürüyüş yaptığı aptal bir fotoğrafı çerçeveletip asan bu ezikler, son yıllarda yükselen Türkiye değeriyle bu rezillikleri bıraktıklarını unutur ancak komplekslerini aşamayıp ilk sınavda yine o omurgasız kimliklerine bürünüverirler. Bu yüzden, ancak yabancılar, yine kendilerinin kitaplara döktüğü Büyük Oyundan, Soğuk Savaştan, Büyük Satranç Tahtasından ya da petrol politikalarından söz açarsa bülbül gibi şakır, kendi başlarına teori geliştirmeye cesaret edemezler.
3-4 Ağustos'ta KüçükÇiftlik Parkta.
Headliner : Megadeth (4 ağustos)
Biletler 17 Şubat pazartesi günü kombine olarak satışa çıkacaktır, günlük bilet satımı ise olmayacak.
diğer açıklanan isimler AMON AMARTH, W.A.S.P
dünyanın gözünü -almanya'da bugünlerde sürdürülmekte olan-'onurlu direniş'ten antartika'ya çevirmeyi başarmışlardır. bir zamanlar merkel'e mektuplar gidiyordu ya oruspu cocukları. satılıyordu ya üç kuruşluk ideolojiler için yarınlar, ayaklar altına alınıyordu ya türk'ün gururu. taallukatını siktiklerim hani nerede onurlu duruşlu günleriniz? götverenler sizi.
temmuz 2013 ve ocak 2014 bbc-cnn-reuters-ulusal-oda yayınlarını karşılaştırmalı olarak gözden geçirmekte fayda var. eşşek değilsin ya mınakoyim
ha bir de Hamburg'da NATO'yu müdahaleye çağıran bir Alman görürseniz haber verir misiniz? Tanışmak isterim.
suriyede yaşanan iç savaşta CHPnin de iran destekçisi olmasıyla birlikte, ulusalcılar ve solcular arasında da Türkiye iran olacak ''ülkeye şeriat getirilecek'' propagandaları tutmuyor artık. Dolayısıyla, bu hamlenin hedefinde Batılı, ama özellikle Neocon kamuoyunu memnun etme amacı olduğu düşünülebilir. sonuç olarak vaktinde bok atanlar, çıkıp şu anda takınıyor oldukları tavırlarından dolayı sahip oldukları ideolojilerinin mensuplarına ve kendi tabanlarına; takınmış oldukları tavırlardan dolayı da tüm türkiye halkına özür borçludur. asla dilemezler, hatta sorsan, 'yapmadım etmedim beşmilyön beşşüzbin sikme parası verdim siki kakmıyo dedileer' derler. evet utanmadan.
edit: ulusalcı laikler ve sol-liberallerin sergilemiş oldukları tutumlar ile sergiliyor oldukları tutumları mukayese ediyoruz burada, iş dönüp dolaşıp yine ak partiye geliyor heyhat! ne gariptir...
Neden millete yıllarca "Türkiye büyük devlettir" diye anlatıp duruyorsun da, dünya önüne çıktığında pısıyorsun, sorusu mesela. Bu soru bürokratik-sermaye oligarşisinin yabancı dostlarını hep kızdırmıştır.
Neden büyük sermayeyim diyorsun da, yıllar boyu montajdan öteye gitmeye cesaret edemiyorsun; neden global kalkınmayı değil de, ülkenin orta halli insanının sırtına binmeyi tercih ediyorsun?
Koskoca devlet olarak bugüne kadar "Kürt diye bir şey yoktur, onlar dağ Türkleridir" demeye hiç utanmadın mı, gibi.
Useful idiot (Kullanışlı aptallar) Sovyetler'in Batıdaki Sovyet sempatizanı aydınlar için kullandığı bir tabir. ilk Lenin mi kullandı, Stalin mi tartışmalı. "Emperyalizme direnen büyük Sovyetler yazıları yazan sıkı komünist Nobelli yazar Doris Lessing BBCnin Useful idiot belgeseline konuşmuş ve Sovyetler ziyaretini anlatmış, şöyle demiş: Benim rolüm buydu, beni kullanışlı aptal olmam için davet ettiler ve o amaçla gezdirdiler. Nasıl bu kadar saf olabildiğimi anlamıyorum...
Bu 10 günde olan bitene hâlâ bağımsız yargı kararları, yolsuzluklar soruşturulmasın mı diyen kullanışlı aptalların çaresi zaman. Az kullanılmış bir aptal olarak onlara acil feraset dilemekten başka elimden bir şey gelmez.
28 Şubatta ne darbe ne şeriat diyerek, 27 Nisanda ama hükümet deyip suça ortak olarak, askerî vesayetle hesaplaşılırken yesinler birbirini deyip kenara kaçarak, Kürt meselesi çözülürken ama AKP deyip susarak memleketin bütün kırılma anlarında yanlış yerde durmuş öfkeli demokratların, loser solcuların ise üzerlerine feraset dağları devrilse artık iflah olmazlar, o açık artık.
Yıllarca laiklik diye beynimizi yiyip bugün meşru sivil iktidara karşı artık apaçık ortada olan bir dini cemaatin güvenlik bürokrasisi ve yargı üzerinde meydan okumasından zevk alanları da bu mazoşist fantezileriyle baş başa bırakalım : Gayri memnunlar medeniyet kuramaz.
Yıllarca karşısında durduğumuz askeri ve yargı vesayetinin başka bir kılıkta karşımıza dikilmesine ne diyeceksiniz?
Eski devletin, Ergenekonun yöntemleriyle, kaset ve dosya arşivleriyle, devlet dışında kimsenin yapmasının mümkün olmadığı açık iğrenç şantaj kasetleriyle, zamanının gelmesi bekletilmiş yolsuzluk dosyalarıyla, operasyonlarıyla siyasetin dizayn edilmesine, meşru iktidarın tehdit edilmesine ne diyeceksiniz?
Daha binlerce tüyü bitmemiş bebeğin yetim kalacağı bir savaşın sürmesinden yana olanların tüyü bitmemiş yetim hakkı diye paketledikleri politik operasyonlarına meze olacak mısınız, olmayacak mısınız?
Siyasetin üzerinde sallanan asker kılıcının yerini, polis copuna bırakmasına, yargının yine hukuku politik hesaplar, iktidar kavgaları için araç olarak kullanmasına karşı çıkacak mısınız, yoksa bu seferkiler bizden deyip karşı çıkmayacak mısınız?
Balbayı tahliye eden mahkemelerin, Anayasa Mahkemesinin açık kararına rağmen aynı durumdaki BDPli vekilleri tahliye etmeyip barışı dinamitlemesine, bu açık adaletsizliğe yargı kararı deyip sessiz kalacak mısınız, yoksa sesinizi yükseltecek misiniz?
2014 hesaplaşmalarında, sivil siyasete karşı Voltranı oluşan gayri-memnunlar ittifakının tuhaf işlerine karşı açık siyasetin yanında duracak mısınız, durmayacak mısınız?
2007de askerlerin Cumhurbaşkanı olmaması için mitingler organize ettiği, muhtıra verdiği Erdoğanın, 2014te cumhurbaşkanı olma hakkının bizim oylarımızla değil, polis ve yargı operasyonlarıyla engellenmesine karşı da çıkacak mısınız çıkmayacak mısınız?
MHPyi CHPye benzemekle suçlayıp istifa eden Mansur Yavaşın CHPden aday olmasını, kendi partisinin 60 sayfalık yolsuzluk dosyasıyla ihraç ettiği Sarıgülün pürü pak, her türlü eleştiri ve soruşturmadan münezzeh hale gelmesini, emniyet kökenli şantaj kasetlerinin ODA TVde yayınlanmasını, Ergenekon savcılarının, polislerin operasyonlarına şimdi en çok Ergenekon sanıklarının sevinmesini, yılların cemaat düşmanlarının cemaatin arkasında sıralanmasını tuhaf bulacak mısınız, bulmayacak mısınız?
Açık siyasetten mi, kapalı kapılar ardındaki hesaplardan mı?
Sivil siyasetten mi, polisin ve yargının siyasetinden mi?
Yolsuzlukları zamanı gelir diyen bekletmeden ortaya çıkartacak bir yargı düzeninden de mi, dosya biriktiren bir politik yargıdan mı?
Şantaj kasetleri çeken polisten mi, şantaja uğrayan mağdurlardan mı?
Barıştan mı, savaştan mı?
Siyasetten mi, vesayetten mi? Oylarımızla değiştirebileceğimiz iktidarlardan mı, oylarımızın karşısında hükümsüz kaldığı iktidar odaklarından mı?
Arşivler kayda başladı bile, tarih elbet yazıyor bugünleri. Yarın bir gün bir belgeselde Nasıl bu kadar saf olabildiğimi anlamıyorum demek zorunda kalmamak adına, geçmişten günümüze karanlık ülke siyasetine bir göz atmakta fayda var.
Kemal Kılıçdaroğlu, Obama yönetimine en yakın düşünce kuruluşu ünvanlı Center for American Progress ile ABDnin Türkiye eski büyükelçileri olan Morton Abramowitz ve Eric Edelmanın konuğu olarak Bipartisan Policy adlı düşünce kuruluşunda basına kapalı iki ayrı görüşme yapacak.
1 Aralık 2013
Morton Abramowitz?
Sovyet Rusya'sı yıkıldıktan sonra Orta Asya'daki petrol, gaz ve değerli hammaddelerin kontrolünü ele geçirmek için harekete gecen Amerikan istihbaratının en önemli stratejistlerinden. yahudi bir aileden gelen ski diplomat ve istihbaratçı, zamanının Amerikan Ulusal istihbarat ve Araştırma Bakanı; yeni yazar ve danışman. Fethullah Gülen'in Green Card başvurusuna referans olan en yüksek konumdaki diplomatlardan biri.
20 Ekim 1996'da "Erdoğan, Erbakan'ın yerini almalıdır" sözünü söyleyen fakat daha sonra Erdoğan'ı kullanmak bir yana, Erdoğan tarafından kullanıldığının farkına varır varmaz, Türkiye üzerindeki stratejik planlarından çark etmiş ve Türkiye dahilinde siyasi partiler kurma veya kapattırma işlerine kafayı yormuş 'dış mihrak' liderlerinden.
Eric Edelman?
-1980 yılı Dışişleri Bakanlığı Batı Şeria ve Gazze'de
bölgeye özerklik tanınması için görüşmelerde bulunan
Amerikan delegasyonunun üyesi. Katıldığı görüşmelerden
bir kaç hafta sonra israil Kudüs'ü başkent ilan etti ve
binlerce yıllık Yahudi düşü gerçek oldu.
-ikinci görev yeri Sovyetler Birliği. Sovyetlerin çöküş yılları olan 1984 - 86 yılları arasında görev yaptı.
- Üçüncü görevi Doğu Avrupa Masası Direktörlüğü (1989 - 1990). O dönem de Berlin duvarı yıkıldı fakat Varşova Paktı çöktü.
- 1993 yılında Çekoslovakya Prag Büyükelçi Müsteşarı oldu. Kısa süre sonra Çekoslovakya Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölündü.
- Bush'un seçilmesinden sonra ise Ulusal Güvenlik Şefi oldu.
Bütün 11 Eylül, Afganistan ve Irak olayları sırasında
bu birimin başıydı.
***
"Washingtonda bir boşluğu doldurmak üzere bulunuyoruz, bu ziyaretin uzun bir zaman sonra geldiğinin farkındayız."
"Yeni CHP dünyayı daha iyi okumaya çalışan bir parti. Bu amaç doğrultusunda Washingtona geldik. Partimizin yeterince kendisini anlatamadığının farkındayız ve bu eksikliği kapatmayı hedefliyoruz."
"Obama ile aynı dokudan geliyoruz"
Kemal KILIÇDAROĞLU
1 Aralık 2013
"CHPnin iktidarında, demokrasi, ekonomi, dış ilişkiler alanında neler yapacağını anlatmak, bu konudaki hedef, ilke ve değerlerimizi genel başkanın ağzından, uzun yıllardan beri yapılan bu ilk ziyarette ifade etmektir
Bu vesileyle, CHPyi daha iyi anlatmak hem de genel başkanı daha iyi tanımalarına imkan sağlamak hedefindeyiz. Ziyaretin temel amacı bu. Mesajlarımız ise, demokrasi, temel özgürlükler ve sorumlu bir dış politika. AKP ile bir derdimiz yok, Türk milletinin derdi var. Amerikalılar bizden daha yakın takip ediyorlar AKPyi zaten. Ondan dolayı, biz kendimizi anlatmaya geldik.
Faruk LOĞOĞLU / CHP Genel Başkan Yardımcısı
1 Aralık 2013
***
"Kılıçdaroğlu ve beraberindeki heyet, resepsiyonda bir saati aşkın bir süre kaldıktan sonra ise, Amerikan-Musevi toplumunun önde gelen isimleri ile görüşmek üzere ayrıldı."
1 Aralık 2013
***
"Efendiler, biz (..), bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için hepimiz, ulusça bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulus olarak savaşımı uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız. Fakat ne yapalım ki Demokrasi'ye benzemiyormuş. Sosyalizm'e benzemiyormuş. Hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz çünkü biz bize benzeriz"
Kendinizle ilgili bilmediğiniz veyahut görmezden geldiğiniz, bilinçaltı baskılamalarıyla kendinize unutturduğunuz bir şey vardır. Varlığını bile inkâr edeceğiniz bir şey.
Ta ki artık birşeyler yapmak adına çok geç kalındıgının farkına varıldıgı ana kadar. Sabahları uyanmamızın tek sebebi budur.
Aşağılık patronunuzdan acı çekmenizin, döktüğünüz kan, ter ve gözyaşının...
Bağımlılığımız aynı; hepimiz onaylanmış keşleriz. Hepimiz sırtımızın sıvazlanmasını, küçük hediyeler almayı severiz.
Takım elbiseli sıçanlar... diğerlerinin onaylaması için yalvaran...
Birileri bunu bizlerden saklıyor. Ve ikinci şansımız olsa mutlaka sorardık: NEDEN?
Kurulu bir düzen var ve o düzenin bize çizdiği sınırlılıklar içerisinde kuruyoruz dünyalarımızı, senin bir dünyan var ama bu dünyan şekillendiriliyor kesilip biçilip kalıplandırılıyor. belki farkındalığın var. olmasın. bir kademe üstte ya da bir adım öndesin. bu seni yok eder.
aslında hayal gücü. hayal edebilme kapasitesi. evet tamamı ile bundan ibaret. insanlığın kaostan doğduğunu kaos üzerine var olduğunu söyleyebiliyorsak insanın bütün çabası bu kaos temelsizlik durumunu gizlemek görmezden gelmek üzerine kuruludur ve tüm çabasını bu doğrultuda sarf eder. bir an durup düşünüldüğünde her şeyin ne kadar boş olduğunun fark edilmesi tam da bu nedenledir.
tüm anlam dünyalarımızı bu karmanın üzerine inşa edişimiz nedeniyle hayallerimizde çıtayı nereye koyduğumuz mühim. bunlar bizi sınırlandıran şeyler. insanlar hayalleriyle imgeleriyle bu dünyaya kendilerini bağlayabiliyorlar ise kendilerini sınırlamamalıdırlar. özgür yapan insanı budur. ama diyorum ya hani bazı zamanlar tüm kurdugumuz bu hayali düzen yıkılır da bu alem bize çok boş gelir. sebepsiz gelir. işte bu düşünce katlanılmazdır. bu düşünceyi başımızdan savmak için kısa vadede kalkar yürür ya da o an saçma da olsa bir şeyler yaparız. uzun vadede ise sisteme dahil olmak en iyi yoldur. evlenmek,iş sahibi olmak, çoluk çocuk yetiştirmek,onların geleceği ile uğraşmak gibi tüm yaptıklarımz bu saçmalığı örtmek çabasının sonuçlarıdırlar. bu yüzden hepimiz kapitalist dünyanın gerektirdiği üzere işleyen çarkın dişlilerinden bir tanesi olmak zorundayız.
çok seçeneğin yok, aslında seçme şansın da yok. seçmeye zorlanmışsın çünkü, seçmek zorunda bırakılmışsın. ya gerçeklerle yüzleşip histerik olursun ya da kendi düşüncelerine pranga vurup, zihninin derinliklerinden gelen tehlikeli ancak olabildiğine gerçek çağrışımlara sırt çevirerek, zihinlerin bulanıklaştırılmış ve sınırlandırılmış oldugu bir dünyaya mahkum bırakılmış özgürlük yoksunu bir maymunu oynarsın.
şu an tam da düşündüğün gibi tamamı ile amaca yönelik yaşamak zorundayız. bir işletmeci iş hayatı sona erdikten sonra St. petersburg'da yerleşmeyi hayal etsin. bu işletmeci işi bıraktıgında st petersburga gitmek istemediğinin farkına varacaktır. oraya ulaştıgında boşluğa düşeceğini hisseder gayet. orada gerçekler vardır. gerçeklerde ise umutsuzluk. elbette her insan boşluğa düşer ancak umutsuzlugu görmek, bununla yüzleşmek ve nihayetinde kabullenmek cesaret ister. st petersburg işletmecinin ikincil imgesel çıtasıdır aslında. gerçeklik insan bünyesinin kaldırabileceği bir şey olmadığından imgeseldeki yaşamı tercih ederiz. hep oldugumuz gibi göründüğümüzü sanırız. gerçekleri saklarız kendimizden, içselleştiremeyiz, bunu istemeyiz. mantıgımızın bilinçaltımızın bize sunduklarının dışında bir dünyanın var olmak zorunda olduguna inandırırız kendimizi. eylemlerimizin fikirlerimizin,hayallerimizin her zaman bir anlam taşıdıgına inanmalıyız çünkü. bize gerçek hayatı ve yaşıyor oldugumuz gerçeğini unutturacak bir ütopyaya bir otoriteye ihtiyaç duyuşumuz buradan ileri gelir. bu otorite yaşadığımızı düşündürür, yaşayacagımızı hayal ettirir, yaşıyor oldugumuzu ise bizlerden her daim gizler. bizlere anılar ve hayaller sunar ancak ne anılar ne de hayaller bizi gerçeklere, gerçekliğe ve aslında oluyor olanlara götürür. biz sadece gözlerimizi kapattığımızda dünyanın hala orada olduğuna inanmak isteriz, bu yeterlidir.
Bu kurulu düzenin imgesel yönü her ne kadar fazlasıyla güçlü olsa da, gerçekliği unutturmada, umutsuzluğu gizlemede fazlasıyla başarılı olsa da makinenin bir dişlisine dönüşmek, süregelen bir düzenin işleyicisi olmak da bir o kadar sıkıcı ve durağandır.