kohlberg ahlaki gelişiminin 6. ve son evresindeki insandan beklenen ütopik davranış biçimi. istediğiniz psikolog ya da sosyoloğun teorisine bakarsanız bakın bu böyledir aslında, ütopiktir yani. insanoğlunun tabiatınında yoktur.
nietzsche der ki:
'bir insan kendi düşüncesini destekleyen insanları diğerlerin daha çok dinlemeye başlamak suretiyle bozulur'.
demokrasi denilen şeyin ortaya çıkması tam olarak bu sırada olur. kaçınılmaz olarak sakat doğar.
yaratıcısının charles m. shultz olduğu çizgi film.
çocukluğumun en güzel günlerini hatırlatır bana. snoopy kaybetmeye mahkum (looser) charlie borwn'un son derece cool (türkçesi havalı değil bence) köpeğinin adıdır ve woodstock isimli bir kuş ile arkadaşlık yapar. kulübesinin içinde ne ararsanız var bu köpeğin. inanılmaz bir hayalgücü olan bu köpeğin neredeyse her bölümdeki lucy ile olan çekişmesi izlenesidir. ayrıca battaniyesini yanından hiç ayırmayan linus karakterini de çok severdim. bazen bu ve charlie brown duvara dayanarak melankolik konuşmalar yaparlar. hatırladıkça hüzünlendiğim ve güldüğüm bu konuşmalardan bir tanesi hala aklımda.
charlie: i understand your "library fever". all of us have certain areas ın which we feel out of place.
linus: oh? what area do u feel out of place charlie brown?
charlie: earth
--- alıntı ---
"hayatımın kusurlu yanlarını saklamak zorunda oluşum bana soğuk bir hava veriyordu, bu soğukluğu da erdemle karıştırıyorlardı."
--- alıntı ---
kendisi kabul etsin ya da etmesin varoluşcudur. kanıtı:
(bkz: yabancı)
adobe'un flash cs serisinden önceki ve actionscript 2.0 kullanan yazılımı. toolları ve kodlanması cs serisine oranla oldukça kullanışlı olması nedeniyle çok özlüyorum bu scripti.
'okadar buradasın ki!'
(bkz: brokeback mountain)
melankoliyi tuvale dökmüş sürrealist italyan ressam (1888 - 1978). kendisi bunun farkında olmasa da bir dahiydi. sanırım dahi olmak bunu bilmeyi gerektirmiyor.
neredeyse çizdiği her resmin arkaplanında dumanını tüttürerek salına salına giden bir tren görürsünüz. 'bir sokağın melankoli ve gizemi' isimli resmi en sevdiğimdir
öss'ye çalışırken fizik dersinin optik konusunda ışık spektrumunu oluşturan renkleri dershanede 'kutusuyamalım' kelimesinin sessiz harfleri olarak öğretmişlerdi. söz gelimi k: kırmızı, t:turuncu, vs. gökkuşağına baktığımda hala 'kutusuyamalım' geliyor aklıma ve hemen renkleri kontrol etmeye başlıyorum.
cem yılmaz'ın havuz problemleri ile ilgili esprisinde olduğu gibi, çocuk problem çıkar diye havuza girmiyordu hani. bir insanın havuzla ne problemi olabilir ki, ya içinde yüzersin ya uzaktan işersin diyordu. benimde gökkuşaığla böyle bir problemim var işte.
(bkz: alegorik öğrenme)
(bkz: türk eğitim sistemi)
bunu sadece ben mi yapıyorum bilmiyorum. sadece oradaki bir bankta oturmak istiyorum ama sanki yan taraftaki bankta oturanlar bana bakıyormuş gibi hissediyorum. sonra da havuza bakarak derin düşüncelere dalmış gibi yapıyorum. uzun uzun düşünüyorum sanki her şeyi, arada bana bakıp bakmadıklarını kontrol ederek. bazen 'ben ne yapıyorum lan?' diyorum hatta. deli miyim neyim?
nedense hayata dair radikal kararlar almak ve bunları uygulama planları haftasonu yapılan banyodan sonraya denk geliyor hep. temizlenmek ile alakası olsa gerek yeni bir başlangıç yapma isteğinin.
il buono il brutto il cattivo (iyi, kötü ve çirkin) filmindeki çirkin karakteri.
aslında o filmdeki bizlere en çok benzeyen karakter. çünkü açgözlüdür, bencildir ve acımasızdır. ayrıca benim için filmin en güzel repliğini sarfetmiştir.
'when you have to shoot...shoot! don't talk!'
türkçeye 'ruhların kaçışı' olarak çevrilen 2001 yılı hayao myazaki filmi, animasyonudur. bu filmi izlemek inanılmaz bir deneyimdir. her sahnesi zihnime kazındı adeta. sadece 3-4 dakika sürdüğü halde tren yolculuğu sahnesiyle sarhoş olduğumu hatırlıyorum.
hayatı boyunca yaşamış olduğu bir sürü trajediyle(hastalıklar, ölümler), kendini resim sanatına vermiş ve 'çığlık' adlı resimle varoluşçuluğun resmini çizmiş olduğu varsayılan 1863 - 1944 yılları arasında yaşamış norveçli ekspresyonist ressamdır.çok büyük acılarla bezeli acıklı bir yaşam öyküsü vardır tıpkı kendisi gibi büyük sanatçılar olan beethoven ve caravaggio gibi.
ancak ben kendisinin fauvist olduğunu düşünürüm. elbette bu başka bir konudur, başka bir bölümde tartışmak daha doğru olur bunu.
aslında bir obsesif kompulsif bozukluğudur.
kişide beliren anlamsızca herhangi bir şeyi 3 defa yapma isteğidir. nikola tesla'da başladığı bir şeyi mutlaka bitirme saplantısı ile bunun da olduğu bilinmektedir. aslında ben bu iki saplantının ilişkili olduğunu düşünüyorum. çünkü üç sayısı bir bakıma başlanılan birşeyi bitirmeye çalışmakla alakalıdır. bir, başlamak; iki, tesadüf; üç ise devamlılık bildirir.
--spoiler--
filmdeki tae-suk karakterinin girmiş olduğu evlerde sürekli dinlediği parça natacha atlas'ın gafsa isimli arapça şarkısıdır ve bunun dışında filmde başka bir müzik duymayız. hatta filmin ana karakterlerinin hiç repliği de yoktur. tae-suk karakteri film boyunca hiç konuşmazken, sun-hwa filmin son repiğli olan 'seni seviyorum' der. ama film her şeyiyle o kadar doludur ki filmin sonuna geldiğiniz halde konuşmadıklarını farketmezsiniz.
filmin sonunda tae-suk ve sun-hwa'nun beraber tartıya çıktıklarında tartının sıfırı göstermesiyle alakalı bir sürü teori öne sürülmüştür. ancak benim en çok sevdiğim teori aslında yaşanılan tüm o şeylerin olmadığı, sun-hwa'nın bir hayali olduğu düşüncesidir.
--spoiler--
sopranos dizisinin 1. sezon 12. bölümü olan 'isabella' isimli bölümünde anthony soprano'nun en yoğun depresyon sahnesine banyoda jamais vu geçirirken arka planda çalan tindersticks şarkısı. aşırı depresif havasıyla insanının yüreğini paramparça eder.
türkçeye 'foster'ın hayali dostlar mekanı' olarak çevrilmiş cartoon network çizgi filmi. pazar sabahları tnt'de izlenebilir ayrıca. karakterlerine ayrı ayrı hayranımdır. mac, bloo, eduardo, wilt ve coco. ama ben en çok ne söylediği anlaşılmayan deli bir tavuk olan coco karakterini seviyorum. ayrıca bloo karakteri tıpkı daffy duck gibi insanoğlunun bütün şerefsiz özelliklerini taşımaktadır resmen. 7. bölümü olan 'store wars' ile gülmekten yerlere yatırır bu çizgi dizi. 14. bölümü 'the big leblooski' de son derece komiktir.
1945 yılında bulunmuş olmasına rağmen, özellikler 50'li ve 60'lı yıllarda elektronik dünyasında çığır açılmasını sağlayan yarı iletken silisyum ve germanyum elementlerinden yapılmış olan devre elemanıdır (diyotta olduğu gibi). bu elementler sayesinde akımın bir taraftan iletilmesini sağlanırken bir diğer taraftan iletilmesi engellenir. temelde üç tane bacağı olan bir devre elemanıdır. bunlara emitel, base ve collector adı verilir. elektronik dünyasında pnp ve npn olmak üzere iki tip transistör kullanılmaktadır.
cantoon network'ün en güzel çizgi dizilerinden biridir. flapjack arkadaşı kaptan yosun'la beraber bir balinanın içinde yaşar ve her bölümünde maceradan maceraya koşarlar. bir çizgi film için konuların tuhaf olduğu söylenebilir. çizimleri son derece başarılıdır. bazı bölümleri stop-motion tekniği ile yapılmıştır. ayrıca türkçe seslendirmesinin de son derece iyi olduğunu söyleyebiliriz.
cantoon network'ün bir diğer güzel çizgi dizisidir. üçünün de adının edward olduğu karakterlerin komik maceraları anlatılmaktadır. bazı bölümleri çok iyi olmakla beraber bazı bölümlerinin vasat olduğunu söyleyebilirim. karakterleri kısaca tanıtmak gerekirse ed, aptal; edd, zeki; eddy ise uyanıktır. bu üç karakter mahalledeki çocuklarla sürekli bir rekabet içindedirler. üzerine sulu boya ile bir yüz çizilmiş bir tahta parçasından ibaret olan ve sadece jonny'nin söylediklerini anladığı karakter (ya da her neyse artık) bu dizinin bağımlısı olmak için başlı başına bir neden olabilir. eddy neredeyse her bölümde mahalledekilerin 25 sentini alabilmek için planlar yapar ve her seferinde başarısız olur. ayrıca bu çizgi dizide ilginç bir şekilde hiç yetişkin göremeyiz.
nickelodeon'nın en sağlam çizgi dizilerinin başında gelir. dizinin yapımcıları bu çizgi diziyi hazırlarken herhangi bir uyuşturucu madde kullandıkları için böyle psikopat bölümler yapmıyorlarsa, bu kişilerin mental yönden sağlıklı olduklarını sanmıyorum.
yapımcılığını david chase'in yaptığı tüm zamanların en iyi dizisidir. ayrıca birçok bölümü kendisi yönetmiştir.
özellikle 6. sezonu ile hayatın anlamı üzerine çok düşündürür. final bölümü inanılmazdır. donup kalır, felç oluruz adeta. özellikle tony soprano'nun jamais vu geçirdiği sahneler ya da görmüş olduğu tuhaf rüyalar ve onların dizideki gelişmelerle örüntülü ilişkisini çözmek bile inanılmaz bir deneyimdir.
her bölümün sonu ayrıca güzeldir. özellikle müzikleri; ama senaryosu, kurgusu ve oyunculukları da ayrıca etkileyicidir.
ayrıca steve buscemi'nin oyuncu olarak yer aldığı sosyo-ekonomik sınıf farkı üzerinde duran bölümleri ayrıca güzeldir. bazı bölümleri de bizzat yönetmiştir kendisi.
evet, eskiden severek izlediğim guardian dizisi vardı, ya da şuan da mad men ya da breaking bad güzel dizileri var ama bir daha bu kalitede bir dizi yapılabileceğine ihtimal vermiyorum.
'böyle buyurdu zerdüşt' adlı eserinde zerdüşt'ün 10 yıl insanlardan uzakta bir mağarada yaşadıktan sonraki ilk sözleri hem tanrıya hem de kendisine bir eleştiridir adeta.
"ey ulu yıldız! ışık saçtıkların olmasaydı, saadetin nerde kalırdı!"
sürrealist resim sanatının en önemli ressamlarından biri olarak 1898-1967 yılları arasında yaşamış çok büyük bir ressamdır rene magritte.
başrolünde jim carrey'nin oynadığı 1998 yılı peter weir filmi the truman show filminin sonunda truman'nın merdivenleri tırmanarak gerçek dünyaya adım atmadan önceki sahnesinde rene magriette'nin bir tablosundan etkilenilmiştir. ancak ben en çok türkçeye 'saldırı tehdidi' olarak çevrilen 'the menaced assassin' isimli tablosunu severim. görmemiş olanlar için: http://www.bestpriceart.c...714&products_id=13548
20. yüzyıl sanat anlayışını ve sanata bakışını tamamen değiştiren 1887-1968 yılları arasında yaşamış olan dadaist ressam ve sanatçı. tasarlamış olduğu pisuarla katıldığı bir sanat galerisinde sanata bakışı tamamen değiştirmiş ve sanatta yeni bir dönemin başlamasına ön ayak olmuştur. ilk kez uçak gördüğü zaman 'bundan daha büyük bir sanat eseri olamaz.' dediği söylenmektedir. mezar taşında yazan cümle ise herkes için son derece düşündürücüdür: 'ama hep başkaları ölürdü...
sadece ankara'da yayın yapan güzide televizyon kanalı.
gündüz kuşağında saçmasapan izdivaç programları ve akşamları hiç haz etmediğim yerli dizilerle kirletilmiş olan ulusal kanallardan sonra elimde kalmış bir kaç izlenesi kanaldan bir tanesidir.
günün her saatinde izleyecek birşey bulamazsınız belki ama özellikle gecenin geç saatlerinde yayınlanan belgesel, klasik ve western filmleriyle beni benden alır bu televizyon kanalı. daha önce kaliteli yapımlarını zevkle izleyebildiğim halde, bir takım yayın politikaları yüzünden (tabi onlarda haklı, izlenmiyorlar çünkü ozaman) şuanda pek izlemediğim kanallar için metallica'dan geliyor efendim. one...
darkness imprisoning me
all that i see
absolute horror
i cannot live
i cannot die
trapped in myself
body my holding cell
stupid turkish television watchers have taken my sight
taken my cnbc-e
taken my e2
taken my trt2
taken my tnt
left me with life in hell.