sıçayım cep telefonunuza, zaten soğumuştum epey aradan sonra bi bakayım dedim yazarların kullandığı cep telefonu markaları hibidi hibidi.. ey yalnızlık nelere kadirsin!
muhtemelen, oscar tarihi boyunca sürekli lanse edilecek ve bazılarının; "aa bak oda insanmış öldü" diyecekleri, muhtemelen senin ve benim hayatlarımızdan daha farklı yaşamış vadesi dolan insandır.
2013 yılında kurumsal sektöre hızlı giriş yapmaya hazırlanıyorlarmış. bireysel tüketimde yeni yılda çok fazla büyüyemeyeceklerini*öngörmüşler, şimdi sıra kurumsal büyümede demişler. hadi hayırlısı bakalım (kanal yöneticisi söyledi ben bilmem).
empati yapmaya çalışıyorum... ama olmuyor. tabiki en sevdiğim yada son sevgilimle empati yapmaya çalışıyorum..
zor baba zor..
hatunu; altımda, üstümde, yanımda, sağımda, solumda, arkadaşlarla hep beraber kahkahkah kihkihkih sohbet anında, orda burda şurda düşünüyorum... ama bi türlü olmuyor.. onun yerine koyamıyorum kendimi..
ben bu hatunu sömürüyormuyum acaba?? kızıyorum kendime kızıyorum!
halbuki ben herkesle empati yapabildiğimi zannederdim. yok baba yok olmuyor.
ya ben harbiden çok bencilmişim yada bu hatunu herşeyden çok seviyorum.
konu nerdeeen.. nereye... başlık sahibi kusura bakma artık..
hiçkimse pahalıdan satmaya çalışmasın kendini. biz biliriz kimin ne zaman indirimde olduğu günlerini.. gidene üzülme başkasına gidiyordur. gelene sevinme, başkasından gelmiştir.. biz üç kişiyiz ben, kendim ve kahyamız.. bizi tanıyan bilir, bilen anlar, anlayan susar anlamayan uzar..
şimdi sorarsın sen. sen kimsin?
azbuz ben; aynı şarkıyı 500 defa peşe peşe dinleyebilen, sabah yüzünü yıkarken sadece iki parmağını ıslatıp göz kapaklarına süren, buzdolabını açıp boş boş baktıktan sonra kapatan, mp3 dinlerken klip tadında yürüyen aynı zamanda etrafını keserken kaldırım taşlarını sayıp çizgilerine basmayan, çift taraflı çakmağımı iki tarafta gaz seviyesini eşitleme ihtiyacı duyan, girdiği mekanda ilk olarak çıkış kapısını arayan, o mekanın cirosunu hesap etmeye çalışan, oturduğu yerde ilk olarak her yere hakimmiyim diye bakan, lisedeyken trt radyosundan kaset kayıt edip arkadaşlarına dinleten, scotterına bindiğinde dünyası bambaşka olan, bi elinde biraları bi elinde sigara paketleriyleyken burnu ile ışıkları açan, gündem dizilerini ve ünlüleri bilmeyip sikine takmayan, bi türlü insanlara güvenmemesi gerekirken her defasında aynı hataya düşen, kazandığı ve kaybettikleri ile güçlenen, hayatı her zaman sil baştan yaşamayı en büyük görev gibi görmüş edaları takınan ama yapamayan, küçük dünyasının anlaşılamayan delisi seçilen hırbonun tekiyim.
ya sen kimsin demiyeceğim. sakın bana kendini anlatma yoksa tadın kalmaz gözümde. ne kadar başkaları için ulaşılmaz olsanda benim için her zaman bir utopyan olmalıdır. çünkü ben çabuk sıkılırım aynı zamanda.
benim için division zamanı her an tüm yazdıklarımı değiştirebilirim. ha söylemedim mi? aynı zamanda kişilik bölünmeside var bende neyse öteki benler gelmeden kaçayım. ben bu yazıyı "o"na yazım ha sen alınma.
ruhumun derinliklerindeki acıları, sancıları belikide en önemlisi özlemleri tanımlama çabalarımın boşa gitmesi... wish you were here melodisiyle birlikte içimdeki ses haykırıyor... ama yoksun; nasıl burada olabilirdin ki???
bir parçanı oniki yaşındaki bir delikanlıya verdiler, diğerini gözlerinde senin hayat ışığını gördüğüm çok güzel vucudu olan yirmisekiz yaşındaki hayat dolu kıza.. nolur yalnış anlama sadece seni gördüm biraz.. onu istemedim sen gibi.. sadece bana seni hatırlatıyor, belkide karaciğerin onda olduğu içindir sırf.. gilmour tellere vuruyor benim içim parçalanıyor.. sadece senin burada olmanı dilerdim..
teşhis koyamıyorum..... sensizliğe dayanamıyorum.. keşke şuan ruhumu parçalayan ne o güzel ve bir daha olmayacak anda "seni seviyorum" demeseydin..
tam bir plaj kitabı, oldukça eylenceli sıkıcı olmadığını düşündüğüm kitap.
kısa kısa bölümlerden oluşuyor.
normal bir kitap gibi ilk sayfadan başlıyorsunuz birinci bölümden itibaren tercihlerle devam ederek birdenbire kendinizi kitabın sayfalarında kaybedebiliyorsunuz. sona gelince tekrar ilk bölümlere gidip tercihlere başlıyorsunuz. sürükleyici bir yazım tarzı, tasfirleri çok net ruslar gibi boğmuyor;
... adam dağınık ofisinde prezervatif takıyor ve sizi kahverengi vinil kanepesiyle tanıştırıyor. adamın göbeğini fark ediyorsunuz.
kütük gibi suratını. tek kelime ile iğrenç. minimum temas için sweatshirtünüzü ve çoraplarınızı giyiyorsunuz, ancak yinede yağlı eldivenlerini her tarafınıza sürtmeyi başarıyor. canı sıkılmış sarı labradoru köşede oturmuş sizi seyrederken kendinizi çubuğa takılmış yumuşak kabuklu bir yengeç gibi hissediyorsunuz...
işini bilir türk kızı. zeki olmasınıda bilir, zamanı geldiğinde; kadının, ablan, anan, dert ortağın. hayalin olmasını daha iyi bilir bunların yanında. sevilesi, tapılasıdır türk kadını.. sözler yetmez kısacası. uzarda uzar taki sen ölene dek. bizim kadınlarımız genelde sonunda dul kalır. acaba neden? severiz onları. taparız bazen. mis kokulu tapılasıdır.. of off.
ziyaretçilerinin çoğu, sektörünün uzmanı olan otoparkçılar, hırsızlar, gaspçıların, olduğu ama bunları toplasan toplasan travesti nüfusunun yarısı olamayacağı eski rum evi görünümlü bir polis karakoludur.