an itibariyle şamil tayyar'ın beyaz tv ekranlarında erkan tan ile son söz programında dile getirdiği ve açıkladığı olay, fenerbahçe çirkefliğini gözle önüne seren durumdur...
kemal sunal'ın oynadığı filmlerdeki "inek şaban" tiplemesinin bile sevgilisinin olmasıdır, çok acı vericidir, güldüğümüz "vay amk malı" diye dalga geçtiğimiz şaban şaka maka işi götürüyor amk hem de en güzel kızlarla, biz neden yaşıyoruz aceba bu dünyada sap sap diye düşünüyorum...
1921 yılının ocak ayında, mustafa kemal ile rus elçiliği sekreteri yanakoviç pulman arasında geçen diplomatik yazışmadan anladığımız olaydır, ah atam ah, keşke şu komunizm'i biraz araştırsaydın da bizim rusların gözündeki imajımızı zedelemeseydin....
konuşma metnini ben taha akyol bey'in "ama hangi atatürk” isimli baş yapıt eserinden alıyorum o da, mehmet perinçek'in "atatürk'ün sovyetlerle görüşmeleri" kitabını kaynak gösteriyor...
Buyrun yorum sizin;
mustafa kemal kurduğu resmi tkp'yi upmal'a anlatıyor:
" benim bulunmadığım sıralarda bizim burjuvalar rus komunizmi aleyhine tam bir fırtına koparmışlar. Bunu duyunca geldim ve dedim ki, 'komunizm toplumsal bir meseledir... Ona karşı zor kullanılması sadece hareketin büyümesine yarayacaktır. Halkın komunizmi tanımasına imkan sağlamak, sonra halkın görüşünü sormak gerekir.' ben bu amaçla türkiye'de türk komunist fırkasını kurdum..."
"emanetine sahip çıkamadık atam" diye naralar eşliğinde feryat figan atamızın mozalesine kapaklanacak teyzelerdir, neredeyse gelenekselleşmiş bir ritüeldir bu, aslında bence tam anlamıyla bir kemalist ibadettir...
yarın uzun bir gün olacak, mendilimi ele alıp televizyonun karşına oturacağım belki bu manzaraları görünce biraz bana da ağlamak gelir..
bugün yaşadığım durumdur, mecbur olmasam yine olmazdım ama resmi bir evrak için vesikalık lazımdı, o da sakallı olmuyormuş. uzun zaman sonra ilk defa permatiği bugün elime aldım sözlük, çok enteresan bir durumdu, sakallarımla vedalaşma faslım biraz uzun sürdü bu kadar zaman içerisinde aramızda neredeyse duygusal bir bağ oluşmuştu bilmiyorum aceba bu duruma nasıl alışırım, şuan çocuk gibi görünüyorum ayrıca duygulandım...
basketbol'dan futbol'a hatta atletizme kadar her sporu yapan bir kişidir, üstelik bu sporlarda milli olmuştur, havası binbeşyüzdür, ünlü işadamı adnan bıçakcı'nın varisiyle sevgilidir, bizim gariban orta direk de götünü yırtsın dursun kızın gözüne girecem diye...
tarihi mekanlara girilip gezildiğinde, o mekanın tarihsel atmosferinde yaşanan duygu yoğunluğudur, kişiden kişiye değişebilir...
mesela bizim orda roma döneminden kalma bir kilise var, oraya girdiğimde sanki zamanda yolculuk yapıyorum, o dönemin insanlarını görür gibi onlarla iletişime geçer gibi oluyorum, enteresan duygular kaplıyor insanı, duvardaki haç kabartmalarını işleyen yortma ustalarının vurduğu murç izlerine dokununca sanki o işlerken ben de yanında onu izliyor gibi oluyorum, enteresan duygular sarmalıyor sizi...
gerçekten tarih bilincini gerçek mana da oluşturup medeniyetin ortak mirası olan bu eserleri çok iyi korumamız gerekiyor...
önüne binbir zahmet ile gelmiş bulunan o canım meyvelerin, ne tür bir maceralardan geçtikleri, toprataki ufacık bir tohumdan nasıl meydana geldiğini, işçilerin ne tür sıkıntılarla onları sulayıp gübrelediklerini düşünmeyen, bütün bunların belli bir nizam içerisinde meydana gelerek o harkulade meyvenin vücuda gelmesini irade edip yaratan rabbinin kudretini düşünmeyen, şükretmeyen nankördür, önüne geleni sığır gibi tüketmektedir, günümüz insanın içinde bulunduğu sefihliktir...
tefekkür dediğimiz zaman sırf düşünce anlaşılmamalı, hikmetli bir düşünceye yönelme olmalıdır...
memuriyette tayinin izmir'e çıkması durumunda ahlaki açıdan asimile olma korkusuyla izmir'e gitmeye yanaşmama durumudur...
özellikle benim gibi "saf çocuğu masum anadolunun" tarzındaki kişiler için önemli bir husustur, zira maazallah izmir kızları tarafından yoldan çıkartılma ihtimali vardır, içki müptelası olma tehlikesi vardır, uyuşturucu zaten hak getire...
Ben bunu mete han'ın çin'i fethettiği zaman türk milletinin kültürel asimilasyona uğrayacağı düşüncesiyle sadece vergiye bağlama politikasına benzetiyorum, ecdadmız nede olsa, yüz yıllar sonrasında aynı düşünceleri paylaşmak gurur verici benim için...
acı ama gerçek olan tespitimdir. ülkemizdeki eğitim sisteminin ne denli laçkalaştığının göstergesidir, gelecek dindar nesiller için endişe duymama neden olan, gece yarıları yatağımdan uyanıp balkonda ufuklara bakarak ardısıra siğaralar yakacak kadar beni sıkıntılara gark eden uğursuzluktur...
başbakanımız acilen eğitim reformuna gidip tedbir almazsa durum önlenemez bir hal alabilir, benim tavsiyem risalei nurların eğitim fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmalarıdır, böylece geleceğimizi biraz olsun teminat altına almış oluruz...
"kahvaltı haberleri" diye isimlendirilen haber kuşağında sabahın köründe, kargalar bile uyanmadan siyasetle ilgili eleştirilerde bulunan spikerlerdir...
bu ne iştahdır be kardeşim! dediğimdir, genellikle muhalif medyada görünürler bunlar, başbakanı eleştirerek akıllarınca başlarındaki çobanlarının gözüne girmeye çalışırlar...
paraya ihtiyacı olan benim gibi beş parasız, çulsuz yazarlara okuldan ve sınavlara hazırlıktan arta kalan zamanlarda yapıldığında maddi açıdan sıkıntılarını giderebilecek işlerin tavsiyesidir.
amelelik falan farketmez her türlü tavsiyeye açığım ve bugün sabah kahvaltısı dışında kursağımdan bir lokma geçmedi...
küçükken üzerinde uzun uzun düşünmeme neden olan durumdur. Sonradan ses tellerinin metal olmadığını öğrenmemle birlikte beynimde kopan dırtınalar dinginleşmişti...
kelimenin tam manasıyla kavaşe olan kızdır, bir yandan sevgiliciğini kucaklarken diğer taraftan da gözleri sizdedir, olayın psikolojik boyutunun değerlendirmesi hakkında fazla bir fikrim olmamakla birlikte, topluluk içerisinde yaşandığında sizi zor durumda bırakabilecek durumdur, zira ben çok utangacım, empati yeteneği de gelişmiş biri olarak aynı olayın benim de başıma gelebileceğini düşünerek ve olayın etik boyutunu da göz önünde bulundurarak çok çirkin olduğu kanaatindeyim...