uğruna hayatımı adadığım yüceler yücesi bir duygunun, gönlümün orta yerine saplayıp bıraktığı paslı bir hançerin sonucudur. başkalarının "orospu çocuğu" demesine bile aldırmayacak denli gamsız bir kendini kaybetme halinin baş sorumlusu, kalp telimizi tıngırdatarak kayahan'dan "bizimkisi bir aşk hikayesi" ezgilerini döktüren ukala bir müzisyendir. anlayın işte; biyolojik, fizyolojik, sismik ve politik dengelerinizi altüst eden bir borsa spekülatörüdür.
aşk denen duygunun kör edici parlaklığı zifiri gecelerimi aydınlatmadan önce bilmiyordum, aynı zamanda ne kadar acı verici de olduğunu. ne versem karşılık bekliyor, bir sevdiysem iki sevilmek istiyordum. kendimi sevgilimin o yumuşacık ve huzur dolu kollarına attığım vakit dünya dururdu benim için. şımartsın beni isterdim. parmaklarını dudaklarımın üzerine koysun ve beni sustursun. benim için ölsün hatta. ve ben bunun karşılığında sadece azıcık bir ilgi göstereyim, arada bir çiçek alayım. aza kanaat etsin. benim bir tohum tanesi olan sevgimi alsın ve bana kocaman bir kiraz ağacı olarak geri versin. kısacası; koşulsuz sevgiyi veren değil alan olayım istedim her zaman.
gel gör ki kazın ayağı hiç de öyle değildi. uzunca bir zaman sonra boğmaya başladı beni bu vermeden alma hali. "bu ne şimdi" diyordum kendi kendime. bu kadar karaktersiz bir insanla ne işim olabilirdi allah aşkına? kan ter içerisinde uyandığım boğucu kabuslar ve bitmek bilmeyen buhranlarım dayanılmaz bir raddeye varınca bir kalemde sildim onu. aramadım bile, öylece bırakıverdim. madem bir beklentisi yoktu benden, o zaman bensiz de yapabilirdi pekala.
başka bir aşka yelken açmak için uzun süre bekledim. kadınlara inancım kalmamıştı çünkü. daha doğrusu; beni belli bir karşılık alma umuduyla sevecek bir kadın bulma inancımı kaybetmiştim. tüm kadınlar ve erkekler karşılıksız seviyordu birbirini. hiçbir beklentileri yoktu. böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyordum. bu kadar ezilmişlik fazlaydı...
sırtımı sıvazlayıp başımı okşamıştı bir gün babam; "kim ne derse desin evlat, sen istediğin her şeyi başarabilirsin" demişti. saflık işte. insan babasının her sözüne kanmamalı. hele o baba, kötürümlüğünüz yüzünden başka çocukların yanına gitmemek için ağlayıp zırladığınız günlerde yanınızda bulunan tek dostunuz ise...
trafik kazası... 10 yaşındaydım ve arabayı annem kullanıyordu. ben büyük olduğum için kızkardeşimin tüm tiz çığlıklarına karşın umarsız bir hainlikle ön koltuğa oturmuş keyfime bakıyordum. fren mi boşalmış ne, öyle bir söz duydum sanırım. gözlerimi 1 hafta sonra açtığımda babama benzeyen bir adam vardı başucumda. babammış. çok zayıflamış. gözleri niye bu kadar kırmızıydı? annem mi ölmüş? kardeşim mi ölmüş? sakat mı kalmışım?
babam "geçecek" demişti. neyin geçecek olduğu muamma. annem ölmedi mi yoksa? kardeşim? sandalyeye mahkum oluşum mu yoksa? hiçbiri geçmedi ama yıllar geçti. geri gelen yok. ayağa kalkan yok. tek arkadaşım hâlâ babam. "çok iyi gidiyorsun evlat. doktorlarla konuştum. yakında yeni bir yöntem deneyecekler. başarı oranı gayet yüksekmiş". bilek güreşi yapardık. ne numaracıymışsın be baba, yenilirken bile çaktırmadın bana. benim yüzümden seni geri çeviren kadınların adlarını yazdın mı bir kenara baba? anlamadığımı sanıyordun belki. bak, bu da benim numaracılığımdı!
sahi, senin şu yöntem ne oldu baba? son hazırlıklar yapılıyor demek. yakında top oynarız artık. hayır baba ronaldinho ben olacağım. sen de nesta olacaksın. gör bak nasıl belini kıracağım. kork benden baba! hem yaşım da 18 oluyor bak. kahveye gider pişti de oynarız şöyle baba oğul he?
derin bir uykudan uyanıverdim aniden. ne kadardır uyuyorum? karşımda yaşlı bir doktor var. iyi de ben niye 10 yaşındayım? babam nerede? hemşire incecik bir şırınga soktu koluma bağlı serumun hortumuna. bir ferahlık... gülümsüyorum. doktor "sana gerçekleri söyleyeceğim evlat" diyor sanki. sahi ben niye hâlâ 10 yaşındayım? annem mi ölmüş? kardeşim mi ölmüş? sakat mı kalmışım? babam intihar mı etmiş?
"derviş devrimcilerin kuru ekmeği yolumuzu aydınlatıyor" alt başlığıyla yayımlanmış harika bir hakan albayrak 'çabuk roman'ı. yaklaşık 50-60 sayfa uzunluğundaki kitap, yazarının hayatında yer etmiş birçok tarihi ve siyasi şahsiyete bazen giydirmelerle bazen de saygı duruşlarıyla dolu. islamla herhangi bir ilgisi olmayanların bile ilgisini çekeceğini düşündüğüm islamcı bir kitap diye de tarif edebilirim. ya uyarsa?!
* * *
"che'yi hatırla" dedi, "o bir arjantinliydi. fakat rüyalarını sadece arjantin'in değil bütün latin amerika'nın özgürlüğü süslüyordu. gitti, küba'da emperyalizmin uşaklarına karşı savaştı. sonra bolivya'da. ulusal ihtirasları iplemedi che, kıtanın kurtuluşu için mücadele etti. güzel bir rock şarkısı vardır: james bond filan olmak istemiyorum. bir günlüğüne, hiç değilse bir saatliğine, sokağımın kahramanı olmak yeterdi bana... gerçekten güzel bir şarkı ama bize uymaz. latin amerika'ya da uymaz. Brezilya'nın altını bir kere çiziyorsan, latin amerika'nın altını bin kere çizmelisin."
fake nickini gizlemek için aynı dakikada aynı başlığa entry girecek kadar "tesadüf" sahibidir. böyle çocukça numaralara meyletmezdi eskiden ama foyası ortaya çıkınca ne yapacağını bilemez hale geliyor bunlar. hoş görülmelidir.
Vaktiyle Nihat genç anlatmıştı. Mahallenin zararsız delilerinin haricinde bir de "süper deli" varmış. Bu gariban, çarşının en işlek olduğu saatlerde anadan üryan soyunup bağıra çağıra çarşıda koşmaya başlar, çevre esnafı ve müşteriler bunu durdurmak için müthiş bir gayret sarf edermiş. periyodik aralıklarla devam eden bu kutsal ritüel bir gün aksayacak olsa -gariptir- insanlar huzursuz olurmuş. Neticede yerine getirilmesi gereken bir toplumsal görev var ortada. Ki bu görev zamanla bir alışkanlık halinden ziyade, insanların kendi deşarj olma ihtiyaçlarını karşılayan bir çeşit cadı avına dönüşmüş.
Sevgili delimiz ne zaman çarşının ucunda görünse; dost meclislerinde tasavvuf ehli âlimlerden söz eden büyüklerimiz usturuplu küfürler savurur, bir yandan bu garip cinnet halini kontrol altına almaya çalışırken diğer yandan da beynin en temel ihtiyaçlarından biri olan 'içindekileri dökme' arzusunu ifa ederlermiş. Deli yakalanıp etkisiz hale getirildiğinde ise insanlar tekrar günlük hayatlarına döner, bir sonraki ritüele kadar kendilerini nadasa bırakırmış.
yazarlığı hakkında yapılan yorumları çok abartılı bulduğum bir sözlükçü. eserlerine (en sevilenleri dahil) şöyle bir göz attım ve oldukça sıradan şeylerle karşılaştım. muhtemelen son derece nazik ve güleryüzlü, melek gibi bir insandır. ancak birbirimizi kandırmayalım; yazarlığı çok kötü. kendisini seviyor olmamız bu gerçeği görmemizi engellemesin lütfen.
olayın ayrıca farklı bir de yönü var. şöyle ki; ülkemizde din adına/din merkezli işlenen suçlar cumhuriyetin kuruluşuna kadar uzanıyor. kimse bunları inkar edemez. fakat cumhuriyet tarihi boyunca (hatta ve hatta osmanlı) yaşanmış olan hiçbir olay böylesine geniş bir kesim üzerinde baskı oluşturma amacıyla kullanılmadı. nerdeyse 20 sene önce diyarbakır'da yaşanan jiletleme hadisesini, sivas olaylarını ve muhtelif isyanları, aczmendileri, fadime şahin'leri filan gördük hep. ancak hiçbiri bu düzeni yıkmadığı gibi "siz böylesiniz lan ağlak yüzlü nursuz şerefsizler!" gibi çoğunluk üzerine baskı oluşturmaya yönelik provokatif söylemlere dönüşmedi.
yani; bu kezzapçı deli değil hakikaten şeriat yanlısı fanatik bir islamcı bile olsa (ki türkan saylan'ın bile buna inanmadığına kalıbımı basarım) durum değişmez. bu tip olaylar başkalarının üzerinde baskı oluşturmak, onların özgürlüğünü engellemek amaçlı olarak sunulamaz. ısrarla öyle gösterilmeye, halkı aşağılamaya ve hakaret etmeye devam edildiği takdirde %47'yi bile mumla arayacağınızı garanti edebilirim.
muhtemelen ağlak yüzlü, nursuz, kolormatik gözlüklü, kumaş pantolonlu adi şerefsiz fetoşcular tarafından örtbas edilmiştir. aydın yazar gelecek ve gerçekleri ortaya çıkaracaktır. sabırlı olmak lazım.
tanrının çalışma sistemini çok iyi bilendir. ayrıca zaman makinası vardır. kah 7. yüzyıla atlar ve gerçekleri görür, kah 22. yüzyıla atlayıp gelecekten haber verir. ışığı gözleri kör edendir.
"tayyip niye kararları imzalayıp bir de şerh koyuyo abi yea" demeden önce hakkında az da olsa fikir sahibi olunması gereken oluşum.
"yüksek askeri şuranın görevleri şunlardır:
a) genelkurmay başkanlığınca hazırlanan askeri stratejik anafikrin (konsep-
tin) tespiti ve gerektiğinde yeniden gözden geçirilmesi hususlarında görüş bil-
dirmek;
b) silahlı kuvvetlerin anaprogram ve hedefleri ile ilgili konularda görüş
bildirmek;
c) silahlı kuvvetlerle ilgili olup önemli görülen kanun, tüzük ve yönetme-
lik taslaklarını inceleyip görüş bildirmek;
d) başbakan, genelkurmay başkanı veya milli savunma bakanının lüzum gördük-
leri hallerde silahlı kuvvetlerle ilgili diğer konular hakkında görüş bildirmek;
e) diğer kanunlarla verilen görevleri yapmak."
yüksek askeri şura 1972 yılında kurulmuştur. ilk tüzüğe göre kararları yargı denetimine açık olduğu gibi şuranın başkanlığını da başbakan yapıyordu. 12 eylül darbesi sonrasında uçan kuşu bile kendisine bağlayan kenan evren sayesinde şura tüzüğünde değişikliğe gidilmiş, anayasaya; şuraya cumhurbaşkanının (kendisinin) başkanlık edeceği ve alınan kararların yargı denetimi dışında olacağı maddeleri eklenmiştir. ülkemizin yüzkarası olan bu asker/darbe anayasası hâlâ yürürlükte olduğu için de değil tayyip erdoğan, hz. isa gökten inse imzalamamazlık edemez. aksi halde anayasayı çiğnemiş olur çünkü. bunun içindir ki azıcık hakkaniyet sahibi olan her hükümet "hem ağlarım hem giderim" modeline uymak zorundadır. ya da bir diğer çözüm olarak anayasayı değiştirmek düşünülebilir. ne var ki, ne zaman böyle bir değişikliğin adı geçse postal sevdalısı siviller ortalığı ayağa kaldırdığı için bir türlü 'sivil anayasa' hayalimize kavuşamıyoruz. bu tezgah bir türlü yıkılamadığı için de yaş gibi, yök gibi anti-demokratik, dokunulmazlık sahibi kuruluşlar varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
başkalarına aylar boyunca "fake nick kullanıyor!" diye anırdıktan sonra kendisi de fake bir nick edinendir. canımdır. düzene ayak uydurduğunu görmek gayet hoş.
"cumhurbaşkanlığı seçimlerine neden katılmıyorsunuz?"
- hayır
"şey, efendim ben 'neden katılmıyorsunuz' diye sordum"
- hayır
"yemin törenine katılacak mısınız peki?"
- hayır
"hazırlanmakta olan sivil anayasa taslağı için görüşleriniz nedir?"
- hayır
"henüz hazırlık aşamasında efendim, daha ortaya gelmedi"
- hayır
"parti içerisinde size karşı bir muhalefet oluştuğu söyleniyor"
- hayır
"mustafa sarıgül ismi dolanıyor kulislerde?"
- hayır
"sayın baykal, yanlış anlamayın ama siz 'hayır'dan başka kelime bilmiyor musunuz?"
- hayır!
korumalarını düşman üzerine salmakta sakınca görmeyendir. bu bağlamda ne kadar sorgulayıcı, ne kadar cesur olduğu tartışılmalıdır. avukatsız iş göremeyen bi zavallıdır. acınasıdır.
düzenin yalakasıdır. kendisine imtiyaz tanınır ya da dokunulmazken düzene övgüler yağdırıp, ayağı kaydırılınca kuduz köpek gibi havlayandır. dikkat edilmelidir.
kahve dövücüsünün hınk deyicisidir. bu nasıl bir başkasının avutkalığı için kendini paralamadır akıl sır ermiyor doğrusu. zavallı poe, mezarında dönüp duruyor olmalı.
kendisine haklı ya da haksız herhangi bir eleştiri getirildiğinde birbirinden gürbüz delikanlılar tarafından ölümüne savunulan bir oluşum. madalya mı takıyor nedir? yarın birgün uçtuğunuz zaman kendisine küfür etmeyeceğinizi bilsem samimiyetinize güveneceğim ama bu tip "sen kalk da ben yatam" çırpınışları çok çocukça duruyor. herkes haddini bilsin lütfen.
ahmet mekin'in ameliyat olduktan sonra psikopatın önde gidenine dönüşen bir heykeltıraş (bilim adamı değil!) rolünde oynayıp harikalar yarattığı bir trt klasiğidir. yönetmenliğini mesut uçakan'ın yaptığı bu hasta dizinin senaryosu ise akla hayale gelmeyecek bir isim tarafından yazılmıştır; necip fazıl kısakürek.
ps: diziyi vcd formatında birçok yerde bulmak mümkün. fiyatı da 10 ytl gibi makul bir seviyede. lost most iyi güzel ama bizden de fena eserler çıkmamış zamanında. izleyin derim.
babasının adını duyunca da atatürk diyecek olması muhtemel olan insandır. nihayetinde bu dünyaya atatürk'ten daha yüce bir insan gelmedi değil mi? öyleyse kendi öz babamızı da onunla kıyaslayabilir ve bunun sonucunda kendisine burun kıvırıp "keşke atatürk yaşasaydı" diyebiliriz. of ya, babamdan nefret ediyorum. atatürk'ün oğlu olmayı çok isterdim.
bu memleketin tam 70 yıl boyunca başka bir "adam gibi adam" çıkaramadığına iman etmiş olan andavallardır. merak ediyorum, çalışkan ve zeki türk milleti atatürk'ten başka bir lider çıkaramadı mı bunca zaman? tayyip ve arkadaşlarını beğenmeyen, seçimlerde onlara oy vermeyen ve oy verenleri "salak, aptal" olarak niteleyenler neden alternatif bir isim öneremezler acaba? kime gidelim, soruyorum; kamer genç? doğu perinçek? devlet bahçeli? deniz baykal? dilinden atatürk adını düşürmeyenler neden onun gibi olmasa bile ona yakın düzeyde bir lider çıkaramadı şimdiye kadar? sakın bu "laf olsun torba dolsun" tandanslı atatürk demagojisi yüzünden olmasın?
boş bir eylem. bırakacak olsam neden başlayayım ki? insan hiç ilerde terk ederim nasıl olsa diyerek birisine aşık olur mu? yok ölecekmişim genç yaşta, yok kanser olacakmışım filan. bunlar tamamen sigara endüstrisinin kazandığı korkunç paraları kıskanan diğer büyük kapitalist sermaye ağalarının uydurmasıdır. hem sanki hayat çok güzeldi anasını satayım. üç-beş senenin hesabını yaptırıyorlar adama. ciğer benim, ağız benim. kim ne karışır? sıcak bir yaz akşamı yemişim ızgara köftemi, közde patlıcanımı, buz gibi karpuzumu. mide full dolduğunu geğirmek suretiyle afişe ediyor. ne lazım bu durumda? sigara! dünyanın en güzel tatlısı.
yani; ya hiç başlamayın buna ya da delikanlı gibi sonuna kadar götürün. ölüm korkusu etkilemesin kararlarınızı. sigara güzeldir, iyidir. sinirini/stresini alır adamın, rahatlatır. dertliyken de içilir neşeliyken de. "abi hayırdır suratın asık" diye kafa şişirmez. takılır kendi aleminde. içiyor olmandan dolayı sevinç gösterileri yapmadığı gibi bıraktığın zaman da kahrından ölmez. cool'dur. bir tanecik sevgilimdir kendisi.
Hakkında çok şey yazılıp çizilmiş olan meşhur "kurtlar vadisi" karakteri. Adı üstünde, bir 'karakter' nihayetinde. fakat bir şekilde kanlı canlı biriymiş gibi hayatımızın orta yerine giriverdi çaktırmadan. Kendisini canlandıran Necati şaşmaz'ın ne kadar kazma bir oyunculuk yeteneğine sahip olduğu bir yana, derinlemesine inceleme yapılacak kadar detaylı bir karakter bile değil. Öyle olsaydı şayet, kıçıkırık faşist özentileri tarafından bu kadar kolay taklit edilemezdi. Neyse, bunlar o kadar önemli değil zaten. Benim anlamadığım, vatan-millet edebiyatının yeniden hortlamasını sağlayan bu adamın neden tüm yüzeyselliğine rağmen bu kadar çok sevildiği? Kendini haklı göstermek uğruna sarf ettiği diyalog ve monologların, önüne geleni kesip biçen jigsaw meymenetsizinin yaptığı felsefe yumurtlamalarından zerrece farkı yok. Ama yine de okul önü bebelerinin rol modeli olmayı başarabiliyor. Oof, of... Şimdi eğitim, kültür, hoşgörü diyeceğim, entry'nin ucu bucağı görünmeyecek. Gidip biraz mesnevi okuyayım iyisi mi...