yaşayış biçimi olarak, tamamen yüzeysel ve hızlı hayatlarımıza ani bir müdahale çok kötü gibi görünse de iyileşme süreci bize çok şey kazandırabilir istersek. insanoğlu, dünyanın kendisi için varolduğunu ve her şeyin onun hizmetinde olduğunu düşünüyor olsa da, dünyanın bundan pek bir haberinin olmadığını yaşayarak tecrübe ediyoruz. yaptığımız planların hiç beklenmedik şekilde bozuluşu, yaşamın çeşitliliğini ve insanoğlunun avcı iken av durumuna nasıl düştüğünü sert bir şekilde kendiliğimize gösterebiliyor. çok hızlı düşünüyor, çok hızlı karar veriyoruz.
hayat artık geçmişte yaşayan atalarımız gibi refleksif düşünmek üzerine değil, reflektif düşünmek üzerine gelişiyor. detaylı, mantıklı, uzun süreli bir bilişsel işleme sürecinden sonra kararlar almalı ve uygulamalıyız. çağlara göre hayatta kalmak için değişik aksiyonlar uygulanmıştır. hızlı düşünüp hareket etmemiz gereken dış tehlikeler ve yırtıcılar artık hayatımızda yoklar fakat artık hissettiğimiz tehlike dışarıda değil, tam da içeride. zihnimizde.
baş etmek ise yine bizim ellerimizde.
ruh hastası olmak ayıp bir durum olmadığı gibi, utanılacak bir durum hiç değildir. her bireyin hayatında ruhsal bunalımlar yaşayacağı çalkantılı bir dönemi olabilir. spesifik olarak bir sorun yaşaması şart değildir, çocukluk çağında yaşadığı bir travmayla benzer durumla karşılaştığında ya da çağrıştıracak bir olay yaşadığında da regrese olabilir. ruhsal sağlığı bozuk bireyleri dışlamak yerine tekrar topluma kazandırmak için çaba üretmek, her zaman yapıcı olmaya dair atılacak güzel adımlardan biridir. hiç kimsenin, ruh sağlığını sonsuza dek koruyabileceğinin garantisi yoktur. ötekileştirme ve izole etme davranışından ziyade sebebini anlamak ve onu anladığımızı belirtmek de iyileştirici etkenler arasında yer alır. psikopatolojiler, bir çok fiziksel patolojilerin oluşmasında büyük rol sahibidir. bu sebeple, günümüzde yanlış davranış sergileyen kişilere aşağılayıcı olarak kullanılmak adına "ruh hastası" denilmesi büyük bir yanılgı ve hatadır.
kişiden kişiye değişebilecek bir tanım oluşturur zihinde. ne kadar farklı kişilik varsa, o kadar farklı zevk ve imge eşlik eder. bu yüzdendir ki, kişiler sevgiden bahsederken hep öznel ölçütler kullanır. birinin sizi sevmediğini düşünüyorsanız, bunu dikkatli bir şekilde incelediğinizde aslında beklediğiniz tepkinin, sizin sevginizi gösterme şeklinizle örtüştüğünü fark edersiniz. oysa, herkesin sevgisini gösterme şekli farklıdır. bazı insanlar ufak bir tebessüm ve sıcak bir sözle yapabilirken, bazı insanlar da hiç dile getirmeden sevebilir. bir ölçüt oluşturmak şart ise, mükemmel erkeğin ana özelliklerinden biri kesinlikle saygı olmalıdır. saygı, beraberinde getirdiği tüm duygulara anlam katar. sonrasında sevgi, sadakat gibi duygular buna eşlik edecektir.
bir virüs gelir ve yaşamda çok basit olarak nitelendirdiğimiz sarılma, etkileşim içinde olma ve yüz yüze iletişime geçebilmenin ne kadar değerli olduğunu bize anlatır. insanoğlunun tehlikelere karşı verdiği tepkilerden bir tanesi de inkardır. başlarda yoğun bir şekilde gördüğümüz "aslında virüs yok" kişileri, virüsle yüzleşmek istemeyen ve gerçekliği kabul etmeden patolojik bir inkarla hayatının normal devam ettiğine inanmak isteyen kişilerdir. zamanla bu inanış "virüs var evet ama bana bir şey olmaz" şeklinde evrilmiştir. kişi, tehlikenin büyüklüğünü ne kadar kavrıyor olursa olsun, kendisinin tehlikede olduğunu bir türlü kabul etmemektedir. bunun kişide yoğun bir endişe yaratacağı aşikar.
endişe, kaygı hissetmemek için mücadele edilen kısa sürede hissettiğimiz yoğun ve katlanılması güç hissiyata verilen isimdir. çoğu insan kaygıyla karıştırmaktadır. bu duygularla yüzleşmemek adına çoğu entryde belirttiğim gibi insanlar giderek gelecekteki tehlikelere odaklanmaya başlamaktadırlar, şimdiki tehlikeler ile yüzleşmek istemedikleri için.
insanların evliliğe dair düşünceleri, başta ebeveynlerinin, sonrasında ise yakın çevresinin evlilik ilişkilerini gözlemleyerek oluşmaktadır. evliliğe dair düşünceler genelde eğer istemediğim bir şey olursa bunu durdurabilirim şeklinde ilerleyebiliyor başta, fakat en çok unutulan şey evlilik bir ortaklıktır. dümende iki kişi vardır ve tüm kararlar iki kişinin nihai düşünceleri sonucunda alınmalıdır. günümüz genç ilişkilerinde sınırlar net bir şekilde belirlenmediği için, kişiler özel alanlarına müdahil olunduğunda yoğun problemler yaşayabiliyor. iki insanın ilişki içinde olması, birbirinin üzerinde tüm haklara sahip olması demek değildir. birini sevmek, her şeyine rağmen seninleyim, tüm farklılıklarınla seni kabul ediyorum diyebilmektir bazen. "eğer, çünkü" içeren sevgiler yerine "rağmen" sevgisi her zaman üstün olacaktır. evlilikleri ayakta tutan ise aşk değil, sevgidir.
aşk başınızı döndürür, sevgi ise dünyayı.
varoluşa kanıt isteğidir. kişinin, "ben buradayım" şeklinde alarm verdiğini gösterir. ergenlikte başlayan benmerkezci davranışların, yetişkinlikte de devam etmesi durumunda kişinin yalnızlığa karşı depresif bir tutum sergilemememesi olanaksızdır. yalnızlık kendiliğimizi keşfetmemizi sağlayan, düşünsel süreçlerimizi gözden geçirmeye yönlendiren itici bir kuvvet olarak nitelendirilse de, bu tür bireylerde bu işleyiş negatif yönde olabilir. eğer siz kendinizle iyi vakit geçirebilirseniz, herkes sizinle vakit geçirebilir.
freudyen bakış açısına göre, erkek çocuklar doğduğundan itibaren anneye cinsel bir çekim duyarlar. 0-1 yaş aralığı oral dönem olarak adlandırılır ve haz kaynağı ağızdır ve bir çok tanımlamayı çocuk oral yolla yapmaktadır. annenin göğsünü emmek, sadece süt için değil, aynı zamanda bir bebeğin masturbasyonu olarak bilinir. çocuk fallik evrede, annenin babaya ait olduğunu öğrenir. babasının bunu öğrenirse onun penisini keseceğinden korkar. buna kastrasyon anksiyetesi denir, bu yüzden erkek çocuklar babalarını rol model almaya başlar. burada biraz gözlemsel öğrenme devreye girmektedir. çocuk bilinçdışında "eğer babam gibi olursam, annem gibi bir kadın elde edebilirim." düşüncesi ile babanın davranışlarını ve hareketlerini analiz etmeye başlar. kendinden büyük yaştaki kadınlar, bu yüzden bazı erkekler için nesne olarak anneyi çağrıştırmakta ve de arzulatmaktadır. yine aynı köklere dayanan bir fikir ise, aşk üçgenlerinin oluşumunu yine psikoseksüel evrelere bağlar. yasak olanın çekici gelmesi, annenin yasak olmasından ileri gelmektedir.
sağlık psikolojisinde "ikincil kazanç" olarak adlandırılan bir durumdur. kişinin kendince yeterli ve gerekli ilgi görmediğine kanaat getirmesi balangıç kabul edilebilir. olası bir patolojik durumda, patolojinin olması gerekenden daha uzun süre sürdüğünü görüyorsanız muhtemelen ikincil kazançlar devreye girmiştir. kişinin, hasta olduğunu aile ve arkadaş çevresine bildirdiğinde, kendisiyle daha fazla ilgilenildiğini ve gerek arkadaş gerek ise aileden daha fazla ilgi gördüğünü keşfetmesiyle başlar. çoğu zaman bilinçsizce ilerleyen bu süreç, histerik semptomlara da yer verebilmektedir.
inançlı olmak denildiğinde, sadece farklı dinlerin tanrılarına olan inanç dışında kişinin değerleri de kapsanmaktadır. dinler, bir şekilde kültürlerin de yoğurulmasıyla şekillenmiş olsa da, tüm insanlığın ihtiyacına cevap vermesi olanaksızdır. her insan biriciktir, her insanın değer ahlakı farklı ölçülüyor olabilir. söz konusu olan çatışmaların da kaynağı bu değil midir? bir kimsenin kutsalı olan, diğer kimsenin hayatında bir şey ifade etmeyebilir. fakat bu sonuç hakaret, aşağılama ve hor görme doğurmamalı. insan hayata ve sevdiklerine tutunabilmek için, hayatının farklı evrelerinde farklı gayeler edinir. bir öğrenci için sınavdan iyi sonuç almak, iyi bir meslek edinmek, bir genç için iyi bir maaş alıp kaliteli bir yaşam sürmek, nihayetinde isterse bir partner bulmak. yaşlılar içinse geriye dönüp baktığında, tüm gayelerini gerçekleştirebilmiş olmak olabilir. bu gayeler değişiklik gösterebilir kişiden kişiye. fakat inanç denildiğinde, illa bir şeylere inanmamız gerekiyorsa saygıya inanmak çoğu şeye iyi gelebilir. farklılıklara saygı, özele saygı, inançlara saygı, insanlığa saygı ve hayvanlara doğaya saygı.. saygı duyulacak çok şey var dünyamızda. en azizi, en mühimi ve gereklisi ise şu süreçte kadınlara ve kadın haklarına saygılı olmaktır.
olağanüstü durumlar olağanüstü tedbirler gerektirir. her bireyin olayları algılama biçimi öznel olduğu gibi, dönemin yarattığı kişisel travmaları da anlaşılmaya muhtaçtır. insanoğlu içinde bulunduğu tehlikelerle yüzleşmek istemediği için gelecekteki tehlikelere odaklanmak ister. buna bireyin olağanüstü durumdan sonra, işi nasıl bulacağını düşünmesi örnek verilebilir. bir çok firma bunu kendi çıkarlarına uygun olarak kullansa da, toplumsal travmaların toplu olarak regrese ettiğine ve travmaların birleştirici yönüne dikkat çekebiliriz. bunu kişilerin tercih etmediğini, maksimum verim almaya çalıştıklarına bakılırsa, yardımcı olmaya çalışmak bir borç olarak görülebilir.
Gün içerisinde gerek sosyal medya gerekse televizyon üzerinden bir çok aşka, hüzne, öfkeye ve çeşitli yaşam olaylarına şahit oluruz. Hepsi bizde birer duygu uyandırır, hayali karakter dahi olsa acısını duyumsar, onunla ağlar, onun haline üzülür ve onunla güleriz. Farkında olmadan kendimize göstermediğimiz şefkat ve merhameti, hayali karakterlere ya da tanımadığımız insanlara gösteririz. insan, kendi yaptığı hatalar için kendine çok fazla zulüm edebilen bir varlıktır, oysa herkes hata yapabilir. Yaptığımız hatalardan dolayı kendimizi suçlayarak anı kaçırmak yerine, şimdi ve buradaya odaklanıp hatalardan ders çıkarıp öz şefkat ve merhameti kendimize gösterebiliriz. Kendini sevmeyen, kendiliğine saygı duymayan insan, kurallarını ve yaşam hedeflerini de aynı zamanda oluşturamayabilir.
Tercih edilmiş ve mecbur kalınmış yalnızlık olarak ikiye ayrılabilir. Ayrı ayrı tablolar olarak inceleyecek olursak, tercih edilmiş yalnızlık kişinin kendini keşfi ve hayata, geleceğe dair neler istediğini dingin ve farkındalıklı bir şekilde düşünebileceği verimli bir süreç olarak nitelendirilebilir. Kişilerarası ilişkilerde ne istediğine dair hedefler benimsenir, daha güçlü bir şekilde kendi isteği doğrultusunda kişi bu yalnızlığı terk edebilir. Fakat mecbur kalınmış yalnızlık, büyük farklılıklar gösterir. Ruhsal patolojilere yol açabilir ve zamanla kişinin hayatını tehlikeye sokacak şekilde evrilebilir. insanın sosyalliği göz önünde bulundurulduğunda iletişimsizlik en büyük ceza olarak görülebilir. Öyle ki tutunabilmek kommmün hayatın bir parçası olmayı da kesin kez gerektiriyor.
Kusursuz dost arayan yalnız kalır. Aşkın en çekici özelliği, sayısız sahteliklerin yaşandığı bir dünyada emsalsiz bir içtenliği geçici bir süreliğine de olsa simgeliyor olmasıdır. Belki de tüketiciler dünyasında baş döndürücü olduğu söylenen bir duyguyu tatma ve tüketme isteğidir.
Aşk sonsuza kadar süren bir duygu değildir fakat yerini sevgiye bırakan aşklar en sağlıklı ve uzun süreli olanlarıdır. Sevgi aşktan üstün bir yaşantıdır. Aşk bir ihtiyaçsa, sevgi bir sanattır. Aşk bulunan bir şey, sevgi ise özenle beslenip büyütülen bir şeydir. "iki insan aşık olduğunda kalpler ateş üstündedir. Eninde sonunda küllenir ateş, yakıcı ateşten daha çok cömerttir çoğu kez. Belki de sizi yakmadan ısıtabildiği için."
Evlilikleri başlatan Aşk olsa da sürdüren her zaman sevgidir.
Ölüme dair belirsizlik insan varolduğundan bu yana sırrını korumuş bir çok teoriye ve varsayıma yol açmıştır. Kesin bir bilinmezliğin içinde yok olma fikri, yoğun bir anksiyeteye yol açtığından, insan dikkat ve algısı aniden dağılabilecek şekilde dizayn edilmiştir.
Her insan ölümünü en az bir defa düşünmüş, zihninde o anın imgesini canlandırmış ve içten içe kendine üzülmüştür, bu narsisistik düşünce tipi insanın her şeyin kendisi için yaratıldığı düşüncesinden gelmektedir zira insanı, diğer canlılardan keskin bir şekilde ayıran iki önemli özelliği vardır. Biri diğer nesillere bilgi aktarımı, bu özellik neslin devamını sağlamıştır. Diğeri ise her şeyin kendi için yaratıldığını düşünmesi ve dünyadan alacaklı olduğunu zannetmesi.
Diksiyon ve hitabet dersi aldığım dönemlerde, kendisinin video ve ses kayıtlarını dinleyip analiz ettiğimiz Nazi Almanyasının ünlü propaganda bakanı. Topluluğa karşı ya da kişilerarası ilişkilerde, beden dilinizi ve mimiklerinizi nasıl kullanmanız gerektiğine dair ince noktaları vardır.
Döneminde başarılı propagandalar sergilemiştir.
Bir kez yapan hep yapar diye düşünülmesi yarar sağlayacaktır. Aldatılmak hangi cins için olursa olsun, çok çirkin ve mide bulandırıcı olmasının yanında, maruz kalan kişinin gururu ve kişiliğinin ayaklar altına alınmasıdır. CETAD verilerine göre, aldatma ve ayrılma vakalarının sebepleri arasında açık ara en fazla cinsel sebepler gelmekte. Cinselliği büyük oranda tabu olarak kabul eden bir toplumun, iyi sevişmesini ve de sevişirken partnerinin hazzına odaklanmasını beklemek hayal kırıklığına uğratabilir. Evrimsel olarak da evrensel olarak da bir erkeğin değerini belirleyen yegane şey, çevresindekileri dişileri etkileyebilme kapasitesidir. Yüzyıllar boyunca etkileme araçları değişse de örneğin, eskiden kas gücü gibi özellikler ön planda olsa da artık çağımızda güç nesnesi zeka, eğitim, kibarlık ve de para ile ölçülmekte.
Yaşam, çeşitlilik ve farklılıklarla güzeldir. Cinsel yönelimi nedeniyle birini öldürmek istemek, en basit tabiriyle benim için trajedidir ve yansıtma kullanılarak kendi cinsel fantezilerini yaşayan bir kişiye, toplumdan ve çevresinden dolayı yaşayamayan kişinin duyduğu nefrettir. Aşk ve sevgi her bedende ve cinsiyette güzeldir, parola her zaman sevgi olmalıdır. Yoğun nefret yaşayan kimselerin büyük çoğunluğu latent (gizil) eşcinsellerdir. Eşcinsellik ayıplanacak bir şey değildir. Sevmekten korkmayın.
Sosyalleşme amacı güdüyor gibi görünse de durum aslında biraz farklı, başlık maalesef haklı.
Aslında insanoğlunun tüm bu çabası, tüm lüks ve otantik görünmeye ve göstermeye çalışması bir şekilde "ben de buradayım!" Çığlıklarıdır. Sosyal varlıklar olarak, bir şekilde varlığımıza kanıtlar ararız, bunlardan biri de takdir edilmek, özenilmek. Çevresinden bunları gören bir kişi, madem özeniliyor ve kıskanılıyorum demek ki kıymetliyim diyerek bilişsel bir hataya düşüyor farkında bile olmadan. Dahası şu ki, yalnız başına bir gece otururken, yaşadığı hayatın aslını farkedip yoğun bir çökkünlük duygusu yaşamaya başlıyor ve bu noktada psikolojik destek almak istiyor. Hiç kimse bilmese dahi, kendiniz kendiliğinizi biliyorsunuz. Ruha ve kişiliğe uygun yaşamak bir nebze iyi gelecektir.
Bir maratonda öylesine monoton şekilde yaşarken, bir gün de olsa sevdiklerimizi hatırlatacak özel günlerin olması, başta çok cazip görünse de bunun bir güne indirgenmesi ne acı. Yaşamın bir saniye sonrasına bile garanti vermemesi üzerine, tasarım tavırlı tahminler üzerinden hayatımızı sık sık tehlikeye atar, kısa sürede ölümcül hızları ulaşabilen otobüslere tereddütsüz biner ve hiç bilmediğimiz asansörlerde tuşlara sakince basarız. Hayatın bu piyango yönünü keşfedip sevdiklerimize daha çok zaman ayırmalı ve sadece bir gün değil her gün kıymet vermeliyiz.
Aslına bakılırsa teknik bir yanlışlık var burada. Endişe, kelime anlamı olarak kaygıya eş değer olarak kullanılmak istense de fark mevcuttur. Burada olması gereken, endişe yerine kaygı kullanılmasıdır. Endişe, kaygı hissetmemek için harcanılan sürede hissedilen yoğun duyguya verilen isimdir.
Hoşgelmiş sözlüğe, iyiki de gelmiş. Naif ve son derece eğlenceli bir yazar. Şu zamanda kişilerarası yaşanan hiçbir sınır problemini kendisinde yaşamamış olmak, kalitesini son derece belirler nitelikte. Umarım hep burada varolur.
Affetmek sadece karşı tarafa yarar sağlamaz, kişinin geçmişe takılıp kalmamasını ve önüne daha rahat bakıp, asıl yaşantısının fırsatlarını görebilmesini sağlar. Geçmişte yaşanılan olumsuz durumun üstesinden karşıdaki kişiyi ve kendimizi affetmekle gelebiliriz ancak. Gün içerisinde şefkat gösterdiğimiz bir çok kişi/hayvan/tv karakteri olabilirken kendimize şefkat göstermek çok mu zor?
Dilsizlikle benzer. Her şeyi görüyor her şeyi okuyorsunuz fakat kimse sizi duyamıyor. Kalabalığın içindeki yalnız tam olarak bu olsa gerek, ben de buradayım demek istiyorsunuz fakat diyemiyorsunuz. Çünkü, herkes size karşı sağır ve ağma oluyor. Yazarlarımızdan uzak olsun.
insanın belirsizliğe tahammül edemeyişinden dolayı ortaya çıkmış bir "ihtiyaç" diyelim. insanoğlu içinde bulunduğu tehlikelerle yüzleşmemek için gelecekte onu nelerin beklediğine dikkatini yönlendirmek ister. Bir nevi sorunlardan kaçma yöntemidir.
Sanat henüz tamamlanmamış olandır, bilim gibi. Sürekli devinmeye ve gelişmeye devam edecek olandır. Sanatın şekli ve icra edilişi değişiyor olsa yüzyıllardır tanımı değişmemiştir.
Bırakalım da herkes istediğini yapsın. Günlük hayatta sürekli yakıştırdığımız kadın şöyle olmalı böyle olmalı gibi söylemlerden dolayı kadınlar kendilerini nihai bir olması gerekene adayabiliyor ister istemez. Bununla yaşamanın zorluğunu tahayyül etmek çok zor. Güzel görünmek, zayıf olmak, bakımlı olmak, kibar olmak, zarif olmak ve daha nicesi. En azından şu günlerde belki birazcık dinlenmeleri gerekebilir.
iyilik ve kötülük kavramını insani yüksek değerlere göre belirleyebilen biridir. Şahsen, iyilik yapmayı korkarak yapan biri yerine gerçekten yapmak istediği için yapan birini tercih ederim. Cezalandırılacağını bildiği için kötülük yapmamak kolay olabilir, seni bir denetleyen olmadığını düşünerek kötülük yapmamak gerçek bir irade ister. Bu söylediklerim inananlar için de geçerli olabilir, iyiliği emreden yüce varlık sırf ödül için değil yüksek bir insani değer oluşumu için emrediyordur belki.
Bağımlılık hafife alınmaması gereken bir rahatsızlıktır. Öyle ki içmeyi bıraktıktan sonra kişiye göre değişen yoksunluk belirtileri inanılmaz derecede hayatı zorlaştırabiliyor. istisnai durumlar dışında çoğu kişi bırakmak isteyebilir.
inanmaktır. Kendini var etmenin temel taşlarından biridir. insanın gayesi olmadığında varlığının da bir sebebi olmayacaktır, bu gaye herkes için değişebilir. ideolojiler de temelinde inanma ihtiyacından doğmuş olabilir.
Zaman zaman insanın ihtiyacı olan bir duygudurum.
Depresyon her zaman kötü ve hemen kurtulunması gereken bir durum gibi algılansa da, insan vücudu ve zihninin kendisine alarm verme durumudur. Eğer depresyon olmasaydı, onarım şansımız da muhtemelen olmazdı. Telefonumuzun güç tasarrufu modu gibi düşünelim, aktivite yapma isteğimiz kalmaz, sürekli uyumak isteyebiliriz ve de gereksiz şekilde fazla yemek yemekten kaçınabiliriz. Atipik durumları gözardı ederek söylüyorum elbette. insan doğası gereği kendisini rahatsız eden her şeyden kaçıyor, binlerce yıl önce dışarıda olan tehdit artık içeride ve zihnimizde. Dolayısıyla her duygudan kaçmak olanaksızdır. Hayat çeşitlilikle bir bütündür ve her duygu zıttıyla anlamlıdır.