kafa göz kırma olasılığının yüksek olduğu bir spordur.
ancak ne olursa olsun bugün itibariyle acrorun'da eğitimlerine başladığım spordur aynı zamanda. ilk olarak parkour dersleri alacak sonradan yapabileceğime kanaat getirirsem freerunning'e geçeceğimdir.
seni seviyorum deme sıklığının azaltılması gereken sevgilidir.
çünkü seni seviyorum'a vermesi gereken yanıt "ben de seni seviyorum"dur en azından. daha aşağısı kurtarmaz.
eğer sevgiliniz "ben de" diyerek kestirip atmaya başladıysa, azaltın hatta bir süre hiç demeyin seni seviyorum diye. korksun, şüpheye düşsün. o dar kafasında yeniden kıymete bindirin o iki kelimelik cümleyi.
hatta meraklanır da sorarsa size "beni seviyor musun?" diye; atlamayın sazan gibi. durun, düşünün, gözlerinin içine bakıp hafifçe gülümseyin, sonra soruyla karşılık verin, "bilmem, sence?"
bakın yanlış anlamayın, sevdiğinizi belli edin hep edin, ancak ağzından daha az çıksın. sevdiğinizi hissetsin, ancak duyamasın.
sonra bakalım "seni seviyorum" dediğinizde ne methiyeler diziyor size.
bir insan kadın veya erkek her zaman tam olarak düşüncelerini anlayamadığı kişilerin düşüncelerini merak eder. tam olarak takdir edilmediği ama sevdiği yerde kalmayı, övüle övüle bitirilemeyen yerde olmaya tercih eder. örnek vereyim, bi arkadaşınız var ne giyseniz çok güzel olmuşsun diyor, öteki var beğenmiyor pek. ara sıra fena durmamış diyor. hangisinin güzel olmuşsun demesi daha değerli şimdi? veya bir iş yerinde herkesten başarılısınız ama başka bir iş yeri var herkes sizden daha ilerde, hangisinde olmak istersiniz?
ikili ilişkiler aslında hep bir meydan okumadır. karşındake kendini ispatlamaya, daha fazla sevgisini kazanmaya çalıştığın, senden gitmemesi için yarıştığın. karşındakine hakettiği kadar bile değil bir tık altı değer vereceksin, ve o hep daha fazlasını hakettiğinde hep arttıracaksın ama hep bir tık altta kalacak aga.
yoksa?
yoksa çantada keklik olursun aga. sen onu hep takdir edersin, senin için mükemmeldir. yanında kendini iyi hisseder. seninle egosunu tatmin eder. ilk kendine laf sokanın peşinden gider.
örnek vereyim.
- bir kızın beğenmediğin hiçbir şeyini beğeniyormuşsun gibi yapma. dinlediği müzik bok gibiyse bunu belirt. yoksa hande yener'e tapan bir kızın senin dinlediğin piyano resitali'ne "ehh" demesiyle karşı karşıya kalırsın. ama hande yener'ini aşağılasaydın bu yüzü olmayacaktı.
çok değer vermek, kendi değerlerinden vazgeçmeyle sonuçlanacaktır. aynı zamanda çok değer vermek, kendine değer vermemene işaret eder.
bir örnek daha vereyim.
etrafımda ne kadar umursamadığım, onlar bana yazınca sohbet ettiğim ama benim asla yazmadığım kız varsa hepsiyle süper geçiniyoruz. hayranlar bana. yazışmak, sohbet etmek, buluşmak, bir şeyler yapmak istiyorlar. ben sevip değer verip yanaşınca birine oysa, kaçmaya başlıyorlar. yani ya iğrenç bi herifim, ya da değer vermemek bu işin anahtarı. ki yakışıklı çocuğum da bak.
hayali süperkahramanların aksine hayatımızda aramızda yer alan kahramanlardır. her zaman tedbil-i kıyafet dolaşırlar. sadece o an geldiğinde kahraman olduklarını anlayabilirsiniz.
iki kartım için toplamda 110tl kart kullanım bedeli kesen bankadır aynı zamanda. arayıp itiraz edince bitanesinin ücretini düştüler. ötekiyle yeterince alışveriş yapmamışım. ama ikisine tek limit vermesini biliyorsun. borçlarımı öder ödemez hesabımı kökten kapatacağım bankadır ayrıca.
eğer bir kızsanız son derece normal olan durum. ama eğer bir erkekseniz kafa karıştırmaya başlıyor.
özellikle de "hiç sikimde olmayan tavsiyelerdir" yazan erkeğe sormak istiyorum aga, ne olm bu özgüvensizlik? niye birinin yüzüne gidin "tavsiyelerin sikimde değil" diye bağırırsın ki? okuma amk.
erkeğin zamanla içerisine düştüğü sendromdur. bu bir sendromdur. bir hastalıktır evet. çünkü bütün kızlar orospu değil. ancak birkaç kızın orospuluğu öyle orospuluk oluyor ki kanı donuyor insanın. sonra tutuluyor buna erkek. hep bi paranoya, hep bi şüphe. iğrenç bir şey.
örnek vereyim de az çok anlaşılsın demek istediklerim.
benim bir arkadaşım var, kendisi yakışıklı bir piç, one night stand olaylarına dahil epey. dipnot: bu bir bakınız bir arkadaşım ekolü değil ben olsam gerine gerine anlatırdım, gerçekten bir arkadaşım.
şimdi onunla ilgili bir iki olayı anlatayım.
- zamanla beraber çalıştığımız ofiste bir stajyerin arkadaşı vardı, stajyer dediysem üni stajyerleri büyük kızlar bunlar 24-25 yaşlarında. bu stajyerin arkadaşıyla takılmıştı benim arkadaş. yüzüne filan boşalınmasından hoşlanıyormuş hatta kız filan. buraya kadar sorun yok. ancak sorun şurada. şu an o kız nişanlı ve profil fotoğrafında bu benim arkadaşımla çekilmiş bir fotoğraf duruyor. hatta nerdeyse kız fotoğrafta yok diyeyim kenarda köşede, arkadaşım ortada gayet. yani insan merak ediyor neden? nişanlına hiç mi saygın yok? yüzüne boşalan adamın fotoğrafını koyuyorsun profil fotoğrafına. bana göre önceden sevişmesi değil de şu an yaptığı bildiğin aldatma amk. geçelim.
- yine aynı arkadaş, eski bir arkadaşı ve kocası görüşüyorlar ediyorlar filan. anlatıyor bana. arkadaşının kocası kendi halinde bir tip karısını da rahat bırakıyor güveniyor belli ki. karısı geiip buna görüşelim edelim diyor. mesajları gösterdi. işte sana geleyim, napıyorsun, akşam içelim mi, x'in işi var bugün ikimiz takılalım vs. hani muhabbetin nereye gittiği gideceği de gayet net. yanaşmadı arkadaşım bu olaya, ben bugün bunu sikersem yarın da biri benim karımı siker dedi. ve haketmiş olursun dedim ben de.
- aga yine aynı arkadaş. eskiden takıldığı seviştiği bir sevgilisi, fuck buddy'si evlenmiş şimdi. kadın kocasını da alıp bunun yanına geliyor, bununla samimi samimi haller hareketler, bel altı muhabbetler filan. kocasının bi boktan haberi yok tabi. adam da öyle yaşıyor amk.
- eski sevgilim, aşıktık birbirimize. msn'e eklemiyordu beni. neden diyorum kullanmıyorum zaten açarsam eklerim diyordu ne gereği var. eyi dediydim. sonra zamanla şüphelenmeye başladım ben bundan. aynı ofiste çalışıyorduk, bir gün aldım bilgisayarına geçtim, bi şekilde kırdım facebook şifresini. onlarca erkekten gelen "tanışabilir miyiz?" tarzı kıro mesajlar. karşılığında da msn adresini verip ekle demiş hep.
- yine aynı sevgilim, kavgalar kıyametler devam ediyoruz. o zamanlar baya toydum. heh ilk nasıl şüphelenmeye başladığımı anlatayım hatırladım şimdi. aynı ofiste çalışıyoruz dedim ya hani, bu bir gün bilgisayarında bir şey göstermek için yanına gittim bunun facesi açıktı. tam ben yanına geçtiğim an biri yazdı buna, yarrak gibi açıldı tabi chat penceresi. "ee ne zaman buluşuyoruz biz şimdi?" yazdı elemanın teki. hacı kıza güveniyorum siklemedim, kız da hemen kapatıp "eski iş yerinden arkadaş tüm ofis buluşacaktık da onu soruyor" dedi, iyi dedim. ama akla takıldı bi kere, faceyi patlattıktan sonra bu lavukla olan yazışmalarını da okudum durum hiç öyle değil. sonra bir gün cep telefonunu aldım bir şekilde, mesajlaşmalar, araşmalar filan öyle böyle değil.
- bu arada kızın benim onun facebook şifresini bildiğimden haberi yok. msn'i bildiğinden de yok. gelen bütün arkadaşlık isteğini koşulsuz şartsız kabul ediyor kız. bütün erkekleri. bir gün tak ettim. ya dedim bu adamı tanıyor musun sen? yok. bunu? yok. peki ya bunu? yok. dedim madem öyle neden kabul ediyorsun. neden özel hayatına dahil ediyorsun. olayın ne senin? tartıştık. sözde haklıydım. ama sonradan olacak olaya bak sen, kız yine kabul etmeye devam ediyor. ama bu sefer duvarından siliyor. face'e girip son eklenenler kısmından görüyorum ben.
- ha ama bu kızdan öyle ayrılmadık bak. diyorum ya çok toydum salaktım o zamanlar. bir de aynı iş yeri olunca her gün görüyorsun barışıyorsun bir şekilde. neyse. bu lise stajyeriydi o zamanlar, zaten ben de o yaşlardayım. üni'ye gidecekti. ev arkadaşı bulabilmek için bir ilan panosuna numarasını bıraktı, zaten numaramı değişitireceğim diye. iyi dedim. ben de her boka iyi diyormuşum. ama dikkat et işte buna hacı, bendeki güvene bak. işte mesele de bu zaten, bu kadar güvenden sıfır güvene nasıl iner insan onu anlatıyorum sana. sonra bıraktı numarasını. tabi erkekler aramaya başladı. bitanesiyle telefonda kavga bile ettim. neyse. aralarından bi çocukla muhabbet etmeye başladı bu. sözde ev bulmak için yardım ediyorlardı birbirlerine. sonra akşamında çocuk face'e ekledi bunu, kabul etti. biz kavga kıyamet. sonra ayrıldık. bir hafta sonra çocuğun profilinde bunun çocukla çekilmiş el ele kalpler içerisinde bir fotoğrafını gördüm. (he ondan sonra bir yıl peşimde koştu yalvardı yakardı barışalım diye ayrı konu ama konu bu değil.)
hacı bak hala bi kız arkadaşım olunca bu yukardaki olaylarla onu yargılayıp damga vurmuyorum, yaftalamıyorum. ama insan bi ürperiyor. ve öncelerdekinden daha kolay kaybediyor güveni. daha küçük bir olayda kırılıyor. aslen olay kızlara güvenmemek değil, güvenememek oluyor.
insanların neden bilgisayar başında saatlerini geçirdiklerini açıklayan nedenlerdir. tabi burada bilgisayar aslında bir genellemedir, playstation'u da katabiliriz içine, xbox'ı da öteki konsolları da.
basit olabilir bu nedenler, can sıkıntısında yapılan şeyler'e örnek gösterilebilir belki. zaman geçirmek, eğlenmek, aktivite vesaire.
ben sana benimkileri anlatacağım dostum. ilk canım sıkılıyor diye oynuyorum sanıyordum, başkaymış esasında.
biraz çok konuştum, sıkılırsın belki, fonda çalsın; https://www.youtube.com/watch?v=R8MzHqkNBwo
bu sıralar hayatımda en yoğun en çok yaptığım şey bilgisayar oyunu oynamak. en iyi becerdiğim de.
bi kere oyun kolay aga, çok kolay. en zor oyun bile kolay.
giriyorsun. "new game".
ne kadar kolay yeni bir başlangıç.
ya da "continue"
istersen bir yıl sonra gelmiş ol.
ya da online oynuyorsundur multiplayer. yeni bir sunucu; "join".
oyunda mısın? güzel.
ne kadar kolay lan önemli biri olmak, takım arkadaşının götünü kolla, bomba at, ateş et, en çok zombiyi sen vur, kimseyi geride bırakma.
listede en tepedesin, en çok asist de sende, baya adam ölmek üzereyken kurtardın.
iyisin.
onlar da iyi. tam ölmek üzereyken sen peşinden koşturuyor beş tanesi sana heal basmak için.
lan kalabalığı kaybettim öleceğim dediğin anda üzerine koşan zombinin kafadan vurulmasıyla anlıyorsun götünü kolladıklarını.
olm biliyorum sahte şeyler belki iyi güzel de,
ben moralim bozuk desem beş tane adam bulamam neyin var diyecek.
diyenler de "takma kafana" ile geçecek zaten, "boşver" diyecek.
hangisi sahte, kime göre sahte, neye göre sahte?
her zaman böyle olmuyor tabi, bazen sadece "olmuyor", yapamıyorsun.
ölmüyor amk zombileri.
rezil oluyorsun takıma, sevmiyorlar seni.
"disconnect"
yeni bir sunucu, yeni bir başlangıç.
sevilmeyecek gibi mi?
ötesi de var tabi, hiç gününde değilsen
Quit var orada.
bazı oyunlarda exit'tir bu ama onların amına koyim.
quit onun aslı.
quit aga, net, kolay, basit.
bırak, ayrıl, vazgeç.
yapamıyorum diyorsun, siktir olup gidicem diyorsun.
rahat bırakıyorlar ne bi soran var lan nereye diye, ne de gel be olm tarzı saçma bi samimiyet kuran var.
git, yine gelirsin. biz hep bekleyeceğiz seni burda.
gerçek hayatta da quit olsaydı ya keşke.
quit ne idüğü belirsiz sevgilim, seviyor musun sevmiyor musun anlamıyorum. ve sana güvenmiyorum.
quit kanka, bazen o kadar da kanka gelmiyorsun amk.
quit ev, quit iş. bu sorumluluk çok lan bana.
quit hepinize, bi siktirin gidin. oyun oynayacağım ben.
eğer her iki taraf da bilmiyorsa çok eğlenceli olacak bir evliliğe başlamaktır.
- yemek yapmayı beraber öğrenecek olan çiftler mutfakta birlikte vakit geçirerek eğlenecek ve ev içindeki kadın-erkek görevleri ayrılmak yerine ortak paydada buluşacaktır.
- birkaç başarısız deneme un yağ ve yeşillik içinde kalmış erkeğin isyan ederek "kızım siktiret ya dışardan söyleyelim" demesi ile gülerek bitecektir.
- bi boka benzeyecek ilk yemeklerde çift aslında hepimize olağan gelen bir şeye sevinip çok mutlu olacaklardır.
- bazen kız yemeği tek başına yapacak ve erkeğe sunacak. akibinde erkek yemeği yerken büyük büyük gözlerle ona "nasıl olmuş? nasıl olmuş?" anlamında bakacaktır. işte o sırada erkek "bok gibi" diyememenin tatlı gerginliğini yaşayacaktır.
olm daha uzatılır da neyse, kısacası yapın lan bunu nolucak amk, çok eğlenceli anılarınız olur.
he ama ekleyeceklerim var.
- daha yumurta bile kıramamanın tabiki övünülecek bi tarafı yok, yani kusura bakma da bunu maharetmiş gibi anlatanlara kafam girsin. he yapmayabilir, yapmak istemeyebilir, tecrübesi olmayabilir ama bununla övünmek mallıktır. yapanlar var.
- ek olarak lan yarram yemek yapmak kadının görevi mi? yani ben de karımın yemek yapmasını beklerim de, bir görev olarak değil. genelde seviyorlar ve beceriyorlar yemek yapmayı diye. bir çeşit sosyal rol gibi adlandırılabilir.
ayrıca ölse bile fark edilmeyecek yazarlar başlığına nicki yazılan yazardan daha kötüsü, nickinin dahi yazılmamasıdır.
eğer bu başlığa nickiniz yazılmamışsa üzgünüm ama siz şu kategoriye giriyorsunuz;
"ölse bile farkedilmeyecek yazar olduğu dahi farkedilmeyen yazar"