kainatin yaraticisinin olmadigina inanmaktir. akil var mantik var yahu... buraya yazdigim girinin yazani olmadigina inanmak gibi. çok gülünç gerçekten.
çekirdek çitlatanlar ve onlara küfreden kale arkasi tribünü taraftari kesin olur.
(bkz: bagirmayan taraftar siktirsin gitsin)
bide kahrolsun pkk, orospu çocugu israil tezahürati da olur...
bir diplomat öldürülmüs gibi yapilip, yüzü, ismi, cismi, ses tonu, gelmisi, geçmisi degistirilerek vatana hizmet ettirilmek üzere istihdam edilirse, bu diplomati öldürmekten beter eden kisiye terörist diyememektir. (bkz: aslan bey)
bilhassa mübarek gün ve aylarda kainatin iftihar tablosuna daha fazla okunmasi gereken duadir. mesela mevlit kandilinde çokça 'allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala ali seyyidina muhammed' demekte fayda vardir.
araplarin izledikten sonra türklere daha fazla sempati beslemelerinin umuldugu film. ben mesela arap olsam "helal olsun lan, aramizda israile türklerden baska kafa tutan yok aq" derdim. bide "yahudi mezalimini durdursa durdursa türkler durdurur" düsüncesi olusturabilir bu film.
yanliz filmin senaryosu çok dandik. mesela amerikan kizi daha güzel baglayabilirlerdi hikayeye.
filmin yapimcilarini kutluyorum.
vermaelen, sagna, fabregas, rosicky, nasri, eboue, song, walcott, arshavin, van persie, chamakh ve tabiki arsen wengeriyle dünyanin en sevilesi futbol takimidir. "türkiyede de bir gün böyle bir futbol anlayisi olur mu?" sorusunu sordurtan takimdir.
mesut özilin en çok gitmesini istedigim takim arsenaldi. çünki takim kendi akranlarindan olusacakti ve fabregasin yerini alacakti. takimin yas ortalamasi zaten hiç bir zaman 24'e ulasmaz arsenalde.
sanirim türkiyede arsenal vizyonunu yakalamak isteyen veya o yönde ilerlemeye çalisan tek takim kayserispordur. yeni transferleri ile takimi kaliteli yerli ve yabanci gençlerle doldurmuslardir.
arsenalin her oynadigi maçi seyirci zevkle izler.
eger sizde benim gibi bir futbolsever iseniz, ve polemiksiz kavgasiz futbol konusmak istiyorsaniz arsenali takip etmeniz gerekir.
sinemada hiçkirik seslerinin eksik olmadigi film. ben ise 3 yerde göz yaslarima boguldum:
1. filmin basinda sevinç gözyaslari akittim. üstadim ve nur kahramanlari rahat yatsin artik dedim.
2. ortalarda aklima birden koca osmanlinin nerelere düstügü geldi. yildirimlarin yavuzlarin torunlari ne duruma düsürulmüs. nasil ki asr-i saadette allah davasini kölelerle, siradan halkla yüceltti; aynen öyle de istanbulda düsen bayragi barlada memleketim köylüsüne ve sonra yine bu milletin çocuklarina verdi.
3. "bu sarik bu basla birlikte çikar" sözü de ani bir hiçkiriga yol açti.
açik konusmak gerekirse yönetmeni çok begenmedim. çok daha güzel olabilirdi. mehmet tanriseverin filmde üstada sarilmasi orjinal olmus. bediüzzamanin eserlerini ve hayatini defaatle okumus biri olarak konuya odaklandim, filmden zevk aldim, tavsiye olunur.
imani olmayan veya dinine pamuk ipligiyle bagli kisinin kendine göre hakli düsüncesi.
inanan bir insan bilir ki namaz bizim cennete giris biletimizdir...
namazla ilgili hazreti bediüzzamanin yorumu (bkz: dördüncü söz) :
namaz, ne kadar kıymetdar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar dîvâne ve zararlı olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:
bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, -herbirisine yirmidört altın verip- iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. ve onlara emreder ki: "şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri mübâyaa ediniz. bir günlük mesâfede bir istasyon vardır. hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. sermayeye göre binilir."
iki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. fakat, o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki: sermayesi, birden bine çıkar. öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmiüç altınını sarfeder. kumara-mumara verip zayi' eder, birtek altını kalır. arkadaşı ona der: "yahu, şu liranı bir bilete ver. tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. seni de tayyareye bindirirler. bir günde mahall-i ikametimize gideriz. yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir
lezzet için sefahete sarfetse; gâyet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
işte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
o hâkim ise; rabbimiz,hâlıkımızdır.o iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar. diğeri gafil, namazsız insanlardır. o yirmidört altrn ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. o has çiftlik ise, cennet'tir. o istasyon ise, kabirdir. o seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat'ederler. bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi bin senelik yolu, bir günde keser. bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesâfeyi bir günde kat'eder. kur'an-ı azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. o bilet ise, namazdır. birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. acaba yirmiüç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder. zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabûl ederse; halbuki kazanç ihtimali binde birdir. sonra yirmidörtten bir malını, yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı mûsaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyyet ile ibâdet hükmünü alır. bu sûrette bütün sermaye-i ömürünü, âhirete mal edebilir. fâni ömrünü, bir cihette ibkâ eder.
teröriste burs verdirttigi, masonik örgütlerle isbirligi yaptigi, basini açmayana burs verdirtmedigi, ve daha bir çok pisligin içinde bir kadindi merhum. ölmesi sevilme nedenlerinin basinda gelir.
ama keske ölmeseydi diyorum bazen. ölmeseydi de su an ulusalci derin yapinin çöküsünü gorseydi ve kafayi üsütseydi...
tartışıldıkça daha çok izleyici toplayan şerefsiz, orospu çocuğu dizi. niyetleri belli anlatmaya gerek yok.
tarihçilerin muhteşem yüzyıl dizisinde dikkat çektiği maddi hatalardan bazıları şöyle:
1. olaylar 1520'de geçmektedir. oysa topkapı sarayı'na haremin gelmesi 1540'ta başlar. bu tarihten önce harem, beyazıt'taki eski saray'daydı.
2. yavuz sultan selim'in rodos seferi için 200 parça kalyon hazırlandığı söyleniyor. osmanlı'da ilk harp gemisi 1644'te inşa edilmiştir.
3. 16.yüzyılda adına avrupa denilen müstakil bir coğrafya yoktu. bu kavram 18. yüzyıldan sonra aydınlanma döneminde ortaya çıktı.
4. hareme kızlar, seçilerek alınır, ardından çok ciddi bir eğitimden geçirilirdi. başta örf-âdet olmak üzere islami ilimler ile kabiliyetlerine göre birer sanatta yetiştirilirlerdi. dizideki harem halkının davranışlarının, asırlar boyunca süzülerek gelen 'saray terbiyesi ve nezaketiyle alâkası yok.
5. harem halkının muhafazasını sağlayan ve dışarıyla ilişkilerine yardımcı olan harem ağaları, binanın dışında kendilerine ayrılan nöbet yerlerinde beklerdi. harem ağaları da aynı terbiye ile yetiştirilirdi.
6. dizideki oryantal oyunlar ve müzik, osmanlı eğlence anlayışı ve musikisini yansıtmıyor.
7. babasının cenazesi ortadayken bir padişahın eğlence düzenlemesi inandırıcı değil.
8. osmanlı geleneğinde padişahın huzuruna baş açık çıkılmazdı
ayşe hür bugünki yazısında, cemal grandenin 'atatürk'ün uşağı idim' kitabından şu notları taraf gazetesine yazdı:
"devrin en ünlü rakısı dimitrokopulo'dan atatürk her gece yarım kilo içerdi. mezesi de sadece tuzlu leblebiydi. ara sıra da fava denen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesi istediği olurdu."
...
mustafa kemalin rakıya muhabbetini gösteren bir olay 9 ağustos 1928 geçesi sarayburnu parkında yaşanmıştı. unlu arap şarkıcı cemaliyye'yi dinledikten sonra mustafa kemal, elindeki kadehi halka doğru kaldırıp,
"arkadaşlar, hanımlar, beyler! şu gördüğünüz içki rakıdır. bunu vaktiyle padişahlar saraylarda dört duvar ve kafes arasında gizli gizli içerlerdi. bizse, hepmiz şurada toplu olarak alenen içiyoruz. iste azız milletimin önünde ve onun şerefine içiyorum" demiş, bunun üzerine gazinoda kim varsa ayağa fırlamış ve "yaşa paşam! sağol paşam! allah seni başımızdan eksik etmesin!" diyerek kadehlerini ona doğru kaldırmışlardı.
...
"her geçe içtiği halde atatürk'ün bir kere bile içki yüzünden kendinden geçtiğini, taşkınlıklar yaptığını görmedik, duymadım. aksını iddia edenler varsa, bunların yaptıkları düpedüz dedikodudan başka bir şey değildir..."