Klişe tabirle ‘inanılır gibi değil ama gerçek’. Bir internet sitesinde ‘Amerika’dan ithal’ bir ‘ürün’ hakkında yayınlanan bir ‘reklam’ bu:
“Her erkeğin hayalini süsleyen, elde etmek istediği bir bayan vardır ama çoğu zaman çabaları olumsuzlukla sonuçlanır. Bu noktada erkek farklı yollara başvurmaya çalışır bazen başı derde de girebilir yine de bayanı beraber olmaya ikna edemez. Ama artık C. Bayıltıcı Sprey var, bu bayıltıcı sprey ile istediğiniz bayanı çok rahat bi şekilde elde edebilirsiniz. Sprey’den çıkan gaz kişiye narkoz etkisi vererek kokuyu aldığı andan sadece 5 saniye sonra bayıltır. 1 saat aralıksız etkisi vardır”.
Devamı da var! Firma ‘tüketici haklarına’ çok da saygılı! istenen sonuç elde edilmezse para iadesi yapılacağını, spreyin en az 50, 60 kullanımlık olduğunu göğsünü gererek ilan ediyor. Garanti sadece ürün ömrüne ilişkin de değil üstelik. Spreyi kullanacak ‘erkek’ müşterilerini, ‘etkilemek’ istedikleri kadınlara bir şey olmayacağı konusunda da temin ediyor: “Bayılan kişi üzerinde herhangi bir yan etki göstermez, sağlığına zarar vermez. Hayvanlar üzerinde de etkilidir”. (!)
Gördüğünüz gibi her şey gayet açık, kimsenin kastığı, çekindiği, utandığı falan yok. Böyle bir ihtiyacın, böyle bir pazarın, ‘tecavüzü kolaylaştıracak ürün’ bekleyen ‘müşteriler’in olması, ürünün varlığından ve açıktan satışından daha dehşet verici değil mi?
Fatih Altaylı ve katil koca
Eski kocası tarafından en savunmasız anında, banyoda sırtından bıçaklanarak öldürülmüş kadının fotoğrafını tüm çıplaklığıyla gördüğünüzde ne düşündünüz? Zavallı kadını, katil kocayı yahut kadına yönelik şiddetin ölümcüllüğünü mü düşündünüz, fotoğrafı basan Fatih Altaylı’yı mı?
Altaylı fotoğrafı herkesi sarsmak, toplumsal farkındalık yaratmak için yayınladığını söylüyor.
Olan bu mu peki? Bu gerekçe, pornografik çerçeveyi aşabiliyor mu? Ölüm nedeni ne olursa olsun, gerçek bir kişinin ‘ölüm mahremiyeti’ne tecavüz edilmiş olmuyor mu o fotoğrafla? Altaylı’nın yaptığının, Şefika Etik’in varlığını, iradesini, hayatını hiçe sayan katil kocanın yaptığından ne farkı var?
Şefika hanımı bu fotoğrafla tanımak zorunda kalan bizler bile fena hırpalandık; ya ailesi, çocukları, arkadaşları nasıl taşıyacak bu yükü? Bu da ‘ağır şiddet’ değil mi? Bir gazeteyi yönetiyor, insanların hayatları ve ölümleri hakkında haber yapıyor olmak, haber konusu insanları ve muhatabı okurları gazetecilerin ‘malı’, istedikleri etkiyi yaratmak için oynadıkları ‘oyuncakları’ yapar mı?
Bu, bir büyük yanılgı, mesleki bir kibirdir ve unutmayalım ki ‘toplumsal cinnet’in yolları ‘medya cinayetleri’yle örülüdür. Her suç gibi bunun da bir cezası olmalıdır.
‘Avrat’ ve silah
Katliam sürüyor. Kadına yönelik şiddet, yumruklama, dövme, tekmeleme boyutlarını aşıp ‘ıslah etmekten’ (!) ‘öldürme’ amacına yöneliyor. Yani ‘kazara’ değil ‘kasıtla’ öldürüyor, bunun için ‘araç’ kullanıyorlar. Bu nedenle, ‘can havliyle’ çalışan Bakan Fatma Şahin, ilan ettiği seferberliğe tecavüz ürünlerini de, silahsızlanmayı da eklemeli mutlaka. Rakamlar korkunç çünkü.
Umut Vakfı’nın araştırmasına göre, Türkiye’de her 100 kişiden 12’si silahlı ve silahla işlenen cinayetlerin yüzde 14’ünde silahlar ruhsatlı. Ruhsatlı olmaları suça bulaşmalarını önlememiş yani. Son on yılda silahlı şiddet olayları yüzde 83 artmış. Bunların yüzde 23 buçuğu da aile içi şiddet. Ölümlü olaylar yüzde 43 gibi yüksek bir oranda aniden çıkan tartışmayla başlıyor. Evde silah olmasa, o tartışma ölümle değil sadece küslükle neticelenecek belki de.
Söylemezsem çatlarım
Mardin’de aralarında asker sivil bürokratların da olduğu 28 yetişkinin yedi ay boyunca tecavüz ettiği 13 yaşındaki N.Ç. davası ‘tam bir utanç davası’ halinde sürüyor. Adli tıbbı, yerel mahkemesi, son olarak Yargıtay Başsavcılığı ‘N.Ç. her şeyin farkındaydı’ diyerek sanıkların cezalarının en alt seviyeden kesilmesini istiyor. Hemen hiçbir konuda mutabakata varamayanların ülkesindeki şu dayanışmaya bakar mısınız!
Klişe tabirle ‘inanılır gibi değil ama gerçek’. Bir internet sitesinde ‘Amerika’dan ithal’ bir ‘ürün’ hakkında yayınlanan bir ‘reklam’ bu:
“Her erkeğin hayalini süsleyen, elde etmek istediği bir bayan vardır ama çoğu zaman çabaları olumsuzlukla sonuçlanır. Bu noktada erkek farklı yollara başvurmaya çalışır bazen başı derde de girebilir yine de bayanı beraber olmaya ikna edemez. Ama artık C. Bayıltıcı Sprey var, bu bayıltıcı sprey ile istediğiniz bayanı çok rahat bi şekilde elde edebilirsiniz. Sprey’den çıkan gaz kişiye narkoz etkisi vererek kokuyu aldığı andan sadece 5 saniye sonra bayıltır. 1 saat aralıksız etkisi vardır”.
Devamı da var! Firma ‘tüketici haklarına’ çok da saygılı! istenen sonuç elde edilmezse para iadesi yapılacağını, spreyin en az 50, 60 kullanımlık olduğunu göğsünü gererek ilan ediyor. Garanti sadece ürün ömrüne ilişkin de değil üstelik. Spreyi kullanacak ‘erkek’ müşterilerini, ‘etkilemek’ istedikleri kadınlara bir şey olmayacağı konusunda da temin ediyor: “Bayılan kişi üzerinde herhangi bir yan etki göstermez, sağlığına zarar vermez. Hayvanlar üzerinde de etkilidir”. (!)
Gördüğünüz gibi her şey gayet açık, kimsenin kastığı, çekindiği, utandığı falan yok. Böyle bir ihtiyacın, böyle bir pazarın, ‘tecavüzü kolaylaştıracak ürün’ bekleyen ‘müşteriler’in olması, ürünün varlığından ve açıktan satışından daha dehşet verici değil mi?
Fatih Altaylı ve katil koca
Eski kocası tarafından en savunmasız anında, banyoda sırtından bıçaklanarak öldürülmüş kadının fotoğrafını tüm çıplaklığıyla gördüğünüzde ne düşündünüz? Zavallı kadını, katil kocayı yahut kadına yönelik şiddetin ölümcüllüğünü mü düşündünüz, fotoğrafı basan Fatih Altaylı’yı mı?
Altaylı fotoğrafı herkesi sarsmak, toplumsal farkındalık yaratmak için yayınladığını söylüyor.
Olan bu mu peki? Bu gerekçe, pornografik çerçeveyi aşabiliyor mu? Ölüm nedeni ne olursa olsun, gerçek bir kişinin ‘ölüm mahremiyeti’ne tecavüz edilmiş olmuyor mu o fotoğrafla? Altaylı’nın yaptığının, Şefika Etik’in varlığını, iradesini, hayatını hiçe sayan katil kocanın yaptığından ne farkı var?
Şefika hanımı bu fotoğrafla tanımak zorunda kalan bizler bile fena hırpalandık; ya ailesi, çocukları, arkadaşları nasıl taşıyacak bu yükü? Bu da ‘ağır şiddet’ değil mi? Bir gazeteyi yönetiyor, insanların hayatları ve ölümleri hakkında haber yapıyor olmak, haber konusu insanları ve muhatabı okurları gazetecilerin ‘malı’, istedikleri etkiyi yaratmak için oynadıkları ‘oyuncakları’ yapar mı?
Bu, bir büyük yanılgı, mesleki bir kibirdir ve unutmayalım ki ‘toplumsal cinnet’in yolları ‘medya cinayetleri’yle örülüdür. Her suç gibi bunun da bir cezası olmalıdır.
‘Avrat’ ve silah
Katliam sürüyor. Kadına yönelik şiddet, yumruklama, dövme, tekmeleme boyutlarını aşıp ‘ıslah etmekten’ (!) ‘öldürme’ amacına yöneliyor. Yani ‘kazara’ değil ‘kasıtla’ öldürüyor, bunun için ‘araç’ kullanıyorlar. Bu nedenle, ‘can havliyle’ çalışan Bakan Fatma Şahin, ilan ettiği seferberliğe tecavüz ürünlerini de, silahsızlanmayı da eklemeli mutlaka. Rakamlar korkunç çünkü.
Umut Vakfı’nın araştırmasına göre, Türkiye’de her 100 kişiden 12’si silahlı ve silahla işlenen cinayetlerin yüzde 14’ünde silahlar ruhsatlı. Ruhsatlı olmaları suça bulaşmalarını önlememiş yani. Son on yılda silahlı şiddet olayları yüzde 83 artmış. Bunların yüzde 23 buçuğu da aile içi şiddet. Ölümlü olaylar yüzde 43 gibi yüksek bir oranda aniden çıkan tartışmayla başlıyor. Evde silah olmasa, o tartışma ölümle değil sadece küslükle neticelenecek belki de.
Söylemezsem çatlarım
Mardin’de aralarında asker sivil bürokratların da olduğu 28 yetişkinin yedi ay boyunca tecavüz ettiği 13 yaşındaki N.Ç. davası ‘tam bir utanç davası’ halinde sürüyor. Adli tıbbı, yerel mahkemesi, son olarak Yargıtay Başsavcılığı ‘N.Ç. her şeyin farkındaydı’ diyerek sanıkların cezalarının en alt seviyeden kesilmesini istiyor. Hemen hiçbir konuda mutabakata varamayanların ülkesindeki şu dayanışmaya bakar mısınız!
nagehan alçı yazdı:
Sabahtan beri karşımda, gazete demeye dilim varmayan Habertürk duruyor. Sürmanşetinde insanlık ayıbı, vahşet pornosu, dev bir fotoğraf! Fotoğrafta bir kadın. Ölen bir kadın. Sırtında dev bir bıçakla, kan revan içinde yatan, çıplak bir kadın. Gözler kapanmış, dudaklar morarmış, her tarafı kesik içinde... Böyle bir şiddet, böyle bir gözü dönmüşlük, böyle bir canilik yok, diye haykırıyorum ama nafile! Var! Öylece karşımda duruyor! Sadece bu kadının insan görünümlü canavar kocasının caniliği değil üstelik. O caniliği bizim hepimizin üzerine fırlatıp atan bir kağıt parçası olan Habertürk ve hala kendine gazeteci diyebilen bir Fatih Altaylı duruyor karşımda! insanlığımdan utanıyorum!
***
Sergilenen vicdansızlığın neresinden tutsam ki? Şiddetin sansürsüzce sergilenip, metalaştırılmasından mı? Saçını bile göstermeyen bir kadının çıplaklığının ortaya serilmesinden mi? Bir cinayetin kurbanının kişilik haklarının yerle bir edilmesinden mi?
Habertürk bu fotoğrafı yayınlayarak maalesef bu ülkede gazeteciliğin nasıl pespayeleştiğini beyan etmiştir. Vicdansızlığın ne kadar tepe noktalara gelebildiğini kanıtlamıştır. Üstelik bunu göstere göstere yapmıştır!
***
Şimdi dönüp bakıyorum da... Dehşete kapılıyorum ama şaşırmıyorum maalesef. Aynı Habertürk, Münevver'in başını kopartan kanlı testereyi yayınlayan kağıt parçası değil mi? Aynı Habertürk Münevver başsız bir şekilde mezarında yatarken, onun albümünden en şuh fotoğraflarını basan kağıt parçası değil mi? Tüm bunları yapan, yaptıran Fatih Altaylı durdurulmadığı, bu ülkede medyada isteyen istediği gibi at koşturup, hoyratlık ve sapkınlığını sergileyebildiği için bu gün o insanlık suçu fotoğraf hepimizin gözünün önünde duruyor...
***
Üstelik o fotoğrafı kılıfına uydurmaya çalışabilen isimler de hala çıkabiliyor! Uğur Dündar mesela. Katıldığı bir televizyon programında aynen şöyle diyor bize yıllardır 'duayen' diye bellettirilen ve ahlak dersi vermeye devam eden Dündar: 'Tabloid gazetelerde bu tip fotoğraflar her gün yer alır. Ancak okur bunu gazetenin bu kimliğini bilerek okur. Türkiye'de gerçek şu ki ciddi gazeteler de tabloid gazetecilik yapıyor... Sıkıntı burada. Yoksa dünyanın her yerinde bu tip haberler manşet olur, oluyor.'
Demek ki Uğur Dündar'a göre bu fotoğrafın yayınlanmasında sıkıntı yok. Tek mesele fotoğrafın Habertürk'te yayınlanmasında!
***
Sayın Dündar, siz ya Star TV'nin satışıyla işsizlik korkusuna kapılıp Habertürk kapısını açık tutmak istiyorsunuz ya da tuhaf bir şekilde bu fotoğrafın çıplaklık kısmına takıldınız. Evet, gazeteler çıplak kadın fotoğrafları yayınlıyor ama o fotoğraflarla bunun hiç ilgisi yok! Burada sırtında kanlı bir bıçakla ölmekte olan bir kadın var. Şiddet pornografisinin XXL'i var. Burada büyük bir sapkınlık var ama gazetecilik hiç yok! Bunu dünyanın hiçbir yerinde yayınlayamazsınız!
***
Böyle bir fotoğrafı gazetesinde sürmanşetten veren bir yayın yönetmeninin ve bu fotoğrafı makul bulan bir televizyoncunun 'ünlü ve büyük' gazeteci sayıldığı eski düzene artık hep birlikte ve avaz avaz 'yeter' demeliyiz! Yeter! Size ve vicdansızlıklarınıza artık yer yok!
Patronunu aklamak için takla atan yazar
Fatih Altaylı'nın bu hastalıklı manşetine vicdanlı tepki veren Habertürk yazarları Umur Talu, Nihal Bengisu ve Balçiçek ilter'i kutluyorum. Ama onların yanı sıra bu insanlık düşmanı zihniyeti meşrulaştırmak isteyenler de var maalesef. Bunların başında Ece Temelkuran geliyor. Yıllardır vicdan lafından geçinen Temelkuran, bloğunda yayınladığı 'Bıçak' adlı yazı ile tam anlamıyla vicdansız ve oportünist bir insan olduğunu gösterdi. Altaylı'yı aklamak adına bin dereden su getirip, patronuna şirin gözükmek için katledilmiş bir kadının kanlar içinde pornografik fotoğrafını sevişgen magazin fotoğraflarıyla kıyasladı. Faşist bir zihniyetle, 'Kürtleri gösterince bir şey olmuyor da şimdi mi ses çıkarıyorsunuz' kıyasına girmiyorum bile... Mide bulandırıcı hakikaten!
Bir sözüm de şu saate kadar bir tepki vermeyen Amberin Zaman'a: Benim tanıdığım Amberin onuruyla bu gazeteden istifa eder. Böyle bir kadın ve insan düşmanıyla yan yana anılmak istemez...
sevgilinin kalbini kırdığın ve gönlünü almadığın için müstehak olduğun durum. başkaları olsa da hiçbiri o olmayacak, yatağın asla gerçekten dolmayacaktır.