insanlardan hiçbir beklentiniz olmaması durumu. sizi %99.9 mutlu edecek formül. %100 neden değil? çünkü nefes alıyorsun ve annenin karnında değilsin artık, yani kısacası mutluluk yoktur.
- taş olmuşsun haber vermiyorsun ayça?
- geçti borun pazarı öküz!
- evet bence de bayaa geçmiş! memeler filan taş olmuşsun. bi dadına baksaydım bari?
- hadii, ikilee!
- peki, ben de evde jenna jamesson'ın son dvd'sini izlerim, ağlarım ve gözyaşlarım toprağa karışır.
- hadi hadi acındırma kendini, yok sana meme, naş naş!
- güle güle güzel ayça, elveda ay elveda feza!
şimdi filmlerde oluyor bu. ama gerçek hayatta da olabilir, neden olmasın?
- aaa aha, ya nazlı?
- evet bekir benim, tanıyamadın mı?
- ya yok tanıdım canım tanımaz mıyım?
- neden peki bu şaşkınlığın?
- ya ne biliyim, çok değişmişsin?
- nasıl yani?
- e güzelleşmişsin bayaa.
- hıı hıı teşekkür ederim.
- eskiye dair bir şeyler kalmadı içinde değil mi?
- bi siktir git yaaa, o kadar peşinden koştum zamanında ama sen yüz vermedin bana. şimdi mi aklına geldi?
- ama taş olmuşsun haber vermiyorsun hiç ?!
- hadi ikile! o ereksiyonunu da başka yere sakla, naş naş!
- ühü, lan bari benim evde bir kahve içseydik, eski günlerden bahsederdik filan!
[ortama bir jeep yanaşır ve pencereyi açan adam: "hadi aşkım nazlı. gidelim!" der]
- ühühü kim lan bu herif?
- ay sanane aptal, git kendi işine!
- ya olsun tamam, yine de bi rakı balık yaparız di mi?
- eve git 31 çek!
- hı hı, bence de en iyisi.
bunlar, genellikle "ben zaten hep erken boşalırım ayça" diyemeyen erkeğin, ardına saklandığı bahaneler oluyor. hepimiz zamanında saklandık bunların arkasına diye genelleyemem ama ben mesela bir tanesini anlatayım:
lisenin bittiği yıl, takriben 1997! ilk ilişkisinde en çok hatunun elini tutabilmiş, yanaklarından öperken bile fenalaşan bir civan delikanlı. böyle taşı sıksa suyunu çıkarır ama. hatun kişi liseden arkadaş, belli ki er kişimizle sevişecek. ama nerdeee? herif utangaç, badak işte bildiğin badak. tabii ki erken de boşalıyor çünkü badak, kadınlardan çekiniyor, ilişki tecrübesi yok. ama azim yapılmış, bu iş bitecek.
kızla birlikte eve gelinir, anathema kaseti atılır müzik setine. cd filan çok bahalı işlerdi o zamanlar, herkeste yoktu. tabii genç erkek evladımız anathema nedir hiç anlamaz, ama hatun kişi geleceğinden ötürü entel görünmek gerekir. oysa, lan anathema'nın nesi seni entel gösterecek ki di mi ama?
biralar çıkarılır dolaptan ama, eve daha önce bira girdiği vaki değildir, hepsi hatuna karizma yapmak içindir. içkiler duyumlanır, yakınlaşma başlar. civan mert oğlumuz kızı öyle yamuk yumuk öper ki, kız kıllanır bu durumdan ama ses etmez, çünkü erkek evladımız ilk defa bir kadını öpmüştür.
ancak, porno filmlerden öğrenilen hayat gerçekleri vardır, hatunun üzerindekiler çıkarılmalıdır. fakat, arada südyen gibi kocaman bir engel vardır, açılmaz kopçası namussuzun. uğraşılır, ter içindedir çocukcağız, ama halledilmelidir bu iş. sonunda, direkt açmadan yukarı doğru çeker sütyeni ve oooooops!! "meme lan bu, hem de canlı canlı" diye içinden geçirir. neredeyse boşalmak üzeredir.
sonra tenler çırılçıplaktır. artık içeri girme vakti gelmiş, meçhûle giden geminin limandan kalkma vaktidir. alti kere gidip yedi kere gelmek sonrasında, civan kişilik boşalır, kız bir şey anlayamaz ve sorar:
- ne oldu canım, bir şey mi var, devam etsene?
- yyaaaani ben ayça * şimdi şey oldu.
- ya hasta mısın? yüzün sapsarı oldu.
- ah evet ya dün acılı adana yemiştim, midem çok kötü, ondan şey oldu zaten, erken oldu.
- ah canım ya geçmiş olsun!
tabii kız yedi mi bunu? yemedi. çünkü neden? sen hasta olsan o biraları nasıl içecen? o hatunu nasıl eve getirip anathema dinletecen?
kız bir daha aramadı sormadı dostlar! ağladım ama fayda vermedi, gitmişti bir kere güzel memelerini de yanında götürüp. ve ben ne zaman bir kadınla sevişsem o gün aklıma geliyor ve boşalamıyorum, olmuyor..
dünya tarihinde sadece süleyman demirel'e nasip olmuş eylem biçimi.
süleyman demirel'den bağımsız olarak şöyle bir kullanımı olabilir:
- altı kere gidip yedi kere geldim hüseyin abi!
- sonra ne oldu yeğenim?
- vallaha işte dayı ben yani şey ..
- lan yoksa?
- öyle valla abi, dediğin gibi.
- olm sana başka şeyleri getir aklına demedim mi?
- abi getirdim ama olmadı.
- ya hu nasıl olmaz?
- abi dün gece acılı adana yediydim ondan olmasın?
- la bırak allasen ya, hem erken boşalıyor hem güçlü. git gözüme gözükme.
harika bir E. CEM ATBAŞOĞLU yazısı. makul bir kısmını alıntılıyorum:
Geçenlerde basında yer alan "psikiyatrik ilaç terörü" tartışması, belli bir bağlam içinde ilişkilendirilmeksizin üst üste konmuş demeçlerden oluşuyordu. Yazıda, antidepresanların gerektiğinden fazla kullanıldığı, psikoterapi diye sunulan her hizmetin yeterince nitelikli olmadığı gibi birkaç doğru saptama vardı. Ancak bunlar, kendi mesleğinin etik sorunlarına kafa yoran psikiyatristlerin söylediklerini, farmakologlarla psikologların uyarısıyla aklı başına gelmiş doktorların itirafları kılığına sokacak biçimde kullanılmıştı. Ortaya çıkarılan "terör" tablosu, böylece, konuya disiplinler arasındaki iktidar mücadelesini sezemeyecek kadar uzak olan ya da bu konuda ne yazılırsa ilgiyle okumaya, benimsemeye hazır okur için, neredeyse inandırıcı oluyordu ya da maalesef, oldu. Yazıda söylenen her şeye tek tek cevap vermek gerekmez. Benim asıl yapmak istediğim, bunun dikkate değer bir antipsikiyatri hareketi değil, basit bir iktidar mücadelesi olduğuna dikkat çekmektir. Bir de, reçete yazımında ya da psikoterapi uygulamasındaki sorunları saptayanın sadece farmakologlarla psikologlar olmadığına.
Foucault modernitenin, iktidarın düzene sokucu, yola getirici niteliğini eleştirirken, tıbbın tarih boyunca hikmeti kendinden menkul sayılagelmiş otoritesi de bundan nasibini aldı. Bunun dışında, değil böyle safdil çıkışlarla dikkat çekmeye çalışmak, psikiyatriyle özel bir derdi de yoktu. Laing kendini doktor yerine -halüsinojenle üretkenleşen -bir sanatçı olarak tarif etseydi daha iyi olurdu ama, hiç olmazsa söylediğinin içeriği fakir değildi. Szasz, yıllardır aynı mantık hatasını tekrarlayarak, özetle "Psikiyatri yoktur" diyor. Bunlar antipsikiyatri denince ilk akla gelen adlar. içlerinde, sıkıntısını üretkenliğe çevirmek yerine mesleğe içerden muhalefet ederek meşhur olmayı seçmiş olanı, Szasz'dır. Foucault, zengin bir iktidar eleştirisi yaptı, Laing'in acısı, yazdığının hakkını verecek şiddetteydi, Szasz ise tek bir önermeye, "göremiyorsam hastalık değildir" önermesine dayandırdığı itirazını yıllarca sürdürdü, meşhur oldu.
Türkiye'de de, kariyerini sadece psikiyatri karşıtı bir duruş ile kuranlar var. Bu kişiler, mesleğinin etik sorunlarına bal gibi aklı yeten, şarlatanlıktan kaçınan doktorlar olabileceğini düşünmüyorlar, görmüyorlar. Kapsamlı bir eleştiride bulunmaksızın, isyanlarını tutarlı bir politik mücadele sanıyorlar ya da öyle sunuyorlar. işin ilginci, o kadar çok konuşma yapıyor, yazı yazıyorlar ki, arada bir doğru bir eleştiride bulundukları da oluyor.
itirazın temelinde ne var?
Bu tür iddiaları yalnızca savunmak ya da reddetmek mümkün değil. Normale, hastalığa, otoriteye ilişkin ahlâki kabuller içerdiklerinden, değer seçimlerini zorunlu kılıyorlar. Foucault'nun eleştirisinde de bazı ön kabuller içeren bir etik tartışması vardı, ruhsal rahatsızlıklar püritence romantize ediliyordu. Ama bu eleştiriler kapsamlı sosyal-politik bir analize dayalıydı. Bugünkü itirazın temelinde ise, kanımca, politik bir duruştan çok ekonomik etmenler var. Psikiyatrinin işine yarayabilecek kapsamlı bir yöntem eleştirisinden çok bu disiplini yok sayma gayreti var. Piyasadaki "iş"in meşruiyetini kanıtlama çabası, kuramsal bir tartışma gibi sunuluyor: Ciddi bir yöntem eleştirisiyle değil, bir iktidar mücadelesiyle karşı karşıyayız.
O demeçlerin üst üste dizilmeye değil, tercümeye ihtiyacı var. Tercüme edip düşünelim ki, safdillikle iktidar mücadelesinin ürünü olan bu "terör" tablosu ciddi bir antipsikiyatrik eleştiri sanılmasın:
Eleştirilerin odak noktalarından biri, psikiyatrinin bir tıp dalı olarak benimsediği yöntemlerdir. Psikososyal yorumu-anlamayı, tıbbi-biyolojik açıklamanın karşısına koyan bu eleştiri, şu çok eski, daha önce akıl edilmiş, hâlâ düşünülen, içinden çıkılması o kadar da kolay olmayan ya da sadece isyan ederek cevaplandırılamayacak olan soruları yeniden soruyor: Psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıklar nasıl ortaya çıkar? Bu rahatsızlıkların belirleyicisi doğa mıdır, çevresel etmenler midir? Bunları biyolojinin yöntemleriyle mi anlamaya çalışmalıyız, insan bilimlerinin yöntemleriyle mi? Görgül yöntemlerle mi, uslamlamaya, sezgiye dayalı yöntemlerle mi? Benzerliklere odaklanan nesnel gözlemler yapmak mı doğrudur, yoksa tek tek vakaların ayrıntılarına, hikâyelerine mi? Başka bir eleştiri konusu, psikiyatrinin kadir-i mutlak, alim-i mutlak konumudur; ilgi alanı içindeki rahatsızlıkları hastalık modeli içinde ele alıp nedenleri, tedavileri üzerinde nihai sözü söylerken sergilediği otoritedir.
insanın bütün ruhsal acılarını, sıkıntılarını tıbbi model içinde ele almanın, etik sorunları bir yana, düpedüz bir yöntem hatası olabileceğini, sinirbiliminin hayatın bütün sıkıntılarını anlamaya yetmeyeceğini sadece meslek dışından olanlar mı anlıyor? Tıbbın içinde, sadece tıbbi modele uygun sayılabilecek rahatsızlıkları hastalıktan sayarak, diğerlerini araştırma kategorileri olarak ele alıp bunlara "inanmayı" erteleyerek ya da reddederek varolan, bilimsel kuşkuculuğu en az temel bilimciler kadar benimsemiş olan akademisyenler ya da uygulamasını sadece ilaç şirketlerinin tanıtım bilgileriyle sınırlandırmayan klinikçiler var. Organik-psikojen, genetik-çevresel gibi ikiliklerin yapaylığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor, "Descartes'ın hatasına" daha seyrek düşülüyor.
Kaldı ki, sınıflandırma, hastalık-rahatsızlık farkı, teknisyenlik-şifacılık karşıtlığı ya da belirsizliğe tahammül edebilme gibi sorunlar psikiyatriye özgü değildir, genel tıp antik dönemden beri bunlarla uğraşıyor. Fizik tedavi ya da immünoloji karşıtı yazılar neden yok? Bilimsel yönteme ilişkin bir tartışmanın soğukkanlılıkla yürütülmesi beklenmez mi? Bu hararet nereden çıkıyor?
Bir, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların, uygulamada kullanılan yöntemlerin etik izdüşümleri başka disiplinlerdekine göre daha geniştir, ideolojize edilmeye daha yatkındır. iki, elimizdeki bilgi birikimi bütün hızlı gelişmelere karşın yetersizdir, beden-zihin ikiliğini ortadan kaldıracak bir entegrasyona imkân tanıyacak düzeyde değildir. Dahası, akademide bu tür bir ortak araştırma, çalışma geleneği yerleşmiş durumda değildir, eğitimdeki yansımaları da kısıtlı düzeydedir.
Farklı bakış açılarının birbirlerinden bağımsız olarak ürün vermeye devam edişinin nedeni, psikiyatrinin ilgi alanı içindeki rahatsızlıkların çok geniş bir yelpazeye yayılmış durumda olmasıdır. Tıbbi modele tamamen uyan rahatsızlıklar da psikiyatrinin ilgi alanı içindedir, -en azından bugünkü bilgi birikimi ile- tıbbi model içinde ele alınması eksik ya da yanlış olacak rahatsızlıklar da.
ilaç firması: abi ilaç satmamız lazım
psikolog/psikiyatr: ilaç firmalarıyla ilişkimizi korumak için ilaç yazmamız lazım.
gariban vatandaş: abi çok hastayım, aşk acısı çekiyorum, kimse anlamıyor beni.
psikolog/psikiyatr: şu ilaçları düzenli olarak al.
ilaç firması: işte budur.
hastalık yaratılmazsa ya da olmazsa, bu adamların varlık sebepleri olamaz. hastalıklara çare bulundukça da yenileri üretilmelidir..
evet, bilimin ilerlemesi, etik filan dediğinizi duyar gibiyim. ama yedik biz onu, yok öyle bir şey. dünyanın en güçlü lobisi ilaç lobisidir. silah lobisiyle başa baş gitmektedirler. herkese silah lazım olmaz ama ilaç herkese lazımdır.
bu anlattıklarım, ilaçların gereksiz olduğu anlamına asla gelmez. bahsetmeye çalıştığım ilaç sektörünün vahşiliğidir.
merkezi avrupa'nın büyük devletlerini tanımlamak için kullanılan terim. kıta avrupası deyince akla almanya, fransa, hollanda, belçika gelir. roma cermen imparatorluğunun halklarının topraklarını tanımlar.
türk hatunu tarafından itinayla yapılan bir iş. şimdi sevişmek dediğin nefes almak gibi, çiş yapmak gibi bir olay. son derece doğal bir atraksiyon yani. ama türk hatunu ne yapar? bunu erkeğe bir ödül ya da ceza olarak görür, bu konuda toplum ikiyüzlülüğünden ötürü obsesiftir.
ben, naçizane hiçbir batılı (merkezi avrupa) kadında böyle bir obsesif davranışa rastlamış değilim. özellikle fransızlar'da böylesi bir durum hemen hemen yok gibi.
kadınla sevişince, sanki erkeğe dünyayı bahşetmiş gibi davranıyor, bir şeyler bekliyor. oysa, lan sen de benimle seviştin, ben de seni ödüllendirmiş olmuyor muyum be hey dürzü?
tatlı su aydını fenomenine karşıt aydın türü. kültür balıkçılığın geliştiği bu aydın türünde genellikle plankton, yani suyun yüzeyine pek yakın surette dolanan minicik canlılar topluluğunun yerini, mavi ve yeşil algler almıştır.
meme = göğüs üzerinde asılı duran şirin mi şirin, güpgüzel bir organ. süt verir.
göğüs = memenin üzerinde asılı bulunduğu geniş düzlük. yayla, bin yayla.
şimdi nezaket adına meme yerine göğüs diyenleri ben bazuka ile katletmek istiyorum. bazukayı kuzey ırak'tan 15 dolara satın alıp bunu yapmak niyetindeyim.
sen şimdi nazik olacağım diye tutup kelimeyi yanlış kullanıyorsun, hem cahil olmuş oluyorsun, hem de nezaketin kalmıyor. hani burda ironi?
ek: ben derken, kendimi değil, bilakis benjamin linus'ı kastettiğimi anlamışsınızdır. ben tavuk yetiştiriciliği mezunuyum, ama tavuklu saat tamiri yapıyorum.
nazi almanyası döneminde toplama kampları (misal auschwitz veya sobibor gibi) ile ilgilenen bir birlikti kendileri. sonrasında merkezi avrupa'nın çeşitli bölgelerinde başarılı operasyonlar yapmışlardır. kurukafa birliği anlamına gelir. call of duty'nin çeşitli versiyonlarında görülebilecek askerlerdir aynı zamanda.