Kimse Yok Mu Derneği Diyarbakır Şubesi'nde ortaya çıkan "hayali yardım skandalı" büyüyor. Dernek tarafından tutulan kayıtlar üzerinde yapılan incelemelerin çoğunda yardımların gerçek sahiplerine verilmediği ortaya çıktı.
Kimse Yok Mu Derneği Diyarbakır Şubesi tarafından yapılan hayali yardımlara ilişkin Dicle Haber Ajansı'nın (DiHA) ortaya çıkardığı skandal büyüyor. ihtiyaç sahiplerine verilmiş gibi gösterilen hayali yardımların bir yenisi de dernek tarafından "Ayrıntılı Şekilde Yapılan Yardım (1)" ve "Sosyal inceleme Belirsiz -3-" isimli dosyalarda yapılan inceleme ile ortaya çıktı. Söz konusu dosyalarda Diyarbakır'da ikamet eden yurttaşlara dağıtıldığı iddia edilen yardımların sadece tutanaklardan ibaret olduğu öğrenildi. Söz konusu hayali yardımların belirli mağazalara satıldığı iddiası geçerliliğini korurken, ortaya çıkan yeni skandallara ilişkin DiHA'ya konuşan yurttaşlar ise, kendilerine yardım verilmediğine dikkat çekti. 2009 ve 2010 yılında dağıtılan kimi yardımların kayıt altına alındığı dosyalarda yer alan isimlerin bir kısmına ulaşılmazken, ulaşılan birçok yurttaş ise söz konusu yardımları almadıklarını belirtti.
"Ayrıntılı Şekilde Yapılan Yardım (1)" isimli excel dosyasında 23 Şubat 2009 tarihi ile "Ayni yardım çıkış" olarak işlem yapılan ve 40345 hareket numarasıyla kayıt altına alınan 319,00 TL'lik yardımın A.B. isimli yurttaşa verildiği şeklinde tutulan kayıt dikkat çekiyor. Kendisine yardım ulaştırılmış gibi gösterilen A.B, yardım listesinde sadece gıda kolisi olarak yer alan yardımı aldığını, bunun dışında kendisine herhangi bir yardım verilmediğini söyledi. Yardımın yapıldığı dönemde Dicle Üniversitesi'nde okuduğunu ve cemaatte kaldığını dile getiren A.B, bu dönemde gıda kolisi için derneğe başvurduğunu, başvurunun ardından da kendisine sadece gıda kolisinin ulaştırıldığını; ancak diğer yardımların verilmediğini belirtti.
'Ablalar bizim adımıza alıp başkalarına veriyorlardı'
Aynı dosya içerisinde 24 Şubat 2009 tarihli ve 40352 hareket numarası ile işlem yapılan kayıt ise hayali yardım skandalının içerisinde Gülen cemaatinin de parmağının olduğu şüphesini uyandırdı. N.D. isimli yurttaş adına kayıt altına alınan işlemde yurttaşa 488 TL'lik yardım verildiği yönünde hayali yardım kaydı tutuldu. N.D, şahsi olarak herhangi bir yardım almadığını kaydederek, "O dönem hizmetteki ablalarımız bazen böyle şeyler yapıyorlardı. Bizim adımıza alıp başkalarına veriyorlardı" dedi.
'Başvuru yaptım yardım almadım'
"Sosyal inceleme Belirsiz -3-" isimli dosyada yapılan araştırmada ise Ayşe Ergin isimli yurttaşa da bu şekilde yardım verilmiş gibi kayıt tutulduğu görülüyor. Ergin, hayali bir şekilde verilmiş gibi gösterilen yardımı almadığını söyledi. Ergin, birkaç yıl önce derneğe yardım almak için başvurduğunu; ancak dernek tarafından kendisine herhangi bir yardımın ulaştırılmadığını söyledi. Ergin, gerekmesi durumunda dernek hakkında hukuki yollara başvuracağını belirtti. Dosyada, "93500 nolu mağdur" olarak gösterilen Ergin'e, 8 Şubat 2010 tarih ve 3069 belge numarası ile kayıt altına alınan 342 TL'lik yardım verilmiş gibi gösteriliyor.
'Evde inceleme yapıldı yardım verilmedi'
Dosyada "41019 nolu mağdur" olarak ismine kayıt düzenlenen Meynur Gezen isimli yurttaşa da 3 Şubat 2010 tarihinde 548,24 TL'lik yardım yapıldığı şeklinde kayıt tutuldu. Gezen'in eşi Yasin Gezen, eşinin ismine yapılmış gibi gösterilen yardımların kendilerine hiçbir şekilde ulaştırılmadığını söyledi. Gezen, kendilerine yardım vereceklerini beyan ettiklerini; ancak en ufak bir yardım almadığını kaydetti. Kendisine yardım verilmiş gibi gösterilen kayıtlarda Gezen'e aynı gün içerisinde yaklaşık 3 buçuk saat arayla iki farklı işlemle yardım verilmiş gibi kayıt yaptırıldığı ortaya çıktı.
Tek seferde aynı çocuğa 12 kazak verilmiş!
"Sosyal inceleme Belirsiz -3-" isimli bilgisayar dosyasındaki bir diğer hayali yardım ise E.Ç. isimli yurttaşa verilmiş gibi gösterilen yardım oldu. Söz konusu kayıtta "38777 nolu mağdur" olarak kendisine yardım verilmiş gibi gösterilen yurttaşın da listede yer alan yardımları almadığı belirtildi. Hayali yardım 3199 belge numarası ile 52857 işlem numarası ile 20 Şubat 2010 tarihinde ulaştırılmış gibi kayıt altına alınırken, söz konusu kayıtta yurttaşa giysilerden oluşan 583,30 TL'lik yardım yapıldığına yer veriliyor. Aynı listede yurttaşa verilen yardımların arasında 20,00 TL'lik 12 adet çocuk kazağının yer alması da dikkat çekti.
Bir günde aynı isme 3 farklı yardım verilmiş!
Dosyadaki farklı bir kayıtta ise "68770 nolu mağdur" olarak kendisine yardım ulaştırıldığı iddia edilen A.A. isimli yurttaşa aynı gün içerisinde 3 farklı yardım yapılmış şekilde kayıt tutuldu. 3265, 3266 ve 3267 belge numaraları ile toplamda bin 176,44 TL'lik yardım almış gibi gösterilen yurttaşında bu yardımları almadığı ortaya çıktı. Söz konusu hayali yardım kaydında çocuk giysisinden gıda kolisine, kadın ve erkek giysisine kadar birçok kalemde yardım verilmiş gibi kayıt tutulmuş. Yine aynı excel dosyasında 3049 belge numarası ile "93519 nolu mağdur" olarak kendisine yardım verilmiş gibi gösterilen G.P. isimli yurttaşa da 393,24 TL'lik yardım yapılmış gibi kayıt tutulurken, kayıtta gıda kolisi ve giysilerden oluşan yardım listesindeki yardımlar da yurttaşa ulaştırılmayan hayali yardımlardan birkaçı.
'Mektup yazdım yardım almadım'
Dosyada "15288 nolu mağdur" olarak F. B. isimli yurttaşa ilişkin tutulan 3104 belge numaralı kayıtta ise 346,00 TL'lik yardım verilmiş gösterilmiş. Bu kayıtta önceki kayıtlar gibi hayali bir şekilde yapılmış gibi gösterildi. F.B, kendisinin derneğe farklı bir konudan dolayı mektup yazdığını; ancak herhangi bir yardım almadığını belirtti. "37174 nolu mağdur" olarak, 3101 belge numarası ile 10 Şubat 2010 tarihinde kendisine 260,00 TL'lik yardım verilmiş gibi gösterilen S.O. isimli yurttaşın da bu yardımı almadığı öğrenildi.
Fazla yardım verilmiş gibi gösterildi
Dosyadaki bir başka kayıtta ise yurttaşa verilen yardımların fazla gösterildiği ortaya çıktı. 16 Şubat 2010 tarihinde 3122 belge numarası ile tutulan kayıtta çocukları için giysi yardımı alan S.A. isimli yurttaşın, kayıtta yer alan yorgan ve erkek giysisi gibi yardımları almadığı belirtildi.
Kimse Yok Mu Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Ahmet Dabanoğlu ise ortaya çıkan bu skandalları yalanlamakla yetinmiş ve böyle bir şeyin söz konusu olmadığını savunmuştu. - See more at: http://www.bestanuce1.com...-buyuyor.anf#.Ug987KwwHMw
ANF 11:38 / 19 Ekim 2012 HABER MERKEZi - PKK ve PAJK'lı tutsakların 12 Eylül'de başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevine katılan tutsakların sayısı her geçen gün artıyor. Şu ana kadar isimleri öğrenilen 483 tutsağın açlık grevinde olduğu belirlenirken, sayının bine yaklaştığı tahmin ediliyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılarak sağlık, güvenlik, özgürlük koşullarının sağlanması, Kürt halkının anadilde eğitim ve savunma taleplerinin karşılanması için Türk cezaevlerindeki PKK ve PAJK'lı tutsakların 12 Eylül'de başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevleri yüzlerce tutsağın katılımıyla devam ediyor.
Hükümet, medya cephesi ve kamuoyunun konuya karşı duyarsızlığı ve sessizliği devam ederken, 58 cezaevinde açlık grevinde olan 483 tutsağın isimleri belirlendi.
Tutsaklar 12 Eylül'den itibaren başlayarak belirli günlerde grup grup açlık grevine dahil oldu. 15 Ekim'de ise tüm cezaevlerinde tutsaklar gruplar halinde açlık grevlerine dahil oldu. Açlık grevine girenlerin sayısı henüz tam olarak bilinmezken sayının bine yaklaştığı tahmin ediliyor. En son BDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve Van Belediye Başkanı Bekir Kaya da açlık grevine girdiklerini duyurmuştu. Açlık grevlerine giriş tarihlerine göre isimleri öğrenilen tutsakların listesi ise şöyle:
-12 Eylül'de açlık grevine başlayan cezaevleri ve tutsaklar
Diyarbakır D Tipi Cezaevi: Ersan Nazlıer, Ferhat Önder, Mazlum Tekdağ, Ercan Şengül, Tayip Temel, Ramazan Başarı, M. Şerif Aslan, M. Salih ilen, Ramazan Yıldırım, Fırat Bilir, Sami Ceylani, Davut Polat, Erdal Emeç, Cihat Bekir, Osman Ötün.
Diyarbakır E Tipi Cezaevi: Sara Aktaş, Mizgin Arı, Nihayet Taşdemir, Herdem Kızılkaya, Pero Dündar, Besime Konca, Seve Demir, Taybet Belge, Zeynep Kaplan.
Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Ömer Faruk Çalışkan, Fehmi Arslan, Mahmut Gücin, Yusuf Keskin, Cevdet Halim, ibrahim Aykurt, Nihat Baran, Necat Saçi, Aydın Tunç, Hakan Yalçınkaya.
Kandıra 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Muhammet Mahmo, Şehmus Öncel, Yasin Yılmaz, Ersin Yolu, Erol Şen, Suphi Yalçınkaya, Emrah Kaplan, Nazmi Doğan, Abdullah Rüzgar.
Siirt E Tipi Cezaevi: Gülistan Abdo, Gülan Kılıçoğlu, Emel Gültekin, Dilşah Kocakaya, Rızgar (Ecevit) Turan, Burhan Eviz, Tevfik Özdemir, Erdi Çelik, Abdurrahman Budak, Lokman Karaşi.
Bolu F Tipi Cezaevi: Sakıp Hazman, Abdullah Oral, Maruf Türka, Aydın Şaka, Muzaffer Akengin, Murat Avcı, Hasan Ateşçi, Ali Şek, Ali Adıman, Ahmet Akkurt.
Erzurum Oltu T Tipi Cezaevi: Nihat Varlı, Tahir Temel, izzet Eren, Sedat Avcı, Bayer Uğurlu, Salih Erdem ve Bülent Akar
- 24 Eylül'de süresiz dönüşümsüz açlık grevine giren cezaevi ve tutsakların isimleri;
Erzurum H Tipi Cezaevi: Haci Sincer, Selman Gülbahçe, Sinan Gencer, Ömer Çelik, Adem Yılmaz, Muzaffer Yılmaz, Kani Çelik, ibrahim Vezir Abbasaviç, A. Kadir Irmak, Veysi Akgönül.
Rize Kalkandere Cezaevi: Sedat Çayır, Mehmet inatçı, ilhan Dayan, Mazhar Tümen, Şerif Erten, Recep Bal, H. Mesut Çelebi, Edip Erdem, Mahsum Kahraman, Metin Toprak.
Antep H Tipi Cezaevi: Mehmet Çelik, Cevzet Derse, Müslüm Demir, Necmettin Ayhan, Murat Gümüş, Eyüp Çelik, Mülazım Manyak, Şaban Şahin, Mübarek Aku ve ilyas Arzu.
Silivri 2 No'lu L Tipi Cezaevi: Mümtaz Aydeniz, Rıdvan Balku, Erdal Avcı, Aslan işçioğlu, ismail Adalmış, Arif Yılmaz, Osman Koşut, Mehmet Selim Çelik, M. Baki Bingöl, Şeyhmus Kalkan.
Midyat M Tipi Cezaevi: Derya Moray, Ayşe Kara, Mustafa Ayhan, Kemal Bahtiyar Hasan, ilyas Demir, Beyhan Gözmen, Gıvara Atıko.
Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi: Yunus Durdu, Musa Arslan, Fırat Arzu, Mehmet Yavuzel, Cumhur Karuman, Hiriş Menberi, Emin Gezer, Şirin Şahin, Züleyha Yılmaz ve Behice Tanrıverdi.
Edirne F Tipi Cezaevi: Nasrettin Merter, Hasan Kızılkan, Ersin Kazgan, Barış Mete, Yıldırım Turgut, Nizam Özlük, Mehmet Zahit Şahin, Kerem imrak, Tuncay Genç, Kürşat Fırat Vural.
- 3 Ekim'de süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayan cezaevi ve tutsakların isimleri;
Muş E Tipi Cezaevi: Atilla Çoşkunözer, Hüseyin Batıbey, Fesih Taş, Erhan Aydın, Osman Pinç, Mehmet Sıdık Ayaz, Muhammet Ahmet, Murat Bütün, Haydar Sever ve Sabahattin Tekin.
izmir Kırıklar 2 Nolu F Tipi Cezaevi: Sertaç Kılıçarslan, Şenol Koç, Nevzat Kılıç, Mehmet Yayan, Turgut Koyuncu, Özkan Yaşar, Ekrem Altay, Hurşit Kütler ve Ahmet Kaya.
-4 Ekim'de süresiz dönüşümsüz açlık grevine giren tutsakların isimleri;
Bayburt M Tipi Cezaevi: Bozan Açlan, Ali Emirhani, Haşim Özdaş, Ömer Tutuş, Lokman ince, Emrah Aba.
-5 Ekim'de süresiz dönüşümsüz açlık grevine giren cezaevleri ve tutsakların isimleri;
Batman M Tipi Cezaevi: Şeyhmuz Bülbül, Ali Adıbelli, Nizam Arzık, Delil Yılmaz, Adnan Yiğittekin, Serdar Şahin, Atilla Öztürk, iskan Egüz, Ahmet Eski.
Bingöl M Tipi Cezaevi: Hanım Çeşme, Saffet Durmaz, Ahmet Korhan, Edip Yalçınkaya, Osman Kılıç, Baran Gönona, Diyar Kaydu, Emrullah Kurcan, Aslan ibicik.
Sincan 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Özkan Kart, Reşat Özdil, Cabbar Palabıyık, Bedri Temizyüz, Bülent Güneş, M. Emin Akkuş, Resul Muhammed, Ahmet Akgün, Süleyman Hamdo, M. Can Oğuzsoy.
Kırıklar Hacılar F Tipi Cezaevi: Şeyhmus Özsubaşı, Tahir Kızıldemir, Aram Akyüz, Murat Baludan, Velat Esen.
Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi: Mehmet Şahin, Mehmet Halil Oruç, Mehmet Dal, Mehmet Erbey, Murat Gül, Abdurrahman Çınar, Ahmet Bağdu, Aziz Kılıç, Barış Yiğit, Cengiz Nergiz.
izmir Aliağa Şakran 2 No'lu T Tipi Cezaevi: Murat Bilge, Faruk Baysu, Erdoğan Uçar, Habip Güler, Reşit Çağlı, ismail Yaman, Emin Yıldız, Nurettin Atınç, Mahmut Aba, Abdullah Nas.
Elbistan E Tipi Cezaevi: Aysel Doğan ve Selver Yıldırım.
izmir Şakran 3 No'lu T Tipi Cezaevi: Suat Gürbüz, Hakkı Yorulmaz, Agit Bilir, Mevlüt Tekin, Mirza Öztekin, A. Rahim Çetinkaya, Vahap Kuzu.
izmir Şakran 4 No'lu T Tipi Cezaevi: Ubeydullah Tokay, Sedat Dalga, Mehmet Işık, Ziver Mete.
izmir Şakran Kadın Kapalı Cezaevi: Ayfer Ayçiçek, Şükran Aydın, Müzeher Bulut, Gülistan Seçkin, Hatice Çakmak.
Adıyaman E Tipi Cezaevi: Naci Ataman, Umut Çamlıbel, Sabri Acar.
Elbistan E Tipi Cezaevi: Erdal Laçin, Kemal Demirbaş, ismail Tüzün, i. Hakkı Tursun, Adil Abi, Abdullah Hasan, Hüsüyin Toronoğlu, Muhammet Bablis.
Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Cesim Yıldırım, Ferhat Tağay, Turan Günana, Zafer Acar, Yakup Erdoğan, Mehmet Nezir Duru, M. Şirin Abay, Şeyhmus Avcı, Cengiz Atsız.
Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Ali Karataş, Mahsum Ortaç, Sinan Sezen, Ahmet Solgun, Harun Karataş, Turgay Ural, Haşim Özpolat, Necati Öztekin, Mazlum Özağar, Mazlum Dikmen, M. Ayetullah Baykartan
Giresun E Tipi Cezaevi: Mehdi Ay, Faruk Beyter, Zülküf Gezen, A. Menaf Gezer, Fuat Bor, Ubeyt Şen, Mahmut Demir, Aydın Akış.
izmir Kırıklar 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Necdet Kaya, Ferda Taşlan, Deniz Atlı, Yakup Yalçın, Cengiz Doğan, Mustafa Sevim, Onan Esen, M. Halis Vural, Bünyamin Sürme, Mesut Özcan, Zeki Bulut, Mekan Aslan, Serhat Durmen.
Amasya E Tipi Kapalı Cezaevi: Bahattin Alpboğa, Erdal Taşkıran, Devran Balkaş, Ayhan Bayar, Derviş ismail, Meydin Athan, Taner Şirp.
Van F Tipi Cezaevi: Şerafettin Demir, Kahraman Muşlu, Sedat ike, Fırat Bor, Önder Al, Abdo Seyti, ismet Karak, Özkan Doğan, Tahir Umiyican.
Trabzon E Tipi Cezaevi: Ahmet Koç, Jiyan Fırat Esin, Yahya Güneş, Abdulkadir Yurcu, Tuncer Aratan.
Gümüşhane E Tipi Cezaevi: Yaşar Alat, Vahit Aslanhan, Hacı Aslan, Adem Yıldız, Medeni Durak.
-15 Ekim'de süresiz dönüşümsüz açlık grevine girdiği öğrenilen tutsakların isimleri şöyle;
Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevi: Deniz Kurtay, Tahsin Barutçu, Lokman Coşkun, A. Rahim izgin, Alihan Bayar, Cengiz Çelik, Hakan Adıgüzel, ismail Çelik, Mehmet Gücin, Mahmut Bali, M. Emin Dağlı.
Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi: Metin ince, Kahraman Akacık, Murat Öztürk, Bilal Nargile, Ömer Yılmaz, Mahsun Büyükkaya, Mahsun Dıma, Sercan Avşar, Ömer Çapın, Erkan Özdemir.
Silivri 2 No'lu L Tipi Cezaevi: Kutbeddin Yazbaşı, Şemsettin Dülek, Feremez Erkan, Ahmet Ece, Nihat Oğraş, Mustafa Polat, Mehmet Beyazıt.
- Ceyhan M Tipi Kapalı Cezaevi'nde 12 Ekim'de 8, 16 Ekim'de ise 61 tutsak açlık grevine girdi.
- Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nde 13 Ekim'den itibarin Elif Ekinci ve Ayşe Irmak açlık grevine dahil oldu.
2012 istanbul Barosu başkanlığı için aday olmuştur. kendisi aktif kadın hakları savunucusudur. eğer seçilirse 1878 den beridir yani 134 yıl sonra ilk defa bir kadın başkan seçilmiş olacaktır.
Gerilla alanlarında gördüklerimiz, yaşadıklarımız ve bize anlatılanları burada ne kadar yazsak da eksik kalır. Özellikle 2012 yılının bahar ve yaz mevsimi Türk ordusu ve gerilla arasındaki 29 yıllık savaşta farklı bir özelliğe sahip. Kuşkusuz gerilla savaşının her dönemi kendine özgü ve önemli. Ancak Kürt Özgürlük Hareketinin 4. Stratejik Dönem olarak tanımladığı bu süreçteki gerilla eylemleri 2010 1 Haziranından günümüze tarihi önemde sonuçlar ortaya çıkardı. Kürt sorununu çözümü için müzakere ve görüşmeler, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKKnin muhataplık kurumuna dönüşmesi ve siyasal/toplumsal alandaki sonuçları tarihi önem taşıyor.
2012deki gerilla hamlesinde öne çıkan Şemzînandaki gerilla kuşatması ise bu dönemin sembollerinden biri oldu. Devletin ve ordunun geriletildiği, gerillanın ise mevzilerini ilerletmesi savaştaki yeni sürecin temel özelliğini ortaya koyuyordu. Çukurcadan sonra Şemzînan cephesine doğru yol alırken, bizim görüp yaşadığımız ve tanık olduğumuz bu gerçeğin üzerinin devlet tarafından neden gizlendiğini de daha iyi anlıyoruz. Şemzînan cephesine doğru gerilla birliği ile yola çıkarken azıcık tecrübemiz var. Hava saldırıları, karadan bombardımanların rutin ve sonuçsuz olduğunu yaşayarak görüyoruz.
ŞEMZINAN'DAKi GERiLLA VE DEVLETiN YALANLARI
Gördüklerimizi kayıt altına almak ve kamuoyuna yansıtmak ise bizim için en önemli çalışma. Zaten gazetecilik denilen mesleğin başka da ne işlevi olabilir ki!.. iktidarların halktan gizlediğini ortaya çıkarmanın zor ama güzel bir hakikat uğraşı olduğunu söylerdi meslek büyüklerimiz. Gerçekten de öyle. Bütün bunların farkında olarak Şemzînana doğru yola koyuluyoruz. Tam da bu süreçte Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğanın Şemdinlide 1 metrekare bile denetimimiz dışında değil açıklaması gündemdeydi. Oysa gerilla Şemzînanda geniş bir alan tutmuş, askeri üslerin çoğunu bloke etmiş ve kenti kontrol altına almıştı. Gerilla yetkilileri bize bu açıklamaları yapmıştı. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan da Erdoğanın bu sözlerinin gerçeği yansıtmadığını Eğer Tayyip Erdoğan 2010da gelip poz verdiği Gediklitepeye tekrar gelirse, bizim söylediklerimiz yalan. Ama gelemezse onun söyledikleri yalandır sözleriyle ifade ediyordu. Gerilla eylemleri ise Şemzînanda kesintisiz bir şekilde devam ediyordu. işte böylesi bir gündem içerisinde Şemzînana gitmek için hareket ettik.
Medya Savunma Alanlarından Şemzînana giden gerilla grubu ile yolculuğumuz hızlı başladı. Gerilla grubunun temposu oldukça yüksek. Devrim şarkıları söyleyerek kendilerine doğrultulan namluların üzerine doğru yürüyen bu heyecanlı gerilla grubunun her anına tanıklık etmek istiyoruz. Her anını kayıt altına almak ve sizlere ulaştırmak için çaba harcıyoruz. Gerilla grubunun komutanları bize yolu anlatıyor. Kolay bir yol değil. Dağları aşacağız. Tepeleri geçeceğiz. Şemzînana yaklaştıkça savaş uçakları ve bombardıman sesleri hiç dinmiyor. Gerillalar ise bu konuda her zamanki gibi tedbirli ve kendine güvenli.
METREKAREDE DÖRT MEVSiM VE 10 GÜN
Gerilla grubu ile yürüyoruz. Orman bitiyor. Dağların doruklarına yakınlaştığımız zaman mevsim değişir gibi hava değişiyor. Durmadan tırmandığımız yoldaki yarpuz, kekik ve yayla çiçeklerinin kokuları arasındaki pınarlarda gerilla molası veriyoruz. Kısa sohbetler ve gülümsemelerle saatler süren yolculuğun yorgunluğu hemen unutuluyor. Gerilla grubundaki genç gerillalara deneyimli olanları can kulağı ile dinliyor. Cepheden gelen son haberlere kulak kabartılıyor. Gerillanın temposu ile yolculuğumuz dağın doruğuna kadar devam ediyor. Savaş uçakları yaklaştığında hemen tedbirlerini alan gerillalar sürekli ileri doğru adımlarını atıyor. Kendilerinden eminler. Coşkulu ve heyecanlılar. Biz onların temposuna ayak uydurmaya çalışıyoruz.
Kuzey Kürdistan toprakları ve Şemzînan sırtları görünene kadar yürüyüşümüz sürüyor. Gece yıldızların altında dağın doruğunda uzak kent ışıklarına karşı duruyoruz. Dağın serinliği ile yıldızlara bakıyoruz. Sonra bulutların seri bir şekilde toplanması. Ve ansızın bastıran yağmurun altında uyumak için uzanıyoruz. Nöbetçiler ise tetikte. Birkaç saatlik uyku molasından sonra yolumuza devam ediyoruz. Çıktığımız dağı daha hızlı bir şekilde iniyoruz. Ama dağ bitmiyor. Bu kez başka bir tepeye tırmanacağız. Yolumuz uzun. Tayyip Erdoğanın bir metrekaresi o kadar uzun ki! Hala yürüyoruz. On gün süren bir metrekare alandaki yolculuğumuzda dört mevsimi yaşıyoruz.
ASKER MEVZiLERi GERiLLALARIN ELiNDE
Kameraman arkadaşımız Mehdi Doğan, güzel kareler yakalamak için kah grubun önüne koşuyor, kah arkasında kalıyor. Yolculuğumuzda gerillalaların heyecanla anlattıklarına kulak kabartıyoruz. Şemzînan kuşatmasında yer alan, yaralanan ve tedavi olduktan sonra yine cepheye giden gerillalar var. Keskin nişancı kadın gerillalar, uyguladıkları teknikleri yanındakilere anlatıyor. Şemzînan üzerine uyarlanmış gerilla şarkılarını, dengbêj tadındaki gerilla sesiyle yol alıyoruz. Yol üzerindeki bir gerilla mevzisinde kadın gerillalar bizi karşılıyor. Arkadaşlarına ve bize sıcak çay ikram ediyorlar. Bardak sayısı az. Biz ise kalabalığız. Ancak gerillanın pratik çözümü var. Küçük reçel kavanozları doyumluk çay bardağı oluyor. Akşam üzeri, Şemzînan sırtlarında gerillalar bize araziyi anlatıyor. Gerillalar Kuşatma ve alan hakimiyetinden önce geldiğimiz 2 günlük yol önce 1 haftaydı diyorlar. Şimdi iyi bir yürüyüşle 24 saatte gidilebiliyor. Çünkü öncesinde asker mevzileri varmış. Asker tepeleri tutmuş. Ama o tepeler ve mevziler şimdi gerillanın elinde.
Ve moladan sonra Şemzînana giriyoruz. Medya Savunma Alanlarındaki gibi durum. Gerillalar rahat. Sınır diye tanımlanan alanı ve taşları gayet normal geçiyoruz. Gerillanın sınır tanımazlığını gösteren yürüyüşün içindeyiz. Sınırı geçtiğimizde savaş uçakları bizi karşılıyor. Uçakların yoğun uçuşu ve bombardıman seslerine tanığız. Yolculuk ettiğimiz gerilla grubunu karşılayan gerillalar tedbirli olmamızı istiyor. Ama onlar rahatlar. Çünkü 2 ayı aşkın bir süredir bombardımanı yaşıyorlar. Uçaklara alışkınlar. Sonra gece konaklamamız için bize yer gösteriyorlar. Karanlıkla beraber yine savaş uçaklarının uçuşu. Yine bombardıman sesleri. Biz dinlenmek için geceyi güvenli bir alanda geçiriyoruz. Sabahın ilk saatlerinde yine dağların doruğuna doğru gidiyoruz.
UÇAK BOMBARDIMANINA KARŞI GERiLLA YÜRÜYÜŞÜ
Genç gerillalar şarkılar söylüyor. Mola için duruyoruz. Varacağımız noktaya az bir süre kaldı. Heyecanlıyız. Yine uçak sesleri. Uçakların hareketini izliyoruz. Kazan bombası yanı başımızda patlıyor. Sonra az ötemizde başka patlamalar. Ve HPGnin Şemzînan Cephe Komutanlarından Reşit Serdar ve Çiçek Botan Şemzînana hoşgeldiniz diyor. Gülümsüyoruz. Olağanüstü bir bombardıman var. Uçaklar durmuyor. Havan, obüs ve tank atışları da. Onlar için oldukça normal.
Yolda dururken genç bir gerilla görüyoruz. Goman tepesindeki eylemlerden geliyor. 5 gündür ekmek bir yana su bile içmediğini söylüyor. Gerilla iradesi diye mırıldanıyorum. Bir gerilla ise günlerdir yaralı. Ancak mevzisini bırakmamak için arkadaşlarına yaralı olduğunu söylemiyor bile. Arkadaşları fark ediyor yarasını. Zorla ikna edip tedavi için cephe gerisine çağırıyorlar. iki genç gerilla ise iç firar etmiş. iç firar gerilla içinde yöneticilerine haber vermeden görev yerini isteğine göre değiştirmek anlamına geliyor. Genç gerillalar medya savunma alanlarından Şemzînana savaş cephesine gelmek için firar etmiş. Kendi mangalarına Bizi başka yerde aramayın. Biz Şemzînanda cephedeyiz. Bijî Serok Apo! afişleri yazıp Şemzînana kadar gelmişler. Böyle yapan çok gerilla varmış. Bir kısmı eski görev yerine giderken ezici çoğunluk ise cephede kalmayı başarmış. Bu tabloya Çelê hattında ve başka yerlerde de tanık olmuştuk.
Gerillalar ön cephede görev almak için ısrarlı öneriler yapıyor. Ön cephede ise Neden saldırı gruplarında yer almıyoruz diyorlar. Eylemleri koordine etmesi gereken tabur komutanları bile saldırı grubu içinde yer alıyor. Hüseyin Bingöl (Ekin Morsümbül) de bunun en tipik örneği. 20 yılı aşkın bir süre mücadele içinde yer alan Hüseyin Bingöl arkadaşlarına haber vermeden asker tepelerine sızıyor. Ve 3 askeri vurduktan sonra yaşamını yitiriyor. Bu gerillanın ruh halini ve savaşın atmosferini en iyi anlatan kare olarak belleğimizde yer alıyor.
NECDET ÖZEL ŞEMZiNAN'DA BAŞARISIZ OLDU
Ve Şemzînanı çevreleyen dağlardayız. Kuzey Kürdistan toprağında. Şemzînan köyleri hemen yakınımızda. Aşağıda gerillaların yol kontrolleri devam ediyor. Şemzînan ise az ötemizde. Kenti çevreleyen bütün tepelerde gerilla mevzilenmesi var. Askerler ise ancak karakol çevresinde. Ve bizim olduğumuz zamanda Türk genelkurmay başkanı Necdet Özel ve kuvvet komutanları da Şemzînandaymış. Askerin hareketliliğinde ve hava saldırılarındaki artışın nedeni de buymuş. Biz cephe komutanlarından Reşit Serdar ile bu konuyu konuşuyoruz. Askerin araziye çıkma çabasını söylüyor. Ve o an gerillanın eylemlerini, kobra saldırısını, Haruna Karakoluna yapılan baskını, yol kontrolünü anlatıyor. Bütün eylemler o zaman dilimi içinde yapılıyor. Asker ise Rubarok karakoluna atanmış yeni komutanı götürmek istiyor. Ancak gerillalar ne helikopterlerle ne de karadan karakol komutanının geçişine izin vermiyor.
Şiddetli çatışmalara tanıklık ediyoruz. Ancak bütün bu tablo Türk medyasında hiç yer bulmuyor. Hükümet de, asker de bu gerçeğin üzerini örtme telaşında. Ama biz birebir tanık oluyoruz. Asker ölümleri. Kobra saldırıları ve bombardımanlar... Gerillalar yaptıkları eylemde birçok asker malzemesi ele geçirmiş. Silahlar, sırt çantaları, askerlerin isim ve telefon listeleri... Listelere bakıyoruz. Çoğu asker tepede ölmüş. Ancak sadece birkaçının ismi açıklanmış. Tayyip Erdoğanın görmeyin, vermeyin ve duyulmasın talimatını anımsıyoruz. Ama işte gerçek gizli kalmıyor. HPG komutanlarından Reşit Serdar bir isim listesini okuyor. Başka listeler de var. Askerlerin bireysel eşyaları, cüzdanları, banka kartları vb... Ama hükümet ve medya bu gerçeği hala gizleme telaşında... Oysa Yaşar Büyükanıt ve ilker Başbuğun 2008de Zapta yenildiği ordu bu kez de Şemzînanda bizzat Necdet Özelin komutasında büyük bir başarısızlık yaşadı.
GERiLLA GEÇiT VERMiYOR
Gerilla mevzilerinde gerillalar elleri tetikte bekliyor. Hemen altımızda ise asker mevzilenmek istiyor. Paralı asker ve köpeklerle mevzi tutmaya çalışıyorlar. Biz de görüyoruz. Gerillalar ise izin vermiyor. Gerillalar o tepelere eylemler gerçekleştiriyor. Gece boyunca savaş uçakları, kobra helikopterleri, tanklar ağır bir bombardıman yapıyor. Gerillalar güvenliğimiz için bizi daha güvenli bir alana götürüyor. Ancak çatışmanın şiddetine bütünüyle tanık oluyoruz. Sabahı bekliyoruz. 10un üzerinde asker ölüyor. 2 gerilla yaşamını yitiriyor. Savaş tüm şiddeti ile sabah da devam ediyor. Çok sayıda uçak araziye rastgele bombalar bırakıyor.
Sabah bulunduğumuz çatışma alanından başka bir yere gitmek için yola koyuluyoruz. Yolculuğumuzda bize kuryelik yapan gerilla, Goman tepesinde Şemdinli Tugay Komutanlığının üzerine bayrak diken gerilla olduğunu öğreniyoruz. Atik ve cesaretli. Neden o bayrağı diktin diye soruyoruz. Genç gerilla: Niye Kürtler her rojbaşa kalktığında Türk bayrağını görüyor. Bu kez de Türk ordusu uyandığında gerillanın bayrağını görsün. Hem Türk medyası propaganda yapıyordu Gomanda gerilla yok. Ama bu bayrakla gerillanın varlığını görmüş oldular.
Yol boyunca savaş uçakları, keşif uçağı ve top atışları devam etti. Ancak mevzideki gerillalar için hiçbir şey değişmiyor. Onlar karakolların tepelerinde kararollara giriş çıkışları ve askerin hareketliliğini takip ediyorlar. Gerilla mevzilerinden biz de karakollara bakıyoruz. Askerin hareketliliği yok. Askerler nöbet değiştirirken önce kendi kuklalarının sallıyor. Eğer gerilla ateş etmezse koşarak nöbet yerlerine gidiyorlar. Askerlerin ruh halinin iyi olmadığını söylüyor gerillalar. Eskiden tuttukları mevziler şimdi gerillanın elinde. Karakolların tepeleri, Tayyip Erdoğan ve dönemin genelkurmayının gelip poz verdiği Gediktepe ve Şemzînanın dört bir yanındaki stratejik mevziler de gerillanın kontrolünde. Bütün bu alanlardaki geniş bir cephedeki gerçeği biz de kayıt altına alıyoruz.
HALKIN GERiLLAYA DESTEĞi VE iLGiSi ARTIYOR
Yol kontrollerinde halkın gerillaya ilgisinin yoğunluğuna dikkat çekiyorlar. Şemzînan halkının gerillaya desteği kadar duyduğu güveni de örnekleyerek anlatıyorlar. Biz de buna tanıklık eden anları yaşıyoruz. Bu anların tarihi anlar olduğunun gerilla da halk da farkında. Devletin bütün gücünü bu alana yığması da bunu gösteriyor.
Gerillalar halka çağrılar yapıyor. Şemzînan halkına, gençlere, koruculara. Böylesi bir dönemde Kürtler için koruculuğun artık işlevsiz olduğunu, Kürdistandaki gelişmelerde onurlu yer almak isteyenlerin artık devletin yanında yer almaması gerektiğini söylüyorlar. Devletsiz de Kürt halkının özgürce yaşayabileceğini gösteren örnekler veriyorlar. Rojava, Medya Savunma Alanları ve Güney Kürdistandaki gerilla kazanımlarının böyle anlaşılması gerektiğini söylüyorlar.
AKP'YE ALET OLAN KÜRTLERE ÇAĞRI
Kürt halkının gerillanın bu hamlesinin bir parçası olduğuna işaret ediyorlar. Ödenen bedelleri hatırlatıyorlar ve Kürt halkının önderliği ile artık özgür yaşaması gerektiğini ve AKPnin oyunlarına kimsenin kanmaması gerektiğini vurguluyorlar. AKPden R. Tayyip Erdoğandan beklentili olan ve onların oyunlarına gelenlere tepkilerini seslice ifade ediyorlar.
Bütün bu şiddetli çatışma ortamında güncel gelişmeleri de dikkatle izliyorlar. Medyadaki tartışmalarda kim ne söylemiş ve söylediklerinin ne anlama geldiğini bize yorumluyorlar. Leyla Zana ve bazı Kürtlerin AKPnin ekmeğine yağ sürmemesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
Evet gerillanın cephedeki atmosferini, ruh halini ve verdikleri mesajlarını bu koşullarda sizin için böyle özetleyebiliyoruz. Savaş bütün hızıyla devam ediyor. Gerillanın alan hakimiyeti de derinleşerek devam ediyor. Yürütülen savaştaki cesaret ve kahramanlık örneği ise ne yazmakla, ne anlatmakla bitmez. Kürt gençleri kadınıyla erkeğiyle ile bir halkın özgürlüğü için Kürdistan dağlarındalar. Gösterilen direniş ve ödenen bedellin özgürlükten başka bir karşılığı da yok. Gerillalar Halkımızın, Önderliğimizin ve ülkemizin özgürlüğü için buradayız. Apocu Fedai Savaşının tarihi örneğini ortaya koyuyuoruz diyorlar. Devrim ve direniş şarkıları ve marşları söyleyerek cepheye giden gençlerin yaşadıklarına tanık olmak bizim için önemli bir an...
Evet Kürdistan dağlarında kıyasıya devam eden savaşta cesaretin ve fedakarlığın örneklerine biz de yaşayarak tanık olduk Çelê ve Şemzînan cephelerinde. Ama gerilla sadece bu iki cephe de değil; Amedde, Botanda, Dêrsimde, Serhatta, Garzanda, Amonoslarda ve Koçgiride bu direnişini sürdürüyor...
otopsi raporu sonucu albay kazım çillioğlunun kemiklerinde kurşun izi ve saç diplerinde arsenik izine rastlanmış olan olaydır. 1994'te intihar ettiği öne sürülmüştü, ancak jitem bağlantılı bir cinayet olduğu apaçık ortada.
şanlı tarihi katliamlarla süslü bir devletten unutulmayacak yeni yıl hediyesi olarak nitelendirebileceğimiz bir hadisedir. Hadisenin ciddiyetini kavrayamamış yada örtbas etmeye çalışan vs. şahsiyetlerden tüyler ürpertici yorumlar duydukça 2012 yılının önceki yılları aratmayacağı aşikardır.
omuz omuza savaşarak birlikte toprağa düşerek bu ülkeyi birlikte kuran kürt halkına reva görülen katliam malesef.
2012 ye bu katliamla girmekten utanç duyuyorum, bu katliamı meşru görerek yeni katliamlara zemin hazırlığı içerisinde olacak olan akp ve ordusuna dur denilmezse geri dönülmez yollara girileceği muhakkaktır.
plastik çöpler artık denizdeki yaşama girdi. Peki bunlar yediğimiz deniz canlıları yoluyla bizim bedenimize de girmiyor mu!
Bu tehlikenin tek bir çözümü var; alışveriş yaparken plastik ambalajlardan uzak durmak.
yargıtay 8. daire, geçmişte Öcalan'a "sayın" denilerek hitap edilmesini "yasadışı örgüt adına suç işleyen kişiye önderlik atfedip yüceltmek, suçu ve suçluyu övmek" kapsamında değerlendiriliyordu. Ancak yeni durumda Daire, bu yöndeki beyanları "kişinin sosyal statüsü" ve " AiHS 10. maddesi" kapsamında değerlendirerek "mevcut pozitif hukuk kuralları karşısında herhangi bir suç teşkil etmez" dedi. böylece "sayın öcalan" diyen 100 lerce kişinin suçsuz yere hapse atılmasının önüne geçilmiş oldu. ee artık bundan başbakanda yararlanmış oldu zira kendiside sayın demişti ona dokunulmadı.
Gülten Kaya önemli şeyler söylüyor. Başlığa aldığım cümle aynı zamanda Nokta Dergisi'nin de kapağındaydı ve bence röportajın en vurucu ifadelerinden biriydi. Başka vurucu ifadeler de var elbette. Okuyunca Hürriyet Gazetesi'nin marifetlerini görecek, magazin bataklığına gırtlağına kadar batmış, ciğeri beş para etmez "insan"ların göğüslerini "bölünme" tehlikesine karşı nasıl da siper ettiğini gözleriniz yaşararak takdir ve teslim edeceksiniz. Bu ülkede gerçekten bir bölünme tehlikesi olsa, bu "insan"ların acaba kaç tanesi ortalarda görünür, çok merak ediyorum doğrusu...
***********
Smokinli erkekler, tuvaletli kadınlar... Hepsi ayağa fırlamış bağırıp küfrediyorlar... Toplu bir histeri krizi manzarası bu... Fonda, havada uçuşan çatal bıçaklar görünüyor... Bu hengamede oturduğu yerden olanlara bir an-lam vermeye çalışan bir çift göz geliyor ekrana. Önünde, olası bir linçi engellemek için etten bir duvar ören garsonlar ve onların önünde te-laşla görüntü almaya ya da sorular sormaya çalışan bir medya ordusu...
Görüntüler bundan 8 yıl öncesine, 12 Şubat 1999'a ait: "Televole cumhuriyeti" vatandaşları için hayli prestijli sayılan bir ödül töreninden, Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinden... O gece linç girişimi başarıya ulaşamamıştı ama medyatik linçin ilk ilmeği başarıyla atıımıştı. O geceden sonra Ahmet Kaya ruhen de bedenen de bir daha eskisi gibi olamadı. Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı, kısa bir süre sonra da yurtdışında öldü. Bütün bunların nedeni, ödü-lünü aldıktan sonra yaptığı şu kısa konuşmay-dı: "Ben bu ödülü insan Hakları Derneği, Cu-martesi Anneleri, tüm basın emekçileri ve Tür-kiye halkı adına alıyorum. Çok teşekkür ediyo-rum. Bir de bir açıklamam var; şu anda hazırla-dığım ve önümüzdeki günlerde yayınlayacağım albümümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu kli-bi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğu-nu biliyorum. Yayınlamazlarsa da Türkiye hal-kıyla nasıl hesaplaşacaklarını da bilmiyorum."
Ahmet Kaya'ya bir anlamda sonun başlan-gıcını yaşatan, onu ölümün kucağına iten linç gecesinin 8. yıldönümünde, o gece neler yaşandığını hayat arkadaşı Gülten Kaya anlattı.
Eleştirilerde adı sıkça geçen şarkıcılar Serdar Ortaç ile Ercan Saatçi ve Posta Gazetesi maga-zin yazarı Şenay Düdek ise asistanları aracılığıy-la bu konuda konuşmayacaklarını söylediler.
Gülten Kaya sorularımızı şöyle cevapladı:
Okurlarımıza o gece neler yaşandığını hatırlatabilir misiniz?
-Bilindiği gibi Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül gecesiydi. Ahmet Kaya da o gece ödülünü aldı ve müzikle ilgili tüm medya temsilcilerinin olduğu bir yerde -ki söylediklerinin onlar açısından haber değeri taşıdığını düşünüyordu- yeni repertuarından söz etti. Daha "Kürtçe" kelimesi ağzından yeni çıkmıştı ki linç güruhu hareketlendi. Küfürler başladı. Buna karşılık Ahmet, "Ben bin yıldır bir arada yaşayan Kürt ve Türk halklarının kardeş olduğunu, binlerce yıl daha bir arada yaşayacağına ve yaşaması gerektiğine inandığımı her yerde söyledim. Ama Kürt realitesini de kabul etmek zorundasınız" yanıtını verdi. Ama bu sırada zaten çatallar bıçaklar havada uçuyordu. Orada, bir takım kişiler üzerinden öyle bir grup psikolojisi oluşturuldu ki, birisi kalkıp provokatörlük görevini üstlendi...
O birisi kim?
-Mesela eşimin hemen ardından sahneye çıkan Serdar Ortaç. Sahnede okuduğu şarkı sözünü bir anda değiştirerek, "Bu devirde kimse sultan değil padişah değil. Atatürk yolunda Türkiye! Bu vatan bizim, ellerin değil!" diyordu. Bu şarkı üzerine iyice gerildi ortam. Şenay Düdek Ahmet'e, "Sünnetsiz pezevenk" diye ba-ğırıyordu. Bu hakareti de başka bir halk üzerinden yöneltiyor ve bu kadın maalesef bir gazetede köşe yazarı. Köşesinde de bindiği bir taksinin şoförünün bir PKK'lının kulağını nasıl kestiğini ve anahtarlık yaptığını anlatıyordu ballandırarak. Bunun adı ırkçılıktır. Sonra Ercan Saatçi, Tuncay Önder, Erdal Acar ve onun bir grup adamı vardı provokasyon grubunun içinde. Bir başkası, Reha Muhtar çıkıp memleket bölündüğü için memleketim şarkısını okutuyor. Birden 10. Yıl marşı sahne alıyor. Herkes hezeyan içinde. Zaten grup psikolojisi böyledir, insanlar katılmak zorunda da hissediyor kendilerini...
Ama katılmayanlar da olmuştur herhalde?
-Yani olmuştur tabii. Ama tarafsız kalmak dahi bu linçe onay vermektir bence. Bir tek kişi kalkıp da "bir dakika, bu adam ne dedi bir dinleyelim. Ne demek istedi bir anlayalım" demedi. Sonrasında da söylenmedi. Bir insanın, kendi ana dili de olan farklı bir dilde şarkı söyleyecek olması bu ülkeye ne gibi zarar verir diye sormadı kimse. Nasıl bir sindirilmişliktir, nasıl bir korkudur anlamıyorum. Zaten bizi bu günlere taşıyan da bu korku. Bu nedenle de eşim yapayalnız bırakıldı. Onu yalnız bırakanların bugün gelinen vahim noktada hiçbir şeyden şikayetçi olmaya hakları yok.
Yani o gece sizi korumaya çalışanlar olmadı mı hiç?
-O camianın içinden sadece Mehmet Aslantuğ'un adını söyleyebilirim. Kendisiyle o geceye dek tanışmamıştık. Bize çatal bıçak fırlatılmaya başladığında önümüzde durup kendini siper etmeye çalıştı. Benim için çok özel bir insan olduğunu düşünüyorum. Özel olarak o geceki tavrını çok değerli buluyorum. Hiç tanışmıyorduk ama o gece orada en doğru tavrı gösteren kişiydi. Sonrasında birkaç kez karşılaştık, selamlaştık. Her karşılaşmamızda bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sormuştur. Magazin basınından Ali Çınar, Nurettin Soydan, Aslan Güven ve Uğur Güneri'nin adını sayabilirim bizi korumaya çalışanların arasında. Ve elbette ki otelin garsonları. Herbiri önümüzde durup kendilerini siper ettiler bize. Sadece bize dikkatli olmamızı söylediler, onun dışında bir diyalog geçmedi. Sessiz ve içtenlikle yapılan, sevdikleri ve dinledikieri bir sanatçıyı koruma, linçe karşı çıkma güdüsüydü bu.
O gecenin "kahramanlarının" arasında adı en çok geçen kişi Serdar Ortaç oldu. Hatta size bir mektup yazarak özür dilediği söylendi. Ne yazdı mektubunda?
-Serdar Ortaç hiçbir zaman mektup yazıp özür dilemedi. Bu doğru değil. Sadece dolaylı yollardan mesajlar gönderdi, ortak tanıdıklarımıza mail'ler göndermiş. O gece çok yanlış anlaşıldığını, Ahmet Kaya'nın şarkılarıyla var olduğunu, onu inanılmaz sevdiğini, çok huzursuz olduğunu ve bağışlanmak istediğini, özür dilediğini belirten şeyler yazmış. Samimi olsa, bunu bana yazacağına, kullanabildiği kürsülerden halka açıklardı. Kamuoyu önünde çıkıp tabiri caizse diyecek ki, "Hata ettim, ben bir b.k yedim!" Ama bunu yapacak cesareti yok. Şimdi de Eurovision şarkı yarış-masında Türkiye'nin ingilizce okunacak bir parçayla temsil edilmesini savunuyor. O zaman Ahmet'e neden karşı çıktın? Bu duruma Ahmet'in bir şarkısının sözüyle yanıvermek gerekirse, "Bu ne yaman çelişki."
Serdar Ortaç daha geçtiğimiz günlerde de eşinizi sevdiğinden, dinlediğinden bahsedi-yordu, siz hala neden bu kadar öfkelisiniz?
-Serdar Ortaç klinik bir vaka ve bu olayda bir simge. Tabii ki eşimin şarkılarıyla büyüyecek. Çünkü o kadar doğru ve güzel şarkılar ki, bu şarkıları dinlemekten başka seçeneği yok. insan ruhunu ve beynini beslemezse boş çuvaldan farkı kalmaz. Aklını, beynini, duygularını besleyen insan davranışı değil bu kişinin yaptıkları. Irkçı, milliyetçi söylemler geliştirip vatansevermiş gibi görünen ama bu arada sahte belge düzenleyerek askerden kaçmaya çalıştığı için cezaevine düşen boş kafalı bir kişi. O ve onun gibiler birazcık okusa ve bir bilince sahip olsalar, bu ülkeyi ve dünyayı daha doğru tahlil edebilirlerdi. Serdar Ortaç ve kendi gibiler nasıl tutunacak bu ortamda söyler misiniz? Yaptığı kötü şarkılarla mı? Ya da sanat adına yaptığı hangi şarkısıyla var edecek kendisini? Var olan şu ırkçı, lümpen, saldırgan ortamda bu gibi in-sanların payı çok.
Ahmet Kaya için sonu başlatan sürecin miladı mı o linç gecesi?
Olayın içinde iken ne yaşadığınızı çok iyi anlayamıyorsunuz; eve döndüğümüzde TV'den
dehşet içinde izledik. Ahmet için sonun baş-langıcıydı evet ve ölümü dolaylı bir cinayettir. Ahmet'in burada kalması onun ömrünü daha kısaltacaktı, Hrant'ın başına gelecekleri yaşamayacağına dair hiçbir garantisi yoktu ve gitmek zorunda kaldı. Sürgünde olması ne kadar uzattı derseniz, ortada. Ahmet'in söylediği, ne anlatmak istediği tartışılmadı bile. Bu ülkede böyle bir refleks geliştirdiler, genelden farklı düşünüyorsan yok edilmelisin. Hrant'ın anlatmak istedikleri nasıl anlaşılamadıysa, bu da böyle. Farklı düşünüyorsanız linç edilirsiniz, yalnız bırakılırsınız ve hatta öldürülürsünüz.
Bekliyor muydunuz böyle koro halinde yürütülecek bir linç kampanyasını?
-Açıkçası işin bu noktaya gelebileceğini tahmin etmiyorduk. Ama yapılan haberlerden sonra posta kutumuz bir anda tehdit mektuplarıyla doldu. "Boğma teli mi istersin, zincir mi? Ya da Adapazarı'ndaki ölüm üçgenini mi tercih edersin?" deniliyordu mektuplarda. Biz o sırada DGM'de yargılanmaya başlamıştık. Beraat ettik ama medya bundan hiç söz etmedi. Sokağın, halkın gözünde vatan haini, bölücü imajıyla kaldık. Çocuklarım okul servislerinde 'senin baban bölücü' gibi sözlere maruz kalıyordu. Evden çıkıp ofise gelirken yolda bizi görenler 10. Yıl marşı okuyordu. Ürkütücüydü. Zaten o gecenin hemen akabinde bizimle ilgili kurgulamış bir süreç başladı.
içinde komplo ögeleri de barındıran bir ifade değil mi "kurgulanmış süreç" tanımlaması? Yani yaşananlar önceden planlı mı diyorsunuz?
-Evet. Masa başında kurgulanmış bir senaryo uygulamaya konuldu kanımca. Olayın ertesin-de Hürriyet Gazetesi'nin manşeti 'Ayıp ettin gözüm' başlığıyla Ahmet Kaya idi. Ahmet'in Kürdistan haritası önünde şarkı söylerken görünen bir fotoğrafı konulmuştu ve fotoğrafın 1993 yılında Almanya Berlin'de verilen bir konserde çekildiği yazılıydı. Halbuki 1993 yılında Ahmet Kaya yurtdışına hiç çıkmadı ve böyle bir kon-ser hiç olmadı. Fotomontajdı fotoğraf. Zaten bu sayede beraat ettik. Yargılama sürecinde mahkeme Hürriyet gazetesine, 'elinizde bu konuyla ilgili orijinal fotoğrafı ve belgeleri gönderin' diye aylarca yazı yazdı. Yanıt veremediler. Mahkeme polis zoruyla yapılmasına karar verince gazetelerin avukatları mahkemeye ellerinde konuyla ilgili belge ve fotoğraf olmadığını anlatan bir yazı sundular. Ama zaten Ahmet linç edilmişti o sürede. Yüz binlerce kişinin eline geçen bir gazete bunu tepesine taşırsa, okurun kafasında bir kanaat oluşur.
Peki, Ahmet Kaya ile ilgili bu gerçekler medyada daha sonra yer buldu mu?
-Maalesef bunları dile getiremedik. Basın toplantıları, açıklamalar yapıldı ama nafile! Haber olamadık. Linç kampanyasında bölücü etiketi yapıştırmakta gösterilen özen, haklılığımızı haykırırken göz ardı edildi. Öte yandan varsayalım ki o konser haberi doğruydu. Olayın 1993'te olduğunu yazıyorsunuz, madem elinizde fotoğrafı var neden 6 yıl sakladınız diye sormazlar mı size. Neden elinde tutuyorsun bunu? O fotoğrafa bakarak vatan haini dediğin adama 1 yıl sonra 1994'te gazetenin altın kelebek ödülünü veriyorsun.
Hrant Dink'in öldürülmesinde rolü kimi yazarlarca dile getirilen ancak henüz tartışılmayan medyanın sorumluluk payı bu olayda da ön planda yer aldı diyebilir miyiz?
-Kesinlikle. Ahmet Kaya'nın aforoz edilmeye çalışılmasında ve halkın gözünde suçlu ilan edilmesinde en büyük suçlu medyadır. Eşimle ilgili linç kampanyasının başlatılmasında, sürdürülmesinde ve yaygınlaşmasında medyanın katkısı çok oldu. Medya terörize ediyor toplumu; bu çok tehlikeli bir şeydir, sorumluluğu büyüktür. Medya adeta kimlerin var olması gerektiğine karar verilen bir merkezden yönetiliyor. 1999'da Ahmet Kaya'ya yöneltilen linç dalgasının nedenleriyle bugün bazı siyasiler ve medya eliyle yaratılan ırkçı hezeyanın nedenleri aynıdır. Eğer Ahmet'in linç edilmeye çalışıldığı gece yaklaşan tehlikeye dikkat çekilseydi bu işler bu noktaya varmazdı. Türkiye'de nüveleri uzun zaman öncesine yayılan lümpen bir linç güruhu oluştu, oluşturuldu. Bu güruhun ilk linç girişimlerinden birine de, Ahmet Kaya'ya yapılanları örnek gösterebiliriz. Belki o zaman hassas bir tepki geliştirilseydi, bu güruhu oluşturanlara karşı çıkılabilseydi, bunun mantıksızlığı anlatılabilseydi ne mahkeme kapılarında 301'den ve benzer davalardan yargılanan aydınlarımız olacaktı ne de şimdi Hrant Dink'in ardından ağlıyor olacaktık. Ne de Ahmet Kaya sürgüne gidip orada ölecekti...
Kim dikkat çekecekti?
-Tabii ki medya. Çok önemli ve kamusal bir işlevi var çünkü. Tek elden kamuoyunu bilgilendiren, etkileyen ve yönlendiren medyadır. Siyasetçiler dahi medya kadar güçlü değildir. Tüm ülkeyi bir anda etki altına alabilir. Bir in-sanı vezir de edebilir rezil de. Özel olarak Hürriyet Gazetesi başlı başına bir sorun zaten. Sivas olaylarında Aziz Nesin'i suçladılar, sonra Ahmet Kaya hedef oldu, sonra Hrant Dink, bir ara Orhan Pamuk sıradaydı, şimdi kim var bilmiyorum. Orhan Pamuk'un öldürülmeyeceğini kimse garanti edemez artık. Medya üzerinden insanlar üzerinde bir korku imparatorluğu inşa edildi.
Ne tür korkular?
-işte uzun zamandır yaratılan bölünme korkusu. Ana dilde şarkı söylemek istediğinde, Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyarak bu ülkenin Kürt, Ermeni ya da bir başka etnik gruptan vatandaşı olabildiğini dile getirdiğinde ya da geçmiş kanlı tarihimizle yüzleşelim dediğinde hep aynı paranoyaya tosluyorsun: "Ülke bölünecek!" Artık geçmişe bakma zamanı geldi. Osmanlının heterojen, çok kimlikli, çok kültürlü bileşenlerinin Cumhuriyet rejiminde neden var edilemediğini sorgulamak gerekiyor. 80 yıllık cumhuriyetin artık revize edilmesinin, yeniden yapılandırılmasının zamanı geldi. Çünkü bir şeyler bol ya da dar geliyor. Bu ortada, üstünü kapatmakla olmaz. Kürt sorununun üstünü kapattık; 25 yıldır ardında binlerce ölü bırakan bir savaş sürüyor. Ermeni meselesini tartışmıyoruz bile ve gelinen sonuç ortada. Konuşamazsak nasıl çözebileceğiz. Toplumsal barışı nasıl inşa edeceğiz?
Ahmet Kaya yaşasaydı ülkesine dönecek miydi?
-Kesinlikle. Gittiği günden itibaren, hemen her gün ve her an Türkiye'ye dönmeyi düşünüyordu. Onu biz engelliyorduk, çünkü can güvenliği yoktu. Sürekli olarak; "Herkes benim gemileri yaktığımı düşünüyor ama hiç öyle değil! Bir kenara bağladığım küçük bir kayığım var, bir gece hiç kimseye haber vermeden o kayığa atlar ve karanlık sularda kürek çekebilirim" derdi. Ahmet başka türlü var edemezdi kendini. Bu ülkede yaşayan muhalif bir sanatçıydı ki bu nedenle hedef oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımda o korkunç geceden bu güne dek yaşanan süreci "ürkütücü, özlem dolu ve dinmeyen bir acı" diye özetleyebilirim.
Ahmet Kaya'nın mezarı neden burada değil?
-Ülke bu durumda iken Ahmet Kaya'nın mezarının burada olmasının onu huzursuz edeceğini düşünüyorum. Çünkü Ahmet, her zaman, "Ben tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir ülkenin dürüst bir yurttaşı olarak yaşamak istiyorum" derdi. Ama maalesef halen öyle değiliz. Ahmet'in özlemini duyduğu gibi bir ülke inşa edilebilirse, ben yaşarken o mezar buraya getirilir. Ama şimdi değil. Öyleyse onun ruhunu huzursuz etmeye gerek yok.
dikkat ederseniz fetoşun "ırkçı" açıklamasından sonra bu olay yaşanmıştır yazıyor haberde. yani bundan sonra bu tür haberleri duymaya devam edeceğimiz gerçektir. zihinen kör ve sağırlara duyurulur.
islamda zorlama yok deyipte ergin yaşa gelmemiş 8 hatta 4 yaşındaki kız çocuğunun başını kapatmaya çalışmak, cahilliğin daniskasıdır. gerçi bunu uygulamaya çalışan çoğu ebeveyn bağlı oldukları islam tarikatların zorlaması ile yapmak zorunda kalıyorlar. tarikat emirlerine göre yaşayan insan müslümanlığından ödün vermiştir bence.
Bozulan ahlaksal yaşam, arap yarımadasında hayatı cehenneme çevirdiği bir sırada; Hz. Muhammed, islam adı altında kurduğu dini, 4 kapı 40 makam ilkeleri üzerine kurmuştu. ilmi kaynaklar ve tarihi yaşam bunu doğrulamaktadır.
ancak, hz. muhammed'in vefaatına mütaakip yozlaşma dönemi başlatılınca islam'dan evvelki "yoz"luklar birer birer gündeme alınıp, islami ilkelerin yerine oturtuldu. geriden gelenler, islam evveli ilkeymiş görüp kabul ettiler. 4 kapının ilki olan şeriat kapısı, gerçek anlamından çıkarılıp, süfyani saltanatının aracı haline getirildi. diğer üç kapı olan "tarikat, marifet, hakikat" in sözü bile edilemez oldu.
hal bu ise, islam'ın bu 4 kapı getirisinden maksat; kişi, ömrü boyunca 4 kapı 40 makamın şartlarını bedeninde yaşayıp, kamil insan olmayı yakalamasıdır. ne yazıkki bu imkan insanoğlunun elinden alınıp gasp edilmiştir.
şeriat kapısı kelime anlamını dahi yitirerek, emevi irticasının propagandasını yapan bir düzen haline sokulmuştur.
4 kapıdaki şeriat kapısının gerçeği ise şudur:
1) ilim yapmak,
2) iş veya meslek sahibi olmak,
3) helal kazanç sağlamak,
4) nikah kıyıp dünya evine girmek,
5) iman edip ibadetini bilmek,
6) helal kazanç ile sofra sermek,
7) cemaate uymak,
8) temiz giyip, temiz yemek,
9) hoşgörülü ve şefkatli olmak,
10) yaramaz işlerden sakınıp, doğruya yönelmek.
şeriat kapısından maksat bu iken "ne yaparsan yap, camiye gel namazın kıl af olunursun" sloganı ile insanlar bir nevi uyutulup aldatılarak, emevi saltanatına taraftar toplama tezgahı kurulmuştur. insan nefsinin aşırı isteklerine cazip gelen bu kolay yol, satanat ve sömürüden yana olanlar tarafından benisenip kurumlaştırılmıştır.
Kürt edebiyatında alternatifi olmayan bir aşk efsanesidir.
Tajdin olam Siti'nin heybesinde taşınan,
Mem olam, Zin uğruna yıllarca hapis yatan,
beko'ya olmaz kinim ve de bedduam,
sevdalılardan sonra bekolardır, aşkı efsaneleştiren.
Somali'ye giden tayyip'e sanatçılarda eşlik etti,
açlık nedeniyle başta çocuklar olmak üzere pek çok kişinin hayatını kaybettiği Somali'de sanatçılar somali'li kadınlarla dans etti.
düşünceli başbakanımızın düşünceli sanatçılarından da bu beklenirdi zaten.
Bizler çoğu kez insan hakları üzerine konuşuyoruz. Ama aynı zamanda " insanlığın hakları" üzerinede konuşmalıyız.
Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye, neden bazı insanlar çıplak ayakla yürümek zorundalar?
Diğerleri 70 yıl yaşasın diye, neden bazı insanlar 35 yıl yaşamak zorunda?
Diğerleri müthiş şekilde zengin olsun diye, neden bazı insanlar berbat bir şekilde yoksul olmak zorunda?
Ben bir parça bile ekmeğe sahip olamayan dünya çocuklarının adına konuşuyorum.
ılısu barajının asıl hedefinin enerji üretmek değil, hakkari ve şırnak illeri boyunca sınır hattını suya gömerek insansızlaştırmak ve gerilla geçişlerini kapatmak, türkiyede üretilen petrolün kayda değer bir kısmı mardinde üretilmekte, ancak bu petrolün mardin'e sosyal, kültürel ve ekonomik bir katkısı bulunmamakta, mardinde yapımı devam eden ılısu barajının işletme safhasında da il'e katkısı bulunmamaktadır. ılısu barajı ile birlikte hasankeyf ilçeside sular altında kalacak.
inşaat işçisi yılmaz gürhan ile mikail çelik, sürücülük sınavlarına katılmak üzere Metro Turizme ait otobüsle manisaya hareket ettiler. yolculuk sırasında kendi aralarında kürtçe konuşan iki arkadaşı otobüsün şoförü ve muavini tartaklayarak, yolun ortasında otobüsten indirdi.
gürhan ve çelik manisaya otostop çekerek vardıklarını belirterek, bu duruma karşı sessiz kalmayıp gerekli yerlere başvuracağız dediler.