erkeklerin türk olması noktasına özellikle bir vurgu yapmış değilim. lafın gelişi bu şekilde yazdım. kim bilir belki italyan ya da arap erkekleri de tanıyıp bilseler şahanı kıskanabilirlerdi.
şahan gökbakar denen bu şahıs gencecik yaşında hepimizin hayallerini yaşıyor. parası var -ki baya fazla- , mekandan çıkarken muhabirlerin şahan bey şahan bey diye başlayan sorularına gülümseyerek iyi akşamlar arkadaşlar diye cevap vermeden geçiyor ne bilim q7 si var , bi gün merve seviyle sonra berrak tüzünataç ve benzerleri. o beyaz show da sorulara cevap verirken kendinizi onun yerine düşlediğinizi de biliyorum.
sonra eleştirirken diyorsunuz ki efendim yok ayıymış , nasıl bu kızlar bunla birlikte olurmuş , ne özelliği varmış vs vs. ya sen hiç sabahları aynaya bakmıyor musun arkadaşım ? sen kendini ne zannediyosun? toplam üretime bugune kadar ne katkın olmuş, özgün olan ne yaratabilmişşin? neden sen orada olamalıydın sorusuna verebileceğin bi cevabın yok sadece onun da orda olmasını istemiyorsun. neden? çünkü kıskanıyorsun. ki haklısın da ben de kıskanıyorum. ama itiraf et en azından. koyun boku kadar beyninle onu küçük düşürmeye çalışırken kendin küçük düşme şampiyon!
mustafa akyolun star gazetesinde bugun tarıhlı yayımlanan yazısı. yazar makalesınde günümüzde yapılacak yanlış politikaların , alınacak yanlış kararların-ya da alınmayacak kararların- ileride nelere sebep olabileceğini göstermek için , gerçekleşmesi çok zor da olsa yine de muhtemel sayılabilecek bir gelecek zaman tasvir eder. ve bu geleceğin diğer bir özelliği, 100 sene öncesinden farkının sadece taraflar arasında rollerin değişmiş olmasıdır.bu sayede yazar hayalindeki gelecekte yapılan uygulamaları göstererek geçmişte yapılmış olanları da eleştirme yoluna gitmiştir. buyrun yazı ..
KRT (Kürt Radyo ve Televizyonu) 19.30 Ana Haber Bülteni:
- Sayın seyirciler, bugün Ulusal Şef tarafından Botan Cumhuriyet Parkında yapılan açıklamada Kürt Ulusal Devriminin kazanımları tüm ulusa hatırlatıldı. Emperyalizme karşı verilen çetin bir savaşımdan sonra elde edilen bağımsızlığın her Kürt için en kutsal değer olduğunun altını çizen Ulusal Şef, on yıl önce kaybettiğimiz Yüce Önderlikin ilkelerinin önemini de bir kez daha vurguladı.
Ancak Kürdistanı karanlıklardan aydınlığa çıkarma mücadelesinin henüz yeni başladığını, gerekirse bin yıl daha süreceğini belirten Ulusal Şef şöyle dedi:
Tarihin en eski ve uygar ulusu olan, matematiği ve tekerleği icad eden, başka herkesten önce çömlek yapan Kürtlerin bu medeni vasfı, ne yazık ki bin yıl önce kendilerine zorla unutturulmuştur. Önce Arap sonra da Türk emperyalizmi altına giren halkımız, hem öz benliğinden uzaklaştırılmış, hem de kasten geri bıraktırılarak fakirliğe mahkum edilmiştir
Bu makûs talihi yenmek için başlayan Kürt Ulusal Devriminin azimle yoluna devam ettiğini belirten Ulusal Şef, çok partili düzen isteyenlerin gaflet içinde olduklarını söyledi. Kürdistanın dört bir yanının düşmanlarla çevrildiğini, eski emperyalist döneme özlem duyan Türk işbirlikçilerinin ve kafaları örümcek ağları ile sarılmış gericilerin ise pusuda beklediğini anlatan Ulusal Şef, demokrasi elbette nihai hedefimizdir, ancak devrimi başlatan önce onu tamamlayacaktır dedi.
Ulusal Şef, sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında Kürt halkını toprak ağalarının boyunduruğundan kurtarmak için üç yıl önce başlatılan ulusal kollektivizasyon programındaki sevindirici gelişmelere de değindi. Bu kan içici yarasa sınıfı artık tarihe karışmaktadırmüjdesini verirken, devletleştirilen toprakların sadece Kürdistan Halk Partisi üyelerine dağıtıldığı yönündeki asılsız söylentilerin de hain dimağların ürünü olduğunu belirtti.
Sayın seyirciler, gündemdeki diğer bazı haber başlıkları şöyle:
- Amed pazarında Vatandaş Kürtçe Konuş kanuna muhalefet ettikleri tespit edilen üç kişi gözaltına alındı. içişleri Bakanı, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, kendilerini Türk zanneden bu gafillerin öz be öz Kürt olduğunu, Yeniden Biliçlendirme Programı çerçevesinde eğitim kamplarına gönderileceklerini açıkladı.
- irticaya karşı yürütülen operasyonlarda iki ayrı grup, kullandıkları yasadışı dinci yayınlar, Arapça yazılı tabelalar, tesbihler, bilgisayarlar ve iPhone 8G telefonlar ile birlikte tutuklandı. Arap ve Türk mollaların kitaplarını okuyup çoğaltarak ümmetçi propaganda yürüttükleri tespit edilen mürtecilerin, devrim kanunlarına muhalefetten Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanması bekleniyor.
Sayın seyirciler, aldığımız bir son dakika gelişmesini aktarıyoruz. Ararat dağı civarında bir grup Türk işbirlikçisi eşkıyanın başlattığı isyana yeni bir darbe daha indirildi. Kürdün demir kartalları asileri bomba yağmuruna tutarken, bazı şakilerin de Zilan deresinde sıkıştırıldığı bilgileri geliyor...
(NOT: Gelecek elbette bugünden bilinmez. Yukarıdaki kara senaryoda, George Orwellin Hayvan Çiftliğigibi, biraz karikatürizedir. Ancak gerçekleşmesi hiç de ihtimal dışı değildir. Kürt milliyetçilerinin kapıldığı ideolojik hastalıklardan böyle despot bir devlet pekâlâ çıkar.
işbu sebeple, bugünkü ;Kürt açılımının başarıya ulaşması, hem Türkiye genelinin hem de Kürtlerin hayrınadır. Kürtlerin selameti, Türklerden değil, despotizmden kurtulmaktadır.
Ha, eğer böyle bir devlet kurulursa, bunun sorumlusu da sadece “Kürt devrimcilerideğil, aynı zamanda Kürtleri Türkiyeden soğutmak için her yolu deneyen ve her açılımı baltalayan Türkçüler olacaktır. Baykal, Bahçeli ve daha niceleri gibi...)
0-0 lık werder bremen maçını hatırlarım, karlı havadaki maçı.. monoka maçını hatırlarım klismanlı monakoyu.. siz bilir misiniz zubizarettalı, koemanlı, ladruplu, romariolu barcelona yı?? hayal gücünüzün sınırlarını aşar herhalde şampiyonlar ligi (şampiyon klüpler kupası) yarı finalini ; 1989 da yaşadık biz onu.. ilk maçında 3-0 yenildiğiniz bir avrupa maçının rövanşını almayı bugün bile yakıştıramazsınız kendinize, biz 5-0 aldık. manchester united ; ulaşılamayacak bir zirveydi , ama biz elemiştik onu kupadan , ''ağlamak istiyorum sayın seyirciler'' bu cümle o maça aitti bilir misiniz.. ''kim attı kral attı, Elland Roadda kral attı'' siz de hatırlarsınız di mi bu cümleyi.. haginin 90 da athletic bilbaoya attığı gölü... ulan biz 5 dakkada yendik milanı.. ''kupa bizim, kupa bizim'' yakarışlarını, taffarelin çıkardığı henry nın kafasını.. ewet ewet hepiniz hatırlarsınız bunları. ben daha 25 yaşındayım ama galatasaray bana yaşattı bunca mutlulugu. işte onun için bugunki fener maglubiyetine üzülecek değilim , işte onun için ; başarılar gelir geçer asaletin bize yeter !!
85 yıl süren bir zafer sarhoşluğu, bazı gerçekleri görmemizi engellerken yardıma yetişen mehmet altan yazısıdır,
''Bu haftayı, iki gün dışında Londrada geçirdim... Kişi başına gelir,
Ne kadar biliyor musunuz?
32 bin dolar. ingiltere, vatandaşlarının yaşam kalitesi açısından dünyada ilk ona giriyor. Zengin ve özgürler.
Bu insanını mutlu kılan ülkede rejim ne? Cumhuriyet değil...
Krallık.
Resmi adıyla söylersek: ‘Büyük Britanya Birleşik Krallığı...
***
ingiltereden az bir süre önce de Suriyedeydim.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye sözcüsü Metin Çorabatırın davetiyle, oradaki iki milyon civarındaki Iraklı göçmenin durumunu görmeye gitmiştik.
Kişi başına gelir...
Vatandaşın özgürlüğü...
Zenginlik...
Bu açılardan Suriye vatandaşının yaşam kalitesi yüzüncü sıralarda sürünüyor.
Ama rejim cumhuriyet.
***
Cumhuriyet ama...
iktidar babadan oğula geçmiş.
Hafız Esad öldüğünde şimdiki Devlet Başkanı Beşir Esad 34 yaşındaymış... Anayasa ise kırk yaşından önce cumhurbaşkanı olmayı engelliyormuş.
Bir gün içinde anayasayı değiştirip Beşir Esadı cumhurbaşkanı yapmışlar.
Nasıl oluyor?
Çünkü Suriye otoriter bir cumhuriyet.
Tek parti zihniyeti ile örülmüş, askerin ve istihbaratın egemenliğinde bir ülke.
Uçan kuştan haberi olduğu söylenen Suriyenin güçlü istihbarat örgütünün adı El Muhaberat.
Şehir efsanesine göre Suriyede nüfusun yüzde sekseni El Muhaberat... Yüzde yirmisi de iş başvurusunda bulunmuş, beklemekte.
***
Cumhuriyet pratik olarak hanedanın elinden iktidarı alıyor.
Ama almasından ziyade iktidarı kime devrettiği önemli.
Örneğin, Suriyede resmen ingilteredeki gibi hanedan yok... Ama egemenlik babadan oğula geçmekte.
ingilterede ise egemenliğin sahibi doğrudan halk.
Neden?
Çünkü ingiltere, çoğulculuğun, çok sesliliğin, insanı sistemin odağına koyan temel hak ve özgürlüklerin esas alındığı çok köklü bir demokrasi.
Suriyede ise Esad ailesi, ordu, polis, istihbarat iktidarda.
Halkın ezberini ise otoriter cumhuriyet şekillendiriyor.
***
Türkiyede cumhuriyet, Osmanlı Hanedanının iktidarını yıkıyor ama egemenliği halka devretmiyor.
Otoriter bir cumhuriyet rejimi kuruluyor.
iktidar, Milli Şef e geçiyor... Umdelerinde demokrasi; yani halk egemenliği bulunmayan Altı Okçu Cumhuriyet Halk Partisine geçiyor.
ingiliz demokrasisine çok uzak, Suriye rejimine çok yakın bir noktada seyrediyoruz.
***
Onun için...
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşam kalitesi bir türlü düzelemiyor.
Yaşam kalitesi sıralamasında dünyada 92. basamaktayız.
ingiltere ise ilk onda...
85 yıllık cumhuriyet, demokrasiye hep şaşı baktı.
Halk egemenliğini hiç sevmedi.
Yöneteni kutsadı, yönetileni adam yerine koymadı.
Durum ortada...
2008 yılında yüzüncü yılını kutlayacağımız ikinci Meşrutiyetin hemen ardından durum nasılsa, yüz yıl sonra da pek farklı değil.
Sorunlar tıpatıp aynı... Laiklik, Kürt sorunu vs...
Cumhuriyet, demokrasiyle taçlanmayınca, sorun da çözemiyor.
***
Yorgun ve başarısız Birinci Cumhuriyetin yaralarını sarmak, zaaflarını onarmak, halkın zenginleşmesini ve özgürleşmesini sağlamak için çare ne?
Halkın egemenliği... Temel hak ve özgürlükler... Evrensel hukuk... Bireyin mutluluğunu oluşturacak zenginlik ve özgürlük çıtasının yükseltilmesi.
Bunu ne yapar?
AB tam üyeliği...
***
Yüzde 47 oy ile iktidara gelen AK Parti iktidarı sözlerini tutar ve AB istikametinde bir sivil anayasa ile halk egemenliğine dayalı güç dengesinin çatısını kurar... Öte yandan da AB reformları için gaza basarsa...
Cumhuriyetin önümüzdeki yılları hiç şüphesiz daha parlak, halk da çok daha mutlu olabilir.
Ama AK Parti şimdilik bu noktadan çok uzakta durmakta.
***
Cumhuriyetin zindeliği silaha değil, evrensel hukuka, demokrasiye, bireyin özgürlüğünü ve zenginliğini esas alan zihniyete bağlı.
Cumhuriyet olmadığı halde bu gerçekleri anlayan ingiltere yaşam kalitesi açısından ilk onda.
AB üyesi olan Yunanistan 24. sırada...
Biz ise 92. sıradayız.
Seksen beş yıllık cumhuriyet için pek de övünülecek bir durum değil.
Ama üzülmeyin...
Bizim cumhuriyet insanı ve demokrasiyi keşfettiğinde bizim yaşam kalitemiz de yükselecek.
Bir gün mutlaka...
***
Geçen sene yukarıdaki yazıyı yazmıştım...
Genelkurmayın fütursuzca Aktütün iddialarını yalanladığı, ilerleme Raporunun reform konusundaki ataleti vurguladığı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün hala devlet ve toplumu AB istikametinde gayrete getirmeye çalıştığı dünkü gelişmelerin peşi sıra, öğleden sonra masanın başına oturduğumda...
Sizce, Cumhuriyet Bayramının 85. yıldönümü için yeni bir yazı yazmama gerek var mıydı?
öteden beri süregelen uygulamalar zamanla insanların zihninde sorgulanabilirliğini kaybeder ve bir mantık temeline oturtulmaya gerek duyulmaksızın kesin dogru olarak kabul edilirler. bu da onlardan biridir.
kimilerimiz rahatsız olsak da şu anda türkiyede erkekler belirli bir yaşta zorunlu olarak askere alınıyorlar. o yaşa kadar hiç silah görmemiş bir takım genç atış talimleri yapıyor, hiç de atletik olmayan vucutlar her sabah kilometrelerce koşturuluyor, el bebek gül bebek büyüyenler karlı dağlarda sıfırın altında sıcaklıklarda gecenin bir saatinde nöbet tutturuluyor. bunları ülkenin güvenlik sorunuyla ve silahlı güç gereksinimiyle ve de imkanlar dahilinde mevcut sisteme alternatif üretememeyle açıklayabilir, kabul edebilir ya da en azından tartışabiliriz.
peki bir tarafta erkeklerden istenen bu fedakarlıklar (fedakar olmazsa vatan haini olması durumu) varken , kadının tüm bunlardan münezzeh olmasını neyle acıklayacağız? erkekler vatan borcu diye askere gidiyor peki bu vatanın kadınlardan hiç mi alacağı yok? tek çocuğu erkek olan bir kişinin oğlu askerde canını verirken, beş kızı olanın hiç bir zaman bu olasılığın dahi korkusunu çekmemiş olmasını hangi eşitlik anlayışıyla izah edebilirsiniz? zorunlu askerliğin ilk ortaya çıkışındaki sosyolojik yapı, kadının toplum içindeki yeri günümüzden çok farklıydı. erken yaşta evlenen kadınlar, annelik ve kadının ev içindeki sorumluluklarından dolayı, doğası gereği savaşa, fiziksel mücadeleye erkeğe göre nispeten uygunsuzluğu ( bu önermeyi pkk lı kadın teröristler tekzip ediyor olabilir ) birer gerekçe olarak değerlendirilebilir. ancak artık günümüzde hayatın içinde kadın erkek -en azından teorik olarak- eşit ya da eşit hale getirilmeye çalışılıyor. bu konu kadınlar tarafından neden bir eşitsizlik olarak görülmüyor? neden her türlü cinsel ayımcılığa karşı şiddetli mücadele yürüten feministler bunu dile getirmiyor?
eğer ortada ülkenin savunulması gibi bir zorunluluk varsa ve bu benim on beş ayımı silah altında geçirmemi gerektiriyorsa ben aynı sorumluluğu kadınlardan da bekliyorum.
aslı ''yoksa dünyada nasîb olmayacak mı bilmem? / Bize nev'-i beşerin hakkı olan hürriyyet?'' olan namık kemale ait cümle. hüseyin hatemi yazısında aktararak o günden bugüne neler değiş(me)mişe dikkat çekiyor. yazının tamamı için :
özellikle son zamanlarda daha belirginleşen özelliğidir. bu durum kendisine çıkar sağlama amacı taşısa ve dışardan da o şekilde görünüyor olsa da,türkiyenin olduğu gibi akpnin de bugun çektiği sıkıntıların baş müsebbibidir.
akp başbakanın bir demeci sonrasında spontan gelişen olaylar ,mhp nin hodri meydan demesi (madem o kadar konustun gel halledelim tavrı) sonucu alt yapısız, ön çalışmasız bir oldu bittiyle türban meselesini çözmeye çalışmıştır. bu sorun bence de türkiyenin çözülmesi gereken hak ve özgürlükler meseleleri içindedir. ancak türkiyede önemli bir kesim bu adımı akp nin gizli planlarının bir parçası olarak görmüşlerdir ve zaten tedirgin olan bu bu kesim infiale kapılmıştır. yasagın kalkmasına gösterdikleri bu aşırı tepki, yasak karşıtlarında şaşkınlık sonrasında da kızgınlıga sebep olmuştur. kaşılıklı duyulan bu öfke ve tahammülsüzlükle toplumda kutuplaşmanın temelleri atılmıştır. nihayet akp ye de kapatma davası açılmasının tetikleyicisi olmuştur.
oysa türbandan önce akp dış dünyada türkiyenin yüz karası olan, aydınların yargılanmasına hatta öldürülmesine sebebiyet veren 301 i, yıllardır bu ülkede sömürülen ve yok sayılan alevilerin sorunlarını, laik bir ülkede insanlara zorla dua ezberleten bir inancı empoze etmeye çalışan zorunlu din dersini ve bunun gibi kendi tabanını pek de alakadar etmeyen konuları düzenlemeliydi. böylece akp kendine demokrat kimliğinden kurtulup gerçek demokrat adıyla anılırdı. sonrasında da türban sorunu çözülürken o tedirgin kesim bunu bir ''gizli plan parçası'' olarak değil, ülkede büyük bir özgürlükler hareketi başlatan bir partinin icraatlarının devamı olarak görürdü ve kimse gerilmezdi.büyük ihtimalle bu dava da açılmazdı.
aynı şekilde akp parti kapatma davası açıldıktan sonra başbakanın tabiriyle maç sırasında kuralları değiştirmeye çalışmak yerine, kendisi parti kapatmanın en azından dava acmanın yasal kolaylığından hiç de mustarip olmadan aynı ya da benzer değişiklikleri yapmış olsaydı yine hem kendisi hem de türkiye kazanmış olacaktı.
fakat bunları göz arı edip küçük hesaplar peşinde koşan, ab çizgisinden uzaklaşan akp kendine de asıl önemlisi türkiyeye zarar vermektedir. umarım doğru yolu bulurlar.
sınava girilen yerin büyüklüğüyle (sınavdaki kişi sayısıyla aynı zamanda) orantılıdır bu süreç. eğer koca bir amfideyse sınav elinizde kalem önünüzde kağıt aklınızda ise sınavdan bağımsız muhtelif düşünceler yarım saatten fazla bekleyebilirsiniz.
bu zaman zarfında önce boş boş sorulara bir bakılır (büt varsa biraz daha dikkatli bakılır fikir edinmek için) sonra insanlar yazmaya başlar.sen bir süre daha kaputu açıp bakan kadının gözüyle inceledikçe soruları etrafla ilgilenmeye başlarsın artık.önündekine bakarsın ilk sorudan başlamıştır yanındaki ikinci.. sense zor şartlarda tümünü göremeyeceğinden bir sorunun ve başını görsen sonuna bir şey uyduracak bilgiden bile yoksun olduğundan hiç kıvranıp kendini maymun etmemeye karar verirsin önceki sınavlardaki gibi, üstelik bu sınavda birer boşluk bırakılarak oturtulmuşsunuzdur sıralara. derken gözlerin tanıdıkları arar biriyle göz göze gelmenin ümidiyle tarar gözlerin amfiyi..ama nafile biri öyle girmiştir kağıdın içine ki gözleeri değil yüzü bile görünmez diğeri kalemin ucunu ağzına sokmuş boşluğa bakarak düşünmededir..bol bol göz göze geldiğin başınızdaki asistanlardır. bir kaç saniyelik bakışma neticesinde halinden utanıp bir şeyler düşünüyor ya da yazıyor gibi yapmaya başlarsın.bu sırada imza sırası sana gelir görevliye mahcup olmamak için cevap kagıdının ikinci sayfasını cevirirsin ilk tarafı doldurmus gibi, listede adını bulur imzanı atar görevliyi yolcu ettikten sonra yine dönersin dünyana.tekrar kolaçana koyulursun sınıfı nihayet bir arkadaşla kesişir gözleriniz o da aval aval bakmaktadır senin gibi sağa sola derken gülümsersiniz karşılıklı ve mantıksız bir şekilde mutlu olursun bundan. kısa sürer bu mutluluk içinde hep başarısızlığın vicdan azabı sorumsuzluğun pişmanlığı vardır.sonra lig uzun maraton önümüzdeki maçlara bakıcaz diyerek hesaplar yapmaya başlarsın matematikten geçsem bunu da bütte veririm diye kaba bir program şekillenir kafanda neyse bu akşamda calışmamda yarın başlarız dersin kendine. ''akşam ne yapsam acaba?'' tam cevabını ararken bu sorunun, ''imza atmayan var mı'' sesiyle sarı yanar sana kendine gelirsin ''isteyen çıkabilir'' sesiyle de yeşil yandıktan sonra kalemi cebine sokar hızlı hızlı inersin kürsüye doğru, boş kağıdı verirken suratına bakmazsın kürsüdekinin..
''Türkiye'de internet üzerinden oynanan 'online kumara' ilk kez ceza verilecek. Emniyet, sanal kumar oynayan 3 bin 500 kişinin kimliklerini tespit etti. 46 bin kez kumar oynayan bu kişilere Kabahatler Kanunu'na göre her bir oyun için 100 YTL ceza kesilecek.''
bir aralar caddebostan sahilde dolasıp cimlerde oturanların yanına gidip kendisinin peygamber/mesih oldugunu anlatan 40 yaslarında eli yüzü düzgün adam. anlattıgına göre kendisi 17 agustos depremınde fiilen görev almıs ve eliyle deprem bölgelerini tutup daha fazla sarsılmalarına engel olarak can kaybının daha da artmasını önlemiştir. ayrıca rüyasında fatih sultan mehmetle muhabbeti de vardır. olayın özünde inandığı bu ilahi gücünü insanlara tebliğ etmek misyonunu özveriyle yerine getirmesi olmakla beraber bunun yanında farklı bilgiler de vermektedir , iddiialarda bulunmaktadır. uzun zamandır gitmediğim için caddebostana hala oralardamıdır bilmem. lakin özledim vesselam hayatımda gördüğüm en iyi deliydi.
arada neler yapıyor bizi temsil edenler bir bakalım diye trt3 ü her actıgımda karşıma kamer genç çıkıyor. an itibariyle yine açtım yine o çıktı. 10 dakika içinde iki ayrı verdiği önerge hakkında iki kere kürsüye çıktı. söylediklerinin içeriğine katılırız katılmayız ama gösterdiği bu inanılmaz performansı, aldığı oyu da maaşı da hakettiğini bana düşündürüyor.
evden çıkmadan hiç mi aynaya bakmıyorsun, hiç mi dürüst bir arkadaşın yok, yoksa aynaya bakıp güzel göründüğünü mü düşünüyorsun gibi isyan ve merak içeren sorular yöneltmek istenen mide bulandıran kız. tabi fiziki özelliklerin kusursuz olmak zorunda değil ama sen de kendini bil ve kabullen, kendine acımıyorsan bize acı.
her gün türbanla ilgili bir ya da bir kaç başlık olması bunun göstergesidir. yanlız ilgi çekici olan burdaki entry lerin sahiplerinin mevcut durumdan(türban yasağı) mustarip olanların değil türbana karşı olanların olmasıdır. yani kaba tabirle kendisine bir giren çıkan olmayanların hatta vaziyetten memnun olanların tüm bunlara rağmen ısrarla konuyu alt başlıklarla çeşitlendirerek ille de üzerinde konuşmak istemeleri dikkat çekmektedir. fakat açılan başlıklarda da konuyu ciddiyetle masaya yatırmaktan ziyade bir ötekileştirme,uzaylılaştırma, aşağılama eğilimi vardır. kendileri bir baskıya maruz kalmayan bu kişiler, kendilerini hiç de alakadar etmeyen diğerlerinin hayat tarzlarından, değerlerinden ve hatta varlıklarından rahatsız olmaktadırlar. mini etekli türbanlı, sevişen türbanlı,gotik türbanlı, türbanlının zavallı kocası benzeri yaratıcı başlıklarla bu insanlara sanki başka bir gezegenden gelmiş gözüyle bakılmakta/ baktırılmaya çalışılmaktadır.
bu durum tespitinden sonra , arkadaşların bu şekilde davranmalarına sebep olan sosyolojik ve psikolojik etkenleri de sizinle paylaşmak isterdim fakat ne yazıkki ben de bu konuda bir fikre sahip değilim.
'' Türkiye'de halkın ortalama eğitim düzeyi fazla yüksek olmayan büyük çoğunluğu, demokrasiye sahip çıkıyor; hemen her seçimde ideolojiden uzak, pragmatik, sağduyulu, akla uygun tercihler yapıyor. Buna karşılık ortalama eğitim düzeyi yüksek olan toplum kesimlerinde, en hafifinden "demokrasiye erken geçildiğine" inananlardan tutun, hükümete karşı askerî darbe çağrısı yapanlara kadar uzanan geniş bir "demokrasiden şikâyetçiler" cephesinin varlığı artık iyice gözle görülür bir hal aldı. Denebilir ki, bu paradokslar ülkesinde çok çarpıcı bir eğilim var: Eğitim düzeyi yükseldikçe özgürlükçü ve çoğulcu değerlere bağlılık azalıyor, hoşgörüsüzlük ve dogmatizm artıyor. Sosyal bilim teorilerini altüst eden bu paradoksun nasıl açıklanabileceği hakkında iyi bir fikrimiz var: Anaokullarından üniversitelere Türkiye okullarında verilen eğitimin, eğitimden ziyade endoktrinasyona benzer bir yanı var: Farklılığa hoşgörüsüzlüğü, otoriter bir zihniyeti aşılıyor. Üniversitelerde okuyan gençler arasında ideolojilere bağlılığın, bunca yıllık demokrasi tecrübesine rağmen hâlâ yaygınlığını korumasında bunun mutlaka bir rolü var. Görebildiğim kadarıyla gençlerin ancak bir kısmı okullarda aşılanan değerleri ve bakış açılarını "resmi söylem" olarak kabul ediyor ve alternatif bilgilenme kanallarından (kitaplar, dergiler, internet, vs.) yararlanarak, zihin sağlıklarını koruyabiliyor. Belki bunun için "resmi söylem" gençler arasında tam bir egemenlik kuramıyor. ''
fikir babalığını michael albert in yaptığı kapitalizme alternatif olarak üretilen ekonomik sistem. temelinde farklı tüketim ve paylaşım alışkanlıklarının değişimi, refah seviyesindeki derin uçurumlardan eşitliğe geçiş, ve her bireye söz hakkı verilmesi vardır. ilk bakışta sosyalizmle aynı ya da cok benzer olduğu düşünülsede arasındaki farklılıkları şöyle açıklıyor albert : sosylazimde sadece baştaki yüzde ikilik yönetici takımını değiştirirsiniz fakat sınıf farklılıkları aynı kalır,pazarlar ortadan kalkmaz. katılımcı ekonomi modelinde ise üst yönetim çıkarılır , calışma vizyonu değiştirilir, pazarlar kaldırılır ve tüketim sınıfını değiştirilir.
toplumun farklı fonksiyonları olabileceğinden hareketle insalar farklı iş kolları arasında iş bölümü yapacaklar. kurumlarda özel mülkiyet kaldırılıcak ayrıca bir kurumun başında herkese sözü geçen, tüm karar mekanizmasında hakim bir kişi ya da kişiler bulunmayacak. dengeli iş kompleksleri yaratılacak. pazar güdümlü dünyadan pazarsız dünyaya geçiş sağlanacak.
50 karekter kısıtlaması yuzunden tam olarak yazılamamıştır. orjinali :
''sen git milyonlarca sperm arasından birinci gel sonra yaşadığın hayata bak'' tır.
''Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye işveren Sendikaları Konfederasyonu (TiSK), Türkiye işçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-iş), Hak işçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-iş), Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (Türkiye Kamu-Sen), Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) bir araya gelerek ve anayasa hazırlama sürecinin en az anayasanın içeriği kadar önemli olduğunu ifade ederek yeni anayasanın dayanması gereken temel ilkelerin bir tartışma süreci içinde belirlenmesinin yararını vurgulamış'' ve "Sürecin gerçek sahipleri toplumun kendisidir. Bizlerin rolü, tartışmaya doğru ortamı sağlamaktır. Anayasa siz ne kadar sahip çıkarsanız o kadar sizin olur. Bu sürece, Türkiye'de yaşayan, Türkiye üzerinde iddia sahibi olan herkesi çağırıyoruz."
diyerek bu siteyle herkese bu sürecte aktif olma sansı vermişlerdir.