magnolia grandiflora
403 (örnek şahsiyet)
on birinci nesil silik 36 takipçi 330.15 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kadın bedeni sanat eseridir sahtekarlığı

    1.
  1. romantik görünmeye çalışan öz hakiki sığır sahtekarlığıdır. "kadın bedeni bir sanat eseridir, benim için güzel bir kadın Tanrı'nın varlığının ispatıdır, hiçbir şey kadın vücudu kadar estetik değil." vesaire.

    en entel görünümlüsünden en kırosuna kadar hepsinin paravanı bu. ne kadar küçük ne kadar basit bir sanat algısı baksana. dünyanın bizzat kendisi bir sanat eseri. tabiat sanat eseri. sayısız canlı türü sanat eseri. mevsimler, okyanuslar, çöller, hayatın ta kendisi eşsiz bir sanat eseri. ama bunların hiçbiri erkek adı verilen düz canlı için ne seyretmeye ne de hayran olmaya değer şeyler. iş kadın vücuduna gelince hepsi birer romantik olur ve başlar edebi edebi konuşmaya.

    olayı kadın vücuduna tapınmaya götürecek kadar abartanları bile mevcut. ne mide bulandırıcı bir zevk düşkünlüğü, ne zavallıca bir farklı gösterme çabası.

    gerçekten sanat eseri görmek istiyorsan gün doğumunu seyret. denizde taş sektir. taşın suya nasıl hevesle, istekle karıştığını ve sonsuzlukta yitip gittiğini gör. çiçek yetiştir çiçek. ulu bir çınar ağacı bul karşısına bir sandalye çek, hikayesini dinle. sanat eseri görmek istiyorsan insan vücudunun işleyişini öğren. her hücrenin, her dokunun nasıl bir ahenkle işlediğinden haberdar ol. vücudunda hiçbir sistemin bir diğerinden rol çalmadığına ve sadakatle vazifesini yerine getirdiğine şahit ol.

    Tanrı'ya mı inanasın var? penguenlerin dansına bak kardeş. bacak kadar boyu, yavaştan da yavaş hızıyla yengeç denen canlının hangi rotayı takip ederek hangi izi sürerek çölü aşıp yumurtalarını bırakıp gerisin geri döndüğünü öğren. hiçbir denizin suyunun ötekine karışmayışını sorgula, ona şaşır. tüm gezegenlerin kendi yörüngesinde takılmasına hayran kal. dünyadaki her varlığın her canlının kendine özgü renklerde oluşunu beğen. sözün özü kanıt çok. hayran olunacak eser çok. bir tek kadın bedeni değil yani.

    ille de onu beğeneceksen çakma romantik ayağına nafile ahkam kesme de alenen derdini söyle. daha samimi.
    5 ...
  2. hedefe ulaşınca sevinmek yerine duygusallaşmak

    1.
  3. neyin sevinç neyin hüzün verdiğine dair ayrım yapmanıza yarayan tüm hislerinizin birbiriyle harmanlandığı anlamına gelir. eskide kalmış bir insan güruhunun payı yadırganamaz elbette bu durumda. aileden arkadaşa, yüreğinizi verdiğinizden konu komşuya kadar el birliğiyle neşelerinizi kursağınıza dizmiş, hüzünlerinizde sizden büyük sevinç gösterileri beklemişlerse, aslında mutluluğunu doyasıya yaşamanız gereken bir durum karşısında tek yapabildiğiniz düğüm düğüm olmuş boğazınız ve nemli gözlerinizle hayatınızı bir film şeridi haline getirmek ve başa sarıp seyretmek olur.

    sevinmenin, hak edilmiş bir mutluluğun tadını çıkarmanın zevkini elinizden almalarına izin vermeyin. kendiniz için bir şiir yazın. bir şarkı söyleyin. bir çiçek alın. kek filan yapın. en olmadı uzanıp kendi yanaklarınızdan öpüverin kendinizi...

    "Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    iyice kurulamıyorum saçlarını
    Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
    Halbuki geyikli gece ormanda
    Keskin mavi ve hışırtılı
    Geyikli geceye geçiyorum.

    Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum." Turgut uyar.
    3 ...
  4. sözlük yazarlarının itirafları nı sevme nedenleri

    1.
  5. kimi işgüzarların durmaksızın laf soktuğu ve böyle yapmakla kaliteli bir yazar çizer olduğuna dair görüşler edineceğimize inandığı anlaşılan sözlük yazarlarının itirafları başlığını hem okuyucu hem yazar olarak sevme nedenleridir.

    benim nedenlerimdir öncelikle. eskiden bu başlığa karşı nötrdüm. yazmazdım, belki de binde bir yazardım bilmiyorum. ama yazanlara karşı da hiçbir art niyetim olduğunu hatırlamıyorum. şimdiyse ara sıra açıp özellikle eskileri karıştırıp okumaktan bambaşka bir tat almaya başladım.

    çünkü itiraflar başlığındaki "itiraflar" sadece bir sembol. aklına esince gelip format filan dinlemeden dökülüp saçılabileceğin, kahkahalara boğulabileceğin, hüzünlenebileceğin, başkalaşabileceğin ya da çırılçıplak sen kalabileceğin özgür bir alan. başkaldırmanın ortak dili. sonra şunu fark ettim ki her gün, sabahtan akşama kadar bıkıp usanmadan aynı şeyleri yazan aynı sıkıcı kişilerden başka yazarlar da var bu sözlükte. itirafları okuyun göreceksiniz. "vay nicke bak on numara, gece gece yazılacak şey mi bu dertlendik yine, ooo neşeliyiz alırım bi dal, aa sekizinci nesilmiş nasıl da fark etmedim..." vesaire diye içinizden içinizden bir sürü şey geçirebildiğiniz sürprizli bir gezinti.

    ya da gecenin 3'ünde uykudan uyanmışsın yalnızlık diz boyu. öyle hiç kimsesiz, mantıklı bir yalnızlık da değil üstelik. içerideki odada annenler uyuyorsa bile, yanındaki yatakta ev arkadaşın, üç adım ötende hayat arkadaşınsa bile rüyaya dalmış olan... sen öyle veya böyle yalnızlığa boğulmuşsan sonuçta, sessiz bir kalabalığa karışıp herkesle kaybolmak istemişsen... seni hiç tanımayan ve belki de bu yüzden kendini en rahat en doğru tanıtabileceğin insanlara karışmak istemişsen... o aidiyet hissi hani başka hiçbir şeyin aynı tadı veremediği...

    birbirine ırkı, dili, dini yüzünden hakaret edenlerin cirit attığı bir yerde yalnız orada gerçek insanlara ve gerçek duygulara rastlayabiliyorum. yalnız orada mantıksız gibi görünen yalnızlığımı atabiliyorum çoğu kez. aidiyet hissediyorum diğer herkes gibi. herkes çıplak sanki. örtüler yok maskeler yok boyalar yok. nefretten beslenen hasta ruhlar yok, beyniyle cinsel uzvu yer değiştirmiş küçük insanlar yok, insanı insan olarak görmeyi unutmuş parti holiganları yok, gerçek olamayacak kadar çirkin bilinçaltları yok... insanlar var. annesiyle babasının kavgalarından bıkıp içini döken, kardeşinin hasretini bize anlatan, yalnızlığını betimlemeye çalışan, ilk aşkının heyecanını mutluluğunu paylaşan, bazen sadece sıkkın, bazen sadece bitkin, bazen uçurumun kenarında aşağı düşecekken bazen uçurumun kenarından rengarenk çiçekler toplarken... hep kelimelerle, hep anlatarak...

    ne zaman ortalığı aynı iğrenç koku kaplasa, ne zaman savaş çığlıkları yayılsa etrafa, birileri birilerine falanca ırktan olduğu için sövüp saysa, öteki berikine filanca partiyi tuttuğu için hakarete başlasa en eskilerinden açıp başlıyorum okumaya. illa ki gerçek bir insan çıkıyor karşıma orada. gerçek duygularıyla gerçek bir insan. gülümsetiyor hüznün bile en şekilli haliyle. acısı, öfkesi, nefreti bile asil. okunaklı okunaklı...

    aldırmayın yazın. itiraf edecek bir şey olması şart değil. aşık olun yazın, nefret edin yazın, özleyin yazın, özlemeyin yazın. parasız kalın yazın, varlığa düşün yazın. neşelenin yazın kederlenin yazın. yüzleşin yazın kaçıp saklanın yazın. yazın işte. insanız ya insan gibi en hasından. günahıyla sevabıyla, doğrusuyla yanlışıyla; ama hep yürek denen denizden süzün kelimelerinizi. bir gün bir gece, günün en sağanak gecenin en zifiri saatinde, hiç tanımadığınız ve tanımayacağınız birilerine hüznünde ve neşesinde habersizce eşlik edin.

    ebelik de sırayla. saklandığınız yerlere en olmadık anlarda sobelenebileceğinizi bilerek girin.
    2 ...
  6. doğru olanı yapmanın günden güne zorlaşması

    1.
  7. aslında hiç kimse doğrulara pek de meraklı olmadığı içindir. herkes öyle söyler ama değil mi? "her zaman doğru bildiğimi yaparım. doğrularımın arkasında dururum. yalandan nefret ederim." vesaire. oysa doğru her zaman bir taneydi. hiç çoğalmadı. senin doğrun, benim doğrum, onun doğru bildiği, bunun doğru sandığı yok. "doğru" var.

    her gün biraz daha yorgun başladığımı fark ediyorum. her gün doğrunun neresinden tutarsam tutayım elim biraz daha kayıyor, ayaklarım biraz daha boşluğa düşüyor. dünyayı sen mi kurtaracaksın, biraz kendini düşün, şu hayatta bencil olmak gerek, devir değişti cümlelerinin arasından sıyrılıp temiz havayı çekmek istiyorum içime. bunlardan kaçsam, kaçabilsem, bu sefer de doğrudan yana olduğum için beni samimiyetsizlikle, şov yapmakla itham eden başkaları kuşatıyor etrafımı. bıktım bu seslerden, bu çarpık doğru anlayışlarından, bu çıkarcı yoz sistemde tüketilmekten...

    geçen iki dönem içinde ders isteğini geri çevirdiğim kaç veli oldu hatırlamıyorum bile. bir aile henüz 1., 2. sınıfa giden çocuğuna ders aldırmak istediğinde, notları zaten çok iyi olan çocuğuna destek olmamı istediğinde, hayattaki arzuları, idealleri bambaşka olan çocuğuna kendi tasarladığı geleceği dayatmak adına ders aldırmaya kalktığında tek yaptığım kibarca reddetmek oldu. çünkü bu doğru değil. çünkü bu yanlış. birilerinin doğru bildiğini savunduğu şey, kendi menfaatine olan şeyin ta kendisi. bu yüzden dünya yaşanır bir yer olmaktan çıktı. bu yüzden hep bir kavram kargaşası, bir iletişim kopukluğu, anlayışsızlık hakim hayatımıza. herkesin doğru bildiği bir şeyler var; ama kimse doğrunun bizzat kendisini bilip uygulamakla ilgilenmiyor.

    taksiden indiğim sırada koltukta bulunan 20 liranın bana ait olmadığını biliyor oluşum doğru. kime ait olduğu bilinemese, bulunamasa da bana ait olmadığı doğru. onu bana uzatan taksiciye "bu parayı ben düşürmedim." demek doğru. sırf koşullar elveriyor diye üç kuruşa tamah edip sevinmek doğru değil ama. ya da kendi bildiği doğruyu değil de doğrunun kendisini yapan insana durmaksızın enayi demek. aptal demek. onu faydasız bir şov yapmakla suçlamak. onun doğruya olan saygısını zedelemek. zedelemek mi? düpedüz hırpalamak...

    korkuyorum; çünkü diyorum ya günden güne zorlaşıyor herkesin kendi doğrularına sıkı sıkı yapıştığı ben merkezci düzenin göbeğinde kimsenin itibar etmediği o tek doğruları yapmak. enayi miyim ben diye bir ses işitir oldum beynimin derinlerinde. yemek buldu mu yiyen, dayak buldu mu kaçan, fırsat buldu mu çöken, nedense doğru bildiği hep kendi çıkarına yönelik olan insanlar gibi olmalıyım. dışlanıyorum. hor görülüyorum. doğruya sahip çıktığım için de hakikaten şimdiye dek kimse bana madalya vermedi...

    biri bana günün birinde böyle şeyler yazacağımı söyleseydi ona inanamazdım. hayat bu işte. bir trajedi, bir dram, bir komedi sahnesi değil. akıp giden gerçekler bütünü. seçim yapmak zorunda kalabilir insan önünde sonunda. doğru bildiklerinin ölçü birimi para olan kalabalığa karışıp mutlu yaşamak ya da o rağbet görmeyen esas doğrunun peşine takılıp bir ömrü heba etmek. işin kötüsü seçim yapsan bile başaramamak var işin ucunda. karışmak isteyip karışamamak ve durmadan sırıtmak.

    hep bu ikilemde yaşayıp hayatını böyle sona erdirmek de var sonra. doğruya sarılıp bu yaşa gelmişsin; ama yanlış yaptığını kabul etmek ağır geliyordur çünkü. hayatla sağlam bir fırtınada boğuşmadan meydan okumak kolay. gölgede yaşayıp güneşi sevmek kolay. gerçek insanın karşısına hep namüsait şartlarda çıkıyor.

    artık ben de acaba diyorum. beni de kemiriyor şeytanın soruları. belki yıldızlı bir "doğru bildiklerinin peşinden giden" olamam; ama öyle olmak gerektiğini düşünmeye başladım bile. o çıkarcı, o yalancı insanlara galip gelmek bir yana, hep mağlup olmaktan yorulmuş, bitmek bilmeyen yaftalarından bıkmış usanmış... üstelik önüme ardıma, sağıma soluma bakınıyorum, hakikaten kimse bana bir madalya vermemiş...
    3 ...
  8. takip edilen yazarların az yazması

    1.
  9. okumaya, takip etmeye değer görülen yazarın günde taş çatlasın 2 entry girmesi bazen de hiç girmemesidir. bir tek bana mı oluyor bilmiyorum, bunu nasıl yaptığımı da bilmiyorum; ama sonrasında, takibe başladığım yazarların ortak noktasının çok az yazmak olduğunu fark ediyorum. şurada iyi bir şeyler yazabilen, kendini okutabilen (bana göre) 3-5 insansınız siz de yazmıyorsunuz nasıl olacak bu iş...
    4 ...
  10. kadını şeytana benzeten erkek

    1.
  11. orta Çağ'da tükenmiş olması gereken erkek modeli. tükenmemiş ne yazık ki. 21. yüzyılda hala hayata dair bütün başarısızlıklarının, mutsuzluklarının, yetersizliklerinin nedenini kadın olarak gören ve göstermeye çalışan insanlar mevcut.

    sokakta yürürken bile rahat bırakılmayan, erkeğin bakışlarıyla dahi taciz edebildiği varlık kadın değilmiş gibi, bir afralar bir tafralar sormayın gitsin. ne zaman büyüyecek ne zaman akıllanacaksınız hiçbir fikrim yok.

    kadına şeytan yakıştırması yapmasının bir tek izahı var, o da kendi mukayyet olamadığı aklının, nefsinin dizginlerinin sürekli belden aşağı kayması.

    ne o kadın olmayı kendi seçti, ne sen erkek olmayı kendin seçtin. tabiatın, yaradılışın iki tarafa da yüklediği farklı sorumluluklar, ödevler var. sen insan olmayı becerebildin mi de kadın hakkında tez yazmış akademisyen edasıyla ahkam kesiyorsun?

    daha eline, beline, diline sahip çıkamayan vatandaş tutmuş "savaşlar bile kadınlar yüzünden çıkar." diyor.

    kadın mı sana git benim için şununla savaş diyor a akıllı? kadını daha doğrusu kadın bedenini uğruna savaşmaya, delirmeye, yakıp yıkmaya değer bir şey olarak gören aciz biçare sensin. sen zevkin, keyfin uğruna dünyayı mahvediyorsun. hem kadına hem başka her şeye o aptal dürtüleri yüzünden zarar veren de sensin. başka hiçbir şey için bu kadar kafa yormayan, mücadele etmeyen, kendini geliştirmeyen, kıç büyüttüğü yerden etrafa bakıp bütün dünyayı spermden ibaret gören de sensin.

    kadın görünce ağzının suyu akan, orasını burasını incelemeye koyulan, kafasından envai çeşit pislik geçen sensin. şurada bile anasını bacısını muhabbet konusu yapabilen sefil mahluk sensin.

    hakikaten bir canlı bu kadar aciz, bu kadar keyif düşkünü, bu kadar yüzeysel olup nasıl oluyor da bizzat kendinde barındırdığı şeytanı kadına yakıştırabiliyor?

    ne zaman elini şeyinden çeker, ipini kopardığın ilk anda zevk suyun dışında konuşacak, anlatacak bir şeyler bulabilirsin... ne zaman dünyaya, insana güzel bir şeyler kazandırma peşinde, bir vücut peşinde süründüğünün en az yarısı kadar uğraş verirsin o zaman şikayete hakkın olur belki.

    ya arkadaş yalnız sözlüğün olsa yine sesimi keseyim de dünyanın çivisini çıkardınız nefsiniz için. bi sus. bi sesini kes. bi edepli adaplı olmayı öğren. bi beyefendi ol da ondan sonra etrafta hanımefendi göremezsen gel burada ben de senle sövüp saymazsam adiyim.
    5 ...
  12. annelerin erkek evladı daha çok sevdiği gerçeği

    1.
  13. tarafsız bir biçimde bakan herkesin sıkıntı çekmeden görebileceği gerçektir. istisnalar dahilinde kaide bozulmaksızın anneler erkek çocuklarını daha çok seviyor.

    erkek çocuk geleceği kurtarmanın bir yolu gibi onun için. güç göstergesi. varlığı bile iyi hissettiren, onu koşulsuz koruyup kollayacak, sevecek bir erkek demek. sırf anne olduğu için üstelik. geçmişteki bütün eksik erkekler demek erkek evlat onlar için. ilgilenmeyen sevmeyen baba, hayat mücadelesinde destek olmayan eş, onu olduğu gibi sevmemiş ve ona destek olmamış bütün arkadaşlar. bir dayanak.

    bir erkek çocuk 27-28 yaşında evde hiçbir baltaya sap olmadan yaşama hakkına doğuştan sahiptir ve bu durum onun evdeki hakimiyetini etkilemez. ama aynı yaştaki bir kız evladın evdeki varlığı yüktür. ağır bir ifade gibi görünüyor biliyorum ama durum bu. o kız çocuğu orada yaşama hakkını sadece işe yaramak suretiyle elde edebilir. temizlik yap, yemek yap, sana söylenenleri yap, itaat et ya da bir an önce bir koca bul ve git.

    eğitimli meslek sahibi insanlardan söz etmediğim aşikar. bu fırsata sahip olamamış insanlardan söz ediyorum. 30 yaşındaki erkek evlat hastalandığı anda anne ona koşulsuz ilgi ve sevgi sunar. aynı yaştaki kız evlat bir köşede kendi kendine iyileşmeye çalışır emin olun. erkek evladınki üzerine titrenmesi gereken bir rahatsızlıkken, kız evladınki fazla uzun süren bir nazdır. can sıkıcı gerçekler bunlar.

    işin garibi de erkek dediğin bu gereksiz, dayanaksız hakimiyeti hiç sorgulamaz. vermeden almaya koşullanmıştır bizzat annesi tarafından. almak en doğal hakkıdır onun. hakim olmak, emretmek, itaat beklemek. bütün yaşamı boyunca erkekler tarafından işe yaramaz olarak değerlendirilen öz annesi sebep olmuştur buna. bir erkek onu koşulsuzca ve sınırsızca seviyordur işte, daha ne olsun?

    kadın olmak hiç de burada hayata dair zerre bilgisi olmayan dar görüşlerin öne sürdüğü gibi bir avantaj değildir. kadının bizzat kendisi yüzünden dezavantajdır üstelik.

    bence dünyayı ancak ve ancak anneler güzelleştirebilir. gel gör ki anne dediğin de artık kendine küçücük bir dünya belirleyip ona saklanan kişi demek. şahsi kanaatim ise anneliğin ille de bedeninden bir beden çıkması demek olmadığı yönünde. kadın çiçeğe bile annelik edebilir. dünyanın bir ucundaki kimsesiz yabancı bir çocuğa da. kadın kainata annelik edebilir tabii bencilliğine ket vurup hayata daha geniş bir pencereden bakmayı becerebilse.

    işte o yüzden kadın önemli. her şey dönüp dolaşıp kendisinde bitiyor ama farkında bile değil. sevgi de nefret de, adalet de zulüm de, hürriyet de esaret de, her şey kadında başlayıp bitiyor. kadını da erkeği de kadın yetiştiriyor. sonunu an itibariyle içinde bulunduğum halet-i ruhiye nedeniyle pek de bağlayamadığım bu entarinin teması bu yani.

    anne de adil olmaz, olamazsa dünyada kim niye adil olsun?
    7 ...
  14. yazım kurallarını neden öğrenmeliyiz sorunsalı

    1.
  15. düşündüm de bugüne kadar yazım kurallarını bilmediği ve yazarken olmayacak hatalar yaptığı için durmadan eleştirilen insanlar (bence eleştirilmeleri de gerekiyor zaten.) aslında biraz da geçmişte, ona öğretilecek olan şeyi neden öğrenmesi gerektiği konusunda aydınlatılmadığı hatta onu öğrenmesi gerektiğine ikna edilemediği için bugün bu durumdalar.

    yani sorun şu: eğitimci, karşısındakinin en temel çatışmasının "bunu neden öğrenmeliyim?" sorusu olduğunun bilincinde değil. bu konuya değinme gereksinimi bile duymuyor. doğal olarak da alıcı, alması istenen şeyin kendisi için gerekli olduğunu düşünmüyor ve ileti, bir kulağından girip öbür kulağından çıkıp gidiyor.

    yazım hatası yapan insanların eleştirilmesi gerekiyor ifademi de açmak istiyorum. belirli bir yaşa kadar müsamaha gösterilebilecek bir konu olmasına rağmen, belirli bir yaştan sonra ve özellikle birçok imkana sahip olduğu halde bunları öğrenmeyen insanların eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz.

    geçmişte öğrenemedin mi? yarım saat bilgisayarda oyun oynama, dilinin nasıl yazıldığına göz gezdir. yarım saat film izleme, müzik dinleme bunu yap. yarım saati uykundan ver yine yap. imkansız bir şey değil çünkü. aklı, mantığı, kitabı, bilgisayarı, kalemi, kağıdı olup da 30-40 yaşında ve sonrasında hala komik yazım hataları yapan insanları eleştirmeyelim de başımızda mı gezdirelim demek istiyorum.

    konuya gelirsem, bu sözlükte öyle çok yazım hatası yapılıyor ki ben de bu defa yazarları eleştirmek yerine, onları ilk ve orta öğretim günlerine götürüp "bunu neden öğrenmeleri gerektiği konusunda" aydınlatmaya çalışmaya karar verdim.

    yazım kurallarını neden öğrenmelisiniz? size neden daha 4., 5. sınıftan başlayarak yıllarca ve yıllarca bunları öğreteceğiz?

    gerekçe 1: öğrenmenizi istediğimiz yazım kurallarının her biri, çeşitli vurguların belirginleşmesine, vurgulardan yola çıkarak da ifade edilmek istenenin daha iyi ve daha doğru anlaşılmasına yönelik kurallardır.

    gerekçe 2: dilimizdeki her ifade "kelime" değildir. ek adını verdiğimiz ses parçalarının yazımı kelimelerden daha fazla özen gerektirir; çünkü bu ses parçalarının her birinin tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır görevleri vardır.

    gerekçe 3: sözü geçen ses parçalarının hangi görevi üstlendiğini konuşurken anlamak zor olmasa da, yazı sırasında anlamak bazen imkansızdır. çünkü, Türkçe zengin çağrışımlı bir dildir ve aynı sesli birçok ek farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanılabilir. bu ayrımlar konuşurken vurgu, tonlama sayesinde belirginlik kazansa da yazarken anlaşılmalarının, kelimelere bitişik mi yoksa onlardan ayrı mı yazıldıklarını bilmekten başka yolu yoktur.

    gerekçe 4: bu dili yalnızca sen konuşmuyor ve yazmıyorsun. sen "babamda panik atak olduğunu söylüyor." yazdığın zaman ne demek istediğini anlayabilsen de karşındaki özellikle de dilinin kurallarını bilen biriyse o yazıda ne demek istediğini anlamayacaktır ki bu sadece küçücük bir örnek.

    gerekçe 5: Türkçe, mevcut kelimelerini birçok şekilde değerlendirmiş bir dildir. kelimeler kaç harften oluştuklarıyla değil, ona ne kadar çok anlam kazandırılabildiğiyle değer kazanır.

    gerekçe 6: bu yeni anlam kazandırma kelime üzerinde hiçbir değişiklik yapılmayarak sağlanabileceği gibi, birden fazla kelimenin yan yana getirilmesiyle de sağlanabilir ve yan yana getirilerek yeni anlam elde etmiş kelimelerin yazımına dair sayısız kural vardır. türü kaymışsa şöyle, anlamını kaybetmişse şöyle, ilki anlamını kaybetmiş ikincisi korumuşsa şöyle, ilki anlamını korumuş ikincisi kaybetmişse şöyle, mecaz anlamda kullanıldıysa şöyle, temel anlamda kullanıldıysa şöyle, bir varlığa ad olduysa şöyle yazılır vs...

    gerekçe 7: Türkçe başka dillerle etkileşim içinde olan bir dildir ve güncel kelimelere her zaman açıktır. ancak bu kelimeleri bünyesine alırken çok hassas davranır. yani yabancı bir sözcük toplum tarafından benimsenir ve türk dil kurumu da bu benimsemeyi onaylarsa o kelime geldiği şekilde değil, mevcut Türkçeleştirme kuralları gereğince değişime uğrayarak yazılır ve kullanılır. bundan bihaber olan insan da yabancı sözcüğü ilk haliyle alıp kullanacağı için zaman içerisinde dilimizin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı acı bir gerçektir.

    gerekçe 8: bizler duyan, düşünen, sorgulayan, anlayan, hisseden varlıklarız. birbirimizle ancak açık bir iletişim sayesinde sağlıklı ilişkiler kurabiliriz. öz be öz dilini nasıl yazması gerektiğini bilmeyen insanların bu topluma her zaman yarardan çok zararı olmuştur.

    gerekçe 9: savaşlar, katliamlar, işkenceler her zaman düşünme becerisi yüksek olan; ancak yapması gerekenleri yolu yordamıyla değil; kendisini doğrudan sonuca götürecek metotlarla ilgilenenler tarafından gerçekleştirilmiştir. bu metotların doğru ya da yanlış olması önemsizdir onlar için. sonuca götürmesi önemlidir.

    gerekçe 10: "dilimi nasıl yazmam gerektiğini bilmiyorum; ama yazıyorum ve iyi kötü anlaşıyorum ya ona bak sen." diye düşünenler, gerekçe 9'un içeriğini teşkil edenlerin bizzat kendileridir.

    gerekçe son: "Bir ülkenin yönetimini ele alsaydım yapacağım ilk iş, hiç kuşkusuz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, sözcükler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilemezse, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Görev ve hizmetin gerektiği şekilde yapılamadığı yerlerde adet, kural ve kültür bozulur. adet, kural ve kültür bozulursa adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. işte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir." Konfüçyüs

    aslında çok gerekçe var; bunlar yalnızca bir kısmı. ingilizce öğretmenim Yusuf yeşil güzel bir ingiliz atasözü öğretmişti bize. Türkçeden söz ediyoruz madem, Türkçe yazayım. "eğer bir iş yapmaya değerse o, doğru yapmaya da değer demektir."

    sadece yazmayın. yazmayı yapmaya değer bir şey olarak görüyorsanız o, doğru yapmaya da değer bir şey demektir.
    9 ...
  16. moderasyona top demek

    1.
  17. uludağ sözlük moderatörlerinin gabarileri konusunda fikir sahibi olmamıza neden olan durum.

    şahsen geçen gün, şu an ismini hatırlayamadığım bir yazar "lan moderasyon" ifadesini içeren bir yazı yazdı ve ışık hızıyla çaylak oldu. yazıyı bitirmemle yazarımızın çaylak olduğunu görmem bir oldu yani. dünün beğenilenlerini okuyup oylarken şuna rastladım: #24504502 (son cümle)

    şaşkınlık verici değil mi? demek ki "lan" rahatsız ediyor; ama "top" etmiyor. bdv'den sordum, moderasyona top demek serbest mi diye. dur bakalım ne cevap gelecek.

    serbestse biz de bilelim arada sırada sevelim kendilerini bizim neyimiz eksik?
    6 ...
  18. güllerin savaşı

    9.
  19. canan Ergüder'in orada ne işi var diye sormaktan kendimi alamadığım dizi. fragman gözümüze gözümüze sokulduğu içindir ki şu komik ve vahim olaya tanık oldum. olay şu:

    psikolojik problemleri olan delikanlımız annesine "babamın ölümünü kutlayamazsın." diyor. kavga, bağırış çağırış, yangın patlama derken bir sonraki sahnede delikanlı hastanede yataktayken annesine şöyle diyor:

    - babamın ölümünü kutladın. ben de senin partini yaktım.

    teşekkürler genç. özetlemeseydin biz bu durumu asla kavrayamazdık.

    edit: arkadaşlar ikaz etti. annesi değil ablasıymış. benim için fark etmiyor gerçi, o kadar izlemiyorum işte.*
    3 ...
  20. kadın üzerinden siyaset yapan güçlü dava adamı

    1.
  21. türk, kürt, arap, ermeni kadınlarına söverek seviyeli tartışmalara imza atan dava adamı.

    Allah'ın bir ırkçısı türk kızlarına orospu diyor, öbür ruh hastası da tutup misilleme yapıyor kürt kızlarına orospu diyor...

    bunlar büyük düşünce adamları. dertlerini birbirleriyle değil de ancak birbirlerinin karıları kızlarıyla çözebilecek kadar büyük adamlar bunlar.

    bunlar adamlar yani. bu kısma dikkat.
    3 ...
  22. sokak hayvanları başının çaresine bakar palavrası

    1.
  23. sokaktaki hayvanların topyekun sorumluluğundan ve bu sorumlulukları yerine getirmeyişin vicdan azabından sıyrılmaya çalışan insansı canlıların sığındığı palavra.

    bu sokak hayvanı denen canlı başının çaresine nasıl bakıyor allah'ını seven söylesin. hele ki bu kasıp kavuran yaz sıcaklarında biz insan halimizle başımızın çaresine bakma konusunda bu denli sıkıntı çekerken, o hayvancık başının çaresine nerede neyle bakıyormuş?

    iki lokma yiyecek ya bulur ya bulmaz kardeşim. su konusunda ise tamamen işleri allah'a kalmış; çünkü nerede bir damla su varsa buhar olup geldiği yere gitmesi işten değil.

    yahu de ki kıt kanaat midesine bir şeyler gitti. bu hayvan "sokağın hayvanı" diye başını okşayacak bir insan eli beklemediğini mi sanıyorsun sen sahiden?

    sokakta yürümeye korkar oldum artık. her arabanın motorundan ciyak ciyak ağlayan bir kedi yavrusu sesi geliyor. korkutan kaçıran yine insan. yardım eli uzatmayan yine insan. yemek verme su koyma, o başının çaresine bakar diye zırvalayan yine insan yine insan.

    demek bu insan denen şey sırf zarar ziyan anasını satayım. hani insan bütün canlıların en üstün olanıydı? kapının önüne bir kap su bırakmamak için bile kırk takla atan üstün canlı mı olurmuş? bu üstün canlı ne demeye destek olmadığı yerde köstek olmalara bir türlü doyamıyor?

    sokaktaki hayvan başının çaresine filan bakamıyor kusura bakmayın. aptal avunması bu. tembel sıyrılması, sorumsuz yırtması.

    yapılacakları söyleyeyim ben, git en muhtaç halde olanını sahiplen evinin bir ferdi olsun.

    bunu yapamadınsa yaşadığı yeri belle, ara sıra iki lokma yiyecek götür başını filan sev, hayvan yaşam mücadelesinde yapayalnız kalmasın.

    bunu da yapmadınsa yaz sıcağında kapının önüne, ya da ne bileyim ağaç gölgelerine, ulaşabilecekleri yerlere filan derin büyük kaplarla su bırak.

    bunu da yapmadınsa su bırakan yiyecek götüren adamın işine burnunu sokma, o başının çaresine bakar diye milleti gireceği sevaptan da etme.

    ya bak bunu da yapmadın diyelim, o zaman korkutacak, olmadık yerlere saklanmaya zorlayacak, insanlara karşı saldırganlaştıracak zarar ziyanı verme hayvana.

    kısacası gölge etme başka ihsan istemez.
    2 ...
  24. başlık küfür içermemelidir kuralı

    1.
  25. sözlük formatında bir yerlerde geçen güzide kuralımız.

    dikkat ederseniz entry kısmına değinmiyorum bile. işin o tarafını çoktan sineye çektim ben de herkes gibi. entryde küfür, hakaret, seviyesizlik varsa ki hep oluyor, tamamını okumadan geçiyorum. okumamak çözüm değil ama en azından sinir stres SEViYESiNi minimumDA tutmaya yarıyor.

    ama sol tarafta gözümüze gözümüze sokulan sikli orospulu başlıklardan gına geldi artık ya. başlık açmak da mı fena halde serbest bundan böyle? ya da başlıktaki küfür sadece moderasyona ithaf edilmişse mi siliniyor üstelik yazarıyla beraber? ben moderasyona küfür edilsin demiyorum ki. mümkünse başlıkta kimseye yönelik küfür geçmesin diyorum.

    yani diyorum diyorum da boşa diyorum tabii. tencere yuvarlanmış seninki benden kara, o hesap.

    kemal Sunal'ı da bir 3 temmuz günü kaybetmiştik değil mi? ruhu şad olsun...
    2 ...
  26. bir veda yazısı

    1.
  27. herkesin bir ailesi var. herkesin, onu seven onu koruyup kollayan, ona sahip çıkan bir ailesi. herkesin geceleri gelip üstü açılmış mı diye kendisini yoklayan bir annesi. kahraman bir babası, sırlarını paylaştığı bir ablası, kavgalara beraber girdiği bir abisi...

    herkes bin kez de çıksa bin kez geri dönebileceği bir evin insanı.

    herkes gırtlağına kadar gurbete de batsa, efl efil sıla kokmakta.

    ben hariç.

    ömrümün bütün yüklerini aile denen insanlar omuzlattı bana. çok fazla yük. taşıyamadım tabii. yapabileceğim tek şey vardı, kendime bir aile bulmak.

    buldum.

    daha 10 yaşında bir çocukken seçtim ailemi. sessizdi. gözlerimizle anlaşırdık neredeyse. biraz saftı, biraz çocuk. biraz değil çok çocuk. ve hep çocuk.

    üstümü örtmezdi, kavgaya giremezdi benimle, sırlardan da anlamazdı. ama zararsızdı. beklediği tek şey dostluğum, sunduğu en güzel şey dostluğu, kimsesizliğin ne boktan bir şey olduğunu daha bebeyken yoklamış olan benim biricik ailemdi işte.

    yıllar geçti, uzun uzun yıllar. rengi değişti, ismi değişti, sesi değişti dostluğu değişmedi. gözleri değişti bakışları değişmedi. söyledikleri değişti sessizliği değişmedi. onu hep hakir gördüler, olmadık sıfatlar kondurdular isminin baş ucuna. o hala çocuk...

    siz hiç hem anneniz hem babanız hem ablanız hem abiniz hem eşiniz hem dostunuz olan bir kedi sevdiniz mi?

    siz hiç bir kediyle acıyı paylaştınız mı? onun acıda hep büyük parçayı aldığını biliyor musunuz peki? siz hiç bir kediyle konuşa konuşa sokakta yürüdünüz mü? sustunuz mu onunla? tek kelime bile etmeden sizi anladığını hissettiniz mi? burnunuzu tüylerine gömüp dünyayı unuttunuz mu? siz hiç yanı başınızda ölmeye yatan kocaman bir ailenin başında ağladınız mı?

    hiç pazarlığa tutuştunuz mu allah'la, ne olursa olsun deyip... hiç, dünyanın en büyük sözlerini verirken onları nasıl gerçekleştireceğinizi bilmeden yalvardınız mı o'na? ucunda yalancı çıkacağınızı bildiğiniz bir şeyler söylediniz mi anneniz için? babanız için? abiniz ablanız sevgiliniz için...

    bütün ailenizin vücudunda sayısız delik açtılar mı? çaresizce kıvranmalarını seyrettiniz mi baş uçlarında? jiletle bileklerini soydular mı onların? yalvaran bakışlarını görmemeye çalışarak sıkıca tuttunuz mu ayaklarından... sizin hiç bütün aileniz aynı anda öldü mü?

    ölmesin... dayanılır şey değil.

    sen benim en güzel, en biricik, en hakikatli ailem oldun. ben seni acılar içinde ölüme sürükledim. sen ölmeye yattığında bile beni istedin yanında. ben gözlerinin içine bakacak kadar bile cesur olamadım.

    sen bana anne, sen bana baba, sen bana hayat oldun.

    ben sana doğru düzgün bir veda bile edemedim.

    dünyayı üstüme kapatmışlar da açmayacaklarmış gibi geliyor zoro. gözlerimin en saklısında boncuk gözlerinin hatırası için hep bir damla duracak. ama hiç düşmeyecek.

    hoşça kal yorgun savaşçım... hoşça kal bütün ailem...

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/817490/+
    10 ...
  28. ygs lys sorularının açıklanmaması

    1.
  29. ilk başta normal karşıladığım ve bir süre sonra nasıl olsa açıklanacağını düşündüğüm; fakat ciddi ciddi insanların önüne kemik atar gibi soruların yüzde 20'sinin açıklanıp geri kalanlarının sırra kadem bastığı içler acısı durum.

    tek işi oturup bu sınavlara soru hazırlamak olan ve bunun için aylarca uğraş verdiği iddia edilen sözüm ona ilim irfan sahiplerinin hataları yüzünden sınav iptal etmekten bıkmış olmalılar.

    her seferinde şifre dağıtmak, ortak bir lisanda anlaşmak filan yorucu olsa gerek.

    öğrenciyken fark etmiyorduk tabii, artık daha bilinçli daha birikimli daha olgun insanlarız da görebiliyoruz.

    sorular kötü. acemilik işi resmen. memleketin en köklü yayın organlarına soru hazırlamışlığım var. soru nasıl hazırlanır seçenek nasıl neye göre belirlenir, sormaya değer olan nedir vesaire hepsi hakkında bilgim var.

    adamlar soru hazırlayamıyor. gerçekten beceremiyorlar. çıkmış türkçe ve edebiyat sorularının hepsini gördüm ve çözdüm. birçoğunda bilgiyle çelişen ya da soruyu karşılamayan berbat ötesi seçenekler. iki cevaplı sorular. iptal filan da edilmemiş gül gibi geçinilip gidilmiş o sıralar...

    bu sene yayımladıkları yüzde 20'lik kısımda bile hata var. o kısımda bile varsa bütününde vaziyet ne sen düşün orasını.

    üstünü örtmek istedikleri şey her neyse başardılar.

    sınav sonucu diye çocuğun önüne kendi optik kağıdını koymak da ne demek? bakıp bakıp "yuvarlağı ne güzel doldurmuşum hiç taşırmamışım." mı diyecek bu çocuklar?

    çıkıp hakkını arayacak olsa muhatap kim?

    soru yanlış, bak bunu biz de biliyoruz ama olmamış, bu böyle sorulmaz desen seni kapıdan kovmayacaklar mı?

    hadi hepsini geçtim, devletin en saklı kalması gereken sırlarının, gizlerinin tape tape ortalığa saçıldığı bir düzende,

    sınav sorularını saklayarak kimi neyden koruyor bunlar...
    25 ...
  30. hak ile meşgul olmazsan batıl seni işgal eder

    1.
  31. dünün takvim yaprağında okuduğum, imam-ı şafii'ye ait söz. iş güç bitince yeniden sözlüğe saran şahsımı derin derin düşündürmüştür.

    allah'ım şayet bana bir mesaj gönderiyorsan bugünkü takvim yaprağında meseleyi açıklığa kavuşturalım lütfen.

    büdüt: mesaj alınmıştır Allah'ım.*

    http://i.hizliresim.com/mlB4RV.jpg
    5 ...
  32. yüreğimde yare var yemeğimde fare var

    1.
  33. 2. sınıfa geçen yeğenimin dilinden düşmeyen cümle. papağan gibi vara yoğa "yüreğimde yâre var, yemeğimde fare var." nereden duyduysa sıpa.

    şimdi ben buna neden güldüm? niçin güldüm? nasıl güldüm? bunu izaha gerek yok. gördünüz, yazdım arkasından da güldüm. ama gülmemiş de olabilirim. gülmüşsem gülmüşümdür, gülmemişsem gülmemişimdir. görünen köy uzakta değildir. buna güldük de sonradan gülmedik mi dedik? bunlar birtakım uydurma laflardır.

    sahi ben buna niye güldüm?
    2 ...
  34. ihtiyacı olmayan çocuğuna özel ders aldıran veli

    1.
  35. dilim döndüğünce hatasını ifade etmeye çalıştığım velidir.

    yaz döneminde dahi özel ders için böyle talep varsa, hakikaten ülkenin eğitim öğretim algısında derin çatlaklar var demektir. misal, veli ile aramda taze biten görüşme:

    - merhaba hocam. 7. sınıfa geçen çocuğuma türkçe'den özel ders aldırmak istiyorum, teog'a girecek.

    - merhaba hanımefendi. anlıyorum ama teog'a 8. sınıfta girecek çocuğunuz. bunu biliyorsunuz değil mi?

    - biliyorum erkenden hazırlansın işte.

    - peki, ders notunu öğrenebilir miyim?

    - 100.

    - derse pek ihtiyacı yok gibi geldi bana.

    - işi baştan sıkı tutalım.

    - anlıyorum ancak çocuğunuz yaz döneminde, karnesine 100 olarak yansıyan bir dersten özel ders alırsa eğitim hayatına karşı antipati besleyebilir siz de takdir edersiniz ki. ( kırıldım kırılacağım. hasta mısın ablacım sen, 100'lük öğrenciyi yazın başından def etmek için ona hoca arıyorsun? diyemedim... diyemedim...diyemedim...)

    - tamam başka hoca arayalım biz.

    - tabii hanımefendi iyi akşamlar.

    - iyi akşamlar.

    ve o zavallı çocuk, sırf üç kuruş daha fazla kazanmak için bu gereksiz özel dersi kabul edecek olan bir vatandaşın ellerinde "ben 100 almıştım, niye tatilde bile ders alıyorum?" veryansınları içinde telef olmak üzere gözden kaybolur...

    o değil de, bir anne de "6. sınıftaki çocuğumun ödevlerine yardımcı olacak biri lazım." diye aramıştı.

    telefonda olduğumu unutup "kamera nerede?" kafasıyla sağa sola bakmıştım iki saat...
    4 ...
  36. gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül

    1.
  37. sanıldığı üzere hasan tahsin'e değil, divan şairi olan gerçek osman nevres'e ait olan harikulade şiirin harikulade dizesidir. ayrıca şu ana dek gördüğüm en güzel tevriye örneğidir.

    "senden bilirim yok bana bir fâide ey gül
    gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül
    etsem de abesdir sitem-i hâre tahammül
    gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül

    ellerle o zevk etdi ben âteşlere yandım
    çektim o kadar cevr ü cefâsın ki usandım
    derlerdi kabûl etmez idim, şimdi inandım
    gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül

    senden güzelim çare bana kat'-ı emeldir
    etsen dahi ülfet diyemem ellerle haleldir
    ağyâr ile gezsen de gücenmem ki meseldir
    gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül

    gördüm açılırken bu seher goncayı hâre
    sordum n'ola bu cevr ü cefâ bülbül-i zâre
    bir âh çekip hasret ile dedi ne çâre
    gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül

    bîgâne-edadır bilir ol âfeti herkes
    ümmîd-i visâl eyleme andan emelin kes
    beyhûde yere âh u figân eyleme nevres
    gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül."

    gül yağını ellerin sürünmesi ilk (yakın) anlamıyla ellerimize gül yağı sürmemiz iken, şairin ustalık göstergesi olarak kastettiği uzak anlam, maşuğun aşığa değil hep başkalarına meyil vermesidir...
    3 ...
  38. kılıç ve kalem

    1.
  39. çok hoş bir faruk nafiz dörtlüğü.

    "fazla bir şey demiyor kan da mürekkep de bana
    bağladım ruha cesetten koparıp bağlarımı
    yanarım ey kalem uğrunda ömür verdiğime
    geri ver ey kılıç artık bana mısralarımı..."
    1 ...
  40. sanalda onaylanabilir kimliklere sığınıp yazmak

    1.
  41. sanal alemde herkes tarafından beğeni toplayacak ağır abi, ağır abla, toplum meselelerine duyarlı birey, hassas bünye edasında takılıp her kesime her düşüne mavi boncuk dağıtıp gerçek kimliğini oluşturduğu bu profilde değil sahte olan diğer profilinde ortaya koyan ve şahsımda acıma duygusu uyandıran insanların tercihi.

    ilk hesap içinde bulunulan kalabalık tarafından kabul görecek, alkışlanacak, hayran olunacak vasıflarla donatılırken ikincisi tamamen iç dünyadaki kimlik bunalımını, bastırılmış dürtüleri, ilgi alanlarını ortaya dökmeye yöneliktir. sanal bir ortamda bile cesur davranamaz böyleleri. onaylanma, takdir görme, pohpohlanma sevdasından cayamaz, öte yandan içlerindeki gerçek karakterin buhranlarını yazmadan da duramazlar.

    gerçek yaşamda sıkça karşılaştığımız tiplerin sanalda vuku bulmuş hali yani. ilk bakışta hanımefendi, beyefendi; özünde ise tam anlamıyla birer çöp yığını.

    oysa bir tek hesapla hareket edip neyse o şekilde yazan çizen kişiler bile böylelerinden daha saygıya değerdir. seks mi yazmak istiyorsun? yaz. ana avrat küfretmek mi istiyorsun? et. pislikten de pislik hayallerin filan mı var mesela? kim ne der, nick altıma ne yazar diye düşünmeden yaz o zaman. birilerine bir şeylere çemkiresin hakaret edesin kin kusasın mı var? yap yahu. açık açık yap.

    yapmaz gibi görünüp yaptığın ve bu da birilerince anlaşıldığı zaman ortaya çıkan görüntü nasıl mide bulandırıyor anlatamam.

    sonuçta burası sanal bir mecra. burada bile kim ne der diye düşünüp öyle takılıyor, hanımlıktan beylikten ödün vermiyor ama el altından da gerçek sen'i hunharca ortaya koyuyorsun ya, toplumda karşımızda namus ahlak nutukları atan siz gibilerin suratına yapışıp çıkıncaya kadar o maskeleri çekiştiresim geliyor.
    1 ...
  42. eğitimde velinin öğretmenden çok sorumlu olması

    1.
  43. zaman içerisinde acı deneyimlerle tatbik edilen gerçek. insanlar bu sorumluluğun bilincinde değilse de durum bu. yalnız sorumlulukları değil yetkileri ve söz hakları da daha fazla öğrenci üzerinde. çünkü bir çocuk ailesine her şeyden önce kopması mümkün olmayan duygusal bağlarla bağlı. yanlış bile olsalar bu duygu bağını sorgulamaksızın ailelerini dinliyor ve örnek alıyorlar.

    ve bu durum ne yazık ki ruh hastası bir velinin kızını ygs'den sadece bir gün önce heyecanını yensin diye psikiyatra götürmesi ve o çok bilgili doktorun da kızcağıza içmek üzere avuç avuç hap vermesiyle sonlanabiliyor. geriye sınav sırasında görmesi yavaşlayan, kağıdı bulanıklaşan, değil düşünme becerisi nefes alma yetisini bile kaybedecek noktaya gelen ve henüz bir saat bile dolmadan ağlayarak kendini dışarı atan 18'inde bir çocuk kalıyor. öz güvenini kaybetmiş ve kendisine öğretmenleri ne kadar olumlu, teşvik edici yaklaşırsa yaklaşsın geri kazanılamayan, hayatının travmasını bizzat kendi annesi yüzünden yaşamış olan pırıl pırıl bir genç.

    bu bir kısır döngü. potansiyel anne babalar da öğretmenlerin eleğinden süzülüyor çünkü. ama yine de söz konusu aile oldu mu öğretmen pek bir şeyle başa çıkamıyor ne yazık ki. örneğin, ben hastayım evin işlerini kim yapacak deyip kızına ders çalışması için uygun zamanı ve ortamı sunmayan anneyle başa çıkamıyor öğretmen. o bir noktaya kadar var olabiliyor, belli bir yere kadar. okul sınırları içinde, ders saatlerinde, sokakta bir müddet belki. ve sonra öğrenci, ait olduğu dünyaya yani karşı çıkamayacağı netlikte kurallar bütününe gerisin geri yollanıyor.

    velinin maalesef kötüsünün paralısı da parasızı da aynı. parasız olan kendi kaderinin aynısını çocuğuna da biçip bir gram bile fazlası için mücadele etmiyor. paralısının durumu daha vahim çünkü cebine para önüne özel öğretmenler koymakla ve o çocukla ilgilenmesi için mutlaka para karşılığı birilerini görevlendirmekle sorumluluğu üstünden attığını sanıyor.

    sınav için özel öğretmen para, sınav stresi için psikiyatr para, psikiyatrın neden olduğu travma için yine psikiyatr yine para... annelik babalık görevini yerine getirmeyişinin karşılığını bu şekilde ödemeye çalışıyor maalesef. bir öğrencinin ailesi de öğretmenin çatışma riskini göze alabileceği en son şey oluyor. haklı bile olsanız, o duygusal bağ ve suçluluk hissi nedeniyle haklılığınızı öğrenciye ispat edemiyorsunuz işte...

    ailesinin kendi kötülüğünü istemeyeceğine haklı olarak inanan; ancak bazı kötülüklerin isteyerek değil istemeden yapıldığını unutan çocuklarımız ve onların "sen benim çocuğumu benden daha mı çok düşünüyorsun?" çıkışmasını siper edinmiş aileleri bazen insana pes dedirtebiliyor...

    daha yolun başındayım, öğrenecek çok şeyim var biliyorum. buna rağmen insanım neticede, bazen yoruluyorum, vazgeçiyorum, hatta bana ne diyorum...

    büdüt: bana ne diyormuşum. diyemiyorum tabii ki. diyemiyorum...
    5 ...
  44. mikayıl azaflı

    ?.
  45. azerbaycan'da azaflı diye bir köyde doğan ve 20. yüzyılın yetiştirdiği en iyi ozanlardan biri olan azaflı'nın asıl adı mikayıl zeynelov'dur. sözlükte hakkında kim ne yazmış diye bakınca bir başlığı bile olmadığını gördüm ve kısmet banaymış deyip sıvadım kolları. ama ne yazsam boş. edebiyat fakültesi öğrenci ve mezunları azaflı'nın halk edebiyatındaki hatta halktaki yerini çok çok iyi bilir. bilmeyene anlatmak da bizim haddimiz değil, zira onu en iyi kendi türküleri anlatır.

    "Cevannığın muhebbatin aşkına
    Ağarmayın ay saçlarım amandı
    Ahdi peyman sadakatin aşkına
    Ağarmayın ay saçlarım amandı

    Hakk aşığı yaratmıştır gam çeke
    Yüreğime saldı gara hal leke
    And verirem saf vicdanına mesleke
    Ağarmayın ay saçlarım amandı

    Olmaz mı ki gam çekince gülesen
    Neden oldu yanıp döndün küle sen
    Kırk yaşına çatmamışsan hele sen
    Ağarmayın ay saçlarım amandı

    Ele bildim dağ başını gar alıp
    Ayaz vurup çiçekleri saralıp
    Gören deyir aşık daha gocalıp
    Ağarmayın ay saçlarım amandı

    Baş titriye can ucunar zar ağlıyar
    Mey inilder saz sızıldar tar ağlıyar
    Hesret ile bakıp bakıp yar ağlıyar
    Ağarmayın ay saçlarım amandı

    Azaflı'yam ağ sakgalım bir yana
    Gençlik gitti gönül oldu virane
    Diyecekler dayanammadı hicrana
    Ağarmayın ay saçlarım amandı."

    saçlardaki akların anlamına dair bir cahit sıtkı tarancı otuz beş yaş, bir de koca kartal ağarmayın ay saçlarım aman diyeyim... ötesi berisi yok.
    1 ...
  46. 3 mayıs 2014 sözlüğü kafatasçıların basması

    ?.
  47. ve yegane derdi kızlar, paralar, vur patlasın çal oynasın olan sözde sözlük idarecileri...

    nefret söylemi denen bir şey vardı buralarda, arada rastlıyorum. (beni çok güldürüyor.) şu an burada tavan yapmış olan nefret söyleminin bilincinde değil mi bu konuda ahkam kesen şahıslar acaba?

    nefret söyleminden başka şey olmayan kürt başlıkları havada uçuşuyor. aşağılamalar, hakaretler, nefrete sevk eden ifadeler... bunları yazıp çizenler de hep aynı isimler.

    sürekli aynı konuda entry girmek silinme sebebi değil miydi? nefret söylemi bu sözlükte istenmeyen bir şeydi hani? "altım kuru, keyfim yerinde." zihniyetinin bizi getirdiği noktaya bakın lütfen. biraz utanmanız kaldıysa da utanın.

    aramızda kafatasçılar var ve ne kadar hasta olduklarının farkında bile değiller. bu nedenle de tedavi için çok, çok geç kalınmış ne yazık ki... kürtleri sevmiyorsundur normal; ama yazabildiğin tek şey onlara hakaret etmek üzerineyse ben, bu sözlüğü çekip çeviriyorum ayağına paraları götüren tipleri sorgularım arkadaş. formatı size ben mi öğreteceğim? adam kürt'ten başka kelime bilmiyor ve dönüp dolaşıp aynı şeyleri yazıyor, değişen ve artan yegane şey "nefreti." silsene şunu. formatı eyledi viran, silsene?

    algıda seçicilik hasebiyle görebildiğiniz tek şey fotoğraf yayımlayan kadın yazarlar mı da habire onlar siliniyor? bunlar dört nala at koşturuyor?

    kimse bana vatanseverlik, milliyetçilik hususunda maval okumasın. şu hayatta en iyi bildiğim şey kelimelerdir. okumaktır, yazmaktır. neyin ne olduğunu hepinizden iyi biliyor ve anlıyorum çakma vatanseverler.

    keşke bordo klavyeliler diye bir sözlük açılsa ve bu canını yediğimin asosyal vatanseverleri orda lügat parçalasa...

    gerçi kime anlatıyorum. kıt akıllı bunu da "kürdün haykırışı" diye aşağılayacak kendi beyin yarıçapınca.

    kürdüm. hepimiz kürdüz. hepimiz senin işine geldiğinde her şey, herkes olmuyor muyuz?

    bi kere de sen hepimizle kürt oluver, namın yürüsün.
    1 ...
  48. insan anne

    1.
  49. Allah'ın kendisine bahşettiği lütuflarla bir canlıyı, dünyaya geliş sürecinde bedeninde barındırabilen, canlılardan "insan" olan anne türü. tanımın zorakisi bu kadar oluyor. işte asıl mesele:

    Artık yaşamındaki en büyük zaferi kucağındaki bebek olan sözüm ona kadın yüzleri görmek istemiyorum. Bir bebek yapmayı marifet zanneden, sonra da "evlerine ve yemeklerine kapanan" insanlardan bıktım usandım.

    Bir erkekle birlikte olduktan sonra içinde bir tohumun büyümesini kendi çabası, kendi zaferi, kendi mucizesi zanneden ve hayatın sırrını bulduğunu sanan zavallı kadınlar... aslında o noktaya kadarını yüce rabbim hayvanlara da nasip etmiş baktığın zaman. Çiftleşirler, ürerler, besler ve büyütürler. işin buraya kadar olan kısmında hiç kimse beni bir kadının çiftleşip ürediği, besleyip büyüttüğü için kutsal olduğuna filan inandıramaz.

    Neden biliyor musunuz? Çünkü, kendisinin tercih etme hakkına bile sahip olmadığı kadın dürtüleri ve annelik içgüdüsüyle vaziyeti kendine has gören bu kadınlar bir çiçeğe su vermez. Bu kadınlar yolda rastladıkları kimsesiz bir çocuğun saçlarını okşamaz. Bu kadınlar sokaktaki hayvanlar susuzluktan kırılmasın diye kapının önüne çıkıp bir tas su bile bırakmazlar.

    Herkes kendi çocuğunu dünyadaki tek çocuk, kendi yaptığı doğumu da dünyanın en harika olayı olarak gördüğü sürece yok olacağı ana dek bu dünyadaki hiçbir şey değişmeyecek ne yazık ki. Oysa bir kadın anne olduğu zaman her çocuğu kendi çocuğu olarak görmeye başlamalı bana kalırsa. Her canlıya başka gözle bakmalı. Allah'a daha çok inanmalı mesela. Acziyetini daha çok anlamalı. Ve değil evine ve yemeklerine kapanmak, hayatın düpedüz kanına karışmalı.

    Bir bebek mucizenin ta kendisidir. Ama o mucizenin sahibi kadın değil, allah'tır. Can veren allah'tır. Nasıl da unutuyor insan denen nankör bu büyük gerçeği... "benim bebeğim, benim çocuğum, ben yaptım, ben ettim, ben, ben, ben..."

    insan annenin görevi çocuğunu beslemek, büyütmek değil sadece. Ona para vermek, yemek yapmak, onu giydirmek filan da değil.

    Onu adil, merhametli, şefkatli, insanlara faydalı ve allah'a layık bir kul olarak yetiştirmek.

    Hayvanlar da doğuruyor ve besliyor hiç mi görmediniz? Ben gördüm. inekleri gördüm, kedileri gördüm, köpekleri gördüm... doğan yavrularına nasıl sahip çıktıklarını ve canları pahasına onları nasıl koruduklarını çok gördüm ben. Hem de işin bu taraflarını insandan çok daha iyi beceriyorlar. Hayvan olmalarına rağmen...

    Ya sözüm ona insan? Beceremiyor işte. tırnağını dahi kıpırdatmadan, zerre emek vermeden, sadece allah'ın ona tanıdığı imkanla bir bebek sahibi olunca küçücük dünyasına gömülüyor. Az önce bahsettiğim gibi doğru düzgün bir insan yetiştirse ona da eyvallah ama yok. O da olmuyor. uyusun da büyüsün. Büyüsün de nasıl büyürse büyüsün.

    Artık kimse dünyayı değiştirmeye, düzeltmeye çalışmıyor. Kimse bir başkasına el uzatmıyor, sevgi göstermiyor, yardım etmiyor. Bunu yapmadığı gibi başkalarını da kendi gibi vurdumduymaz, hissiz, bencil olmaya teşvik ediyor üstelik. Ben mutluysam, ben iyiysem, benim değer verdiğim iyiyse tamamdır diye düşünüyor. Susuyor, umursamıyor, görmezden geliyor, hatta bir çizik de o atıyor dünyaya.

    Bizim en hayırlımız başkalarına en faydalı olanımızdır unuttunuz mu? içinden çıkan bebeği şiddetle sevmek ve onu dünyanın üstünde tutmak senin seçimin bile değil ki senin zaferin olsun. amaçsız, idealsiz, sevgisiz, tek yaptığı bir bebek büyütmek olan ve bununla da bir ömür boyu övünen, baş tacı edilmeyi bekleyen hiç kimseye saygı duyamıyorum ne yazık ki.

    "Cennet anaların ayakları altındadır." Doğru.

    Tabii bunun öncesinde analık nedir? Bu konuda istişare edip bir sonuca varmalı insanoğlu. Hoş, bu güzel sözün sahibi ona da oldukça açıklık getiriyor ama dinleyen kim? dinlese de anlayan kim?

    Mesela şimdi ben burada analara saygısızlık etmiş olmak vesilesiyle tefe konabilirim. Çünkü herkesin anası kutsaldır. Ama herkesin anası "kendine" kutsaldır.

    Beni tefe koyan şaşkınlar gider iki dakika sonra etini acıtan en küçük şeyde "onun bunun çocuğu, orospu evladı, anasını siktiğim" ve benzeri ifadelerle fikir dövüşüne tutuşur.

    Olur mu olur...
    3 ...
  50. ne işe yaradığı bilinmeyen güzel vasıflar

    1.
  51. insanı kambur eden yükler gibiler. çocukluğumdan beri bana ezberletilen bir sürü şey var. herkeste bulunduğu söylenen, ileride insana çok olumlu şekilde geri döneceği iddia edilen güzel şeyler. dürüstlük, olgunluk, akıllılık, örnek insanlık, yardımseverlik, merhametlilik, duyarlılık, lık lık lık...

    çocukken ne kadar imkansız olursa olsun geleceğin şahane olduğuna sonsuz inancınız bulunduğu ve zihniniz hayal namına bir sürü şeyle dolu olduğu için seversiniz bu lık'ları. büyüdükçe zaman zaman sorgulasanız da sevmeye devam edersiniz. "bir şey" olmak zorundadır çünkü bu kadar güzel lık'ın bir araya toplanması sonucu. zaman geçer, geçmez olası. hiçbir "lık" hiçbir yıkım karşısında yerden bir toz tanesini bile kaldıramaz. görürsünüz, yine de yapışırsınız o lık'lara... dürüstlük, yardımseverlik, olgunluk, insanlık, duyarlılık, şefkatlilik, lik... lik...lik...

    zaman geçer... hadi durdur bakalım durdurabiliyorsan. o lık'ların aslında yalnızca bir efsane olduğunu düşünmeye başlarsın. herkesin dilinde, herkes bir şeyler söylüyor onlara dair; ama göremiyorsun... yardımseverlik iyidir; yardım etmesek de hiç kimseye. dürüstlük güzeldir; beyaz sanılan yalanlarla örülü bir dünyada. maneviyat önemlidir, maddeci ruhların ortasında çürümeye yüz tuttuğun anda bile. insanlık ölmemelidir, mezarında çoktan ters yüz olmuş olan ceset ona ait değilse...

    "neden herkes gibi, herkesin uğruna deli gibi savaştığı şeyler için savaşan biri değilim?" deliler ülkesindeki tek akıllı gibi hissediyorum kendimi çoğu zaman. ayak uydurmaya çalışıyorum beceremiyorum. gidip şu kuyudan bir avuç su da ben içsem diyorum, delirmemekten korkuyorum... zaman geçiyor, anlamını günden güne kaybeden lık'larımın arkasından bakakalıyorum...

    insanların bütün bu lık'ları sevmesi, takdir etmesi, onaylaması; ama yine onlar yüzünden yapayalnız kalmak nasıl bir şey anlatamıyorum bir türlü. kendi dünyanda kalsan olmuyor, başını çıkarıp etrafı seyretsen olmuyor... gerçekten elbiselerle, mobilyalarla, yiyeceklerle mutlu mu oluyor herkes? gerçekten para uğruna mı tüm bu çirkinlikler? konuşacak, duyacak, hissedecek başka bir şey kalmadı mı? kabuklarla mı yaşıyoruz? birbirimizin kabuklarıyla mı savaşımız? maskeleriyle mi? gerçekten dünyayı buna mı dönüştürdük...

    konuşmayı, tartışmayı, düzeltmeye çalışmayı bırakıyor insan önce. sonra inanmayı bırakıyor bütün o lık'lara. geç kalınmamış olsa, ağaç her yaşta eğilebilse yani, değiştirmek istiyor bu gerçeği. bütün o lık'ların geçer akçe olmadığı bir düzene neden ısrarla itildiğini sorgulamaya başlıyor. o kuyudan su içse de artık deliremeyeceğini biliyor. şöyle akıllılığın böyle dürüstlüğün öyle iyiliğin adının bile anılmadığı yerlerde ve zamanlarda, hayatın kendine ayrılmış olan kısmında ayakta kalmaya çalışıyor. çalışıyorum...

    aynı yalanı hepimize... hepimize söylemişler de...

    bir tek ben inanmışım gibi...
    3 ...
  52. çözülmemiş test kitaplarını çöpe atmak

    1.
  53. en çok bana yarayan bir davranış olsa gerek.

    belirli sınavlar sonrası, çöp atılan yerlerde dağlar gibi kitaplar görürüz hani. sanki evin çocuğu oturmuş deli gibi ders çalışmış, test çözmüş de sınava girdikten sonra onlara gereksinimi kalmamış ve çöpe atmış gibi. ilk kez geçen sene bu kitap dağlarından birinin yanına gidip şöyle bir göz atmıştım. çeşit çeşit test kitapları, soru bankaları, konu anlatımlı dergiler, hiç açılmamış yaprak testler... hepsi de kalbim kadar temiz üstelik. hiç düşünmeden hepsini bir taksiye yükleyip evime getirdim. ve inanın ki koca bir dönemi de bir tane kaynak dahi satın almak zorunda kalmadan ve üstelik ihtiyacı olan öğrencilere bol bol dağıtarak geçirdim. bu çocuklar ders çalışır gibi yapıp ailesini mi kandırıyor nedir anlayamadım ama çöpte kitap görmek fena halde kanıma dokunan bir durum benim. isterse dünyanın en alakasız kitabı olsun onu oradan alır mutlaka kitaplığıma koyarım. az evvel de bir kitap dağı buldum ve eve taşıdım hatta. yakında, çöpe atılmış tertemiz kitaplardan bir sergi açacak hale geleceğim sanırım.

    kitap bu yahu. kitap. bir gün mutlaka gerekir, işe yarar. hiç işe yaramasa bile onu çöpe nasıl atıyorlar aklım almıyor. millet herkesi ağa, paşa çocuğu mu sanıyor nedir? "arayan mevlasını da bulur belasını da." demişler. arayan, yoksunluk içindeki öğrenciyi de kolayca bulur demek oluyor bu...
    1 ...
  54. siyasi eleştiri yaparken çizmeyi aşmak

    1.
  55. bugünlerde hayatın her alanında rastladığım durum ki bu sözlük bu duruma zaten yabancı değil. problemi siyasi partiyle ve o partinin lideriyle olan şahıslar, nerede duracaklarını bilemiyor.

    bir partinin dini, siyasete alet etmesi elbette kabul edilebilir bir şey değil. ama, partiyi eleştiriyorum ayağına dine kin kusmak daha çirkin bir şey bana kalırsa.

    bu neye benziyor biliyor musunuz? tecavüze uğramış kadına kızıp bağırmaya benziyor "sen niye kendine tecavüz ettirdin?" diye.

    yapmayın etmeyin. insanların inançlarına saygı göstermek bu kadar zor olmasa gerek.
    0 ...
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük