- çok sevdim, bir daha sevmem demiştim sözlük ama ondaki merhameti ben Tanrı'da görmemiştim. hemen ve çok sevdim.
- sonra evlendik, ailelere bile "ha haaa, biz evlendik" dedik,
- çello çalıyorum artık.
- radikal kararlarım uygun ve tutarlı artık.
seneye şu aralar görüşürüz.
bende bu aşk onda bu merhamet; daha nice kararlarımız vardır ki...
Ülkemizdeki -yaş aralığı kaç olursa olsun- eğitim ne kadar mükemmel(!) olduğunun göstergesi. Kendi köprülerimizin onarımını bile mühendislerimiz yap(-a)mıyor.
Üstelik Milli Eğitim bakanı Ömer Dinçer'in; "Türkiye'de üniversite okumak, eğitim fakültesinden mezun olmak illa devlette öğretmen olacağım diye motive edilecek bir olay değildir." dediği bir meclis konuşmasının olduğu bugünde, harikulade bir ironi oldu.
Çocuk, emekli, çirkin, yaşlı, ya da musevi hiçbir -sözde- gerekçe ya da olay doğal bir afeti, onu yaşayan kişilere mustehakmışcasına gerekli bir takım saçmalıklarla anlatanlar; grotesk, bencil ve vicdansız düşüncelerin kaç bedende olduğunu gösterir sadece. Ve onların varlığı beni insanlığımdan, ırkımdan utandırıyor. Biz ne zaman bu kadar merhametsiz olduk?
Klavye delikanlılığını iyi becerenlere tavsiyem; delikanlılık; önce parasız eğitim için hapis yatanlarla, özgür basını savunduğundan hapis yatanlardan başlamak üzere; yapılan fahiş zamlara, her gün öldürülen kadınlara, dövülen bir kadını kocasının elinden aldığı için hapis cezası alan asistanlara, HES eyleminde tekmelenen insanlar adına meydanlarda gösterilmesi gerekilendir.
Ve bu deprem, Tanrının, merhameti insanoğlundan ayırmamasını gösteren bir örnektir.
2001 senesinde Bulgar World müzik grubu olarak kurulan irfan, adını mistik bilgi, ruhani, bilme, anlama, kavrama gücü anlamından alıyor. Zaman kavramını unutan grup şiirsel bir vokal ve genellikle mistik müzik öğeleri ağırlıktaki eserleri yaratıyor. Grup Bizans ve ortaçağ avrupa müzik mirasına büyük bağlılıklarını da gözardı etmeksizin sürdürüyor.
fei simurgh
özellikle ınvocatio eserleri kusursuzlukla yarışabilecek kadar eşsizlik tadında.
Serhat Tutumluer'in profesyonel oyunculuğuna bir kere daha hayranlık duymak amaçlı, tiyatroonline sitesinden özel davetle gittiğimiz, 2004 yılında Laurence Olivier En iyi oyun ödülünü ve 2005 senesinde ise New york Drama Critics'Circle Award En iyi yabancı oyun ödülünü almış; enerjik, siyasi, toplumsal ve şiddet öğeleri olan, biraz karamizah ama en çok cesaretli bir yaratıcılık üzerine yazılmış, ENKA Kültür merkezinde izlediğimiz bir eser.
Oyunun pazartesi akşamına gelmiş olması, ertesi günün potansiyel bir iş günü oluşu, oyunun 150 dk. ve 2 perdelik kısmı ama en çok da Oditoryumun istinye'de olmasının hiç bir önemi olmamışcasına; büyük beklentileri boşa çıkarmayan, Talimhane Tiyatrosu oyuncularının performansını mükemmel buldum. Hele ki oyunun yönetmeni; Mehmet Ergen ki, kendisi Gül'e ağıt,Salvador dali göndermeleri içimi ısıtıyor,Muhittin'le geçen şen günlerim gibi oyunların da yönetmenliğini yapmış biri olarak, kendisini bir kere daha uzun uzadıya alkışladım.
Gazetecilerin bir bir tutuklandığı bu gündem de oyunun içeriğini kısmen de olsa günümüze uygun ayakta tutma çabası, cömertceydi. Polis nezaretinde işkence, yazarların özgürlüğü, aile içi şiddet ve her bir temada göze batırılcasına içten içe işlenen hikayeler.
Yastık adam; belli çocukların -her gece babasının yatağına geldiği kız çocuklarını yada ailesinden dayak yiyen, işkence gören erkek çocuklarını- kendi istekleriyle hayatlarına son vermesini sağlayan; çünkü bu hayatı devam etmeleri halinde daha kötü olacaklarını anlatıp, onları ölüme götürürken bile yalnız bırakmayan; parmakları, yüzü, tüm vücudu yastıkdan oluşan pufuduk bir adam. Hayallerinden hikayelerine kadar ölmeyenlerin adamı, Yastık adam.
Hangi zaman evresinde geçtiğini tam olarak anlayamadığım ancak 1930-1940'lı yıllarda geçtiğini düşündüğüm bir zamanda akıyor olaylar. Evin oğlu Reşad, Amerika'ya kaçar, 3 yıl sonra evin ortanca kızı Talia sevdiği adama. En büyük kızı Fatma Aliye kalır, annesi ve dedesiyle koca konakta. Bu kalış onun için bir seçimden öte bi zaruriyettir, çünkü böyle öğretilmiştir ona hayat.
Oyun tamamen kişisel iç hesaplaşmalarla ilgili. Varolan, gerçekleşen ve bilinen tüm yaşanılmışlıkların seneler boyunca konuşulmaksızın kabullenilişinin akabinde, ansızın Talia'nın kendisi için küçük bir yenilgiyle eşdeğer valizi ile eve geri dönmesiyle sözcüklere dökülmeye başlar, her şey. Temelde varolan aile iletişimi, değer yargıları, anne sevgisi ve eşitlik üzerine varolan yada olmayan saklanan yada bir yerlerde -bilinçli,bilinçsiz- unutulan tüm hissiyatlar kıyaslanmaya, yer yer ölçülmeye başlanır. insaniyet üzerine muhakeme edildiğinde, özellikle oyuncuların olası duyguları işlemeleri ve yansıtmaları açısından da gayet başarılı bulunabilinecek bir öykü. Sahne dekoru ve ışıklandırma gibi benzeri teknik konularla zaten hakkını veriyor, Tiyatro.
Oyunun en başarılı kısmı ise -oyundan evvel tahminlemem üzerine-; Talia'nın Server Nüvit Paşa ile kurduğu monologlarıdır. Fiilen hayattan kopmuş ve ilk aşkı N..... hanım'la halen birebir yaşadığı hayaliyle günlerini geçiren Paşa'nın, gerçek hayatla olan tek bağını Talia'nın sessizce gidişinde; "Nereye gidiyorsun?" cümlesiyle göstermeleri gereğinden fazla mükemmeldi.
Ayşe Kökçü'nün prosfesyonel performansı ve oyunun etkileyiciliğini de dahil edersek, bir saat otuz beş dakikaya fazlasıyla değer bir gösterim.
--spoiler--
Eski bir fıkra aklıma geldi, biliyor musunuz; adam biri günün birinde bir psikologa gitmiş ve demiş;" Doktor, erkek kardeşim delirdi, kendisini tavuk sanıyor" Doktor da;"iyi ama neden onu tedavi ettirmiyorsun?" Adam şöyle demiş; "Ettirirdim ama yumurtalarına ihtiyacım var"
Sanırım ilişkilerimizin hali bu. Aşağı yukarı. ilişkiler ne kadar mantıksız, çılgınca ve saçma olsalar da onları yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü çoğumuzun yumurtalara ihtiyacı var.
--spoiler--
" O değil de, şu zamanda hala müziğimi dinliyorsunuz ya, çok teşekkür ederim." diyerek alkış fırtınasını, Kadıköy'de Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde başlatmış soyu tükenengillerden olan yaşlı! adam.
Çağan Irmak'ın Karanlıktakiler filminin son sahnesinde, Gülseren hanımın -Meral Çetinkaya- aldıkları esrar sebebiyle oğlu Egemen'e -Erdem Akakçe- aslında neden hala daha yaşadıklarını anlatmaya çalıştığı cümle.
Başarılı ve etkileyici bir son.
Yaşanılması şartmışcasına tüketilmiş günün akşamında, tam olarak da güneşin batacağı açıya rastgele yerleştirilmiş masaya, büyük bir itina ve özenle hazırlanmış, semiz otlu cacık, Rumeli paçası ve sebzeli favanın yanında açılacak bir büyük Yeni rakıyla dinlenesi şarkı.
1945 yılları, Hitler, Yahudi irkçılığı; dikiş makinasının başında her gece sektirilmemiş aralıklarla dikilen giysilerin üzerine ister istemez sinen Anneannenin naftalin kokusunu bir gecede -o gece işte- bir çift parlak siyah çizmelilerin sürükleyip götürdüğü o gecede masa altında korkuyla, ağlamanın yasaklandığı 4 yaşındaki bir küçük kızın gözlerinden anlatılıyor...
"Kırmızı Mantolu Küçük Kız" soykırımın bütün çoçuk kurbanları için bir anma törenidir." demek sanırım kitabın tanımı için en uygun cümle.
Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı aslen Yunanistandaki "albaylar cuntası"** döneminde toplumda yaşanan çatışmaları anlatsa da, tam dozunda ülkemizde de olmuş olan 80 askeri darbesi sonunda göz altına alınan kişilerin uğradığı insanlık dışı işkenceleri de konu edinen ve 11 Ekim 2009'a kadar FATiH REŞAT NURi sahnesinde gösterimde olacak olan iBB şehir tiyatrolarındaki oyundan biri.
3 kişilik oyuncu kadrosuyla - ASLI NARCI , ERHAN ÖZÇELIK , HÜMAY GÜLDAĞ - gayet başarılı biçimde "insanlığı" anlatma çabası ön planda. özellikle Hümay Gülbağ'ın canlandırdığı "Angelica" rolü oldukça başarılı. Oyun; darbe sırasında neler yaşandığı, işkence gören kişinin, annesinin onu işkence edilmiş ve hastaneye kaldırılmış halini görmesinden kaynaklanan ölümü üzerine ona işkence eden polisi yıllar sonra sorguya çekmesi üzerine kurgulanmış ve esas olan bedelin ancak demokrasi ile sağlanması gerektiğini anlatmakta.
oyundan aklıma kare kare işleyen bi dialog;
-----y*söyle söyle söyle... günlerce yemeden içmeden sadece tadına sıklıkta baktığım elektriğin ve tekmelerin altında bana sunulan bir tek cümle,
x* suçsuzum, ben sadece bana söylenenleri yaptım,
y* hatırlıyor musun; yanında hep sesini duyduğum biri vardı, "yeter artık, daha fazla yapmayın, kesin" diyen bir adam vardı.
x* işine son verdiler, aç kaldı, sonrada akıl hastanesine yatırdılar.
y* namuslu biri olduğundan, evet.
söylesene bana, işin ne senin?
x* nasıl?
y* devletten neyin karşılığından maaş alıyorsun? ne yapıyorsun sen?
x* düzeni koruyorum.
y* s.ktir. düzeni koruyormuş, sizin düzen dediğiniz yasalarda öngörülen olası bir suçlu olsam bile beni yargı merciine göndermek yerine bomboş bir kağıda yapmadığımız her bi haltı sonrasında futürsuzca yazıp, sadece cenin şeklini alabilecek bi hücrede günlerce tutmanız, sonunda sidik ve yanık et kokusunda arkadaşlarımızın işkencelerini seyrettirip, üstüne ailemize bize neler yaptığınızı yada yapabileceklerinizi göstermek uğruna yanık bir halıya dönen vücudlarımızı göstermekti. sizin sağladığınız o düzenden dolayı artık adet bile olmuyoruummm... kadınlığımı, sevdiğim tek adamı aldın ulan benden. şimdi bir de karşıma geçmiş, "ben emir kuluyum" deyip yaptıklarından muaf mı olabileceğini düşünüyorsun.
bu ülkede sen ve senin gibileri yargılayabilecek bir tek yargı organı var mı?...----
iyi Seyirler..
**yunanistan'da 1960'larda yönetime el koyan sağcı komutanlara ve o dönemdeki yönetime verilen isim.
Lay down your head and I'll sing you a lullaby
Back to the years of loo-li lai-lay
And I'll sing you to sleep and I'll sing you tomorrow
Bless you with love for the road that you go
May you sail far to the far fields of fortune
With diamonds and pearls at your head and your feet
And may you need never to banish misfortune
May you find kindness in all that you meet
May there always be angels to watch over you
To guide you each step of the way
To guard you and keep you safe from all harm
May you bring love and may you bring happiness
Be loved in return to the end of your days
Now fall off to sleep, I'm not meaning to keep you
I'll just sit for a while and sing loo-li, lai-lay
May there always be angels to watch over you
To guide you each step of the way
To guard you and keep you safe from all harm
Güneş uyuyunca ve yerine
Gece uyanınca ay,
Rüzgarlar oynatınca yaprakları
Onun sesi duyulur.
Uzaklardan...
Dönmemeli, dönmemeli ve
Görmemeli hiç beni
Bilmemeli bilmemeli hiç
Duymamalı o asla beni
Uzaklardan.
Onu bir tek ben duydum...
Uzaklardan.
Yüzünde korkularla,içinde çığlıklarla,kalbinde simsiyahlar,hep bu şarkılarla,
Kıymetsiz dualarla, Utanmaz bir yağmurla, Bu sahte baharlarla, Kıymetsiz dualarla,Utanmaz bir yağmurla
yine mi gidiyorsun...
ne güzel süpriz bu böyle hoşgeldin
boşver çabalama konuşmak zorunda değilsin
hem hareketlerinden küçücük mimiklerinden
kalbini okurum ben...
bütün gün yataktaydım yüzümde yastık izi
seninse geçmişinde binlerce ağır yenilgi
çok şaka yaptıysam
aslında korktuğumdan
beni zaten tanırsın sen..
derler ki bir yerden sonra
acımaz daha fazla
zaten aşk kötü bir şaka
anlamaya çalışma
her güzel şey bitermiş
aşk nedensiz sevmekmiş
kulağımda gürültüler
uyurken televizyon açık kalmış
bir ülkenin bodrum katında kirli bir savaş varmış
midem bulanıyor galiba dünya tuttu beni hep kuruttu
derler ki bir yerden sonra
acımaz daha fazla
zaten aşk kötü bir şaka
anlamaya çalışma
her güzel şey bitermiş
aşk nedensiz sevmekmiş
Cüneyt Ergün, 29.12.1978 yılında Adana da doğdu. Müziğe 4 yaşında artık ağlamaktan sıkılıp, ıslık çalmaya merak sardığında başladı. Bu kısa zamanda bir tutkuya dönüştüğünde ilk bestelerini dinlettiği arkadaşlarından olumlu sinyaller aldığını farketti.
ilk okul, orta okul ve liseyi istanbul'da bitirdikten sonra Selçuk Üniversitesi Güzel sanatlar Akademisi Müzik bölümünden mezun oldu. Uzun yıllar istanbul , Antalya ve Konya da çeşitli mekanlarda sahne aldı.
Müzik öğretmeni olan Cüneyt Ergün, yerçekimine ' hoşçakal ' diyeceği o kaçınılmaz an gelmeden önce edebiyat ve müzik alanında anlamlı ve kayda değer işler yapmayı planlıyor...
kendisine ait olan bilgilerin bu kadarlık bir kısmı mevcut. kendisine ait bi sitenin an itibariyle olmaması gibi çok büyük bir eksikliğin sebebini soruyorum ben şimdi. çünkü şarkılarındaki söz ve bestelerinin hepsi kendisine ait. ama elde sağlıklı hiç bir bilgi kaynağım yok. ama şarkılarının çoğunda viyolin'in eşsiz tadı var. şarkıları bilinen kelimelerle oluşturulmasına karşın dinlenildiğinde oluşturduğu anlam çok farklı, bambaşka, biraz ondan biraz bundan sanki ama o yada bu değil tam olarak, açıklama kısmında öncesinde de bilinilen bir tümce olsun; kült bir bir adamdır.
çatlamış avuçlarımda sensizliği saklıyorum.
yalnızlığın arka sokaklarında seni arıyorum.
hasretini çeyrek geçiyor,
düş kırıklığı saati günde 24 yıl
seni bekliyorum.
hep bir körebe
hep bir körebe
hep bir körebe
arayışlarım...
elim sende miydi yoksa
ben ebe miydim?
yeterince mızıkçılık etmediler mi
bize yoksa?
hayaletli tüm sokaklar
yol üstünde boşluklar
yoksun diye bayatladı artık
14 şubatlar...
hep bir körebe
hep bir körebe
hep bir körebe
arayışlarım...
Gitme kal
Gidersen aklım karışacak
Duvarların dili olacak
Benimle konuşacak
Gitme kal
Akla zarar olacak
Gitme kal
Bana şiddeti bırakma
Bana hasreti bırakma
Bana düşman geceleri
Bana beni bırakma
Gitme kal
Akla zarar olacak
Gitme kal
Beni kim aklında tutacak
Gece sabah sabah gelip
Lambaları yakacak
Gitme kal
Akla zarar olacak
Gitme kal
Bana şiddeti bırakma
Bana hasreti bırakma
Bana düşman geceleri
Bana beni bırakma
Gitme kal
Akla zarar olacak
ŞiMDi BEN, YOK DENECEK KADAR ÇOKUM.
FiRARDAYKEN iNSAN VE BUZ KESiYORKEN HAVA,
SOĞUK EN ÇOK PARMAK UÇLARIMA YAKIŞMAZ.
ŞiMDi VAKiT SEYiR DEFTERiMDE YORGUNDUR,
ŞiMDi FERYAT EN ÇOK SESiMiN TONUNDA VURGUNDUR
VE ŞiMDi HAYAT;
CEVABINI BiLDiĞiM EN ZOR SORUDUR.
KULELER YAPTIRDIM iÇiME
11 EYLÜL GiBi VURULMAK iSTERiM.
KALBimi ÇARPANLARINA AYIRABiLEN VARSA GELSiN.
YOKSA, ZERAFET BU BAŞTA DÖNDÜRME KUVVETi DEĞiLDiR.
CÜCELER YAPTIRDIM iÇiME,
GÖRMEK iSTEYEN VARSA EĞiLSiN!
cüneyt ergün
şarkıda geçen "cevabını bildiğim en zor sorudur." cümlesini ortalama 6 yaşlarında bir çocuğun söylemesi mükemmel bir tanımlama ustalığının göstergesini, kinaye sanatının görkemli gösterimini sunuyor.
her gün doğan güneşe engel olamamak,
geçip giden zamanı durduramamak,
bir yaşlının inadını,
bir çocuğun göz yaşını,
ve bir dünyanın nefretini durduramamak...
Ters düşerim görüntülerle
Kalbimde kırılır ışıklar
Bir ilaç gibi ihtiyaç umutlar
Kalmaz bende yokluğun kadar
içimde yelkovan, beynimde tefrikalar
Sensiz kaybettiğim zamanlar
Ziyan eder beni gözyaşım olur
yaşatmaz bir kelebek kadar
içimde kaygılar, cevapsız sorgular
Sensiz kaybettiğim anlamlar
Ziyan eder beni katilim olur
Yaşatmaz bir kelebek kadar
Her gün erken söner lambalar
Düşlere iltica her gece
Bir kaçak gibi sığındığım uykular
Kalmaz bende yokluğun kadar
Hiçbir vücut ısısı değiştirmiyorsa mevsim normallerini
Sevmek de yok artık,
Sevmek yok artık
Hiç kimseyi!
Sen yaz saati uygulaması, ben kış saati
Ortak bi takvimimiz bile olmadı!
Seni bir saat ileri almışlar, beni bir saat geri
Bu zamanlar yoksa bize düşman mı?
Bilemem
Aklın kimde kalır?
Bilemem
Hatrın kimde kalır?
Bilemem
Kimler sensiz kalır?
Bilemem.
Hangi yol düz gider?
(Hangi yol güze gider?)
Bilemem aşklar ne için biter!
Aşık olmuşum sana,ey güneş gözlüm!
Gülden dudaklarında ey inci sözlüm!
Doyulmuyor rengine kara toprağın,
Duyulmuyor sözleri sarı yaprağın...
Türkü söyler dağların haykıran dili.
Türkü söyler kalbime mavi sözleri.
Bin yıllar almış yazanlar bilmiyor.
Bin yıllar almış bitmiyor
Sevdalar vermiş
Gönlümüz yollara, yollara gözler varmıyor.
Dokunma dur güneşe
Işık olsun herkese
Sevgi dolsun denizler
Yağmur olsun çöllere
Varsın yağsın ellere
Destan olsun dillere
Aşkla dolu bulutlar
Rüzgar olsun sellere
söz - müziği cemali ye ait 90'ların saklı şarkısı.