ilkokulda muğlanın küçük bir ilçesinde katıldığım resim yarışmalarında ilk üçe girmem. ailemin beni geleceğin ressamı falan gibi görmesi. şu an çöp adam bile çizemiyorum tabi orası ayrı...
--spoiler--
gülerek, "ah, bizim akıllı geçinenlerimiz!" dedim. "ihtiras, sarhoşluk, delilik, işinize nasıl gelirse öyle dersiniz. sizde bir duygusuzluk, bir vurdumduymazlık var ey ahlakçılar! kimini sarhoş diye azarlar, kiminden deli diye yüz çevirir, hatta papazlar gibi daha ileri giderek sizi de onlar gibi yaratmadığı için yobazlar gibi tanrıya şükredersiniz. ben birkaç kere sarhoş oldum., delilik derecesine yakın ihtiraslara kapıldım. ama ikisinden de pişmanlık duymuyorum. çünkü böylelikle, büyük ve imkansız işler başarmış bütün üstün insanlara neden sarhoş ve deli dendiğini anlamış oldum.
günlük hayatımızda da, kendi isteğince, üstün ve beklenmeyen bir iş tutturmuş olan her insanın arkasından sarhoş, deli diye çağırıldığını işitmek çekilmez bir şey. utanın ey akıllılar! utanın, bilgiçler!"
deniz özbey versiyonu şöyle olan altay öktem şiiri.
içimde seni gördüm, beni sordun
yüzüme sevgi dolu bakarken canımı acıtıyordun
sokaklar tekin değil...
değil diye evdeyim ve karnım tok
banyodayım, aynada kimse..yok!
sokaklar tekin değil de
silah sesleri geliyor içimden hiç yokken
şüphe ediyorum kendimden
sokaklar tekin değil...
değil diye evdeyim ve karnım tok
ve aslında bunu sana yazıp üzmeye hakkım yok
küveti doldururken
silah sesleri geliyor içimden hiç yokken
duymamak için bağırarak kusar gibi konuşuyorum
güle ceza veren yeniyetme bir çocuğum
olur olmaz yerlerde öldürmekten yoruluyorum
buz gibi seramiği sabırla doldururken
ağlıyorum, yavaş yavaş soğukluğu yok olurken
suyun altında seni göreceğim,beni soracaksın
yüzüme sevgiyle bakarken bedenimi yakacaksın,
ve bu sırada bu banyoda duvardaki aynada kimse yok
aynaların karnı tok şekilsiz bir sis var et yerine
ve kıyısı aşıkken derine küvet doluyor yavaş yavaş
yalvararak bekliyorum, çabuk gel, çabuk bulaş
sis benim, buhar sensin ve biz buysak ancak
bu banyoda bu küvette ikisi karışacak
bir bulamaç biliyorum
sokak dursun olduğu yerde
ben burdan gidiyorum...
ayrıca çok güzel bi' vega şarkısı.
"benim diye bu evdeyim ve karnım tok
ve aynada, bu aynada yine kimse yok
yine kimse yok
silah sesleri geliyorlar içimden hiç yokken
şüphe ediyorum ellerimden
ellerimden..."
it yeryüzünü
artık lazım değil sana,
bir konuya temas eder gibi
durmadan seyret beni
ayrılırsak bir akşamüstü ayrılalım
ben üşütmüş olayım biraz
ansızın bırakıp git beni
ilaçlanan bir evdeki hamamböceği misali
bir yerlerde birkaç kadeh
birkaç dostta üzücü sığınışlar
sinirleneyim kırılayım karşı koyamayayım
dağıtır ya bir doğan anlamsızca güvercinin yuvasını
aklımdan mutlaka intihar geçmeli önce
sonra, sonra şüphesiz seni öldürmek
telefonunu çaldırarak geceleri
öç almalıyım aylarca senden
elbette karşılaşmalıyız bir gün yolda
sen başını öne eğmelisin
ben başımı öte yana çevirmeliyim,
birbirimizi hiçbir zaman görmemiş gibi yaparak
yürümeliyiz ayrı ayrı yerlere doğru
düşüp parçalanan bir pusula
nasıl göstermezse artık hiçbir yönü
polis bu çılgın şehri tanık yazmalı
bu an be an büyüyen cinayete,
ceketin yakasına iliştirilen
kırmızı karanfil örneği
en çok böylesi ayrılıklar yakışır ihanete!
normalde sevmem böyle dizileri ama bu diziyi neden hala izlediğimi çözebilmiş değilim.
--spoiler--
gelelim 4. sezona. beklediğim gibi değildi açıkcası. dan'in her zamanki gerizekalılığı, georgina'nın kurnazlığı, nate'n silikliği, blair'n bencilliği, serena'nın iyi, kaşar kız halleri. bi tek chuck şaşırttı. ölümden dönünce insanın bi aklı başına geliyor galiba. geçer chuck'cım geçer, dönersin eski haline. bir de paris güzeldi be. izlerken ağzımın suyunu silmeme neden oldu.
--spoiler--
sonrası ya hepliktir ya hiçlik. ama hangisidir? aslında bunun da bi' önemi yoktur, her şeyi bitirmeyi göze almışsan bunu sonrasını düşünerek yapmazsın zaten. sadece yaparsın..