insana az değer vererek haddini bilen şeylere haddinden fazla değer veren mükemmel insandır. asılında nesneler ve nesnelere değer verenler arasındaki farkı görecek kadar aynştayn bir adamdır bu.
dillere destan bir şekilde dünyasını bulmuş olan insandır. kendini fazlaca kaptırdığı hümanizm sayesinde dışkısı ile konuşur olan bu insan sırf garip ama normal bulduğundan bu şeker bıyıklı ile başka başka boyutlara yelleneceğini düşünmüşür. ve de gerçekleştirmiştir. her şeyhin hayırlısı.
ırkında bir oyun olmadan ilk olduğu gibi kalmasıdır. zamanla güneşin verdiği yetkiler sayesinde siyahlaşan kişiliklerine halbuki sebep olan kadar açık ve sarıdırlar. her şey dna meselesi azizim.
düşünmeyi bilmeyen, geçmişini inkar eden insandır. aslında yapamadıklarını yaptık diyerek gösteren lümpen şerefsizlere göre daha bir şereflidirler. garip ama normal insanlardır. ermeni'den sonra bin tane sıfat-isim-zamir getirildekten sonra olan bir şeyi inkar edenler bizden değildir. bu kadar.
her şeyden nem kapmaya kendini adamış felaket insandır. yapmak istediğini kimseler anlamasa da o aslında anladığı tek şeyin peşindedir. hayatı boyunca götüne tekme atanlardan bıktığı kadar götüne tekme koyduklarından da bıkmıştır. sabaha kadar kan revan içinde sevişirken 'seni seviyorum' diyen insanı hatırladıkça 'seni seviyorum' demekten tiksinmektedir. bulutlar üzerinde ağlayarak yağmur tanrısı olduğu sanrısına kapılırken dahi zeus koymuştur yağmur tanrının biricik anasının götüne. haberi yoktur halbuki.
hayvanca kafasını kaşıyarak kafasını karıştıran beyhude bireyi uçurumdan yukarı fırlatmak. yerinde ve harika bir eylem. en azından insana bir içimlik suyun bünyesinde kaç dikimlik kafa bulacağını gösterir.
acılar içinde kana kana ahmet kaya'dan suskun parçasını dinlemekte bitebilecek güzide mevzu. hem yakalama mevzusu hunharcadır, hem de anal seks sırasında hatunun yaşadıkları... kimseler görmesin diyerek saklar kendini erkek, mecnun olur gargamel götlü leylasına.
dünyanın hiçbir köşesinde değişmeyen gerçek. o güzelim yansımaları ve nazarları sayesinde ortaya huzur saçarken ellerinden gelse tüm dünyayı önüne geçilemeyecek bir sulh ile gasp edecekler. kenevir kokulu mübarek gençler. allah esirgesin.
mahalle bakkalının ve onun kaynı muhtar dedenin dilinden düşmeyen tekerleme. üniversite okumak için mahalleye taşınan 3 hatundan birinin ateist olması sonucu ortaya çıkardıkları gerçek. onu bırakında bu gevşeklerin çapkınlığı beni öldürüyor. adamlar twit olayını 5 vakite endekslemişler lan.
vesselam özlü sözdür. öylesine bir dünya hayatı yaşayan bakkal amcalar ile muhtar dedelerin inancını süsleyen dahice bir laftır. kalabalık yapan kelimeler bütünüdür. lügat bünyesinde cümle olarak geçse de kimileri tarafından hiç de öyle kabul edilmemektedir. yorumlama yeteneği sayesinde ırkçı olabilme mevzusuna çok daha büyük apgiraydler yapabilmektedir.
halk arasında reenkarnasyon vakası olarak anılsa da aslında arkasında bir yığın mevzu barındıran insandır. söz konusu olan hiçbir caminin selasında yer alamaması, bir kere bile bir insanın vuslatında bulunmaması... gibi.
hatıraları yok olacak kadar dahi olamamıştır, var olamamıştır. hiçbir parkın kuytu yerlerinde sevişememiştir. hiçbir zaman ağlayamamıştır. kimsesi yoktur. ve elindeki suyu dökecek bir toprağı yoktur. toprak anası fahişedir onun. gelene geçene verirken bir kere dahi sulanmamıştır garibin suyuna.
hiçbir zaman milyonlarca meni arasında şans verecek bir evlat adayı dahi yoktur onun misal.
her zaman kafa yapması yüksek potansiyel olan mevzu.
eski çağlardaki tanrıları hatırlar mısın? ya da bir kelam etmemiş tahtadan tanrıları(?) her zaman oynanmış bir oyun mu bu, kelimeleri olduğundan aşağılarda görmek? olduğundan fazla anlam yüklemek bir şeylere, bu neyin oyunu? tanrı dediğin şey neden o kadar güçsüz olmalı ki(?) ya da korktuğun şey neden bu kadar sert? evet -olmalı- soru işareti yerine getirilmesi gereken -olmalı-
dışarıda vuran davul sesini ben de duyuyorum tıpkı şu an duyan olduğu gibi. ya da köşede duran adam ben de olabilirdim, tıpkı bir ara durduğum gibi. ses olabilirdim bir yerden bir yere ulaşmak zorunda kalacak ya da ışık olabilirdim oyuna başlatacak. eski çağda uyanık bir babayı oynayabilirdim mesela ya da kendisini bir firavunun yarattığına inanan mısırlı. bütün kadınlarını kralının yoluna veren bir köyün fareli kavalcısı da olabilirdim, herkül'ün düzdüğü kadınlardan bir tanesi de.
''belki de neden olmasın''
herkül'ün ta kendisi olup önüme geleni dizebilirdim mesela. eros olup ferhat'ın şirin ile değil mecnun ile birlikte olup efsanelerin böylelikle ibneleşmesini isteyebilirdim. her şey olma şansım vardı sadece zamanın ismiyle hitap edilmiyor olması gerekmese. geriye döndüğünde bir isyankar olurken ileriye baktığında bir umut gören olmamalıydım. siyah beyaz gören köpekler değil, hepimiz farkındayız aslında da, işimize gelmeyen tek ayak üzerinde işemek değil mi?
vazgeçilen ile vazgeçilmeyen arasında gidip gelirken yakışıksız olan bir 'an' bünyesinde hunharca her 'an'a enselenmek. tipik bir ebeveyn korkusu değil. şizofreni şizofreni çoğalma durumu bu.
son sorulmuş sorudur aslında ilk sorulan soru. kısmet bugündür ama bugün kaderin değildir.
....
sahne ışıklarıydı yüzüme vuran manzaram. kıpırtısız bir akşam sefası yaşarken gururum; onurum göğsüme vuran bir sızının son sinyallerini vuruyordu. kaldıracak bir ayağı olmayan köpeğin kendine taktığı insan tasması ve dolduracak bir yüreği olmayan insanın hayvanlaşması neticesinde susuyordu göğe yükselen her bakış. lanların ulanların havada birbirini becerdiği ansızın yükselen gecemde her bir boşalma yağmur görüntüsünden uzak bir rehavete bürünüyordu. sanki gök yarılmıştı da yer içine girmişti. ne insan vardı ortada ne de var olmak için bir sebep. her şey andaydı ve an, yükseklerden düşen uğultuların çığlıkları kadar uzun sürüyordu. oysa ki an dediğin uzundu ve bir şey uzun ise, onu kısaltmak can acıtıyordu. kısaldığındaysa onu uzatmak bir hayli zaman. ve her bir zaman, an'ın bakışından daha da kısaydı. an'ın tek bakışı da zamanın sonundan uzundu. uzun olan her şey ise uzun uzadıya yürek burkuyordu. nedeni yoktu hiçbir davranışın. içgüdü artık insan için doğarken, ölen bir tek vicdan denen zımbırtıydı.
böyle bir anda yaralanmıştı ve yarası şurasındaydı. şuurunu kaybetmiş bir vaziyette ağlarken, her gözyaşı kendisini bir organından daha ediyordu. elinde bir tek sol eli kalmıştı, sol elindeyse bir tek yüreği. istemiyordu artık ağlamak. ağlamak istiyordu da tükenmek bitmek istemiyordu.
vicdansızdı sırf bu yüzden de tastamamdı. herhangi bir şeyi yoktu vücuduna dair. yüreğini de yedirirken köpeğine, her ısırmasında vicdansızlığından acıyordu anlamıştı artık. biliyordu ağlar iken yok olacağını. ya yüreğini tastamam yedirecekti hayvanına ya da hayvanı gibi yiyecekti kendini her gözyaşında. peki ama nedendi bu gözünden dökülen yaşlar? neden üzülmüştü karşısında çaresiz durana? hani aslında vicdanı bir gece önce yenmişti bir öğle sefasında. sefa sürecekti hani, cefayı becerebilmek uğruna. peki ya bu adam, neden vücudunu terk etmişti, yüreğini salıvermek yerine? aptal mıydı yoksa o da insan görünümlü hayvanlardan mıydı? peki ya öyleyse, kendisi neydi? asıl hayvan kendisi değil miydi? bunları düşünen, bir soru vaziyetinde de kulağına fısıldayan kimdi?
arsızca ve umursamazsızca leyla, mecnun, kerem tiriosuna özenmektir. yansıyan sesi ruh ikizinin sesi sanarak dağlarda ayılara ebe olandır. orman köşesinde aşk uğruna gül yaprağından fal bakandır efendim bu eylemi uygulayan. bunun gibi insanlar genelde el arabası tarzında bir bünyeye sahip olduklarından oturdukları yerden sms atmayı dolunayda çıkan dolunaya benzetirler.
başka yerlerde konvoy maskotu olacak iken bu ellerde gerçeği, örfü, adeti, töreyi öğrenecek olan şanslı hatundur. hem onu alabilecek cesarete sahip haddinden fazla yakışıklı beyaz kardeşliği var iken onun başka ellerde karpuz olmasına kimsenin gönlü el vermez.
apaçık bir gerçek. tipik bileşik eylemler kadar ortada duran bir durum. stres yumağı olan bu insanları bir nevi anlamak gerek. kafaya takılan milyon çeşit halk ve onların oluşturduğu solcu kimliği var iken, etikek sevdası yüzünden solun herhangi bir solunda kendine yer bulma çabası sonucunda uçkurunu unutma durumu neticesi. ayıp ve yazzık.
ayakları leş gibi kaşar koktuğundan her durakta bekleyen bakkal amcaları ve muhtar dedeleri kendisine itici bir isyanla çeken esrarengiz hatundur. bilet ya da bozuk para dinlemeden fedakar hayatının bedelini ödeyen abladır.
gündüz kuşağında 'sana verirsem bana ne kadar verirsin bakkal bey' diyen kadınlar gibidirler. ağızlarından fahişelik eksik olmayarak 17 yaşından düşük beyne sahip olanları avlayan programlara hizmet ederler. işte bu cibilliyetsiz yazarlar da bu yüzden bunlar gibidir. burada, sözlük bünyesinde yaşı küçük ergen bebeler olduğunu bile bile söverler gerzekler. vesikalık vesikalık sikilmelidirler.
türkiye'nin hunharca apo'yu asamaması sonucunda en fazla selamlaşma ile biten eylem. ha kavga var ise mevzu büyür. sen kaç tane türk kürt kavgası gördün teke tek yapılan arkadaşım? mahalle kültürü ile mi savunacaksın siktiğimin ideolojisini?
sırf sıçma duygusunun verdiği hazza dayanarak yemek yiyen bünyeye sahip olan hatundur. lise yıllarında korkululk kenarlarında gezerek insanların osbir hayallerini süslerken, üniversite yıllarında teknolojik birtakım iç çamaşırları sayesinde insanların yataklarını süslerler. bacak atma tarzları dünyanın hiçbir yerinde sikseniz çıkmayacak hareketlerden oluşur. kendi tarzlarını yaratmışlardır.
çok ama çok yakın arkadaşım hüsnibülittin'in gözlemiyle; durakta bekleme aşamasındayken yani beklemek ile beklemeyip yürümek arasındayken bir kadın sesi duydum. kendimce tövbemi çekerken duyduğum bu halüsinasyonun kulaklarımda ne işi var lan diyerek de günaha girdim. evet gündüz gözüyle herkesin içinde dünyanın bilindik ne kadar yarrak küfrü varsa etmiştim. üzgün ve durgun takılırken hayatımım sesine sahip olan fahişe ile göz göze geldim. işte ordaydı. hunharca bakmaktaydı.
etiket sevdası yüzünden güme giden hedelerden biri. sikerken aşk, dolaşırken aşk, boşalırken aşk, namaz kılarken aşk, evrim tartışırken aşk. sürekli aşk. her gördüğü muzu götüne sokan ibneler gibi dilimizde bu aşk.