burhaniye'ye bagli, yanlisim yoksa cennet gibi manzarasi olan bir koy. manzarayi giorunce zeus'un aphrodite'in paris'in neden buralarda takildiklarini daha iyi anladim... daha iyisi yapilana kadar, cok buyuk birkpsama alaninda en iyisi bence bu...
Cocuklugumun, universiteyi kazandiktan 2-3 yil sonrasina kadar, 1977-1995 arasi yazlarimi devamli gecirdigim guzel sahil sitesi. burhaniye'dedir. edremit korfezi'ni izlenir, cok guzel gunbatimina sahiptir... denizi soguk ve pirilpirildir. yaklasik 500 civari birbirine bitisik 10arli hanelerden olusur. cocuklugumda sutcu yahya, bakkal/sonra taksici oldu, ertugrul abi filan vardi.
ilk disko aktivitesini biz duzenlemistik simdiki ada restorantta. sagolsun, aslinda yurtta bolca bulunan amca ve teyzeler simdi 'yilda bir kez' kendileri (son 3 yildir) bayram bahanesiyle sahile yuksek volumlu kolonlari kurdurup, yuksek sesle uyuma hakkinin gaspedilmesi surtetiyle eglence, denetko atesi adi altinda, sanirim kendinden baskasina nasil uyuma, dinlenme hakki tanimam'in pesindedirler mi, diye dusundurtmekteler... bir de kisar misiniz, dediginizde, bol stres sahibi oldugunuzu duyar, diskoya git eglen, cocuk uyumadiysa biraz sonra uyur bisi olmaz, senede birgun filan diye akil ogretirler (gencken diskoyu sokakta degil, diskoda duzenledik, arti istanbul gece hayatindaki o doneme ait en gozde mekanlarin tarafimiza ucretsiz gonderilen giris kartlarini, en bilinen dj dostlarimizi, piyasaya cikmadan hediye edilen club compilationlarini daha da kendilerine saymadim bile... sadece yola gidecegim uyuyamadim, dedim, gec cik yola, cocuk uyuyamadi, uyur o bisi olmazla karsilastim)
onca dogal, bolgesel, yerel insaninin guzelligine ragmen ulkemde (maalesef) bolca bulunan, 'benbilirim'ci ve firsatini buldugunda uyuma hakki talebinize bile 6-7 kisinin sozhakki tanimayi birak, 'yoketmeye programlanmis' robocoplar gibi soz duellosuna girdigi, bir de bunlar iktidarda olsalar o zaman ben hic uyuyamam galiba lam, diye dusundurten sahislarin oldugu site...
standarttır. 7/24,365 açılmaz. tüm küçük pencereleri nedenini anlayamadığım şekilde kilitlidir.
niye bilmiyorum ama nefese/dılşarıdaki havaya bir tek kaptanın ihtiyacı varmış gibi sadece onunki açılıyor, kıskanıyorum vallahi.
yarış atlarını taşıyan kamyonlarda bile açılabiliyor, net bir nedeni vardır eminim ama gökdelen değil ki bu camdan filan atalım kendimizi... klima var diyen olursa, 250 kişinin olduğu(70 kilodan hesaplasan 17,5 ton eder), aracın kendisinin de 15 tondan fazla olduğunu duymuştum; toplamda 30 tonu geçen bir aygıtta klima için sanırım boeing ya da airbus motoruna ihtiyaç var, çünkü kalabalıkta etkisini ben hissetmiyorum, hissedene de rastlamadım. tek hissettiğim kendimden geçip başka diyarlara yol alma oluyor zihinsel olarak.
genelde sütyensizken havada da durabilen(ileriye doğru çıkıntı şeklinde), yerçekimine karşı koymaya yönelik kas yapısını barındıran ideal oluşum.
ekseriyetle, spor yapan bünyede bulunur ki, devamında tamamlayıcısı tatlı-sert sütunlar, çukurumsu, kraterimsi oluşum barındırmayan selülitsiz bacaklardır.
genelde yerlere sabah ve akşam saatlerinde daha sık rastlayabileceğimiz, karşılaşabileceğimiz şekilde bazı varlıklar(kedidir o kedi!) tarafından ücretsiz olarak dağıtılırcasına üfleme yolu ile fırlatılıp bırakılan balgamdır, dikkatli yürümek icap eder.
yoksa reşat altını büyüklüğünde bir yapışkanımsı nesneyi işyerine veya eve taşıyabilirsiniz.
standardı var sanırım.
çünkü ekseriyetle, dışarının havası ile yaklaşık 30 derecelik filan bir fark oluyor yaz ve kış mevsimlerinde...
yazın dışarısı 37 derece ise(hissedilen) terlemiş şekilde binip, boyun felci olmamak nasıl oluyor hala anlamış değilim.
aynı şey kış mevsimi için de geçerli, dışarısı 3 dereceyken klima(?)nın ve 300 kişinin nefes gücüyle iç mekan yaklaşık 35 derece filan olur, araçtan inince hasanpaşa'da, çamlıca'dan kalkıp gelen rüzgar(poyraz genel itibariyle) tokatlamaya başlar kazaklı, atkılı bünyeyi...
metrobüse binen bir teyze modelidir.
aynı anda hem sağa sola salınım hareketi ile yürür, hem ıhıldar hem de materazzi gibi yer kapmak için son düzlükte omuzu koyverir,
neye uğradığınızı şaşırırsınız. koltuğu kapar, ayakta kalırsınız.
sonra da köprüyü geçer geçmez, ilk durakta(zkuyu-sçeşme arası) o kalabalıktan gözünüz takılır 3buçuk dakika önce koltuğu kaptırdığınız teyzeye, hiçbir şey olmamış, savaşa girer eda ile metrobüse değişik tarzda hücum gerçekleştirmemiş gibi sessiz ve sukunetle iner gider, gözden kaybolur.
koltuk mu? boşalan koltuğu da uzaktan süzgün gözlerle izler, elinde mutlaka zeki(cinyous) bir telefon olan genç bir çıtırın hayattan bezmiş ifade ile oturuşunu izlersiniz.
eğer işyeri sefaköy'de filansa, 25-30 duraklık, toplam 1sa15dk civarında süren maceranın son 6-7 durağı ve yaklaşık son 12 dksıdır.
ben küçükken arnavut kaldırım taşından döşenmiş, minik bir köprüydü. yıllar sonra çok büyük bir tane yapıldı, zamanla asfalt çökmeye mi başladı nedir, şimdi ek yerleri arabanın yürüyen aksamını dövüyor her 10 metrede bir üzerinden geçerken...
(bostancı yönüne doğru) sahrayıcedid'i geçtikten sonra solda bir yeri var ki; aman aman aman! vedat milör/ntv'de görmüştüm yaklaşık 2 yıla yakın bir süre önce; kalite, doygunluk ve uygun fiyat!!!
bir daha dünyaya gelirsem kedi olarak,
bu dükkan çevresinde bir hayatla dünyaya gelmek isterim; elleri kolları dert görmesin!
ayranından, mevlanaya, kuzu incikten, kaşarlılara her ürün harikulade! nefis! on numara!!! kadıköy; istanbul.
normalde güzel ve çılgın sevişir; çok sevişgen bir şahsiyettir. ortaköy'de gidilen barda; kaşla göz arasında 3,50 ile 4,15 arasında tuvalete beğendiği adamı götürür...
bu pazar maçımızı izleyin, çünkü dünyada haftanın en çok konuşulan olayı olacak.
bu pazar maçımızı izleyin, çünkü soğuğu hissedeceğiz hep birlikte.
bu pazar maçımızı izleyin, ve görün ki duygu hala daha var futbolda;
-doğal olarak- endüstriyelleşmenin büyük adımlarını burnumuza dayayan futbolda ruh var, hüzün var.
bu pazar maçımızı izleyin ve evde de olsa siz de soyunun.
sözkonusu afet, soğuk ve acıysa
van, edirne, istanbul, hatay, kırklareli, çorum, niğde, kars, gaziantep, muğla benim için farketmez.
şu anda kar var ve ortalama -15 derece. yerler balçık. kot bezinden biraz farklı çadır bezi var tepede! gerçek bu!
bu pazar, büyük beşiktaşım ile galatasaray fiyapı inönü'de karşılaşacak.
maçın 65'inci dakikasında tribünler van'a ortak olmak,
onların soğuğunu hissetmek için soyunacak, yarı çıplak kalacak.
bunu seyredin, her zaman olduğu gibi yine beşiktaş duyarlılığı ile tarihe ortak olun!
türkiye cumhuriyeti'nin, canım ülkemin doğumgünü için söylenebilecek güzel söz. varlığını, kutsallığını, cumartesi akşamı kutlayacağız,
tercihimiz geçmiş yıllara göre içimizden geldiği kadarı ile elbette hüzünlü, biraz mahzun olacak;
hem depremin hem terörün sonuçları,
şehitlerimiz, yaralılarımız, rahmetli olanlar, bu zehir soğukta evsiz barksız yardıma muhtaç ıslak toprak üstünde oturan,
yaşamaya çalışanlar aklımızdan bir türlü çıkmadığı için;
bu arada, gündem'den bahsederlerken, van-alaköy(imla yanlış olabilir) içinde halil amca'nın da diğer köylüler gibi evi barkı kalmamış deprem sonrası...
halil amca; gelen arama kurtarma ekiplerine, elimde tek bunlar kaldı, diyerek bahçesinde topladığı elmaları ihtiyacı olana dağıtırsınız diyerek veriyor.
(kadıköy'de(n)) yardımda bulunmak isteyenler için çok spot yayımlanmıştır ancak hatırlatmak isterim; kadıköy belediyesi'nde gece sabaha kadar yardım malzemelerinin ayrıştırılması, kolilenmesi için hummalı bir çalışma var. dün telefon etmiştim yardım masasına. sabaha kadar buradayız, dediler. ulen acaba koskoca binanın neresinde bulurum sorumluyu diye düşünürken, binadan içeri girdim ki, onlarca genç; spotlar, jeneratörler çalışıyor; inanılmaz bir faaliyet var... çalışmanın yoğunluğunu görünce duygulanmamak elde değil.
temel maddeler; ayrı ayrı poşetlenirse iyi olur.
bebek bezi, bebek maması, süt, konserve gıda, kuru gıda, su, yorgan, battaniye, özellikle katalitik soba(tüplü), mont, ceket, kazak, hırka, vb., sabun, deterjan, tuvalet kağıdı, temizlik malzemesi.
bu sabah okmeydanı durağında ilgimi çeken hadise. birbirine neden olduğunu anlamadığım şekilde çemkiren hatunlarda olması an meselesi olan vukuat seyri... en ilginç noktalardan biri de, içinde benim de bulunduğum erkek güruhunun konuya şahit olan yaklaşık 3'te ikilik kısmı, değişik bir ifade ile sırıtarak izlmesiydi olayı...
zeytinburnu'nda yapılan gökdelenler için tarihi istanbul siluetine etkileri üzerine sayın istanbul belediye başkanımız'ın hiç değilse eveleyip gevelemeden, radyasyonlu çay içip de yararlı bu diyenler gibi tuhaf tavırlar takınmadan, özü sözü bir şekilde ifade ettiği şeylik!...
ormanlar, köprüler, yollar, topraklar, sulama alanları, hiçbirinden doğru dürüst anlamam. neresinin ne biyolojik değeri kaybolmuş, bilmem. o yüzden yorum da yap(a)mam...
ama köprüden geçerken bile sultanahmetim'in, ayasofyam'ın, topkapım'ın arkasından afedersin "şey" gibi çıkmış(lar), gerçekten orada biraz "şey"lik var...
efendim, bakınca silüet bozulmuyor, demiş mi? dememiş sayın başkan. "maalesef orada bir şeylik var." demiş...
şimdi ben ne diyeyim, diyeceğim şudur ki; sayın başkan silüet etkilenmiyor; diye bozuk anlatımlı bir cümle sarfetmemiş... buna sevindim aslında, ki gayet de doğal, zira yaşını kenara koyalım; gayet eğitimli, görgülü, kalender, saygıdeğer bir insan... gördüğüm, bildiğim bu!
amma velakin, sayın ilgili ve yetkililer; bu akşam yaklaşık 350 kişinin nefes nefese geldiği bir metrobüste yanımda, hatta koltukaltımdaki 2 kişinin konuşmasına kulak kesildim(zorunlu olarak, çünkü bir tanesi sağ akciğerimdeydi)) her akşam herhangi birinin olduğu gibi -34A- )...
gerçekten de köprüden geçerken(boğaz) göze batıyor. olmamış o görüntü sayın başkanım.
o tarihe, o değerli merhum mimarlara, o eserlere, bu topraklara bu görüntünün bugünkü teknoloji ile tespit edilerek yöneticilerin gözden kaçırmaması gereken bir detay olmuş... ince, pek de naif olmayan bir detay maalesef...
haaa, kim takar? derseniz?! 150 yıllık haydarpaşa'nın tavanı uçtu da kimse istifa etmedi, bunda da bu işle sorumlu kimseye birşey olacağını sanmam... 1500 yıldır, 2000 küsur yıldır ayakta olan yapılarda bence asıl kabahat... durduğun kabahat, derler ya; belki de öyle.
zira, maça sıkıysa champs elysee'nin 100-200 metre yakınına git de bir amerikan hamburgercisi aç; geçtim silüeti, çok katlı yapıyı. haaaa; ama gelişmeyecek miyiz bre statükocu diyen olursa; cevap vermemeyi tercih ederim (ki dayanamadım, hadi vereyim; maslak'a filan laf eden yok burada protein özürlü, diye de verdim cevabımı...)
yazım yanlış olabilir, iyi giden votkalardan diyebiliriz. rusya'da pey ünlü ve muadillerine göre pahalıdır. şahsime kanaatime göre; kabartma şişeli altınbaşak vardı 10-12 yıl önce ki, bu yabancı markaların hepsinisuya götürüp susuz getirirdi.
öte dünyanın kapısı. dil zevkinin beyinle buluşma noktası. fiskinin üstadı; dimples'ın hası, ve kısaca belki de (viskide) diğer taraftır!bununla rekabet edebilecek bir iki tat daha vardır bu alanda, yeri geldikçe açıklayacağım.
içkilerin olmasa da; burbonun hasıdır, hası.
biraz daha pahalıdır standardından...
ama zaten yumuşak içimiyle yağ gibi akıp giderek ne iyi ettim de seni yudumladım dedirtir.
tercihen, tek buzlu, mezesiz, (orta derecede, hatta ortanın biraz altı) tok karnına, yemek ile, yemek sonrası hatta neredeyse uyanınca yüz yıkanırken bile kullanılması yerinde olacaktır (Ayılma niyetine, ya da yüzü yıkayıp tene sıhhat katmak içün)
70-75'le giden tahminimce 12 tonluk aracın durağa 3 metre kala balatalarına şoförün asılması suretiyle ortaya çıkan durum.
nedenini sordum; "hızlı otobüs seferi"ymiş ve belirli bir sürede rotasını tamamlamak zorundalarmış.
dikkatli olunmalı, durmadan kalkılmamalı ya da ayakta duruluyorsa demirler elden bırakılmamalı ki dünyanın kaç bucaktan ibaret olduğu öğrenilmesin.
düzeltme: 12 değil yaklaşık 20 tonmuş d(dolusu mu boşu mu onu anımsamıyorum, bir zahmet onu da sen öğren)
öncelikle neredeyse yarıya yakının yapmadığı birşeyi hatırlatarak başlamalıyım:
her sabah banyo yaparak, olsı terleme seanslarında pis koku yayılmasına engel olmak, dolayısıyla kendine ve başkalarına saygı duymanın ne demek olduğunu, büyük şehirde yaşamayı idrak etmek,
bağırarak, başkalarının rahatsız olacağını düşünerek telefonla mümkünse konuşmamak, konuşulursa anırmamak, ses tonunu başkalarının rahatsız olmayacağı seviyede ayarlayabilmek,
(sessizce de olsa) osurmamak, geğirmemek,
bacakları açarak oturmamak, hele ki erkek erkeğe otururken (naslolsa garı deyil bu) diyerek bacakları öküzün çimene yayılmasındaki eda ile açıp, yandakinin bacağına yapıştırıp terletmemek, ısının yükselmesine neden olmamak, tanışılmayan insanla ten/vücut temasının aslında olmaması gerektiğini, onun kişisel alanı olduğunu bilip buna uygun davranmayı başarmak,
kapı önünü mümkün olduğunca tıkamamak,
sırt çantası varsa sırtta arkadakinin burnuna/ağzına sokmamayı idrak edebilmek ve bunun için o çantaı bir zahmet elde taşınmak, tekerlek üstü boşluğuna filan koymak -ağırsa-, ya da en olmadı, yere koymak...
(bkz:mahallenin bakkalında gördüğüm, ardından metro gross markette de rastladığım güzel alman birası.
pilsen tipi değil, klasik alman (weiss) biradır. içimi tok, lezzetlidir; metro'daki fiyatı yerli biradan daha ucuzdu geçtiğimiz haftasonu.)
divan restaurant-bar, develi fish(balık), develi kebap, bir çin lokantası, murphy's dance bar gibi efsane olan ve/veya olmaya adaya mekanlarla bir eğlence üssü gibi bir yer adeta...