eskinin, yenilerde insanın yakmasıdır.
eski olan, anı olandır ve sizin olandır aynı zamanda. anılarınız sizindir, sevginiz ve sevmediğiniz şey sizindir. siz yanınızda olmasanız bile, çay içerken kaşığı nasıl da sesli karıştırdığını, kaç şeker attığını ve nasıl kahkaha attığıı bilirsiniz. hangi mekandan geçerken aklına düştüğünüzü mesela, adınız gibi bilirsiniz. "şu sahil kenarından geçerken hatırlamıştır. üstüme nasıl çay döktüğümü, sonra şurada duran gemiyi satın alıp, okyanusa açılmak istediğimizi hatırlamıştır. belki hesabı ödemeden kalkıp gittiğimiz günü de hatırlar, biraz daha bakarsa. ne kadar gülmüştük sonra. bunu hatırlayınca, farkına varmadan gözlerinin etrafı kırışmış olmalı, hafifçe gülmüş olmalı. sonra dalgınlaşmıştır. unutmak için ıslık çalmaya başlamıştır, öyle yapar hep"
eski sevgilinin evli halini bilmez insan. evli olan bir eski sevgili neye kızar, bilemez. sabahları çıplak uyanınca nasıl bakar elindeki yüzüğe, bilemez. evli bir adamın aklından eski sevgili kaç defa geçer, ne zaman geçer, bilemez. eski sevgilinin evlenmesi, en çok bu sebeple yakar insanı. ne zaman ne hissedeceğini bilemezsiniz artık. evli bir adamla bekar bir eski sevgili arasında nerden baksanız yirmi fark vardır ve bilemezsiniz ondukuzunu.
eski sevgilinin evlenmesi, uzaklaşma demektir. yeni bir sevgilisi olması, en çok farklı bir hitapla seslenmesi demektir. "bana kuzucum derdi, ona ne diyor acaba?"
am evlenmesi, değişmesidir her şeyin. bilmediğiniz şey, hitap değildir sadece. nasıl yemek yer, evli bir adam nasıl sigara içer, evli bir adam ne zaman çocuk düşünür" bilemezsiniz.
evli bir eski sevgili, bilinmeyene daha yakındır. bilinmeyen her şey gibi sizden uzak. antartika kadar uzak. asla dokunamayacağınız. dokunsanız da sizin olmayan. dokunmak istemeyeceğiniz.
eski sevgilinin evlenmesi depremdir. yaşarsınız, ama enkaz altında geçen günler bir ömür boyu aklınızdadır. değişirsiniz. eski sevgilisi evlenmiş bir insan olursunuz. siz değişirken, uzar aradaki mesafe.
çin in, hiç bilinmeyen bir kasabasında yaşayan bir adama aşık olmaktan tek farkı, herhangi bir gün, istanbul vapurunda onunla karşılaşma ihtimalinizin olmasıdır.
çoğu zaman sadece yaptıklarımdan oluşmuyor, sadece yaptıklarımı yansıtmıyor. kollektif bir biçimde oluşuyor.
geçtiğim her sokak, gördüğüm her insan yüzü, sevdiğim her adam, uyudğum mekanlar.. hepsinin toplamından ve bir şeylere bölünmesinden oluşuyor. o halde bütün yanlışlarımın arkasında durmak, o halde ben i ısrarla sevdirmeye çalışmak mantıksız diyorum.
yüzünde çıkan beni sevmez ya insan.. senin parçandır ama sevmeye mecbur değilsindir. seni anlatır ama senin yaptın değildir. onun gibi.
bir gün anladım ki her şey yalan
anlamadığım her şiir sıfatına büründü şimdi
biliyorum ki gerçek değil, nasıl yazabilirim
gerçek olmayanları kötüleyen bir neslin evladı olarak ben
mahsuscuktan yaptığım kaleler yok, bunu bildim ve öyle büyüdüm diyorum
dalga gelip de yok edecekse kale yapmanın mantığı yok
bütün komşu çocukları mahsuscuktan benim kocam
bütün kocaların eve bir ekmek getirmişliği yok, ne yazar
akşam olup da anneler çağırdığında, geride sesli bir rüzgar
geride ben kalırım, annemin sesi kalır
rüzgara dayanamaz hiçbir ses, elde var hiçbir şey
hani bu çocukların çığlıkları nerde
hani ben iktirince parlayan gözleri
hani azarlayan sesleri megafonların
hani bir polis baskınında ağlamayan ama ağlayan gözlerim
hani hapis yanlarım
hani ben çok küçükken alnıma çizilmiş kader
hani akşam üzeri tavada menemen
hani sen
ben çok küçükken çocuktum
zaman geçti ve artık biliyorum ki her şey yalan
çocuk oyunlarıma döndüm yine
bir anne sesine bile dayanamaz yaptığınız kaleler
ve "mahsustan" kurduğunuz evler, evcilikler, biliyorum
her durumda canınızı sıkar. kaybetseniz canınız sıkılır, kazansanız "can" sıkılır.
tartışmanın sonu ile ilgilenmiyorsanız eğer, maksadınız sadece tartışmaksa sorun yok. aklı başında hiçkimse, her zaman gülümseyen, her zaman polyanna, her zaman kahkaha dolu bir aşk istemez.
bütün sonuçlarda canı acıyan bir tartışma, ne kadar can sıkıcı olabilir ki..
bulunamayacağına inanandır. kaybolmuş da olabilir. hani saçma bir duvar yazısı vardı, "beni takip etme, kayboldum" diye. o hesap işte. belki tek başına kaybolmak istiyordur.
yanılsamalardan bir yanılsama.
işin en aldatıcı yanı, aşk bittiğinde, şöyle bir geriye dönüp bakınca, hareketlerin, duyguların, yapılan her şeyin insana gerçekçi gelmemesi. bir insan bir başka insana saatlerce susabilir mi? bir kişi en hızlı kaç saniye içinde özlenebilir? kaç dakika haber almadığınız bir kişinin başına kötü şeyler gelmesinden endişe edersiniz?
aşk, bütün bu sorulara verilecek en mantıksız cevaplar bütünüdür. bir gün bittiğinde ise, cevapların mantıksızlığı gözünüze çarpar. derken, psikoloji denen illet girer araya. açıklarsınız: aslında şu sebeple birine ihtiyaç duyduğunuzu, onda farklı şeyler aradığınızı, aslında hiç olmayacak bir işe kalkıştığınızı.. falan falan işte..
aşk, sanrıdır. yaşanan her şey, bittiğinde mantıksız ve gerçek dışı gelir bu yüzden. şimdi, geçmiş bütün aşklara baksak, gerçekten bittiyse ve başka aşklara hazırsa insan, yaşanan her şey yalan gelir. hiç olmamaış gibi.
üzgünüm, ama aşık olduğunuzu sandığınız dakikalarda, gerçekten aşık olma ihtimaliniz yüksek.
yine de editlemek isterim, keşke istediğimiz zaman, istediğimiz aşk hakkında "aşk olduğunu sandım" diyebilseydik. gerçekliğinden şüphe duyamayacağınız aşklar bitiriyor sizi zaten. gerçek sanıyorsunuz, sandığınızı hiç düşünmüyorsunuz ve hayat kilitleniyor.
ele alınan tüyü, yere düşmemesini umarak yukarı doğru atmak gibi. yere düşeceğini bilerek mucize beklemek gibi. tüyün havaya doğru hızlı gittiğini görünce sevinmek, ama buruk bir sevinç yaşamak gibi. tüy yere doğru indiğinde onu seyretmek gibi. çaresizlik gibi. tüyün yere yaklaşırken, bir yandan nazlı nazlı sağa sola salınmasını izlerken başı dönmek gibi. yeri yakıştırmamak gibi. yere hiçbir şeyi yakıştırmamak gibi. yere düşen her şeye üzülmek gibi. yerdeki karıncaya, yerdeki gofret kağıtlarına, yerdeki bütün tüylere acımak gibi. bir kuş kanadından yere düştüğünde o minicik tüy, üzülmek ama çok üzülmek gibi. küçük ayrıntılara üzülmek gibi. ayrıntılarla uğraşmaya hasret gibi.
bir kaç "an" önce üzüldüğün şeyi unutmak ve çevreye bakmak gibi. sanki üzülecek başka bir şey arar gibi.
ben görmediğim anlarda bana bakma
benim bilmediğim ayrıntılarla dolu anılarımız olsun istemiyorum
bilmediğim ayrıntılarla dolu bir anı
anılarla dolu yüzlerde ayrıntı
ayrıntılarla dolu bakışlar
bakışlarla oyulan ayrıntılar
ayrıntılar arasında küçücük sen
istemiyorum
Şimdi mesela böyle oluyor ya arada
Bir bakıyorum sen varsın mesela, bir bakıyorum yoksun
Seneler geçmiş ve değişmiş yüzün
Bir yüz nasıl değişir bu kadar uzakta
Sanırdım ki bıraktığım gibi duruyor sakalların terlemiş
Anneden babadan gizli sigara molalarında
Dokunup da anlarım, batar elime dikenlerin
Fotoğrafta gülümsemeyi öğreneli beri
Bütün sınıflarda öğretilen ve bir türlü dolmak bilmeyen havuzlarda
Bir tek sen gülüyorsun, dikkat ettin mi, başka gülen yok
Neden dolmuyor oysa
Derdi ne bütün bu soruların, bu hengamenin ortasında
"Ben zaten büyümeye çalışıyorum, yeter" diyememişliğimizle büyüdük
Sen vardın hesapta
Keşke dediğim ender anlardasın, orada durmuş gülüyorsun objektiflere
Ben uzak değilim, ya da biz uzak değiliz birbirimize
Ben buralarda, ben eninde sonunda o pencerenin dibinde
Her gün geçen, her gün duran, her gün ekmek alan,
Ben her gün bir havuz problemi uzaklığında
Ben her gün karanlıkta, sen flashlarla parlayan
Ben plaza heyecanı, ben küçük, ben çocuk
Oyuncaklar yetişemeyeceğim raflarda
Ağladı ağlayacak, dokunulsa gülecek
Yorulmamış
Gece olunca deliksiz uyuyacak
Bir karede susuyorsun
Suskunluğunu belgelemiş duruyorsun
Büyümüş halinle
Sen
Benden
Bilmem kaç fersah
Uzakta
.
aynı zamanda, banka sırasında beklerken, yaklaşan her numarada heyecanlanan kişidir. sıra kendisine geldiğinde, kağıdına tekrar bakıp kontrol eden bir insandır. yapacağı işlemi hemen söylemek yerine, önce "iyi günler" deyip karşılık bekleyen insandır.
saf, şirin, samimi bir insandır o. tek kusuru heyecandır.
uyurken geçen zamanlardaki mutluluğa önem vermemek demektir, bu yönüyle üzücü bir durumdur.
mutsuzluğu kabullenip de uyumak, yenilmişliktir daha çok. mutsuzluğu kabullenmek demektir. dahası rüyalarımızdaki mutluluktan vazgeçmek demektir.
mutsuzken uyuyunca, rüyasında kelebek gören kaç kişi var ki.
mutsuzken sürekli uyuma isteği, rüyada kelebek görme ihtimalini yok etmek demektir.
Gecenin bu saati ben duruyorum, yeter
Kucağımda bir sürü taş var benim
Her sürüde binlerce koyun
Gece olur sayarım, gece olur üşürüm bazen
Yalnız olduğumdan değil, yanımda sesler, belki onlarcası
Gece üşümek içindir sevgilim
Sana her defasında yazıyorsam, üzülmen için değil
Her defasında üzülmen gelmez zaten işime
O zaman acınası olur gözlerin, o zaman üzülürüm ben de senin için ve kızarım kendime
Kendime kızarken küçülür gözlerin
Seni daha az hatırlarım kendime kızarsam
Biliyorsun sevgilim
Her şey dönüyor dünyada
Ben dönüyorum mesela
Günde kaç kez, dönüyorum ve değiştiriyorum ne varsa
En sevdiğim yemeklerin
En çok giydiğim kıyafetlerin
Ve en çok istediğim şeylerin adını
Değişiyorsa ve dönüyorsa her şey, sen kal içimde hiç kirlenmemiş
içimin kirinde kal
Yetsin
Başka kirlere bulanmayalım
Şimdi mesela, oturmuş yazıyorsam sana hep bunlardan
Bir sonucu yok bu aşkın sevgilim
Ben imza atamam, yazım olmadı benim
Böyle duralım ki güzel zaten
Belki gideriz, ve ben şimdi durduğum yeri özlerim
Hep bir telaş, hep bir endişe
Zaten yeterince kir var içimde sevgilim
Şimdi mesela bir kapıyı açıyorsam
Hem şiir yazıyorsam hem de kapıyı açıyorsam
Açılıyorsa kapılar, ki bunun için varlar,
Ellerimi yıkıyorsam mesela
Kapıları açınca kirleniyorsa ellerim
Kapıları benden önce açanların kirlerine bulanmaksa bu
Ve yeniden kirleniyor ve yeniden yıkıyorsam
Hergün bir duvar örüyorsam ve yıkıyorsam bir başkasını
Ki duvarlar bunun için var,
Ömrümün bir yarısında yıkıyorsam mesela bir şeyleri
Herkes kadar olduğumdansa bütün bunlar
Ben teselli beklemiyorum
Kapılar ben yokken de var
Yokluğumda da var olacaklar
Biliyorum
aslında, söz kendini tamamlıyor.
"çözülmesi zor" yani imkansız değil.
"zor" yani, zorlukla çözülmeyi bekliyor.
demek istediğim, herhangi biri için "öldürülmesi zor biri" demezsiniz. neden? çünkü aklınızdan geçmez o kişiyi öldürmek. çözülmesi zor, dediğiniz zaman, karşıdakini çözme niyeti vardır ortada.
yok eğer ki kendinizden bahsediyorsanız, "çözülmesi zor bir insanım" diyorsanız da, aynı ima söz konusu. kendini ağırdan satmak gibi. çözülme derecesini niye ölçer ki bir insan.
üstelik kime göre, neye göre zor. nice işler bilirim, bana göre zordur, başkasına göre kolay. göreceli zorluklarla çözülmemiş olmayı yüceltemeyiz kardeşim. daha kolay ol, çözül. yoksa hiiç dırdır etme bana *
ben bir nehirdim
geçmiş zaman kullanıyorum
çünkü değiştim
güneş bir görünüp bir yok oldu
her yok oluşta öylesine ağıt tuttuk ki
yorulduk üzülmekten
bir zaman sonra, nasılsa gelecek, dedik içimizden
içimizden geçenleri okudu güneş
şimdi, bir karanlık şehiriz bulutların altında
öylesine çok sevdi ki annelerimiz bizi
o kadar çok okşadılar ki yapıştı saçlarımız
bunu masum bulduk.
şimdi bakmaya kıyamadığımız sevgililerimiz ahenk istiyor
bir de dans eden saçlar
kucaklarımızın bir kısmı ağlar şimdi,
bir kısmı annelerin mezarları dibinde,
ve daha mutsuz diğer yanımızdan
bizim gözlerimiz vardı, bakmayı bilemedik
bir tanrımız vardı, sevmeyi erteledik
biraz zaman kalmıştı, bakkala gidemedik
süpermarketlerde olmayan şeyleri beklemedik ve yaşadık bu şekilde
bütünkelimelerbirbirineyapışıkveanlamsızolduamakullandık
kullandığımız ne varsa eskidi
eskiyeni kullanmadık bir daha
tecrübemiz olmadı, gerekli olanları hikayelerden öğrendik
bütün bunların içinde bana yer kalmadı
o kadar hızlı geçti ki zaman
ben yanından geçmeden
baktım saat onikiyi vuruyor, benim gitmem gerek
baktım ki olduğumdan farklı olsam, bana iyi gidecek
"ne demek, şurada bir başka kimliğim olacaktı,
değiştirip geleyim sizin için"
dilerseniz keseyim kaynaklarımı, dilerseniz kuruyayım
ama düzen bozulmasın
tek başıma gülmekten kolay geldi
düşünmeden ağlamak
sebepleri bilmemek daha mutlu edecekti beni
bir bunu bildim
ben bir nehirdim
şimdi değil
önceden
geçmiş zaman kullanıyorum
çünkü değiştim
anlaşılmaz olduğunuzu anladığınız an sona erer.
anlaşılmadığını bilmek kadar kötü bir his yok çünkü. siz de anlamasanız, o anlaşılmama zinciri bozulmayacak ve hayat akıp gidecek. öyleymiş. yani öyle olduğunu dediler. yoksa ben bizzat anlaşılmaktan yana bir bireyim.
şimdiki zaman kullanımının zorluğundan ve iticiliğindendir. şey gibi,
"seni şimdi seviyorum. ama yarın ne olacak, kalbim ne için atacak, seni sevme nedenlerim yarın da olacak mı, yarın sen olacak mısın, ben olacak mıyım, kimbilir.."
üstelik geçmiş zamanın hesabı da var çünkü. "bunu daha önce kaç kişiye söyledin" sorusu var, sorulmasa bile, gözlerden akan.
seni seviyorum demenin zorluğu, şimdiki zaman kullanımındandır. bir de, demenin zorluğundandır. belki yaşamak daha kolaydır. kimbilir.
sevgilisine şarkı bestelemiş bir kadın, çok da beğenilmiş. şu herkesin diline dolanan parçalardan biri. röportaj yapılırken, soruyorlar, birine mi yazdınız bu parçayı diye. "evet" diyor. peki, onun haberi var mı bundan, denince, "var" diyor kadın. "allah bilir nasıl da böbürleniyordur, kendini bir şey sanıyordur şimdi. çok aşık oldum ona, hala da aşığım, başka birine o kadar yakın hissedemem kendimi. ama şimdi biliyor ya ona böyle sözler yazdığımı, koltukları kabarmıştır manyağın"
eğer ki aşk ve sevgi bir yerde biterse ya da karşılık yoksa; sevdiğiniz kişi, uğruna cümleler yazılınca ve bu cümleler başkaları tarafından sevilince, olduğundan daha büyük hissederse kendini, bir zaman sonra sinir olunacak bir durumdur bu.
sevgili, hakkında kitap yazılacak biri olmuştur artık. sadece "sevgili" değildir.
bence, çok da iyi bir şey değildir bu yüzden. içinizde birikse cümleler, daha güzel. o zaman okuyucular ve röportajlar girmiyor araya, iki kişilik kalıyor aşkınız.
kitap, iki kişilik bir olay değildir çünkü. okunma ihtimali vardır. başkaları tarafından.
sen bir baharsın sevgilim
başın belli sonun belli içimde
ben ölünce gidecek bütün sevinçlerin
sen bir dudu kuşu
ben bir böcek kaldım sevgilim
ayrı dünyaların insanları olmanın ağırlığı üzerimizde
bir gülelim bin ağlayalım ama yeter ki ol
bu dudu halinle
sen olmadığında bitecek bütün hayallerim
kuruyorsam içimde doğru yalnızlıklar
doğrularım içinde sen bir garipsin sevgilim
ne çözümün var ne çaren, diş ağrısı gibisin
içinden atmak isteyip de sökemediğin gözbebeği mesela
bir korku filmi repliğisin, tek başına amaçsız
tek başına anlamsız, kompozisyon içinde ürkütücü
sen olmadığında rüyalarla süslenecek bütün rüyalarım
kabus
her yer sen
her yer kabus
benim içimde büyüyen bir fasülye fidanısın sen
zaman geçtikçe büyüyen
zaman geçtikçe korkunç
zaman hiç geçmesin sevgilim
duralım bu anda ve durağan kalalım
ama
ancak
sen olmadığında susacak içimde lal yanlarım
her yaştan insanı etkileyen şakalardır. alttaki diyalog babannemle aramda geçmiş bir diyalogdan alıntıdır.
babanne: çok fena dişim ağrıyor kızım. dayanamıyorum yaa..
ben: aa. geçmiş olsun. tüh diş ağrısı kötüdür.
babanne: dayanamıyorum. naapsak ki.
ben: doktora götüreyim istersen..
babanne: ...
ben: e iyi de, diş etin ağrıyordur, diş değildir o.. senin dişler takma değil mi?
babanne: ehu kandırdııım kandırdııımm.
ben: ??
babanne: 1 nisan ya bugün, kandırdım seni. ehuehu.
uzun bir süre sustum sonrasında. bütün gün boyunca gelen tek 1 nisan şakamdı.
ey popülizm, kocaman kadını da etkiledin ya, ne diyim sana.
kişisel özgüvensizlik meselesi de olabilir. "ne kadar teşekkür etse de az olacağı" sanrısı, karşınızdaki insanın sonsuz teşekkürü hak ettiği durumda geçerli olabilir, bu doğru. ama bir de tersten bakalım. belki de üç defa teşekkür etseniz yetecek, ama denememişsiniz, denemeye üşenmişsiniz, kendinize ve edeceğiniz teşekkürlerin yetebileceğine olan inancınız sıfır.. kötü bi şey bu yüzden.
bir de, şunu düşünmemiz lazım. aynı bakışla baktığımızda, "şu kadar teşekkür etsen yeter" cümlesi de bu mantıkla olabilir. yapılan işin, eylemin ve duygunun teşekkürler karşılığı mı olur yahu. deli misiniz siz..
ne kadar teşekkür etsen tabi az. reel karşılık lazım çünkü her şeye. en azından bi bakış.
içinde bulunduğun ana kadar uykusuz kalmaın getiri olan bir istek.
neye uzaksan, ona çok yakın olma isteği aslında. aç kalıp da, tabaklar dolusu yemek yiyeceğini zanneden insan sözü gibi.
bir de, kişinin sonsuz algısına bakmak lazım. bir kaplumbağa için sonsuz, bizim için için dört saatlik yol demekse, bizim için sonsuz, bir başkası için de dört saatlik uyku olabilir.
o "başkası" için sonsuzu düşünmek dahi istemiyorum. ortaya karman çorman bir entry çıkar çünkü. demek istediğim, o kadar da uzun bir eylem olmayabilir kendisi..
büyüdüm sanırım
ve gözlerim büyüdü
biraz sade biraz insanıl
biraz kaldım
herkes kadar şimdi,
daha büyük değil bakışlarım
normal olacak kadar büyüdüm
kapıları açmışlığım vardı
bir de
kapılardan geçmişliğim
şimdi, benim ebatlarımda her yer
odalara girmek için ne eğerim başımı ne de görünmemezlikten gelirim
büyüdüğümün resmi asılı duvarlarda
büyüdükçe çoğalan hatıralarım asılı
bir insan nasıl asarsa hatıralarını
ne nasıl anlatırsa yaşanmışlıklarını
toplansak şimdi,
ne kadar çok şey anlatabilirim
hiç unutmam derim,
bir gün yine aşık olmuştum
intiharın eşiğinden döndüğüm gün çekildi bu
ben çekme dedim, o çekti
eşikten dönen yüzümün unutulmamak için çekilmiş resmidir bu.
ama o kadar da hüzünlü değil
her karede gülen anılarım da var benim
güldüğüm anları dondurmak değildi niyetim
donan anlarda gülümsedim
okumuşluğum var şimdi
günde en az yirmi sayfa okumuşluğun getirdiği hüzün
günde en az yirmi defa gökyüzüne bakmayı kaçırmışlığın
günde en az yirmi defa annemi öpememenin getirdiği sıkıntı
ben ne yapsam, diğer ihtimale takılıyor gözüm
sanırım ben pişmanım bayım
ne yapsam, daha fazlasını yapmadığımdan
ve daha dolu geçirmediğimden zamanı
doluysa zaman, yorulduğumdan hüzünlüyüm bu sefer de
ve insan daha iyi bir vagon bekliyor
daha iyi bir yastık
bu bir yolculuksa, her seferde
başka bir limana gitmek istiyor, başka tatlar, başka meyveler
ama insan bu, gece olduğunda aynı yatakta
ve aynı odada uyumak istiyor
*****
insan olmanın en zor yanındayım bayım
ben büyüdüm, ve hiç "ilk aşkım" olmayacak bir daha
gitgide dolduruyorum kalan haklarımı
bir kez ev alacağım ve bir kez araba
saçlarımı üç ayda bir kestireceğim
ellerimde güneş lekeleri
hiç beyaz olmayacaklar bir daha
bir yerde bırakmalıydım
hep sonraya bırakılan umut
ben yaşamdan memnun olmanın sıradanlığıyla
belki kaç kez daha büyümüş olarak uyandım bir sabaha
sabahları kahvaltı için yaşadım,
geceleri uyanmak için
bir kısırdöngünün ortasında, bazen kenarında büyüdüm
ve şimdi tam anlamıyla büyüdüm sanırım
gözlerim büyüdü, biliyorum
aynalar var, tanesi bir milyondan
bir milyon kere bakıyorum
her gün
her an
her
a
slında
yiten
an
giden
an
arkasından el sallıyorum bütün anların
anların beni büyütmediği, meşhur etmediği, sıradanlaştırdığı bir yerden
herkes gibi bir insan
ve herkes gibi bir büyüme süreci işte
hayatı özetliyorum
elimde kaldı bütün görmüşlüğüm gezmişliğim
ellerini sallarsam dökülürler diye umu-yorum
kapıları açmışlığım vardı
bir de
kapılardan geçmişliğim
özneyi vurgulayan bir cümle. "bu yazıyı sana yazdım" da olabilirdi pekala. ama "ben"i vurgulamış söyleyen.
samimi olsa bile, ideal değil bu yüzden cümle. "o"na dair bir kelime var cümlenin içinde, "sana"
kendisine dair iki kelime var, "ben" ve "yazdım"daki gizli zamir
demek istediğim odur ki, bu ilişkide ağırlıklar eşit değil. söyleyen ve aynı zamanda yazan daha fazla var bu ilişkide. ya başlamamış, ya da uzun sürmeyecek bir ilişki bu.
söyleyeyim de, demişti dersiniz.
ne işime yarayacaksa, o da ayrı konu tabi.
iki ucu belli yol. girilmek istenen, ama çıkılacağı bilinen.
belki de, "aşk eninde sonunda biter, sevgi kalıcıdır" edebiyatı bizi bu hale getirdi. biteceğini bilmek ne kötü bi şeydir aslında. yaptığımız olsa olsa, "biteceğini düşünmemek" oluyor.
aşk, sonlu heyecan yaşamayı isteyecek kadar deli olmak aslında. belki biraz da mazoşist olmak. belki biraz da anı yaşamak istemek.
"anı yaşamak" dedikleri manyaklığa kağılırsan aşk seni bulur. böyle bir şey aşk. sümük gibi afedersiniz. bahsetmeye bile başlasan tanımlar bitmiyor.
ama insanda bu akıl ve bu duygusallık oldukça ne aşklar, ne aşk kırıkları göreceğiz daha.
git sev kardeşim. derdin ne.
deli misin nesin.