birinciliği, lena meyer isimli genç kızımız (o zamanlar 19-20 yaşlarındaydı) sade ve basit bir aranjman içeren 'satellite' isimli şarkısıyla ipi göğüslemişti. manga çalması ve dinlenmesi daha zor (nitekim daha teknik) bi şarkıyla ikinci oldu. manga'nın o seneki şanssızlığı şudur; almanya hiç albümü ve şarkısı olmayan noname bi isimle yarışmaya katıldı. almanya lena ile birlikte sadeliği ön plana çıkardı. lena çok sade giyinmişti, makyajı yok denecek kadar azdı, şarkısı sadeydi, sahne şovu yoktu, durduğu yerde eğleniyordu... bi after partisindeymişçesine . manga ise bunların tam tersiydi. her şey fazlaydı ve her şey görsele dayalıydı. kaldı ki manga o dönem en popüler 3-5 rock grubundan biriydi. mor ve ötesi, duman, pinhani, yüksek sadakat ve manga ana akım medyada dönüyordu. kaldı ki bu beş grubun 3'ü eurovision'a katıldı... sadelik, gösteriş ve şatafatı yenmişti o gece.
adana ve çevresine hitap eden bi' dizi. karadenizli, egeli veya trakyalı sevmeyebilir. çünkü telafuzlardaki ekler adana bölgesindeki konuşmalardan yola çıkılmış.
örneğin; ''beni malamat ettin'' diyor bi sahnede. malamat'ın kelime anlamı perişan-rezil demektir. bu kelime şahsen bana komik geldi. başkası anlamadığı için gülmeyebilir. bunu eleştirmemek lazım. bence komik bir dizi. gibi'den sonra, farklı bi' bakış açısıyla yapılmış bir iş. gibi dizisi de mizah bakışı farklı olduğu için sevişmişti. mahsun j. de sevilir umarım.
dizinin ismi de fena değil. behzat ç. ye gönderme güzel olmuş.
26. haftada 67 puan toplamışsın. sadece 1 mağlubiyetin var. kulüp tarihinin en iyi sezonu olabilir. gelin görün ki lider galatasaray. bizdeki nasıl bir şanssızlıktır anlamadım gitti. 26 maçta 26 galibiyet alsak galatasaray da 26 galibiyet alıp averajla fark atacak. öyle bir beladır fenerbahçeli olmak.
2007-2008 sezonunda şampiyonlar ligine ön eleme 2.turundan başlayıp çeyrek final yapmış bir takım düşünün. gruplarda dönemin en iyi italyan takımı inter'i bile ezmiş bir takım hayal edin. takım ikinci turda son 2 sezonun uefa kupası şampiyonu sevilla'yı tokatlayıp çeyrek finale finale yükselmiş, çeyrek finalde ise chelsea ile eşleşmişti. o dönem avrupa futbolunun en güçlü 4-5 takımından biri olan chelsea'ye çeyrek finalde kök söktürüp elinden kaçırmıştı fenerbahçe. -ki o chelsea devamında ikinci olacak ve hatta finalde manu'ya penaltılar ile dramatik şekilde kaybedecekti. fakat başkan aziz yıldırım'ın 'şampiyon yapamayan hocayı kovarım' mantalitesi zico'ya da nasip olmuştu. aynısını denizli faciasından sonra daum'a da yapmıştı. tek bir başarasızılık tüm başaraları siliyordu fenerbahçede. neyse efenim takım ligde son 4-5 haftaya kadar lider girip sezonu ikinci bitirmişti. kötü de oynamamıştı. ve aziz yıldırım sezon sonunda zicoyu başarısız bulup takımdan göndermişti. yerine ise o yaz ispanyayı avrupa şampiyonu yapan aragones'i getirmişti. takımdaki ana değişiklik kezman'ın ayrılıp guizanın gelmesi ve aurelio'nun ayrılıp emre belözoğlu'nun katılmasıydı. gelen oyunlar giden oyunculardan daha iyiydi hatta. la liga gol kralı ve premier ligin gediklisi iki oyuncu transfer edilmişti. fakat nasıl ve ne şekilde olduysa fenerbahçe 2008-2009 sezonunda şampiyonlar liginde madara olup ligi ise son maçın son dakika golü ile 4. tamamladı. bir önceki sezonun esamesi okunmadı yani. açıkçası camia ve taraftar şoka girmişti o sezon. zico'nun oynattığı hücum futbolu yerine aragonesin kontrollü ve sakin oyunu yer almıştı. iddia ediyorum ki (fb taraftarının çoğu böyle düşünüyordur hala) zico ayrılmasaydı fenerbahçe günümüzde porto, sevilla, shaktar, a.madrid, dortmund gibi 2. kalite bir seviyede olacaktı. belki de avrupada final, yarın final, çeyrek finaller oynayacaktı hala. gel gelelim ki fenerbahçe o sezondan sonra şampiyonlar ligine hiç katılamadı . 2011&2014 şampiyonluğundaki olayları saymazsak tabii... zico'nun ayrılışı ve takımın çöküşü taraftarda inanılmaz bir travma yarattı. hangi fb'liye sorsanız hala o sezonu özler ve anlatır. demem o ki bir başkanın süper egosu takımın yeni porto olacakken kasımpaşa olmasına sebep oldu. işte fenerbahçe çilesi başka bir şey arkadaşlar.
mesleki deformasyon diyelim. beyefendi kişilik bile 1 ayda bozulur. iş bunu gerektiriyor. geç kalırsa dk başı ceza ödüyor. duraktan yolcu kapması gerekiyor. önde araç, arkada araç... trafik ise cabası. dur kalk, indir bindir. kırmızı ışığı osu busu şusu.
dikkat edin bu olaya 6-0 denmez, 6 kasım denir. maçın oynandığı tarih skoru daha bi parlatmıştır. fenerbahçe o gün oyun olarak çok ezici oynadı. kötü biten bir sezonda fiyakayı korudu bu maç. yine de 6 kasım tarihi maçın net cilası oldu. nedendir bilinmez galatasaray camiası ve taraftarı 6 kasımdan sonra 0-7'lik maçı hatırladı. 'biz de sizi 7-0 sıfır yenmiştik' denilmeye başlandı. 12 şubat 1911'de oynanan bir maç bu, evet. balkan harbi olmamış, 1. dünya savaşı başlamamış, ülkeyi osmanlı ailesi yönetiyor... işin daha da ilginci bu maç papazın çayırında oynanmış. inanmayanlar araştırabilir. yine de bu maç 6 kasımın önüne geçememiştir. işin aslı budur dostlar.
her şeyi tarihçilerin anlattığı kadar biliriz. bu yüzden cengiz han diyorum. celal şengör için askeri bir deha imiş. kişisel düşününce de ilginç. sayıca az olan moğol kabilelerini birleştirip asya ve doğu avrupa'ya hükmetmek iyi iş. hele ki o dönemin koşullarına göre müthiş bir olay.
gs'ninki klasik türk takımlarının avrupa maçlarındaki oyunu idi. önde baskı yapmak, orta sahada kanatlar ve stoperler arasında 5-6 pas üst üste yapmak, karambolden veya alakasız uzaklıkta şut çekmek-pozisyon üretmek, pas yapıyomuş gibi görünüp hucüma kalkamamak... bayern'li futbolcu izledi sadece. galatasaray'ın ilginç oyun taktiğine şaşırıp beklediler. keza bayern ilk golünü gs'nin karambolden pozisyon üretip sonuçlandıramaması ( haliyle defans focus'unu kaybetmesi) ile attı. evet, galatasaray rakibine göre daha çok top paylaştı fakat topu çok korkak çevirdi. aykut kocaman dönemi fenerbahçe'si gibi. maksat poziyon üretmek, laf olsun diye top tutmak değil. maalesef maç boyunca hücumlar finalize olamadı. hatta bir ara icardi orta sahaya top almaya çıktı. bu kadar ilginç bir oyun planı vardı takımın. arkadaşlar maalesef el oğlu artık bu numaraları yemiyor. mesela bayern her hücuma çıktığında rahat ve sakin top çevirdi. keza aksini iddia eden olamaz. çünkü maç 1-3 bitti zaten. bayern yüzdesel olarak daha net hücum ettiler. neyse efendim özetle güzel maçtı, galatasaray fena değildi. fakat takımın her zamanki gibi net bi oyun planı yoktu. haliyle ikinci, üçüncü bir oyun alternatifi de yoktu. her zamanki gibi herkesin gözleri icardi'yi aradı. destek olmayınca icardi bayern defansında boğuldu haliyle.
güzel şarkı sözlerine, güzel melodik müziklere sahip alternatif rock müzik grubu. 'şahın tiyatrosu' ve 'ankara' gibi zamanın ötesinde 2 adet şarkısı bulunan grup. zamanın ruhunun ya gerisinde kaldılar ya da ötesinde...
bkz. https://open.spotify.com/...st/0sqYejZghM9zoJSsKyF3BT
büyük oyuncudur. banker bilo, çiçek abbas ve dolap beygiri filmlerini ondan başkası oynayamazdı. bu saydığım filmlerdeki oyunculuğu, filmlere inanılmaz bir enerji ve etki katmıştır. fakat tiyatral yeteneği kemal sunal ve şener şen'den kadar iyi değildir. 80'lerin sonlarına doğru kemal sunal 'yoksul, davacı, düttürü dünya' gibi sinematik açıdan üst düzey filmler ile istediğinde 'şaban' karakterinden çıkabileceğini gösterdi. şener şen ise 'züğürt ağa, milyarder, muhsin bey' filmleri ile adeta sinema dünyasına oyunculuk dersi verdi. gel gelelim ki ilyas salman 1985'teki 'ya ya ya şa şa şa' filminden sonra hiç bir zaman iyi bir senaryo ve kaliteli bir prodüksyonda yer almamıştır. hatta video-kaset filmleri dağıtılan onlarca ismini bilmediğimiz amatör filmlerde oynamıştır. ta ki 1992'de vizyona giren 'fikrimin ince gülü: sarı mercedes' filmi ile bitmeye yakın kariyerini az da olsa toparlamıştır. kendisi çok büyük oyuncudur. fakat türk sinema tarihinin en iyilerinden midir ? sanmıyorum.
eski reklamlar ile ilgili tek tesellim, şimdiki reklamlar kadar tüm duyularımıza tecavüz etmiyordu. yoksa hepsi kapital firmaların pazarlama zorbalığıdır.
gecekondu mahallesinde doğup büyümüş, anadolu'dan gelen yoksul bi ailenin evladı olmayı anlatıyor. bu yüzdendir; tespitlerini her okuyucu anlayamıyor. diyalogları uzun ve kolektif anlamlar içeriyor. umut sarıkaya'nın anlatmak istediğini anlamak için gerçekten o hayatı yaşamanız gerekiyor. kendisi fark etmeden türk karikatüristliğinde yeni bir yol açmıştır. genelde kısa, kelime oyunu barındıran ve finalde kahkaha attıran karikatürler okuduk hep. umut sarıkaya karikatürleri kahkaha attırmıyor. ağızda pelesenk olup, günlük hayata intikal ediyor. mesela 'çakmağına sahip çıkanlar' karikatüründeki gibi. (yaktıysan alayım abi...) kahkaha attırmıyor, tebessüm ettiriyor. sonra onlarca kez daha aynı karikatüre dönüyorsunuz. benzer durum 'gibi' dizisi için de geçerli. çok fazla kahkaha attırmıyor ama ileri seviyede mizah içeriyor.
bağımsız rock gruplarından plov'un elektro gitaristidir. plov'un gitaristi olarak çok değerli işlere imza atmış yetenekli bir müzisyen, gitarist. buğra kocadere, eric clapton ile david gilmour arasında bir stile sahip. david gilmour'ın gençliğini andırmaktadır. fiziksel olarak. 70'li ve 80'li yılların müziğinden etkilendiği fark ediliyor. bu dönemde groove'lu çalabilen ender insanlardan biri. özellikle kendisinin plov'a sound anlamında kattıklarını bir dış kulak olarak daha iyi algıladım. merakla yeni aşamalarını bekliyorum.
dönemin gerçeklerini anlatan filmlerdir. 60'lı ve özellikle 70'li yıllardaki 'mutlu aile tablosu' , 'gururlu ve sert delikanlı' , 'zengin kız fakir oğlan aşkı' filmlerinin aksine açlığı, yoksulluğu, garibanlığı, adaletsizliği önümüze sermiş filmlerdir. 50 sene sonra bile izlediğinizde hayatı sorgulatan filmlerdir. ülkenin en karışık olduğu dönemde bu kadar radikal filmler yapmak tabii ki bazı grupları rahatsız etmiştir. hala daha etmektedir. baba, yol, sürü aralarındaki en kült filmlerdir. oyuncu kadrosu ise döneminin çok ilerisindedir. hülya koçyiğit, filiz akın, tuncel kurtiz, nihat ziyalan, fatma girik, tarık akan... kaldı ki yılmaz güney filmlerinde oynamak sinema sektöründe dışlanmak gibiydi. cesur ve korkusuz filmlerdi. daha ne olsun.