Araplar müslüman mı sadece arapları müslüman olarak görüyosan sen yaşama aga. Zina yapmak her dinde yasak ama neden avrupanın çoğu zinayı normal olarak algılıyo. Yerele bakarak geneli eleştirme.
Hadi bakalım ateistler rahat yaşayacağınız mekan. Evrilen ateist sende git hem ordada vardır böyle siteler bulursun kendine kankiler falan bilimsel şeyler konuşursunuz. Paran mı yok. Tamam la ben veririm.
Ateistdir bence p aldığı vakitte belki daha çok bilimsel araştırma yapcak aydınlancak bekaretin önemi yok ki onun için nede olsa tanrı yok ateist için.
Hammâd bin Ebî Süleymân ve imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe münâzara için insanların toplandıkları meydana gittiler. Dehrî her zamanki gibi kürsüye çıkıp karşısına birisinin çıkmasını istedi. Daha çocuk denecek kadar genç olan imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe onun karşısına çıktı. Dehrî imâm-ı A'zam'ı görünce hakâret etmeye başladı. imâm-ı A'zam; "Hakâreti bırak söyleyeceğini söyle de görüşelim." dedi. Dehrî, imâm'ın cesâret ve aceleciliğini görünce hayret ederek, ona şöyle dedi: "Var olan şeyin başlangıcı ve sonu olmamak mümkün müdür? " imâm-ı A'zam şöyle cevap verdi:
"Sayıları bilir misin? " Dehrî; "Evet." deyince, imâm-ı A'zam; "Birden önce hangi sayı vardır? " dedi. Dehrî; "Birden önce bir şey yoktur." dedi. Bunun üzerine imâm-ı A'zam buyurdu ki: "Mecâzî olan bir yâni bir sayısı sözünden önce bir şey olmayınca, hakîkî bir olandan önce nasıl bir şey olabilir? " Bu söz üzerine dehrî başka sorular sormaya başladı. Aralarında şu konuşmalar geçti: Dehrî dedi ki: "Hakîkî bir olanın yüzü hangi taraftadır? Çünkü her şey yönlerden yâni sağ, sol, ön, arka, üst, alt yönlerinden bir yerde bulunur? " Ebû Hanîfe; "Mumu yakınca, ışığı hangi taraftadır? " diye sordu. Dehrî; "Mumun ışığı her tarafta aynıdır." dedi. Bunun üzerine imâm-ı A'zam; "Mecâzî olan bir nûrun, ışığın hâli böyle olursa, dâimî ve ebedî olup, eni boyu olmayan, göklerin ve yerlerin nûru olanın hâli nasıl olur? " buyurdu. Dehrî cevap veremedi.
Dehrî yine dedi ki: "Her var olanın muhakkak bir yeri vardır. O'nun yeri neresidir? " imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe biraz süt getirtip; "Bu sütte yağ var mıdır? " buyurdu. Dehrî; "Evet vardır." dedi. Ebû Hanîfe; "Yağ bu sütün neresindedir? " diye sorunca, dehrî; "Hiçbir yerine mahsûs değildir? " dedi. imâm-ı A'zamebû Hanîfe hazretleri; "Yok olanın bir hâli böyle olursa, göklerin ve yerlerin yaratıcısı dâimî ve ebedî olanın hâli niçin böyle olmasın? " buyurdu. Dehrî yine cevap veremedi.
Dehrî son olarak; "Şimdi O ne iş yapmakla meşgûldür? " diye sordu. imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri buyurdu ki: "Sen bana bütün suâlleri kürsüden sordun. Ben hepsine cevap verdim. Şimdi sen oradan bir kerecik inip benim yerime gel, ben kürsüye çıkayım ve oradan cevap vereyim." dedi. Dehrî kürsüden inip Ebû Hanîfe kürsüye çıktı ve; "Allahü teâlâ senin gibi bir müşebbihi yâni Allahü teâlâyı diğer varlıklara benzeten kimseyi kürsüden indirir, benim gibi bir muvahhid yâni Allahü teâlâyı her bakımdan tek ve bir bilen bir kimseyi kürsüye yükseltir. Şimdi O'nun işi budur." buyurdu ve Rahmân sûresinin yirmi sekizinci âyet-i kerîmesinin sonunu okudu. Kendi sorduğu sorulara verilen cevaplar karşısında susan ve âciz kalan dehrî, imâm-ı A'zam'a kendine soracağı soruların sorulmasına tahammül edemeyerek, söyleyecek söz bulamadı."