çok yalnız olduğumu hissediyorum. sevdiğimi güldürmek, o gün ne yaptığımı anlatmak, onun gün içinde ne yaptığını öğrenmek, koluna girip sahilde yürümek istiyorum. 30+ olunca bunu daha çok hissediyormuşsun. ne kadar daha bekleyeceğiz?
yaklaşık iki ay önceydi. bir pazar sabahı bayağı erken bir saatte dışarıda bir çift gördüm; ortalarında da tatlı bir erkek çocuğu...kadın gayet hoş giyimliydi, makyajı da güzel yapılmıştı, yüzü de fiziği de güzeldi. erkek de yakışıklı, güzel giyimli, dışarıdan hoş görünen bir bey...ortalarında da yeni yeni yürümeye başlamış iki ellerinden tutulan bir çocuk...içimden dedim ki "ne güzel bir çift, çok hoş görünüyorlar"; bunu içimden geçirmemden 5 sn sonrasında gördüklerim, duyduklarım beni çok şaşırttı ve üzdü. adam kadına cinsel içerikli bir küfür etti, kadın da aynı şekilde karşılık verdi; sonrasında bağrışmalar, gene küfürler ve çocuğun ağlaması...pazar sabahı dışarıda ben buna şahit oldum. nazar da ettiğimi düşünmüyorum. ama nasıl içim acıdı ve üzüldüm.
bir yandan bazen hiç doğru insan karşıma çıkmayacak düşüncesi bir yandan da dışarıdan mutlu görünen çiftlerin evliliklerinin diğer yüzü...
bu film neden bu kadar az sinemada kendine yer buldu ve neden sahnelendiği salonlarda da bir elin parmağını geçmeyecek sayıda seyirci var -bunun sonucu olarak gösterimden kaldırılmaya başlandı- ve belki de bir haftaya kadar hiçbir salonda bulunmayacak?
her başarı cezalandırılır, belki de bundan...sevgi, saygı, empati, vicdan, merhamet gibi güzel duyguların yanı sıra geçmişinizi, çocukluğunuzu, gençliğinizi hatta gelecekteki yaşlılığınızı dahi bu filmde görebilirsiniz.
zihni göktay'ın bu filmde olduğunu bilmek bile yeter, sırf onun için bile bu filme gidilir. o kadar doğal ve o kadar yetenekli ki...bu yıl tiyatroda iki kere kendisini izlemek nasip oldu ve hatta kendisiyle fotoğraf çektirmek de...sırf atatürk arboretumu sahnesi bile bu filmi izlemek için tek başına bir gerekçe. 35 yıl önce zihni göktay "atla gel şaban" filmi çekimleri esnasında kemal sunal ve set arkadaşları ile atatürk arboretum'una girmek istese de yasak olduğu için alınmaz ve 35 yıl sonra ilk defa burada ona bir film sahnesinde -ki filmin beni ağlatan ilk sahnesidir- rol almak nasip olur ve bu durum onu da duygulandırmıştır, tam da bu sahnede gözlerinde o yaşantıyı duyumsamak mümkün.
bu film beni zaman zaman güldürdü ama daha çok duygulandırdı/ağlattı.
illa bir filme gitmek istiyorum diyorsanız bu film sadece bir opsiyon olarak kalmasın; bedelini ödeyerek sinemada izlemeseniz dahi bu filmi bir şekilde izlemenizi tavsiye ederim.
rabb'im size sağlıklı, huzurlu, mutlu, hayallerinizi gerçek kılabileceğiniz -emekliliği bir sahil kasabasında kitap okuyarak geçirmek mesela- uzun ömürler nasip etsin.
21 yaşına girdiğim gün beni aradığınızda "annemin evlendiği yaştayım" demiştim, siz de bana "hayır; Fatih'in istanbul'u fethettiği yaştasın" demiştiniz; üzerinden 5 yıl geçmiş olsa dahi o gün dün gibi aklımda (bilirsiniz, iyi kaydederim). kendimi bu sözünüzden sonra daha güçlü hissetmiştim nedense...siz ise şimdi yarım asır+4 oldunuz. bugün bir kez daha doğdunuz (evet, ben böyle derdim hatırlarsanız). gönlümde kocaman bir yeriniz var ve her zaman böyle kalacak; sizi çok seviyorum.
zaman o kadar çabuk geçiyor ki...21 yaşına girdiğim gün üniversite son sınıftaydım ve aralık ayının o ilk gününde yaş günümü kutlayan hocama "annemin evlendiği yaştayım" dediğimde her zamanki bilge yaklaşımıyla "fatih'in istanbul'u fethettiği yaştasın" demişti. üzerinden 5 yıl geçti. daha dün gibi...ne zaman "21 yaş"ifadesini duysam aklıma bu an geliyor çok net bir şekilde. ve zamanı bir noktada durdurabilsem 21 yaşında üniversite son sınıf öğrencisi olarak kalmayı isterdim.
çok zamandır bakıyorum da...haberlerde görüyorum, duyuyorum, okuyorum. 21 yaşında henüz bir yıllık polis, terhisine bir ay kalan asker şehit oldu diye...içim cız ediyor o an. ateş düştüğü yeri yakıyor. kendi 21 yaşım geliyor aklıma, neleri dert etmişim diye, hâlâ öyle...
2017'nin ilk entry sini bu başlığa girmek istedim.
"what do you want to be?" sorusuna "i want to be happy" diye cevap veren 14 yaşındaki lise öğrencisi edasıyla...
birey olarak mutlu olmayı çok istiyorum; bazen mutlu olmayı isterken de kendimi mutsuz ediyorum. sanırım var olanla yetinmek olana razı olmak mutluluk...
ülke olarak da artık huzurlu, mutlu olalım istiyorum. haberleri izlerken, dışarı çıktığımda, iş ortamına girdiğimde...gerçekten güzel şeyler yaşandığını bilmek istiyorum bu ülkede. ve hâlâ umudum var. en güzeli de bu olmalı.
dinini yaşamak için bir müride ihtiyaç duyan zihniyettir aynı zamanda. halbuki kur'an-ı kerim, hadis, efendimiz (s.a.v)'in hayatı, diyanete bağlı kuran kursları, ailede alınan eğitim yeterli olmalı/olabilmeli.
bunun dışında şunu da eklemem gerekir. bir topluluğa kıyısından köşesinden -gerçekten kıyısından köşesinden- ait olan herkesi de o toplumun başka bireyleri tarafından yapılan dönülmez hatalardan sorumlu tutmamız da doğru değil.
izlemek istediğim ama bir türlü başlayamadığım dizi...ilham mı bekliyorum acaba?
ben de izlediğim sezonlar hakkında burada spoiler içerikli yorumlar yazmak ve fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
gitmek istediğim istanbul büyükşehir belediyesi şehir tiyatroları oyunlarından biri. "bir evlilik komedisi" olarak geçiyor. oyun ayrıldıktan sonra biricik kızlarını paylaşamayan ve sürekli didişmeye devam eden bir karı-kocanın kavgalarını konu alıyor. her karşılaşmada kavgalarını tekrarlayan, birbirine dava üstüne dava açan ama her şeye rağmen birbirini seven bir karı-koca...
* inşallah bilet bulabilirim, online olarak alacağım. izledikten sonra da beğeneceğimi düşünüyorum.
insanı yormayan bir alışveriş merkezi. çok dolambaçlı uzun koridorları olan bir yer değil. içinde az mağaza var; gireceğin mağazalar bunlar içindeyse daha ne olsun...pazar günü bile çok kalabalık olmuyor (çevresinde alternatifler olduğu içindir mutlaka). sineması fiyat olarak uygun, gayet de güzel. inkılap kitabevi var içinde. bunun yanı sıra takı dükkanı olarak da en sevdiğim euromoda var. bir alışveriş merkezine gitmem gerekirse (ki avm sevmiyorum maalesef) tercih ettiğim yer oluyor çoğu zaman.
bir dilim pasta ve su böreği ile düğün salonunda yapılacaksa gereksizdir ve güzel değildir.
güzel bir yemek verilecekse şık bir salonda ya da açık havada o zaman güzel oluyor. tabi böylesi de pahalı oluyor oldukça. yaklaşık 20 bin lira kadar. o sebeple hem kız tarafı hem de erkek tarafı için maddi durumları bunu karşılayamayacak ise güzel bir nikah salonunda nikah yapılsın, en iyisi...
insan ne yazacağını şaşırıyor bu başlık altında...bu tür haberler duymayacağımız bir ülkede yaşamak isterdim. insan hayatının bu kadar ucuz olmadığı, değerli olduğumuz...gazete manşetleri bile görmezden geliyor. sanki o patlama hiç olmamış o kadar eve ateş düşmemiş gibi...gerçekten üzücü.
ateş düştüğü yeri yakıyor. ne denilse anlamsız. rabb'im şehadetlerini kabul etsin.
başöğretmen mustafa kemal atatürk'ün izinden giden ve öğrenmeyi/öğretmeyi, paylaşmayı, vicdanı/merhameti, güzelliği, sevgiyi, saygıyı kendilerine ilke edinmiş olan tüm meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum.
5. kez bugünü yaşamak bana nasip oldu. her bir 24 kasım'ın ayrı bir güzelliği vardı ama bugün bizler sahnede yer alıp öğrencilerimize şarkılar söyleyip onların eğlenmelerine, gülümsemelerine vesile olduk. öğretmenler içinden bir koro oluşturup onların güzel vakit geçirmelerini sağladık.
3 adet hediye almış olsam da hiçbirimizin hediye gibi maddi bir şey beklentisi olmadı. gerçekten en büyük hediye öğrencileri oluyor bir öğretmen için...arayıp sormaları, bir selam vermeleri ya da üzüntünü/sevincini paylaşmaları, bugün saçınız/makyajınız güzel demeleri bile...ya da sınavdan aldığı güzel not. davranışında olumlu yönde olan bir değişme...bunlar çok daha anlamlı çok daha güzel.
ve...ağustos ayından beri görevden alınan yaklaşık 35.000 öğretmenimiz var; bunun yanı sıra atanamayan öğretmenlerimiz var. onlar için buruk bir gün. tek bir adaletsizlik olsa dahi o görevden alınmalarda inşallah yakın zamanda düzeltilir ve masum olan hocalarımız öğrencilerine kavuşur. henüz atanamamış hocalarımıza da kısa zamanda atanmak nasip olur.
herkes için farklı bir anlamı olan bir gün...ben bunun bilincinde olarak geçirdim bugünümü. iyi ki öğretmen olmuşum dedim bugün de her gün dediğim gibi...
her kasım ayında mesleğime ait bir günde neredeyse tüm meslektaşlarım eşiyle/nişanlısıyla yemeğe katılırken benim gene bu yemeğe tek başına katılacak olmam...hiçbir yaş günümde sevdiğim kişi olmaması...hayatımda karşı cinsten gelen bir hediyenin bende hiç bulunmaması...sinemaya, tiyatroya, konsere tek başıma gitmem...bir kitap okuduğunda paylaşacak kimse olmaması...daha çok sayılır da...zaman her şeyin ilacı. bir de şükretmek lazım hayatımızdaki güzellikleri görerek.
sevdiğinle uyuyup onunla uyanmak..erken uyandığın zamanlarda sol cenahında sevdiğin usulca uyurken cennetten adeta bir bahçeyi andıran onun o güzel yüzünü izlemek...ben çok üşürüm, hemen üşürüm, ben üşüdüğüm vakit ise sevdiğim bana sıkıca sarılsın isterdim.
bir şeyi çok isteyince olmuyor sanki...en güzeli hayırlısını dilemek. hayallerimizdekileri bir gün reelde yaşayabilecek olma ihtimalinin umuduyla yaşıyoruz.
isterse tek bir mesaj, çağrı bile gelmesin. bayramı öksüze, yetime, şehit ailesine sormak gerek. ya da evine değil et ekmek bile giremeyecek durumda olanlara.
(bkz: #29533662) geçen yıl bu başlığa bu entry yi girmişim; her dua vaktini bekler, biliyorum.
kadın haklarının iyi bir savunucusu olarak bunun kadını aşağılamak/küçük görmek olduğunu düşünmüyorum. kadın eşinin elini öper, erkek de onu gözlerinden alnından öperek güzel bir geleneği devam ettirmiş olur. sevginin güzel, naif bir ifade şekli.
az önce geldi bir toplu mesaj...erkenden bayramımı kutlamış bir meslektaşım. benimle birlikte tüm rehberini de unutmamış tabi...onun telefon rehberinde kayıtlı olduğumu bile bilmiyordum. arayıp kutlamak tabi ki çok daha güzel ve anlamlı. gerçi beni arayıp bana ne diyecek, samimiyetim bile yok ya da ben arayıp ne diyeyim...işte bu sebeple; samimi olduklarını, sevdiklerini, değer verdiklerini aramak güzel ve yeterli bence. millete toplu mesaj atmanın anlamı yok.
çocuğa babaannesinin adını vermekten farkı yoktur sanırım. bana da babaannemin adını vermişler. küçük bir bebeğe verilecek isim değil ama geldik neredeyse 26 yaşına, yaşım biraz daha ilerleyince sıkıntı çekmem mesela allah bana torun sahibi olmayı nasip ederse. tabi önce evlenip çocuk sahibi olmak lazım...
sırf bir kişiyi mutlu etmek için o kişinin ismini yeni doğan çoluk çocuğa vermenin anlamı yok. anlamı güzel olan bir ismi çiftimiz birlikte seçip verebilir. insanlar birbirini sevmiş bin bir güçlükle evlenmiş, ailelerin isme müdahalesi çok da anlamlı değil bence. evlilik aşamasında yeterince müdahil olma çabaları oluyor zaten...
gitmesem de görmesem de memleketimin simididir. istanbul'da memleketimin ürünlerinin satıldığı yerlerden gidip alır ve severek yerim. tadı güzeldir ve susamsız da simit gayet lezzetli olabiliyor.
yerken biraz dikkatli olmak gerekiyor yalnız...dişlere zarar vermez, sert değil kesinlikle, öyle olsa ben yemem zaten, ama çok çiğnemek gerekiyor, yoksa az önce benim yaşadığım boğulma tehlikesini yaşayabilirsiniz.
birey yalnızca maddi gelir için çalışmaz. iş ortamında gördüğü saygı, sahip olduğu sosyal statü, sürekli yeni bir şeyler öğrenebilmesi de onu çalışmaya motive eder. bu saydıklarım eğitimli insanlar için daha geçerli tabi...bunların yanı sıra toplumla iletişim halinde olması ve üretkenlik de bireyin kendisinin topluma faydalı olduğunu düşündürür ve mutlu olur.
bekar iken aileye yük olmamak için eğitim hayatı da tamamlandıysa çalışmak gerekir. evli ise bir erkeğin eşine, çocuğuna bakabilmesi gerekir. sağlığımız el verdiği sürece bence çalışmalıyız. daha iyi bir iş için beklersin birkaç ay, bu durum anlaşılabilir, ama "çalışmamak" gibi bir felsefe hiçbir toplumda hoş karşılanmaz.
--spoiler--
Kalplerinizin arasını birleştirdi. Eğer yeryüzünde olan her şeyi sarfetseydin bile onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah, onların arasını birleştirmiştir. Şüphesiz O güçlüdür, hakimdir.
bugün sadece 11 şehidin ailesinin evine ateş düştü, ya dün ya ondan öncekiler? yemek yediğim sırada iştahım kaçtı, boğazıma adeta bir yumru oturdu. ateş düştüğü yeri yakıyor. ne denilse boş...bugün de gidip köprü açıldı diye alkış tutulur mu bilmiyorum. ne kadar terör devam edecek, bunu da bilmiyorum.
sadece bir şeyi hatırlıyorum, birkaç ay önceydi, bir şehit annesi "isyan edecektim, bağıracaktım cumhurbaşkanına ama oğlumun cenazesini bana vermez diye korktum, bir şey de diyemedim" dedi. bu satırları yazarken bile o anne geldi gözlerimin önüne, gözlerim doldu.
hüsn-ü aşk gibi bir eseri çok genç yaşında -şu an benim bulunduğum yaşta- kaleme almış ve 2041 beyitlik bu eseri sadece 6 ayda bitirebilmiştir. 6 ay gibi bir sürede yazılan bu kadar muhteşem beyitler insanı hayrete düşürür. bu eserin sadeleştirilmiş versiyonunu okumak ise benim tarafımdan esere yapılmış bir haksızlık olmalı; tam metnini de okuyacağım kısa zamanda. ve şeyh galib'i de inşallah en kısa zamanda beyoğlu'ndaki galata mevlevihanesi'nde ziyaret edeceğim.
şu mısralarla aşk'ı çok güzel anlatmıştır :
--spoiler--
Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni
bıırakmayacağım seni yüz bin keder versen de bana, aşığım ben sana
kaderin kalemi böyle yazmış alnıma, aşığım ben sana
sözümden dönmeyeceğim dokuz tane gök kubbesi dönse bile
şahidim olsun gökyüzü ve yeryüzü aşk yeminime, aşığım ben sana.
--spoiler--