okulda daha 1. veya 2. sınıf olmasına rağmen bütün sosyal ağ hesaplarını "doktor falan filan" diye açanlara inanılmaz sinir oluyorum. yapmayın kardeşim. yapmayın.
olay şudur ki sevgili babam yürümeyi, hareket etmeyi pek sevmemektedir. lys'ye hazırlandığım zamanlarda ders çalışırken içeriden telaşlı bir şekilde beni çağırınca koşarak salona giderim ve sevgili babam kumandayı vermemi rica eder.
karşılaştığım manzara da şudur: canım babam kanepeye uzanmıştır ve bahsi geçen kumanda 50 cm bile uzağında olmayan sehpanın üstündedir.
oraya kadar gelmişken kumanda verilir, yanağından öpülür.
yatay geçiş yapıp kurtulma amacında olduğum 2 haftalık okulum. yaşadığın şehirde üniversite falan okunmaz arkadaş.
edit: genç aibülüler rahatsız.
edit2: evet, yarın ilk senem büyük ihtimalle bitecek.
burası öyle bir okuldur ki bahar festivali yapmaz, 1 hafta envai çeşit etkinlikle necip fazıl'ı anar.
burası öyle bir okuldur ki çarşıdan okula gelmek 1,25tl, tıp fakültesinden kampüse çıkmak 1tl'dir.
gittiğim bölümden zerre kadar pişman olmamakla beraber keşke bir sene bekleseydim diyorum hala.
edit3: yatay geçiş yapabileceğim halde yapamıyorum babam sağolsun.
edit4: okulun akademik ve fiziksel anlamda tonlarca eksiği olmasına rağmen otobüs durağına takan öğrencileri olan üniversite. üniversitem. öğrencisine ingilizce transkript vermekten acizdir, hatta böyle bir talebi olan öğrenciye uzaydan gelmiş muamelesi çeken bir öğrenci işlerine sahiptir.
bir de son olarak, öğrenci toplulukları değil de öğrenci topluluklarının "şakirt alternative universe" versiyonları daha çok rağbet görmektedir. bir etkinlik yapmak için didinirsiniz, uğraşırsınız; ama o malum topluluklardan birindeyseniz bütün kapılar önünüze açılır. görünen köy kılavuz istemez tabi ama yine de insan sinirleniyor.
bitse de gitsek desem de uzun yıllar var önümde. ister istemez sevmeye çalıştığımdır.
favorilerim jim parsons ve jeff daniels'ın ödül kazandığı törendir. jeff daniels'ın ödülüne itirazlar var bu konuda bir iki kelam etmek istiyorum.
öncelikle lütfen bi'açın the newsroom'un ilk bölümünü (we just decided to) izleyin. jeff reyiz burada tek kelimeyle döktürmektedir, canlandırdığı will mcavoy karakterinin geçmişle olan sorunlarını, olmak istediği kişiyle aslında olduğu kişi arasındaki çelişkileri müthiş yansıtmaktadır. bryan cranston'ı çok severim, kevin spacey'in adı yeter; ama şu bir gerçek ki jeff daniels'ın aday olduğu bölüm efsane bir bölümdü. hele de "why america is the greatest country" sahnesi.
onun dışında veep'e giden ödüller haricinde beklemediğim çok şey yoktu, en iyi dramanın breaking bad'e gideceğinin belli olduğu gibi en iyi komedinin de modern family'e tapulu olduğu bir gerçek. gönlüm, kalbim, ruhumla the big bang theory'i desteklesem de altın sezonları 1-2-3-4'te ödül alamadıktan sonra düşen bir çizgi izledikleri şimdiki sezonlarında almaları pek mümkün değil bence, çok daha başarılı giden diziler varken almasınlar da bence.
neil patrick harris'in sunumunu da genel olarak beğendim, ama koreografların hazırlandığı dans gösterisi gecenin doruk noktasıydı kesinlikle.
not: jim parsons'un maviş gözlerinden öper, yanaklarını sıkarım. ama 3. ödülde de ağlanmaz be hacı.
not2: professor proton, hüloğğğğ.
now you see me filminde tek kelimeyle seksi olmuş insan. ancak hazırcevap, sarkastik çocuk rolünden kurtulamamış sanırım. sanırım, çünkü birkaç saniyesini gördüm orada da laf sokuyordu yine. öyle yani.
gidip gitmemekte kararsız olduğum, 10. sınıftaki ziyaretimde insanları ve muhteşem ortamıyla ağzımı açık bırakan üniversitedir. moleküler biyoloji ve genetik bölümünde gönlüm vardır ancak tıp fakülteleri kafamı karıştırmaktadır. allah yardımcım olsundur.
tercihlerden sonra gelen edit: yazmadığım ama daima beğeniyle bakacağım üniversitedir. candır can.
Sevgili sevgili,
Facebook'ta her "bıdı bıdı ile dıdı dıdının ilişkisi var" yazısını gördüğümde küfür etmekten bıktım. eşek kadar oldum oyuncak ayıma sarılıp ağlamaktan bıktım. aşk filmi izlerken midemin bulanmasından, abidik gubidik şarkılara ağlamaktan bıktım. platonik olmaktan bıktım. ben insan değil miyim? ezik miyim ben? gelsene la.
birkaç gün kalan doğum günüm. her sene olduğu gibi bu sene de facebook'um kapalı olduğu için hatırlamayım 5 gün sonra "aaa doğum günündü di mi?" diyen moronlarla muhatap kalacağımı tahmin edebiliyorum içten içe. bir kere de farklı geçse de kafamı kırsam. o kadar doluyum sözlük.
hayat hikayem olan durumdur.. yapacak bir şey yok. sevgilisiyle mutluluğunu izlersiniz uzaktan güzel güzel.
bir de şu "ulaşılamaz erkek yoktur, ulaşamayan kadın vardır" yorumu yapanlara sesleniyorum, ulaşmaya çalışsak kaşar, çalışmasak kendine güvensiz diye nitelendirildiğimiz bir ülkede yaşıyoruz, kim kime ulaşacak allsen?
adam gontier'ın ayrılmasıyla birlikte ne yapacaklarını merak ettiğim grup. matt walst'u geçici olarak vokal almışlar ama pek yürüyecek gibi görünmüyor. ya da başka bir deyişle:
(bkz: three days disgrace)