istanbul bahçelievler, mahmutbey caddesi 17. sokak'ta, 6 ağustos 2008, çarşamba günü, çevik kuvvet şube müdürlüğü'nde görevli 2 yıllık polis memuru mustafa taştan, sivil kıyafetle evine giderken bir genci vurdu.
sokakta çıkan tartışma sırasında polisin vurduğu cem inci, hayatını kaybetti.
kendi cep telefonu ile karakola haber verdi ve polis ekibi olay yerine gelinceye kadar, cem inci'ye yardım etmek için kimseyi yaklaştırmadı.
cem inci ile aynı mahallede oturan ve vurulma sırasında yanında bulunan r.ç., olayı anlattı:
saat 18.00 sıralarında cem abi işten çıkmış eve giderken ona rastladım. aynı yerde oturduğumuz için beraber yürümeye başladık. 19. sokak içine geldiğimizde cem abi, önündeki meyve suyu kutusuna bir tekme vurdu. yarısı dolu olan kutudaki su cem abinin üzerine sıçradı. üstü kirlenen cem abi, sinirlenip hay aksi. bütün pislikler de beni bulur. şimdi başlayacağım kutusuna diye söylendi.
bu sırada yanımızdan mahalleden tanıdığımız polis memuru mustafa taştan geçiyordu. birden cem
in üzerine yürüyüp ne diyorsun lan! bana mı küfrediyorsun? kimsin lan sen! dedi. cem ne alakası var abi. kendi kendime konuşuyorum. seninle bir ilgisi yok& diye cevap verdi.
tartışma uzadı... polis memuru tabancasını çıkartıp ceme doğrulttu öldürürüm lan seni. elimden kimse alamaz. şerefsiz dedi. bu olanlar karşısında donup kalmıştım. sadece olanları izliyordum. cem dur abi. ne yapıyorsun? kendine gel diyerek silahı tutmaya çalıştı. tam o anda silah patladı."
arkadaşının yere yığılmasını gören r.ç. yardım etmek istedi, fakat o da polisin tehdidi ile karşılaştığını anlattı:"...yakamdan tutup kaldırarak sen de benimsin. akıllı ol. seni de oraya yığmayayım
ambulansın mahalleye gelişi yaklaşık bir saat sürdü. hastaneye kaldırılan cem hayatını kaybetti.
mustafa taştan tutuklandı. fakat biz yıllardır türkiye'de adaletin nasıl işlediğine tanığız.
sadece son bir yıl içinde festus okey'in, baran tursun'un ölümleri, ferhat gerçek'in vurulması... hran dink'in katiline samsun ve istanbul emniyetlerinde gösterilen ilgi... somut birer gerçek olarak duruyor karşımızda...
aslında iktidarda olan her gücün yaptığını yapıyor abdullah gül de..kendisine ideolojisine yakın kişileri rektör yapıyor yapmaya başladı..bence çokta önemli değil bu konu..sonuçta gelen gideni aratmıyor..iktidar içi çatışmalarda olan devrimci demokrat duyalı öğrencilere oluyor..son yıllarda bir çok üniversitede öğrencilere açılan soruşturmalardaki nedenlere bakarsak görürüz neler olduğunu..
yuh artık dedirten olaydır..bu ülkede polisin adam öldürme özgürlüğü bu kadar barizdir işte..işte bakın milliyet gazetesindeki haber;
bir polis kendi kendine söylenen genci vurdu. polis, meslektaşları gelene kadar gence yardım edilmesini engelledi. genç kurtarılamadı
bahçelievlerde 2 yıllık polis memuru mustafa taştan, yolda yürürken tartıştığı cem inciyi (22) silahla karnından vurarak öldürdü. incinin olay anında yanında bulunan arkadaşı r.ç., cem, üzerine meyve suyu sıçradığı için kendi kendine söyleniyordu. polis bunu kendisine küfür olarak algıladı ve cemi vurdu dedi.
hürriyet mahallesi mahmutbey caddesi 19. sokak üzerinde önceki gün saat 18.00 sıralarında meydana gelen olayda, inci arkadaşı r.ç. (17) ile iş dönüşü eve dönerken, aynı mahallede oturan 2 yıllık polis memuru mustafa taştanla karşılaştı. ikili arasında çıkan tartışma sonrası polis memuru taştan, inciyi karnından silahla vurarak öldürdü. arkadaşını kaybeden ç., olayı şöyle anlattı:
bana mı küfrediyorsun?
saat 18.00 sıralarında cem abi işten çıkmış eve giderken ona rastladım. aynı yerde oturduğumuz için beraber yürümeye başladık. 19. sokak içine geldiğimizde cem abi, önündeki meyve suyu kutusuna bir tekme vurdu. yarısı dolu olan kutudaki su cem abinin üzerine sıçradı. üstü kirlenen cem abi, sinirlenip hay aksi. bütün pislikler de beni bulur. şimdi başlayacağım kutusuna diye söylendi.
bu sırada yanımızdan mahalleden tanıdığımız polis memuru mustafa taştan geçiyordu. birden cem in üzerine yürüyüp ne diyorsun lan! bana mı küfrediyorsun? kimsin lan sen dedi. cem ne alakası var abi. kendi kendime konuşuyorum. seninle bir ilgisi yok diye cevap verdi.
kimse yardım elini uzatamadı
tartışma uzayınca polis memurunun tabancasını çıkartıp ceme doğrulttuğunu belirten ç.,öldürürüm lan seni. elimden kimse alamaz. şerefsiz dedi. bu olanlar karşısında donup kalmıştım. sadece olanları izliyordum. cem dur abi. ne yapıyorsun? kendine gel diyerek silahı tutmaya çalıştı. tam o anda silah bir el patladı.
elinden ve karnından vurulan cem, yere yığıldı. yardım etmek için eğilince yakamdan tutup kaldırarak sen de benimsin. akıllı ol. seni de oraya yığmayayım dedi diye konuştu. ç., taştanın cep telefonundan karakolu arayıp, benim sokakta birisini vurdum. hemen buraya gelin. kalabalık gelin dediğini, polisler gelene kadar da kimsenin yaralı olan inci ye yaklaşmasına izin vermediğini anlattı. taştan, 5 dakika içinde gelen ekiplere silahını verip teslim oldu. 100e yakın polis herhangi bir linç girişimi yaşanmaması için sokakta geniş güvenlik önlemleri aldı.
mahalle sakinlerinin verdiği bilgiye göre, yaklaşık bir saat sonra gelen ambulansla hastaneye kaldırılan inci, kurtarılamadı. taştan, gözaltına alındı.
ey zindanlar ortasında insanlığın iğrendiği kara zulüm!
neyin varsa kuşan da gel!
işkencelerinle gel,postallarınla,süngülerinle,namlularınla,tanklarınla,toplarınla gel…
gel namusunda beyaz nokta kalmamış engerek gel
gel kanlı ellerinle
gel de al ekmeğimi,havamı,suyumu,güneşimi
gel de al insanlığımı
gel de al onurumu
gel de al direnişimi!
doğanın kanunu olan şey direk budur..bu tür insanlar zaten kafaları basmadığı için faşist olmuşlardır..bunları gördğünüz her yerde hemen tanırsınız..benim benim diye bağırırlar..
7 ekim 2007 yılında istanbul yenibosnada yasal bir dergi olan yürüyüş dergisini dağıtırken polis tarafından sırtından vurulan 16 yaşındaki gencimiz...
şimdi onu vuran polisler hakkında dava açmışlar tam onbeş ay sonra,kasten adam öldürmek suçundan 9 yıl ceza istiyorlarmış ve tabi bu arada boş durmayıp ferhat ada dava açmışlar polise hakaretten 15 yıl istiyorlarmış..
oh ne memleket değilmi sırf sol bir dergi satıyor diye 17 yaşında bir genci kurşunla öldürmeye çalış elini kolunu sallayarak dolaş vurduğun genç sakat kalsın felç kalsın ömrü boyunca yürüyemesin birde hakkında 15 yıl dava aç..
bilinen tarihin yönünü değiştiren büyük insanların konuşmalarıdır..
"elbet bizimde sokağimiza bayram gelecek"hitler orduları moskava kapılarına dayanmıştır..kızıl ordu ise halkıyla beraber faşizmin başta kendi ülkeleri olmak üzere tümdünyayı teslim almasina karşi canla başla direnmektedirler, milyonlarca kayıp vererek hemde...günlerce aylarca tek bi adim geri atmadilar..tek bi an zafer düşünden sapmadilar..ve bi bayram günü sovyet ordularının baş komutani stalin yoldaş zafer muştusunu müjdeleyerek "elbet bizimde sokağimiza bayram gelecek" diyerek zaferi müjdeledi...ve büyük karşı saldırıyı başlattı..işte bu karşı saldırıyla berlinin içlerine kadar kovalandı faşizm, ve bu karşı saldırıyla dünya halklarına muhteşem bi zafer armağan etti kızılordu,ve bu karşı saldırıyla faşizm en büyük yenilgisini tattı sosyalizim karşisinda...
arjantin liginin en güzel takımıdır..dünyanın en büyük derbilerinden birisinin adıdır..bir yanda arjantinin en yoksulları olan boca juniors diğer yanda burjuvazinin takımı olan river plate..
yoksul halkın takımıdır boca juniors..
maradonanın takımıdır..
ve en gerçeği ve yalını
külübün her tarafında altyapının kapısında ve tribünlerinde aynen şöyle yazar...
halk cephesi nin ergenekon operasyonuyla ilgili son açıklamasıdır..
buyrun bakın ne demişler:
bu savaş sömürenlerin iktidar savaşidir!
istanbul ümraniye’de bir gecekondu da bulunan el bombalardan sonra hükümet tarafından başlatılan operasyonlarla "ergenekon" adlı bir örgütlenmenin ortaya çıkarıldığı tüm türkiye’nin gündeminde. sömürge bir ülkede zulüm ve demagoji yönetme biçimlerindendir. faşizm zulme başvurduğu kadar, yalana, demagojiye de başvurur. bugün bu yanını ön plana çıkardı ve "ergenekon" demagojisine başvurarak yönetememe krizini aşmaya çalışıyor.
bu operasyonlar sonucu paşalar, iş adamları ve birçok kişi tutuklandı.
akp ve genelkurmay arasında yaşanan bu savaş kendi iç kavgalarıdır. iktidarı ellerinde tutma savaşıdır. yoksa söylenildiği gibi ne akp şeriatı getirmeye çalışıyor, ne de "ergenekon" denilen örgütlenme darbe yapmaya çalışıyor.
öyle bir tablo yaratılmıştır ki, bazı kesimler akp’nin şeriatçılığı karşısında "ergenekon"un cumhuriyetçiliğini savunur duruma getirilirken bir kesim ise akp’nin "demokrasisini" savunmaktadır. akp halkın iradesini temsil etmektedir deniliyor.
hiç kimse yaşanan bu gelişmelere şaşırmamalı. hem genelkurmay, hem de akp emperyalizmin işbirlikçiliğini yapmaktadır. ama aralarındaki kavga, hangisinin bu işbirlikçiliği daha iyi yapacağı ve pastadan daha fazla payı kimin elde edeceği ile ilgilidir. yoksa hiç birisi ne halkı düşünmektedir, ne de demokrasinin gereğini yapmak istemektedirler. bu ülkede demokrasinin olmadığını defalarca gördük.
genelkurmay ve akp iktidar çatışmasını sürdürürken, halka karşı yapılan tüm saldırılarda bir aradadırlar. örneğin 1 mayıs’ta istanbul olağanüstü hal bölgesi ilan edildi. mecidiyeköy’den taksim’e kadar her sokak polis ve asker tarafından işgal edildi. bu konuda aralarında hiçbir çelişki yoktu.
özellikle son aylarda ekmekten, pirince, benzinden elektriğe inanılmaz zamlar yapılmıştır. bu yaşanan haksızlıklara karşı çıkan herkes vatan haini ilan edilmek istenmiştir. sendikacılar, öğretmenler, işçiler baskı altında bırakılmış hatta değim yerindeyse sudan gerekçelerle tutuklanmıştır. halka karşı var olan bu saldırıda, genelkurmayı da, akp’si de, yargısıda aynı tarafta, halkın karşısındadır.
bu savaş bizim savaşımız değildir. bizim savaşımız, bağımsız, demokratik bir türkiye savaşıdır. akp ve genelkurmayın bu savaşında taraf değiliz. çünkü onların savaşı halkı kimin daha fazla sömüreceğinin savaşıdır. iktidar koltuğunda kimin sözü geçecek kavgasıdır. bu taleplerle halkın talepleri aynı değildir.
bizler tüm ezilenler olarak bir araya gelmeli bağımsız, demokratik bir ülke mücadelemizi yükseltmeliyiz. kendi taleplerimizi dile getirmeliyiz. kendi savaşımızda hep beraber saf tutmalıyız.
milattan önce 5 ve milattan sonra 65 yılları arasında yaşamış ünlü romalı düşünür. stoacı ahlak görüşüyle tanınan seneca, ahlakının temeline doğaya uygun yaşama ilkesiyle, bir bilge idealini yerleştirmiştir. zamanın toplumunu bir vahşi hayvanlar topluluğu olarak gören seneca, bilge kişisini, kendi kendine yeten, hazza olduğu kadar eleme karşı da duygusuz, korku bilmez, evrenin gerçek efendisi, erdemi özgür iradesinin sonucu olan ve ölümden korkmayan kişi olarak tanımlamıştır. başka bir deyişle, her ne kadar stoacı maddeciliği benimsemiş olsa da, tanrı'nın aşkın olduğunu öne süren seneca, pratik felsefeyi öne çıkarmış ve gerçek erdemle değerin, dışarıda değil de, insanın içinde olduğunu belirtmiştir...
kesinlikle doğru bir teoridir..bir halkın egemen güçlerce sömürülmesine karşı gelmemek insanın kendi insanlığına ihanetidir..bugün dünyanın bir çok coğrafyasında halklar eziliyor,sömürülüyor,asimile ediliyor...kötü olan nokta herkez buna seyirci kalıyor sessiz kalıyor..ve daha kötüsü bazı sömürülen halkın insanları bunları görmüyor bile..bugün gerçek olan şuki bu sömürünün kaynağı emperyalizimdir..ve ezilen halkların haklarını savunmak emperyalizme kafa tutmaktır..işgal edilen filistin halkının yanında olan bir insanın ,işgal altındaki afgan halkının yanında olmaması traji komiktir...işgalci israili lanetleyen bir insanın işgalci abd yi görmemeside trajı komiktir.. dünyanın bir yerinden işgalcilerin yaktığı duman yükseliyorsa bilinki orada acı vardır,kan vardır eziyet vardır....ama dünyanın bir yerinden işgalciye karşı direnişin isyan ateşinin dumanları yükseliyorsa bilinki oradada direniş vardır,cesaret vardır umut vardır...
"grup yorum" ve " tavır " dergisinin ayçe idil erkmene her temmuz ayında yazdığı mektuplardır..unutmadan ayçe idil erkmen 1996 yılında hapishanelerde yapılan ölüm oruçlarında hayatını kaybetmiş grup yorum ve tavır dergisi çalişanıdır..
buyrun o mektuplardan bir tanesi..
temmuz'da, yine seninleyiz...
tavır
ıdilimize....
sevgili ıdil,
tam bir yıl oldu yanına gelip, bir taraftan gölgende soluklanırken, karşılıklı kana kana su içip, bir taraftan da candan bir sohbet etmeyeli... bir oof çekip, parmaklarımızı yüzünde, saçlarında dolaştırmayalı... yalnız sen değilmişsin bizi bekleyen, silivrikapıda su satarak kazandıkları üç-beş kuruşla evlerini geçindiren, tırnaklarının arasında çamurun, kıvrık paçalarında ıslaklığın hiç eksik olmadığı kara çocuklar da bekliyormuş yolumuzu. bizim olmadığımız zamanlarda onlarla konuşuyormuşsun, onlar da sana anlatıyorlarmış dertlerini; okuyunca nasıl bir insan olacaklarını, gelecekteki hayallerini... aralarında sanatçı olmak isteyenler de varmış duyduğumuza göre, ama senin gibi bir sanatçı olmayı, halkını seven ve gerektiğinde yüzünü bile görmediği milyonlarca insan için ölmesini de bilen bir sanatçı...
canımız ıdil, ayçe ıdil erkmenin yoldaşları olma gururunu ve onurunu, yüzündeki o tarifsiz gülümsemeyle bizlere bırakıp gittiğin o günün ardından da tam on bir yıl geçti. biz yine yakıp kavuran bir temmuz dayız; sendeyiz, sizdeyiz, seninleyiz, sizinleyiz. zaman nasıl da hızla geçiyor değil mi? hani haylaz bir çocuk olsa şu zaman denilen şey, kolundan tutup durdururduk, soluklansın diye. ama değil işte. bizden alıp götürdükleri, sadece bir rakam olmadığının mührü. zaman her geçişinde içimizden bir parça koparıp, canımızdan bir can yolup götürüyor. götürmesine götürüyor ama hani uğruna feda edemeyeceğimiz tek bir şey olmayan sevdamız, umudumuz var ya! sosyalizm! her geçen gün biraz daha yaklaşıyor, her geçen gün biraz daha önümüzü aydınlatıyor, her geçen gün bahçemizdeki bağımızı, soframızdaki aşımızı, yuvamızdaki sıcaklığı, çocuklarımızın elma rengindeki yanaklarını sadece masallarda duyduğumuz o can kırmızısı renge büründürüyor.
ıdil, yanına gelemediğimiz zamanlarda içimizde, beynimizin bir köşesinde zulamızda saklı tuttuğumuz, anlatmak için sabırsızlandığımız bir şeyler var hep; kimi zaman sevinçli, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman acı... hani mendiline elinde avucunda ne varsa sarıp, sevdiklerine götürenler var ya, işte biz de mendilimizin içine sardık saklımızdakileri sana getirmek için. mendilimizde ne varsa dökeceğiz ortaya bir bir, dökeceğiz önümüzde duran kağıdın ak yüzüne. hayat işte, her zaman acı ve tatlı anlarla dolu. biz anlatırken sen de her zamanki mütevazılığınla gözlerini bizden ayırmadan dinlersin; huyundur biliriz. biri söze başladı mı, ta ki sonunu getirene kadar sen sabırla beklersin.
yozlaşma... acısını damarlarımızı çatlatırcasına, kanımız çekilircesine hissettiğimiz çürümüşlük yani. bir kültür olarak giriyor yaşamımıza, karabasan gibi çöküyor gecelerimize, bir katil gibi giriyor kanımıza gençlerimiz her geçen gün kirleniyor ıdil, gelecekleri ellerinden alınıyo. kimisi uyuşturucu batağına saplanmış, kimisi fuhuş tuzağına düşmüş, kimisi başkalarının pis hesapları için beline silahı kuşanmış kapitalizm beyinlerini çalmış insanların, bunun için bütün bu rezilliğin içinde çırpınışları. bir anne ;evine ekmek götürmek için etini satmayı haklı görüyor, çaresizliğine yanıyor. bir baba çocuklarını okutmak için göz gözü görmeyen izbe mekanlarda, kumar masalarında sabahlıyor. oynadığı kumar değil aslında, çocuklarının, ailesinin geleceği
hatırlarsın, sen ve yaşıtların şimdiki çocukların çağında iken harçlığınızı biriktirip kitap almaya uğraşırdınız, ama şimdi paralarını uyuşturucu için biriktiriyor çocuklarımız. modaya uygun giyiniyor, modaya uygun şarkılar dinliyor, modaya uygun seviyor hatta yiyip-içmenin, gezmenin bile modası var şimdi. hayallerdeki yaşama kavuşmak için de her şeyi mübah görüyor insanlarımız.
bir taraftan haklarım var! diyenler okullarından atılırken, bir taraftan amfilerde uyuşturucu partileri yapanları da görüyoruz. onlara bu fırsatı tanıyanları ve göz yumanları da yani anlayacağın bu sistemin adalet denen tartısında onursuzluk, ahlaksızlık, çürümüşlük her zamankinden daha ağır basıyor. yakında zincirleri kopacak o tartının, tüm pislikler saçılacak her bir yana...
ya bir anne nasıl, çocuğunun ölümünden sorumlu olanların vereceği üç kuruşa satar onurunu, o vakit çocuğunu öldüren kendisi olmaz mı? belediyenin açtığı kanalizasyon çukuruna düşen dilaranın annesinden söz ediyoruz. kulaklarımızı sağır edercesine uğuldatan, yaşıtlarını her gördüğümüzde utancı canımızı acıtan bir olaydı bu. yozlaşma denilen şeyin kültürleşmesi, iliklerimize kadar sokulması
bir babanın kendi canından/kanından kızını pazara sunması, hem de adına çaresizlik diyerek... kalemimizden utanarak akıtıyoruz mürekkebi bu sayfalara, o da yazamaz oluyor, ikinci kez geçiyoruz üstünden yazdıklarımızın; sadece kâğıttan değil, belleklerimizden de silinmesin diye. bütün bunlar yaşanılanların belki de çeyreği değil ama konusu gerçek ve sansüre uğramamış olan bir filmin bir iki karesi, fragmanı belki de. genelde izlememeyi tercih ediyoruz bu filmi ama gelip kapımızda bekliyor işte, açtığımızda üstümüze saldıracak kuduz bir köpek gibi bulaştırıyor mikrobunu.
sadece bunlar değil anlatacaklarımız, her zehirin bir panzehiri vardır ya, işte bu çürümüşlüğün panzehiri de sosyalizm... bir düş değil, uzak ama gidilmesi imkânsız olmayan bir şehirde kavuşmayı bekleyen bir can, bir eş, bir dost, bir yar gibi
bir tarafta tüm bunlar dururken, o gidilen yolun daha da yakınlaşması için önümüze çıkacak engelleri kaldıranlar da var, tıpkı ;yaşamış sayılmaz zaten yurdu için ölmesini bilmeyen. diyen senin, sizin gibi. hem kendi iki çocuğunun geleceği, hem de başka çocukların geleceğinin karartılmasına izin vermemek için mücadele edip, bu uğurda canını ortaya koyan babaları da anlatmak istiyoruz sana, birol ağabey o, bu kâğıttan örülü düzenin verecekleri karşısında sus-pus olmadı, yüzünü gördüğü gerçeklere dönmedi, aksine daha bir yakından baktı gördüklerine, ateşi onu da yaktı döşünü parçalayan kurşunlar gibi, onun ateşi de bizi yakıyor şimdi temmuz gibi;
şöyle bir düşünüyoruz da, sanki bu çirkefliğe sürüklenen insanlar iki kişi arasında kalmışlar, bir kollarında kapitalizm, bir kollarında biz; tutup çekiyoruz, kim kazanırsa demiyoruz ama biz galip geleceğiz, kesip atacağız o kangrenleşmiş, çürümüş kolu, buna inancımız sonsuz. bu inancın bedelini de canımızla, mahpuslukla, gözaltılarla komplolarla ödüyoruz. dışarıda bir saat bile nefes almamıza tahammül edemiyorlar. uyuşturucu, fuhuş ve yozlaşmaya karşı mücadele edenleri bütün bu pislikleri biz sıçratıyoruz insanların üstüne. pisliğin asıl kaynağı biziz dercesine tutukluyor ve yargılamaya çalışıyorlar, hatta yargılamaktan bile korkuyorlar. çünkü biliyorlar ki yargılanacak birileri varsa o da bu sistemi yaratan kendileri, pisliği yayan varsa bu sistemin kendisi. onun için bir yıl sonrasına erteliyorlar duruşmaları. yıl, ay, gün, hatta saat hesabı yapıyorlar. ama biz belki de çocuklarımıza, ya da onların çocuklarına armağan edeceğimiz bir yaşamın sevdasını taşıyoruz içimizde gün, ay, yıl hesabı yapmadan, sadakatle ve sabırla.
bu arada tavır da haylazlık yapmaya devam ediyor; iki kez para cezası aldık geçen bu sürede. okmeydanına gelişimizin üzerinden bir yıl geçti bile. çalışmalarımız her zamanki gibi devam ediyor, sinema, tiyatro, müzik, sergi; adını duymayan kalmadı herhalde. etrafımızdaki ıdil bebeklerin sayısı da giderek artıyor bu arada.
ya sen? başımızı kaldırdığımız, gözümüzü gezdirdiğimiz her yerdesin. bizlesin. biz aynı mayayla yoğrulmuşuz, ondandır yüreklerimizi yangınlara atışımız, ondandır başkalarının acısını acımız, sevincini sevincimiz bilişimiz. ustalarımız ne de güzel yazmış yaşadıklarımıza ve yaşayacaklarımıza dair. sen hepsini ezbere bilirsin şimdi bütün şiirlerini, nazım ın, ahmed arifin, enver gökçenin, hasan hüseyinin ne de güzel okursun, etinde hissederek, hissettirerek
unutma ıdil, biz hep seninleyiz, sizdeyiz
venezuela lideri hugo chavez in son günlerde söylediği en güzel sözdür.
"devlet tv'sinde dün gece bush'un füze kalkanı projesini değerlendiren chavez, "abd başkanı bu sefer atom silahlarıyla yapılacak üçüncü cihan harbiyle tehdit ediyor. bush bence tımarhaneye yakışır..." dedi.
bush, avrupa'nın füze kalkanıyla teçhiz edilmesinin "aciliyet teşik ettiği"ni iki gün önce söylemiş, aksi takdirde ıran'ın 2015'e kadar bütün avrupa ve abd'yi vurabilecek konuma gelebileceğini iddia etmişti.
bush, geçen hafta da, ıran'ın nükleer faaliyetlerinin üçüncü dünya savaşına yol açabileceğini öne sürmüştü..."
bütün bunlar gösteriyorki bush tam bir tımarhaneliktir,ama ondan önce başkanlığını yaptığı zamanlarda abd nin yaptığı tüm katliamlardan,dünya halklarına karşı yaptığı onbinlerce suçtan yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır..
tabi bunu yapacak tek güç ise birleşmiş ve beraber savaşan yoksul dünya halkları olacaktır..
çok doğru bir tespit..gerçek olan şudurki dünya tarihindeki en büyük savaşlar ezenle ezilenler arasinda olmuştur olmayada devam edecektir..ve bu savaşın bir cephesinde hep egemenler diğer tarafındada ezilen halklar ,inançlar, kültürler,yaşamlar vardır...toplumlar tarihinde halklar düşman değil kardeştir..düşman olan sınıflardır..belirleyici olan budur..bu olacaktır..
küba yöneticileri tarafindan söylenen söz...
raul castro’nun, küba devrimi’nin 50’nci yıldönümü ve fidel castro’nun 80’inci doğum günü kutlamasında yaptığı konuşmasının tam metni:
geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki savaşçılar,
son 50 yıldır küba devriminin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine gerekli dayanışma ve desteği gösteren iyi dostlara hoş geldiniz diyoruz.
birçok devlet başkanının, ileri gelen devlet adamının ve çeşitli politik ve sosyal kuruluşların katıldığı bu toplantıda, fidel’e 80. doğum günü için saygı gösterisinde bulunan guayasamin vakfını ve bu değerli ressam ve dostun akrabalarını özellikle anmak istiyorum.
halkım adına onlara bu toplantıya gelip bizi onurlandırdıkları için teşekkür ediyorum.
buraya toplanmamızın bir başka nedeni de tarihimizde çok önemli bir olayın yıldönümünü kutlamak. bugün, 2 aralık 1956’da granma gemisinin karaya çıkartmasının anısını kutlamak için buradayız. bu tarih isyancıların ve onların devamı olan devrimci silahlı güçlerin doğduğu günü gösteriyor.
bu askeri geçit töreni savaşçılara, kahraman öncülere, onların kurucularına ve başkomutanına adanmıştır.
küba halkının özgürlük için verdiği 138 yıllık mücadeleyi temsilen altı bölümden oluşuyor.
ılk olarak, sömürgecilerin boyunduruğuna karşı savaşan kurtuluş ordusu, sonra yeni sömürgecilerin zulmüne karşı isyan eden ordu, daha sonra anavatanı, devrimi ve sosyalizmi savunmak için savaşan devrimci silahlı kuvvetler; üç değişik katman ama tek bir halk ordusu.
yoldaş fidel’in 31 yıl önce komünist partisinin ilk kongresine sunduğu raporda söylediği sözlerin hala geçerliliğini koruduğunu doğrulamanın tam zamanı. onun dediği gibi:
“ısyancıların kurduğu ordu devrimin özüydü. muzaffer ordu yeni, özgür, güzel, çalışan ve yenilmez bir anavatanın yolunu açtı. o ordunun askerleri bütün bağımsızlık savaşlarında bolca dökülen kanların haklılığını kanıtladı ve kendi kanları ile bugünkü sosyalist küba’nın temelini attı.”
“parti henüz oluşmadığı zamanlarda (parti daha sonra kurulacaktı) ordu, halkı bir arada tutan, birleştiren, emekçilere iktidar ve devrim güvencesi veren faktör oldu.”
ve, “emekçilerimizin öncüsü, ideallerimizin sembolü ve sentezi, le demajagua’nın şanlı günlerinden bu günlere kadar küba’nın tutkusu ve devriminin tarihi, marti’nin devrimci partisinin devamı ve küba marksist-leninist partisinin kahraman kurucusu olan ordu, partimiz kurulunca, o zamana kadar kahramanca ve şerefle taşıdığı devrim bayrağını partimizin ellerine teslim etti. o zamandan beri de partinin en sadık, disiplinli, alçak gönüllü ve sağlam izleyicisi oldu.” bunları söyleyen fidel.
aynı zamanda, devrimci silahlı kuvvetler’in 50’nci yıl dönümü bağlamında halk, ordu ve parti arasındaki yekpare birlikten de bahsetmek uygun olur. bu birlik 1 ocak 1959’da devrimin zaferinden sonra yıllar boyu gittikçe derinlere kök saldı. bu küçük adanın emperyalizm ve ortaklarının devamlı saldırılarına direnme ve onu alt etme gücünü veren bu birlik -bizim başlıca stratejik silahımız- oldu. bu birlik küba halkının uluslararası alanda çalışmalarına ve marti’nin özdeyişi “anavatan insanlıktır”a uygun olarak, evlatlarının dünyanın her köşesinde, kahramanca işler yapmasına olanak sağlıyor.
tarihin olağanüstü bir anında yaşıyoruz.
birçok kişi sosyalist blokun parçalanması ve sovyetler birliği’nin çöküşünün uluslararası devrimci hareketlerin sonunu getireceğini düşündü.
hatta bazıları bizim, kübalıların nesiller boyu yaşamlarını adadıkları ideallerimizden vazgeçmemizi önerdi. son yıllarda abd hükümeti, her fırsattan yararlanma alışkanlığı ile, küba’ya karşı düşmanlık ve saldırılarını önceden görülmemiş biçimde arttırdı. ıstedikleri, yıkıcı girişimleriyle küba’yı ekonomik olarak boğmak ve devrimini sona erdirmekti.
son dört aydır halkımızın gösterdiği azim, soğukkanlılık, olgunluk ve özgüven düşmanlarımızı şaşkınlığa ve düş kırıklığına uğrattı ama daha çok dünyanın ezilen halklarının hayranlığını kazandı.
abd ve müttefiklerinin çevirdiği bütün dolaplara ve baskılara rağmen dünyada küba’nın saygınlığı arttı.
bunun bir örneği başkentimizde geçen eylül başarıyla toplanan 14üncü bağlantısız ülkeler zirvesi ve daha yakınlarda birleşmiş milletler genel kurulunda abd ambargosunu kınayan önergeye daha önceden görülmemiş derecede verilen destek idi.
latin amerika’da, abd ve dostlarının zorladığı neo-liberal formüllerin uygulanması sonucu, kıtada yabancı sermaye ile yakın ilişkisi olan oligarşinin varsıllığı çoğunluğun yoksulluğu, cahilliği ve sağlıksız şartları ile karşılaştırılınca aşağılayıcı ve iğrenç bir durum oluştuğu görülüyor.
son yıllarda latin amerika halkları geleneksel hükümetler ve partilerin haince ve itaatkar politikalarına karşı duydukları kızgınlık ve direniş seslerini daha çok duyurmağa başladı.
devrimci halk hareketleri gittikçe daha kuvvetleniyor. washington’un milyonlarca dolarlık yalan haber yayma kampanyaları, şantaj ve küstahça engellemesine rağmen, yeni ve deneyimli liderler ülkelerinde liderliği ele geçiriyor.
abd’nin ftaa (amerikalar serbest ticaret anlaşması) yoluyla latin amerika’yı ekonomik bağımlı yapma çabaları engellendi. yerini kardeş başkan hugo chavez’in önerdiği, dışlanmış yığınların yararına olan alba (amerikalar için bolivarcı seçenek) alıyor.
uluslararası alanda son gelişen olaylar şu andaki abd hükümetinin maceracı politikalarının başarısızlığına tanıklık ediyor. o ülkenin halkı da 7 kasım’da oylarıyla önleyici saldırı görüşünü, askeri müdahaleyi haklı kılmak için yalan söylemeyi, adam kaçırmayı ve gizli tutukevlerini ve sözde teröre karşı savaşta işkence kullanmaya izin veren o aşağılık yasaya karşı olduklarını gösterdi.
başkan bush’un uçaktan irak hakkında, sevinç içinde ve biraz erken olarak “görev tamamlandı” diye açıklamasından üç yıl yedi ay sonra, hala, bölgenin enerji kaynaklarının kontrolü için yapılan bir savaşta hayatını kaybeden genç abd’li askerlerin cesetleri abd’ye geri gönderiliyor.
artık hiç kimse savaşın ne zaman sona ereceğini tahmin edemiyor.
abd hükümeti yolun sonuna geldi: bir yandan irak’ı işgal etmeye devam edemeyeceğinin farkında, diğer yandan irak’tan çıkarlarına zarar vermeden çekilebilmesi için gereken asgari şartların oluşmadığını kabul ediyor.
aynı zamanda, bu öldürücü savaşta abd işgalinin yarattığı anarşi ve kargaşa sonucu yaşamını yitiren veya sakatlanan sivillerin sayısı da artmağa devam ediyor.
abd’de bazı kişiler artık irak’ta kendi yarattıkları bu kargaşadan sıyrılıp kurtulmaları gerektiğini dile getirmeğe başladı.
afganistan’da gittikçe kontrolden çıkan ve tehlikeli hale gelen durum karşısında nato’yu tek başına ortada bırakan abd’nin irak’ta ne yapacağını bilmiyoruz.
“teröre karşı haçlı seferi” diye adlandırılan bu savaş dünyanın gözü önünde önlenemez bir şekilde yenilgiye doğru yol alıyor.
abd halkı, vietnam’da olduğu gibi, bu haksız ve korkunç savaşı sona erdirecek.
abd’li yetkililerin savaşın dünyanın sorunlarına bir çözüm olmadığını anlayacaklarını umuyoruz. ıki bölgede batağa saplandıkları halde, “dünyanın karanlık 60 köşesine” sorumsuzca saldırmaya hakkı olduğunu ilan etmek, diğer ülkelerle anlaşmazlıklarını daha karmaşıklaştırıyor ve büyütüyor; terör ve gözdağı vermeğe dayalı kuvvet geçici bir aldatmaca olmaktan öteye gidemez. ve sonucunun, abd de dahil, bütün dünya halklarını nasıl etkileyeceği açıkça belli.
biz uyuşmazlıkların savaşla değil politik yollarla çözüme kavuşacağına inanıyoruz.
burada, abd ve küba arasındaki uzun zamandan beri devam eden sorunları masa başında tartışarak halletmeğe hazır oluğumuzu tekrarlamak istiyorum. ancak, daha önceden de açıkladığımız gibi, yegane şartımız ülkemizin bağımsızlığına en ufak zararı dokunmaması ve önerinin eşitlik, karşılıklı dayanışma, birbirinin işine karışmamak ve karşılıklı saygı prensiplerine dayalı olması.
bu arada, yarım asırdır beklediğimiz gibi, washington’daki egemen güçlerin sağ duyu kazanacağı günü sabırla bekleriz.
ne olursa olsun, 25 yıl önce planladığımız ve uygulamaya koyduğumuz tüm halkın savaşı stratejimizde devam ederek askeri yenilmezliğimizi güçlendirmeğe devam edeceğiz.
böylesi bir halk savaşı, modern tarihin defalarca kanıtladığı gibi, yenilmezdir.
görevli askerlerin ve yedeklerin, milis kuvvetlerin, bütün parti, eyalet ve ülke düzeyinde karasal üretim ve savunma taburlarının arasında birlikte çalışmalarını düzenlemeye ve hazırlığımız geliştirmeğe devam edeceğiz
ıletişimi geliştireceğiz ve savaş araçlarını yenileştirip savaş becerimizi geliştireceğiz ve bir saldırı durumunda becerilerimizi nasıl uygulayacağımıza karar vererek askeri harekat alanlarını hazırlamağa devam edeceğiz.
aynı zamanda, içişleri bakanlığının kendini bu işe adamış savaşçılarının bütün cephelerde değerli çalışmalarını güçlendirmeye devam edeceğiz.
küba halkının özgürlüğünü ve anavatanın bağımsızlığını ne pahasına olursa olsun korumaya azimliyiz.
yüzyıllar boyunca devam eden mücadelemiz ve asil ve kahraman halkımızın özelliği olan vatansever enerji ile sesimizi yükseltelim ve hep beraber seslenelim:
dersim ısyanı'nın önderlerindendi. ıktidar anlaşma vaadiyle seyid rıza'ya elçi gönderip o'nu erzincan'a getirttikten sonra tutuklayarak, göstermelik bir yargılamanın ardından idam etti. seyit rıza, elazığ buğday meydanı'nda, içlerinde oğlunun ve kardeşinin de bulunduğu 11 yoldaşıyla birlikte idam edildi. seyyid rıza'nın cesedi teşhir edildikten sonra yakıldı. tarih, onun "dersim'e sefer olur zafer olmaz" sözünü haklı çıkardı bugüne kadar.
1969 yılında dolmabahçeye demirleyen amerikan 6.filosuna karşı gerçekleştirilen mitinge saldırıp 2 öğrenciyi katleden onlarca öğrenciyi yaralayan islamcılardır...amerikan askerleri için bu ülkenin yurtseverlerini sosyalistleri katleden islamcılar o günler için bugün ne düşünür çokta merak edilir..
sözlük yazarlarının birçoğunun heberi olduğunu sandığım ama nedense kimsenin bir çıt ses çıkarmadığı başlık .
şöyleki arkadaşlar birçoğunuzun bildiği arpşükrüdeki 60lar cafe pazar günü linç girişimine uğramış ama kurtulmuştu. (öyle bir girişimki kafenin önünde bebek arabasının içinde uyuyan çocuğa bile saldırdılar) fakat dün kendini bilmez faşist topluluk dükkanı kullanılmaz hale getirmiştir.
bu topluluk şehitleri andığını zanneden ama tamtersi anmayı birkenare bırakıp yolda yürüyen uzun saçlı gençlere saldıran, rock kafeleri taşlayan, marketleri yağmalayan kendini bilmez cahiller topluluğudur.
lütfen arkadaşlar bu topluluklara engel olalım, insanların birbirlerini kışkırtmasına ve etrafa zarar vermelerine engel olalım, kötü zamanlarımızda birbirimize sahip çıkalım destek olalım, güçlü duralım. şu an bir çoğunuzun tanıdığına inandığım 60lar kafenin sahibi dayının ve eşinin (sözlük yazarı brcydm)desteğe ihtiyacı var. onlara destek olalım cafemize sahip çıkalım.
tan oral ın yürüyenler diye adlandırdığı sergiden oluşan kitabı.
''bir ülke insanları ki kendi gerçeklerini yaşayamazlar, bu olanak tanınmaz kendilerine; yürürler onlarda. gerçeklerini yaşamış olurlar o gün için . yürüryenler yaşayanlardır hep.'' der çizer.
bir zamanlar ülkemizde insanlar korkmadan sokaklara çıkıp isteklerini haykırıyordu. ama nedense gün geçtikçe kapitalizmi iyice benisedikçe sokağa çıkmaktan korkmaya başaladılar. veya izin verilen boş alanlarda bağırarak kendilerini tatmin etmeye zorlanıyorlar. gün gelecek korkusuzlar gene sokakları dolduracak yürüyecekler.